12 Temmuz 2024

, ,

Blok Zinciri Emperyalizmi


Olivier Jutel Söyleşisi
Evgeni Morozov

 

2008-2012 arası dönemde ABD Dışişleri Bakanlığı’nın “İnternet Özgürlüğü” ajandasını dayatmak için gösterdiği çabaları yakından incelemiştim. Bu dönemde Amerikalı diplomatlar, Hillary Clinton öncülüğünde, bir yandan internetin meziyetlerini övüyor, bir yandan da WikiLeaks gibi çalışmalara karşı savaş yürütüyorlardı.

Bu ikiyüzlülüklerinin yanında, beni en çok da ABD devletinin sahip olduğu, o gözle görülmeyen ama epey güçlü mekanizma etkilemişti. Bu mekanizma; fonları, bağışları, ihaleleri, konferansları, atölyeleri ve pilot projeleri içeriyordu. Esasında “İnternet Özgürlüğü” denilen ajanda, salt söyleme dayalı bir proje de değildi, o, bürokrasinin üstlendiği devasa bir işti. Bu sürece Jared Cohen ve Alec Ross gibi şarlatanlar da dâhil olmuştu ama bunların önemi yoktu.

Araştırma sürecim dâhilinde ben, farklı konulara yöneldim ama bu “İnternet Özgürlüğü” denilen ajandaya yönelik ilgim devam etti. Söz konusu ajanda, Web 2.0 ve Web3 kavşaklarından geçerek bugüne geldi. Son birkaç yıldır da dışişleri bakanlığı, blok zinciri mucitlerine methiyeler içeren şarkılar söylemekle meşgul.

Uzun zamandır ABD devletinin blok zincirine dönük ilgisini ve bunun Pasifik’teki ada ülkeleriyle alakasını inceleyen, şu an Yeni Zelanda’da yaşayan Olivier Jutel, “Blok Zinciri Emperyalizmi” başlıklı oldukça ilginç bir makale kaleme aldı. Makalede Jutel, Amerikalı diplomatlarla kriptocu liberterler arasındaki ilginç ve garip ittifakları ifşa ediyor.

Son dönemde Pasifik’in kripto paraların “test edileceği yeni zemin” olduğuna ilişkin çokça laf ediliyor. Medyanın kırk yaşındaki zıpır cumhurbaşkanını kolaylıkla eleştirdiği El Salvador’daki Bitcoin deneyiminden farklı olarak Pasifik’teki projelerin birçoğunda başvurulan ve insanî yardımı vurgulayan dil, medyada epey ilgi gördü. Bu anlamda, Olivier Jutel’in olan biteni ayrıntılı ve eleştirel bir üslupla ele alan makalesini okumanın zihin açıcı bir pratik olduğunu söylemek gerekiyor.

* * *

Birçok kripto projesinin ardındaki politik niyet, aşırı liberter hayallere dayandığı için kolayca bir kenara itebilir. Lâkin hem uluslararası STK’ları, hem yardım kuruluşlarını ve kalkınma ajanslarını hem de ABD dışişleri bakanlığını radarına alan çalışma, ortaya çıkan ideolojik manzaranın çok daha karmaşık olduğunu ortaya koyuyor. Tüm bu aktörler, blok zincirleri ve bunların dönüştürme potansiyeli hakkında ne düşünüyorlar?

Son çalışmamda, blok zinciri projelerinin Fiji, Tuvalu, Vanuatu, Papua Yeni Gine gibi Pasifik’te bulunan ülkelerdeki ekonomik ve politik gelişmelerle bağlantılı muhtelif sorunlara çözüm sunacak adımlar olarak nasıl öne çıkartıldıklarını inceliyorum. Teknolojinin bu tür meselelerde önemli bir rol oynayacağı düşüncesi, yeni değil. Elimizde “Kalkınma İçin Enformasyon ve Haberleşme Teknolojileri” diye bir şey var ve bu teknolojik güç; büyük veri, cep telefonları, akıllı şehirler vs. ile bağlantılı, henüz yerine gelmemiş birçok vaatte bulunuyor.

Blok zinciri gibi ekonomik ve politik kalkınma açısından akla hayale sığmayacak şeyleri vaat etmesi yanında bu teknolojiler, aynı zamanda veri birikimi ve platform kontrolü konusunda yeni zeminler sunuyor. Ayrıca bu teknolojiler, devleti baypas eden, onun üzerinden atlayan yönetişim çözümleri sunuyor, üstelik devleti yozlaşmış ve yozlaştıran bir aracı olarak görüyor.

Bu sektörde daha öncesinde herhangi bir deneyime sahip olmayan, sahanın yenisi olan blok zinciri geliştiricileri, denemeler yapmak için bereketli bir toprak buldular, kalkınma ve yardım kuruluşlarından ciddi yardımlar aldılar, bu anlamda, mevzuattaki ve kanundaki açıklardan istifade etmekle kalmadılar, bu tür desteklerle kendilerine yol açtılar.

İşin tuhaf yanı, blok zinciri, her ne kadar devletsiz bir teknoloji olarak takdim edilse de ortada bir hükümet var ve bu hükümet de ABD hükümeti. Teknoloji kamplarına ve diğer girişimlere parayı bu hükümet akıtıyor. Burada ABD devletinin amacı, blok zincirini kalkınmayla alakalı sorunları yekten çözecek bir araca dönüştürmek. Belki blok zinciri ile disipline edilip reforma tabi tutulacağı düşünülen hükümetler, neticede muhtemelen zayıflayacak ama bu sürecin sonunda yeni kontrol biçimleri açığa çıkacak. Benim “blok zinciri emperyalizmi” adını verdiğim sürecin asli gücü ABD, üstelik kripto paralar onun egemenliğini hiçbir şekilde tehdit etmiyor.

“Blok zinciri emperyalizmi”ne bir örnek verebilir misin?

Sürecin en çarpıcı biçimde ilerlediği yerlerden biri, Papua Yeni Gine. Bu ülke, merkezi Delaware’de bulunan, Draper Üniversitesi mezunu Shane Ninai’nin sahibi olduğu Ledger Atlas şirketiyle bir mutabakat anlaşması imzaladı. 2018’de imzalanan bu anlaşmanın amacı, blok zinciri üzerine kurulu özel bir ekonomik bölge, Draper’ın bir tweet’inde de belirttiği gibi, bir “kripto bölgesi” oluşturmaktı. Şirket; göçün kontrolü, kanunların çıkartılması, pasaportların basılması ve bu bağlamda hükümetin üstleneceği birçok başka işin yürütülmesi konusunda yetkiye sahip olacaktı. Neyse ki birçok blok zinciri projesi gibi bu da başarısızlığa uğrayıp rafa kaldırıldı.

Söz konusu projede ütopik kimi hedeflerle sömürüye hizmet eden niyetler el ele ilerlemekteydi. Pasifik ülkelerinde vergi kaçırma faaliyetlerinin blok zinciri temelli insanî yardım faaliyetleriyle birlikte ilerlediğine tanık oluyoruz. Bölge genelinde Oxfam gibi büyük uluslararası aktörlere rastlıyoruz. Oxfam da kendi itibarını artırmak için kripto para ve blok zincirlerine yönelik ilgiyi ve heyecanı artırmaya çalışan kurumlardan biri. Oysa bu tür çabaların bu ülkelerdeki halklara bir hayrı yok, zarardan başka bir sonuca yol açmaları mümkün değil.

İncelediğim kripto projelerinin önemli bölümünün uygulanma imkânı bile yok. Bu projeler, altyapının büyük ölçüde iyileştirilmesine ihtiyaç duyuyor. Başarısız olmalarına rağmen söz konusu projeler, bu ülkeleri piyasaya açtıkları, tedarik zincirini kontrol ettikleri için, blok zinciri temelli kontrol mekanizmalarını allayıp pullayan dijital kimlik uygulamaları üzerinden dillendirilen övgüler dâhilinde başarılıymış gibi lanse ediliyorlar. Oysa bu mekanizmalar, Kuzey ile Güney arasındaki eşitsizlik gerçeğini temel alıyor. Blok zinciri, söz konusu eşitsizlikleri elindeki sihirli değnekle ortadan kaldırmak şöyle dursun, o eşitsizlikleri besliyor.

“Blok zinciri emperyalizmi” ile ilgili bir makale yazmaya nasıl karar verdin?

Üç yıldır Fiji’de bulunan Güney Pasifik Üniversitesi’nde çalışıyorum. Fiji’de ABD’nin sahip olduğu o yumuşak güce bizzat şahit oldum. İnternetin ideolojik bir araç olduğunu orada anladım. Gazetecilik bölümünde çalışıyordum. ABD dışişleri bakanlığı dijital gazetecilik dersleri veren, yalan haberlerle ilgili atölye çalışmaları yürüten benim gibi isimlerle ilişki kurmaya çalışıyordu. Fiji’de o internet tabanlı sivil toplum denilen şeye gözlerimle şahit oldum. Dışişleri, 2006 yılında yaşanan darbe süreci boyunca altyapısı sağlam kurulmuş bir blog dünyası meydana getirmişti.

Büyük ölçüde standart Web 2.0 üzerine kurulu bir dil devredeydi. Bol miktarda yazılım yarışmalarından, her türden çözüm odaklı numaradan bahseden konuşmaya tanıklık ediyor, örneğin, balık stokunun kurtarılmasına veya Pasifik’teki büyük çevre ve politika sorunlarından nasıl kurtulacağımıza dair etiketlere rastlıyordunuz. Sonra 2018’de ABD Büyükelçiliği’nin finanstan yargı reformuna birçok farklı alanda sorunların çözülmesinde ve yönetişim alanında blok zincirinin nasıl kullanılacağı meselesini ele alan bir teknoloji kampının tanıtımını yaptığını fark ettim.

O an bu blok zinciri denilen sahanın fazla abartıldığını düşündüm. Blok zincirini de, kripto parayı da, siber liberterleri de biliyordum. Ama blok zincirinin Pasifik için gerçek kimi çözümler sunacağı fikrine pek ısınamamıştım. Ayrıca blok zinciriyle alakalı olarak başvurulan dilin, esasen hep radikal ve liberter bir yönelim olarak kalmış olan kripto paralarla ilgili lafları normalleştirdiğini düşünüyordum.

Bu sebeple, ilgili sahaya daha geniş bir pencereden bakmaya karar verdim. Bölgede blok zinciri denemeleri yapan Oxfam gibi örgütlerin teknik raporlarını inceledim. Medyada çıkan haberlere ve konferanslara sunulan makalelere göz attım. Bölgede faal olan birçok blok zinciri geliştiricisiyle sohbet ettim. Bu isimlerin büyük bir kısmı, ülkeye dışarıdan gelmiş, belirli ilişkileri kurduktan sonra blok zinciri geliştirmiş kişilerdi. Dolayısıyla, Fijili çok fazla insanla tanışamadım.

Pek iyimser sonuçlara ulaştığımı söyleyemem. Bu projelerin büyük bir kısmı, sonuç almakla birlikte, Pasifik ülkelerinin egemenliğine ciddi zararlar vermiş. Neyse ki bunlar, genelde halkla ilişkiler aşamasında kalıp herhangi bir şirketle bağ kuramamışlar. Ama bölgede hâlen yürürlükte olan, nispeten daha uzun vadeli projeler var ve bunların beni epey endişelendirdiğini söylemeliyim.

Pasifik’te kalkınma sahasında blok zinciri teknolojilerini öne çıkartan insanlar kimler?

Ben, bunlara “çözüm odaklı sınıf” diyorum. Teknoloji sektörü, STK sektörü ve avukatlık sektörü arasında bağlar kuran birileri var. Bu insanlar, aradaki sınırları silikleştiriyorlar. ABD dışişleri bakanlığı türünden kurumlar, Pasifik ülkelerine gelince belirli uygulamaların tanıtımını yapmaktan çok, o ülke yöneticilerinin zihnine, kalkınma sahası bağlamında Silikon Vadisi’ndeki çözüm odaklı mantığı yerleştiriyorlar. Tam da Lilly Irani’nin yazdığı gibi, yazılım yarışmaları bu amaç doğrultusunda düzenleniyor. Bu mantık, sonrasında ekonomik kalkınma alanına da taşınıyor.

Bu alan dâhilinde yürütülen yazılım yarışmalarında örgütleyiciler, “Hadi gidip toplum liderlerini, geliştiricileri ve girişim kapitalistlerini kafalayalım.” diyorlar. En parlak zekâları, en iyi isimleri bir odaya dolduruyorlar. Burada esasen gayet idealist, gayet sınırlı bir dünya anlayışı söz konusu.

Peki iktidar dediğimiz şey, bu çözümlerle ilgili çabanın neresinde? Pasifik ülkeleri bağlamında karşımıza oldukça zengin ve karmaşık bir yapıya sahip yerli kültürleri, miras ve tarihsel birikim çıkıyor. Tüm bunlar, Silikon Vadisi’nin iyimserliği karşısında düzleniyor. Kalkınmaya dönük yardımlar dışarıdan geliyor. Bunlar, çoğunlukla halkla ilişkilerle ve reklamcılıkla ilgili faaliyetlere akıtılıyor.

Oxfam Laboratuvarları veya Dünya Gıda Programı’nın “açlığasonver” etiketi konusunda da benzer bir süreç işliyor. Herkes, Silikon Vadisi’nin dilini ve icraat tarzını benimsiyor, STK’lar, reklamcıların kullandıkları hızlı Powerpoint sunumlarıyla işlerini görüyorlar. Bu, bir tür kültür emperyalizminden başka bir şey değil.

2018’de Fiji’de düzenlenen Teknoloji Kampı’nda senin en çok ne dikkatini çekmişti?

Teknoloji Kampı, Hillary Clinton’ın dışişleri bakanı iken duyurduğu internet özgürlüğü ajandasının bir uzantısından başka bir şey değildi. Burada daha çok “bağlanma özgürlüğü”nden dem vuruluyordu. Bu anlamda teknoloji kampları, “sivil toplum 2.0”, yani STK faaliyetlerinin ikinci sürümü olarak teşvik edilmekteydi. Büyük ölçüde de yazılım yarışmalarından oluşuyordu.

2018’deki kampta en çok da ton balığı tedarik zinciri için geliştirilmiş blok zinciri projesi öne çıkartıldı. Bu işin arkasında TraSeables isimli bir Fijili şirket, Dünya Yaban Hayatı Fonu (WWF) ve Viant isimli yenilikçi şirket vardı. Viant sonrasında Joseph Lubin’in kurduğu blok zinciri işletmelerini bir araya getiren, Ethereum isimli kripto parasını geliştiren beş şirketten biri olan ConsenSys şirketine dâhil oldu. Blok zincirini dünyaya yayma konusunda çalışan en önemli isimlerden biri hâline gelen Lubin’e göre blok zinciri, “kolektif kapitalizm” denilen yeni ekonomi rejimine yol açabilecek yaratıcı ve yeni sorun çözme yöntemiydi. Yardım ve kalkınma kuruluşları ile birlikte çalışan Lubin, uzun süre kendince egemen bir kimliğe sahip olmakla ilgili çözüm yolları bulmak için uğraştı. ConsenSys Akademisi’ni hükümetlere, STK’lara ve teknoloji geliştiricilerine pazarlamaya çalıştı.

Ton balığı blok zinciri projesi, esasen herkesin bildiği şeyleri vaat ediyordu: sürdürülebilirlik, izlenebilirlik ve ahlaki olmayan kaynaklardan gelen ürünlerin imhası. Bu fikre göre büyük çoğunluğu yurtdışında yaşayan son kullanıcı, bir QR koduyla ürünün menşeini öğrenebilecekti. Gelgelelim bu, balıkla alakalı verilerin yakın alan iletişimi ve radyo frekansı tanımlaması kullanılarak zincire kaydedilmesi gerektiği için o kadar da kolay bir iş değildi. Ayrıca Fiji’de bu kadar karmaşık bir projenin yürürlüğe konulması için gereken altyapı bulunmamaktaydı. Yereldeki ortaklarına bu işi anlatma noktasında Viant başka bir güçlükle karşılaştı. Önerdiği çözümlerin maliyeti çok yüksekti. Bu çözüm işe yarasa bile bunun ne menem bir çözüm olduğunu soracak biri illaki çıkacaktı. Zira bu çözüm, Fijililerin fiyat araştırmasını kendi doğal kaynakları üzerinden yaptığı, küresel ton balığı ticaretindeki dengesizlikleri gidermeden, ihracat güdümlü neoliberal büyüme modelinin güçlenmesine neden olacak bir çözümdü.

Bu, herkesin bildiği bir operasyon aslında. Viant gibi bir yabancı şirket geliyor, işlem ücretleri ve komisyonlardan payına düşeni alıyor, yereldeki STK ve kimi teknoloji geliştiricileri böylelikle yenilikçi ve yaratıcı yönlerini övme imkânı buluyor, ama asıl belirleyici olan ekonomik ve ekonomik koşullara hiç dokunulmuyor, hatta bunlar daha da kötüye gidiyor. Bu, tipik bir “çözüm odaklı” girişimden başka bir şey değil.

Görebildiğimiz kadarıyla tapu sicillerinin blok zincirine konulmasıyla ilgili birçok faaliyet yürütülüyor. Üstelik bu, sadece Pasifik’te yaşanan bir şey de değil. Blok zincirinden önce tapu dağıtma işi neoliberalizme hizmet eden bir tür Truva Atı olarak görülürdü. Bugün de aynı durum mu geçerli?

Kesinlikle öyle. Dünya genelinde bu işi en fazla Küresel Blok Zinciri İş Konseyi reklam ediyor. Bu lobi grubunun arkasında ise Richard Branson var. Konsey, onun özel adasında kuruldu. Kendisi de tantanalı bir törenle Davos’a davet edildi. Toprakta mülkiyet haklarını eskiden beri savunan Hernando de Soto, konseyin kuruluşunda ve yönetim kurulunda yer almış. Burada geliştirilen fikirler propaganda faaliyetleri dâhilinde her yere yayılıyor. Ulusötesi şirket sahibi olup meselelere çözüm odaklı yaklaşan sınıfı incelemek istiyorsanız bu tür yapıları incelemeniz gerekiyor.

Örneğin Hernando de Soto, blok zincirinin Washington Konsensüsü’nü (G8 ülkelerinin kabul ettiği, IMF, Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü’nün uygulamaya koyduğu reform paketi -ç.n.) politik sloganlara daha az başvurmak suretiyle yeniden devreye sokmak için mükemmel bir fırsat olduğunu düşünüyor. 2018’de Wall Street Journal’a yazdığı “Blok Zinciri Yoksulluğu Nasıl Bitirecek?” başlıklı yazısında da benzer şeyleri dile getiriyor.

Ben çalışmamda, bahsini ettiğim Küresel Blok Zinciri İş Konseyi’nin Pasifik ülkelerindeki elçisi olan Sandra Uwantege Hart’ı incelemiştim. Birçok farklı kurumda çalışmış olan Hart, gittiği her yerde blok zincirini savunmuş. Dünya Gıda Programı gibi yerlerde çalışan Hart, Oxfam’de Engelsiz Nakit Projesi’ne öncülük etmiş. Şu an kendisi özel bir danışmanlık şirketi bünyesinde çalışıyor.

Tapu kayıtları konusunda bugün Fiji’de Asya Kalkınma Bankası bir blok zinciri projesini yürürlüğe koydu. Adanın yüzde doksanı, yerli halka ait bir şirketin elinde. Bu topraklar, on dokuzuncu yüzyılda İngilizlere ait arazi komisyoncusunun elinden alınmış. O dönemde adaya gelen haritacılar sürekli saldırıya uğramış, çünkü ada halkı, teknoloji kullanılarak yapılan bu işlemin emperyalizme hizmet ettiğini görmüş. Dolayısıyla, tüm bu toprak ortak mülkiyete alınmış. Fiji’nin egemenliği de bağımsızlığı da bu muhteşem mirasa bağlı.

Bugün tüm o neoliberal zihniyetiyle Asya Kalkınma Bankası, bu topraklara bakıp, “para kazanmak için ihtiyaç duyduğumuz o bakir topraklar burada” diyor. Bu işi de blok zinciri aracılığıyla yapmak istiyor. Fiji’de toprak mülkiyetinde şeffaflık diye bir şey yok, zaten bu, o kadar da önemli bir sorun değil. Çünkü şeffaflığın bulunmaması sayesinde toprak, mülkiyet hakkını temel alan ilişkiler dışında ele alınabilir.

Fiji’de önde gelen blok zinciri geliştiricilerinden biriyle konuştum ve planın hiçbir anlamının bulunmadığını söyledim. Normalde hükümet toprak meselesini piyasacı bir anlayış üzerinden örgütlemek istediğinde halk direnç gösterir, devletin tarihsel mirasa karışmaması gerektiğini söylerdi. Lâkin bugün böylesi bir dirençle karşılaşmıyoruz. Çünkü tüm faaliyet, blok zinciri teknolojisinin o çözüm odaklı, yenilikçi perdesi gerisinden yürütülüyor.

İngiliz-Amerikan dünyasının zihninde Pasifik’in gördüğü işlev hakkında bir şey söylemek ister misin? Birçok teknoloji milyarderinin Yeni Zelanda konusunda ellerini ovuşturduklarını biliyoruz, ama mesele bu kadar basit değil galiba.

Pasifik dünyasının önemli isimlerinden olan Teresia Teaiwa, Amerika’nın Pasifik’le yüzleşmesini gayet güzel anlatıyor. Amerikalılar için Pasifik, boşluğun ve pasifliğin hâkim olduğu, düşsel bir okyanusu ifade ediyor. Burası, tam da Robinson Crusoe’nun hayallerini gerçekleştirdiği yer olarak görülüyor. Esasen Pasifik üzerinden Batı, yerli göçebe insanları ve onların doğayla kurdukları temel bağı fetişleştiriyor. Blok zinciri gibi teknolojiler ise çoğunlukla bir tür aracı güç olarak değerlendiriliyorlar.

Tim Draper’ın Papua Yeni Gine’de yürürlüğe koyduğu projenin en kötü yönlerinden biri de blok zincirinin, yerliliği ifade eden bir metafor olarak kullanılması. Bir yandan karşımızda deniz kabuklarından yapılmış kolyeleri satan yerli halk, bir yandan da güven üzerine kurulu konsensüs algoritması duruyor. Bu anlamda, blok zincirini yerli halkın kendi kaderini tayin hakkı ile ilişkilendirmek, gerçekten utanç verici bir adım.

Pasifik, Silikon Vadisi’nin hayal gücü dâhilinde de özel bir yere sahip. Bu vadinin insanlarının büyük bir kısmı, özellikle liberter olanlar, nihai sınır olarak Kaliforniya’dan o kadar da memnun değiller. Pasifik Okyanusu’nu geçince ya dış uzaya çıkma ya Pasifik’te her şeyden kopuk bir ada meydana getirme ya da Vanuatu gibi vergi cenneti hâline gelmiş bir adaya yerleşme hayali kuruyorlar. Bu siber liberterlerin hayal güçleri de zihinleri de alabildiğine toplum karşıtı. Dolayısıyla, bu ada ülkelerini bakir ve dokunulmamış kabul ettikleri için göçebe gibi her yanı gezen isimler buralara geliyorlar.

Bu coğrafyayı inceleyip orada faaliyet yürüten insanlarla sohbet ettin. Bu insanlar, bazı projelerdeki devlet karşıtı dili, Amerikan hükümetince dayatılan merkezsiz protokollere sahip kamu kurumları ve etkisi olmayan devletle ikame eden pratikle nasıl uzlaştırabiliyorlar?

Tüm bu blok zinciri geliştiricileri, devletin dijital sözleşmenin bir sözleşme, kripto paranın bir para birimi olarak kabul görmesi için gerekli yasal izni vermesi gerektiğini, ancak bu sayede sınırı aşabildiklerini biliyorlar. Viant şirketinden Joseph Lubin gibi insanlar, bu sayede topraksızlaşmadan, devletsizleşmeden söz edebiliyorlar. ConsenSys, “askeri blok zinciri”ni bu düzlemde övebiliyor. Amerikan askerinin bu alanda olması gerektiğini söylüyor. Bu kişiler devletsizliği savunurken bir anda Terminatör filminde gördüğümüz türden, her şeyi kontrol eden yapay zekâ sistemi Skynet’i savunur konuma gelebiliyorlar.

Egemenliği kendinden kimlik, bu alanda karşımıza çıkan en önemli düstur. Joe Lubin, bu fikri dışişleri bakanlığına satarken Küresel Güney’in politik ve çevresel felâketler yüzünden hayatları mahvolmuş yoksullarına dair bir hikâye anlatıyor. Onlara diyor ki: “Tüm talihsizliklere rağmen artık devlete mecbur değilsiniz, kendi kimliğinizi yanınızda taşıyabilirsiniz, bu kimlik, blok zincirinde güven altında olacaktır. Amerika sahillerine özgürce gelebilir, böylece özgürleşebilirsiniz.”

Bence bunun tam tersi geçerli. Blok zinciri üzerine kurulu, egemenliği kendinden kimlik, askerîleşmiş devletin sosyal kredi ile ilgili risk değerlendirmelerini yapmasına imkân sağlayacak bir yol aslında. Burası, hiçbir aracı kurumla bağımızın olmadığı, ayrıca hiçbir evrensel hakka sahip olmadığımız cesur yeni dünya. Bu dünyada sadece bireylerin eylem alanları konusunda müzakereler yürütmesine izin olacak. Bu dünyada “ABD’nin gücü azalacak” diyenler, yalan söylüyorlar.

Kripto paraların anti-emperyalist olduğunu söyleyenler de saçmalıyorlar. Kübalıların ABD yaptırımlarından kurtulmak için kripto para kullandığına dair sözlerse sadece blok zincirine meraklı solcuların ilgisini çekiyor. Kripto para kullanımının doların gücünü azalttığını söyleyenler de yalan söylüyorlar.

“Blok zinciri emperyalizmi”ne bu kadar az direnç gösterilmesinin nedeni ne sence?

Dışişleri bakanlığı ve teknoloji şirketleri Pasifik’te çok güçlü. Bu güçlerini ise Pasifik ülkelerindeki yetkilileri yalanlarla ve gösterilerle kandırma becerisine borçlular. Burada Frantz Fanon’u anmak isterim. Fanon, sömürgenin teknolojiye teslim olmuş öznesinin aşağılık kompleksinden söz eder.

Blok zincirini övenler, esasen bu ülkelerin belirli aşamaların üzerinden atlayıp ilerlemesini, geleceğe uzanmasını, finans, ekonomi ve teknoloji dünyasına dâhil olmasını sağlayacağını söylüyorlar, buradan da “Bunu kim istemez?” diye soruyorlar.

Gelişmekte olan ülkelerin önemli bir kısmında devlet denilen önemli kurumun yok olduğu koşullarda bunun gerçekleşmesi mümkün değil. Bir zamanlar var olan devletler, yapısal ayarlamalar ve dış kaynaklı başka kısıtlamalar üzerinden sahneye çıkma ve güçlerini pekiştirme imkânını yitirdiler. Bize de sadece STK’lar ve blok zinciri geliştiricileri kaldı. Ben, bunlardan pek bir şey beklemiyorum.

Şunu da anlamamız gerekiyor: Fiji gibi ülkeler, sadece Çin değil, Singapur modeline de ilgi gösteriyorlar. Merkezî altyapıyı esas alan, tek bir düğmeye basılarak kapatılabilecek altyapıya bel bağlayan bu türden merkezîleşmiş toplumlar, belirli politik güçlere epey cazip geliyor.

Amerika “sivil toplum 2.0”ı, Ethereum gibi merkezsiz ve devletsiz teknolojileri tercih eden toplum formunu, böylesi bir jeopolitik bağlamda öne çıkartıyor. O, bu tür toplumların şifresinin daha kolay çözülebildiğini iyi biliyor.

Kaynak

[Olivier Jutel, Otago Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak çalışıyor. Bu okulda haberleşme ve dijital medya dersleri veriyor. Daha öncesinde ise Fiji’de bulunan Güney Pasifik Üniversitesi’nin radyo-televizyon bölümünde gazetecilik dersleri verdi. Blok zinciri ile ilgili çalışmasını o dönemde yaptı. Çalışmada ABD dışişleri bakanlığının STK sahasında gündeme gelen teknoloji temelli çözüm odaklı yaklaşım dâhilinde oynadığı rolü inceledi. Blok zinciri ile ilgili son kaleme aldığı çalışma “Pasifik’te Blok Zinciri Emperyalizmi” başlığını taşıyor. “Blok Zinciri Temelli İnsani Yardımlar ve Kripto Para Sömürgeciliği” isimli çalışması ise yakında yayımlanacak.]

0 Yorum: