25 Temmuz 2024

,

Mermer ve Mozaik


Türkeş’le EMEP’in Kavala konusunda aynı şeyi söylemesi, önemli bir göstergedir. Bu göstergenin, Moody’s isimli kuruluşun göstergelere bakarken başvurduğu akılla bir alakası vardır. Mesele, EMEP’le Türkeş’i aynı hizaya sokan iradedir. O sermayeyle buluşmamıza mani oluyor diye devlete kızana-küsene bugün “solcu” denmektedir. Bu solculukla dövüşülmelidir.

Bu Türkeş’in babasının, geçmişte “memleketin ebru veya mozaik gibi” olması gerektiğini söyleyenlere “ne mozaiği, mermer mermer!” demişliği vakidir. Asıl önemli olan, ebru/mozaik ve mermer arasındaki koşutluğu görmektir. Bu açıdan, “yeryüzü bölünmez bütündür” sözü de “vatan toprağı ülke bölünmez bütündür” sözüyle bağlantılıdır. Ebru ve mermer, o bütüne hizmet eder. Başka bir anlamı yoktur. Esas olan, efendilerin düzeninin bütünlüğü ve sürekliliğidir. Sosyalist hareket, bu bütünlük ve süreklilik adına kıvama getirilmiştir.

Sosyalist hareket iki parçalıdır: Bir taraf, sermayenin devleti; diğer taraf, devletin sermayesi adına, o olarak konuşmaktadır.

Liberalle faşist arasındaki bağı göremeyenler, her momentte bunlar arasında tercihte bulunmayı siyaset zannedenler, komünist olamazlar. Solculuk, komünist hareket olmasın diye vardır. Bu sebeple varolduğunu iyi bilir.

* * *

Bugünkü evcil hayvan meselesi, dijital, yeşil ve kentsel dönüşüm bağlamında ele alınmalıdır. İlgili dönüşümler, devletin sermayesi ile sermayenin devleti arasındaki gerilim üzerinden tanımlanmalıdır. Yirmi yıldır tek siyaseti, Demokrat Parti geleneğine örgütlenip AKP’nin burayı tümden kendisine bağlamasına mani olmak olan, bu anlamda, o geleneğe yakınlaşan solcuların dönüşümleri ve gerilimleri anlaması mümkün değildir. Onlar, bir oyunun ve illüzyonun kurbanıdır. Artık bu solculara AKP gösterilerek her şeyi yaptırmak, her şeyi söyletmek mümkündür.

“Beton”dan şikâyet edenlerin[1], duyguların, düşüncelerin ve kavgaların üzerine beton döktükleri görülmelidir. Bu solcular, başkaldıranın başını kestiler, o başları postçuluğun betonuna gömdüler. Dik duranı hiyerarşiyi imlediği, iktidar manyaklığını somutladığı için öldürdüler. Bu birikim, düşman karşısında tüm sosyalist hareketi lal ve kötürüm bıraktı.

Dün Karayalçın’ın dağıttığı lüks dairelere kendi davalarını, örgütlerini satanlar, zenginlerle ilişkileri üzerinden kitap sansürleyenler, bugün hâlâ solculuk yapabiliyorlar. Bu solculuk, o dairelerin izin verdiği kadar. Bugün göbek bağları, belediye kasalarına bağlandı. Konuşamazlar. Elektrik çarpıp ölenin ayağına bağlanan kabloyu, o kabloyla çekilen gövdedeki başın asfalta çarpışını yazamazlar. Ancak olay yerini kırmızıya boyayıp süsleyebilirler. Sol, betona düşülen süs olduğunu çok iyi bilmektedir. O ancak AKP’ye “MHP’den ayrıl, beni al” diyebilir. Bunu derken, öncesinde AKP’leştiğini görmez.

* * *

Kara Panter Partisi lideri Huey Newton, anılarında[2] partiyi kurmazdan önceki arayış sürecini anlatıyor. Bir ara üyesi olduğu dernekten bahsediyor. Anne-babası oğullarına, derneğinin kurucusunun “kendi avukatlık bürosunu kurup geliştirmekten başka bir şeyle ilgilenmediğini, ondan uzak durmasını gerektiğini” söylüyor. Sonra belediye meclisinde derneğin tartışıldığı toplantıda bu dernek başkanı, “ben Siyahları miskinlikten, sosyal yardımlar peşinden koşmaktan kurtarmakla vs.” ilgileniyorum, başka bir derdim yok” diyor. Bunun üzerine Huey Newton, dernekten ayrılıyor.

Bugün sol örgütleri işte bu tür avukatlar, böylesi tom amcalar, beyaz olmaya özenen güya zenciler yönetiyorlar. Geçmişte halka ve faşizme “biz dergi çevresiyiz, siz bizi gözünüzde fazla büyütmüşsünüz” diyenler, aynı soya mensup. Bu kişiler, bugün dijital, yeşil ve kentsel dönüşümle sadece avukatlık bürolarını güçlü tutmak için ilgilenebilirler. Başka bir dertleri bulunmuyor. Sonra iş, o büroyu politik mekânmış gibi satmaya kalıyor. Sadece hukuki metinler kaleme alabiliyorlar. Siyaseti ancak kendilerinden kurabiliyorlar. Kurulmayana siyaset demiyorlar.

Bunların yoldaşı, buradaki şirketlere Dünya Ekonomi Forumu ve Klaus Schwab adına çevre sertifikası dağıtır, ama kendileri “sosyalizm” isimli sitelerinde “Schwab eleştirisi” yayınlar, eleştirinin içini boşaltır, tecimin konusu kılar. Pandemide “TTB ne derse o” der, ama pandemi eleştirisinin ekmeğini yemeye çalışır. Her şey, büro ve kariyer içindir. 

Sermayenin devleti ile devletin sermayesi arasındaki gerilimde sosyalist hareket, bu tür kişiler şahsında, belirli bir içerik ve biçim kazanmaktadır. Bu içerik ve biçim, reddedilmelidir.

* * *

Devletin sermayesi, yekpare-mermer ülke; sermayenin devleti, yekpare-ebruli bir dünya talep ediyor. İnsanla hayvan, erkekle kadın arasındaki sınırlar siliniyor. Hiyerarşi, yok ediliyor. İnsanı temel alan, insanı merkeze koyan ne varsa ortadan kaldırılıyor. Pürüzler, çapaklar yok ediliyor. Evcil hayvan tartışması, bu düzlemde gerçekleşiyor. Bu düzlem, Türkeş’le EMEP’i yan yana getiriyor. İkisi de Suriye’yi yağmalamak istiyor. O yüzden, EMEP’in lideri, İngiltere’de “din düşmanlığı” ve “yeni ateizm” dersleri veriyor. Suriyeliler, buranın sokak köpekleri gibi görülüyorlar. EMEP, sahip çıkıyor, Özdağ “sopayla kovalayalım” diyor. Sokak köpeği olarak görme konusunda ortaklaşıyorlar. İnsan ve erkek, hiyerarşi eleştirisi üzerinden, efendilerin arenasında yem ediliyor.

Türkeş, özünde “Kavala bir simge. Ona vurdukça bu ülkeye sermaye gelmiyor” diyor. Merih Demiral’ın kurt işareti de bu gerilimde gündem oluyor. Selahattin Demirtaş, “domatesi ben içerideyim diye pahalıya yiyorsunuz” diyor. “Beni çıkartın ki sermaye gelsin” tavsiyesinde bulunuyor.

Sosyalistlere “din ve milletten arınmış, saf, burjuva bireyleri Allah bilmek” düşüyor. O birey, evcil hayvanlara yoksuldan, proleterden ve ezilenden daha fazla değer veriyor. O hayvanlarla buradan empati kuruyor. Her şeyden arınmışlığın tanrısı hâline geliyor. Köpekleri buranın sömürü-zulüm ilişkilerinde bir paravan ve silâh olarak istismar ediyorlar. Onun önünde eğiliyorlar. Hatta biricikliğin, özel oluşun, tanrısıyla halvet olma, cima etmeyi arzuluyorlar. Avrupa’da kendi evcil hayvanıyla cinsel ilişki kurma hakkının yasalaşmasını isteyenler, buralara emirler yağdırıyor. O emirlerin sahipleri, kendi bütünlükleri adına, diniyle ve milletiyle bütünlenenleri “terörist” ilân ediyorlar. Tasfiye sürecinin çarkları kanla dönüyor.

* * *

Aslında ebru ve mozaik de tıpkı mermer gibi gerilim, çatışma, kavga olmasın diye var. Bugün Sera Kadıgil ile Perihan Koca, halkın ve işçi sınıfının değil, patronların vekili oldukları, sermayenin devletine hizmet ettikleri için 10 yaşındaki kızını toprağa vermiş kadına bağırmayı kendilerine hak görüyor. Onu aşağılık, zararlı bir böcek olarak değerlendiriyor. Bu anlamda, Filistinli anaya “sen şov yapmak için çocuğunun ölümüne sebep oldun” diyen Siyonist’in yanına oturuyor.

Bunların derdi, kedi-köpek değil, insanı aşağılayan, aşağı çeken, düzleyen, içeriksiz kılan düzene hizmet etmek. Bu tür solcuların vantrologu, Moody’s ve patronları. Duyduğumuz ses, NATO askerlerinin postal sesi.

İnsanla hayvan, erkekle kadın arasındaki sınırların kalkması, kâr oranlarının düştüğü momentte bizatihi sermayenin emri. Bir anlamda, sermaye, yürüyüşü esnasında ayağına taş değmesin istiyor. Ayrıca, üç kuruşluk şeyi pahalıya satma, çok değerli olanı değersizleştirme imkânına kavuşuyor. İnsanın değeri aşağıya çekiliyor. O postallar adına konuşanları bu gerçekler zerre ilgilendirmiyor. Onlar, ticaretin aktığı limanın (Mersin) veya ticari malların yeni düzene uygun üretildiği model şehrin (Gaziantep’in) vekili olmanın gereklerini yerine getiriyorlar.

Sermayenin isteği, iradesi, solcularda somutlaşıyor, bedenleniyor. Solcular, kendi bedenlerini sermaye olarak görüyorlar. Sermaye, “herkesin zihnini fabrika dâhilinde kontrol edeceğiz, kimse greve çıkamayacak” dese, “işte üretici güçler gelişiyor, bugün komünistlik, bu zihin kontrolünü savunmaktır!” diyecek birçok solcu var ortada. Bunlara kılıç sallamak gerekiyor.

* * *

“Proletarya” denilen kılıçla, proletaryanın kılıcını ayırmak gerekiyor. Ayrıca burada bir üçkâğıda son vermek şart. Marx’ın da ifade ettiği gibi, küçük burjuva solcular, küçük burjuvalığı “proleterlik” olarak tanımlıyorlar. Sonra da utanmadan, tüm dinsizlikleri ve ahlaksızlıklarıyla, “Proletarya, Şangay İşbirliği Örgütü’nden yana olamaz” diyorlar.[3] “Modern işçi sınıfının büyümesinin, yeni teknik donanımların ve petrole bağımlılığın azaltılmasının” sınıfsallığını nedense sorgulama gereği duymuyorlar. Hemen kapitalizmden yana hizalanıyorlar. Aslında dert, BRICS veya ŞİO değil, NATO’dan yana olmak! Bunlar, “Ukrayna savaşında Rusya suçlu, sözde cumhuriyetleri bahane edip ülkeyi işgal etti” dediler. Solda NATO’culuk, iliklere tüm sinsiliğiyle işliyor.

Bazı sol örgütler, mermer gibi ülke üzerinde duranlar, devletin sermayesinden yana olanlar, aslında “yerli NATO”dan yana saf tutuyorlar. Çünkü diyalektiğin ve materyalizmin emri gereği, işçi-köylünün “ordu”sunu inşa etmeyenler, döne dolaşa, ya yerli ya da beynelmilel NATO’ya kul oluyorlar. Bugün NATO, kendisini, sermayenin pürüzsüz ebruli dünyası için formatlanmış insanın, bireyin ve yurttaşın yegâne savunucusu ve kurtarıcısı olarak satıyor. Bu satış işleminde kapı kapı dolaşıp insanları ikna etmek, solculara düşüyor.

Egemenlerin bütünlük kurgularına ideolojik planda teslim olanlar, onlara yaranmayı siyaset zannediyorlar. Siyaseti bu yaranma faaliyetine indirgiyorlar. Proletaryanın kılıcı da bir kılıç olarak proletarya da anlamsızlaşıyor. Herkes, Sam Amca karşısında Tom Amcalaşıyor, ev kölesi oluyor. Tarla kölelerini kontrol etmek, susturmak, öfkelerini toprağa akıtmak için uğraşıyor. Kendilerine verilen görevi ifa ediyor.

O bütünlük ve süreklilik anlayışının karşısına proletaryanın bütünlük ve süreklilik anlayışı çıkartılamıyor. Burjuvazinin anlayışı göklere, proletaryanınki yerin dibine gönderiliyor. Aslolansa yerin dibinde birikmiş olanı açığa çıkartmakta.

Eren Balkır
21 Temmuz 2024

Dipnotlar:
[1] Tanıl Bora, “Beton”, 23 Ağustos 2023, Birikim.

[2] Huey P. Newton, Revolutionary Suicide, Penguin Books 2009.

[3] Erhan Nalçacı, “Türkiye ŞİÖ’ye Girebilir mi?”, 20 Temmuz 2024, Sol. Nalçacı ve partisi, “NATO, demokrasinin kalesidir” diyen CHP’nin emrinden çıkamaz. Tarihi 27 Mayıs darbesinden başlatanlar, emir eri olmaktan kurtulamaz.

0 Yorum: