15 Ağustos 2024

,

Doğu’nun Tehdidi


Batı’daki Rusya korkusu, sadece propaganda ile ilgili bir mesele değil. Doğu kaynaklı tehdit algısının kökleri, Avrupa’nın bilincinin derinliklerine uzanıyor. Bu algının tarihsel sebepleri var. O, kamuoyunu maniple etmenin en uygun araçlarından biri.

Avrupa’da Feodal Düzen

Fransız Devrimi’nden önce Avrupa’da feodalizm hâkimdi. Asiller, yönetici sınıftı. Feodalizm, ekonomik açıdan tarıma dayanıyordu. Tarımsa köylüler üzerinden gelişme kaydediyordu.

Aristokratik düzenin en parlak döneminde özgür köylü, büyük ölçüde ortadan kayboldu ve köylü, giderek haraç ödeyen ve efendisine tabi olan insana dönüştü. Buna karşılık burjuvazi, esas olarak kentlerde yeni bir sınıf meydana getirdi. Ekonomisinin temeli, zanaatlar, ticaret ve para ekonomisine dayanıyordu.

Mali açıdan güçlü olmak adına feodal lordlar, iki yönteme başvuruyorlardı. Bu noktada ya köylülerden alınan vergileri ve harçları ya da köylülerin sayısını yukarı çekiyorlardı. Bu anlamda ellerindeki arazileri büyütüyor, böylelikle faiz ödeyecek köylü sayısını arttırıyorlardı. Hendeklerdeki ve bataklıklardaki suyun çekilip bölgenin temizlenmesi ile birlikte ekilebilir arazilerin toplam yüzölçümü de epey genişledi.

Feodalitede ekonomik zeminin genişletilmesinin diğer bir yolu da evlilik veya savaş üzerinden malikânelere el konulmasıydı. Savaş, her zaman pahalı ve riskli bir işti, dolayısıyla savaş, yaygın kanaatin aksine, kaybetme riski bulunduğu için pek tercih edilmezdi. Diğer bir seçenekse fetih yoluyla topraklara el koymaktı. Bu fetihler, daha çok Doğu Avrupa’nın nüfusu çok az olan bölgelerinde gerçekleştiriliyordu.

Avrupa’daki feodal lordlar, faiz ödemeye mecbur olan köylülerini yerleştirdikleri yeni yerleşim alanları oluşturdular veya yereldeki nüfusu faiz ödemeye mecbur ettiler. Arazilere ancak yerleşme isteği varsa ve çiftçiler veri ödeyeceklerse el konuluyordu. Arazilere el koyma ve feodal düzenin kurulma süreci batıdan doğuya doğru işleyen bir süreçti. Doğulular, batıya gelip arazilere el koymuyorlardı.

Göçebeler ve Atlılar

Yerleşik hayat, insanın gelişim sürecinde sonradan ortaya çıkmış bir aşamadır. Bu aşama, toplumun üyelerini beslemeyi bilen gelişmiş tarımla ilgili bir meseledir. Bu aşamadan önce göçebe veya kır ekonomisi hâkimdir. İnsanlar, koyun, keçi, inek gibi hayvanları kontrol etmeyi bildiler ve onları yaşamak için kullandılar. Otlaklarda yayılan hayvanların etinden, sütünden ve derisinden faydalanıldı. Bu bağlamda yerleşik hayat geçiciydi. Gelişimin bu aşamasında insanlar, sınırları bulunmayan, mülkiyet hakkının konusu olmayan uçsuz bucaksız topraklara bağımlıydılar.

Göçebe hayatı ve kırsal hayatın temelini Avrasya’nın geniş coğrafyası teşkil ediyordu. Göçebe hayat, yerleşik hayat ve tarımsal faaliyetle çatışıyordu. İkisi arasında temas yaşanmadığı, herhangi bir çatışma açığa çıkmadığı için sorunla da yüzleşilmiyordu. Bu iki hayat biçimini tehlikelere karşı korumak için farklı yaklaşımlara ihtiyaç vardı. Feodalizm, topraklarını ve köylülerini kalelerle takviye edilmiş sınırlarla korudu. Ordular kurdu.

Göçebe insanlar için bu yöntem anlamsızdı. Mülkiyet haklarıyla korunmayan, hayvanlarının ve hayatlarının tehditle karşı karşıya olduğu geniş topraklara hızla müdahale etmekten başka bir yol bilmiyorlardı. Süvarilerin, yay ve mızrak gibi taşıması kolay silâhların merkezde durduğu savunma anlayışı hâkimdi. Bu insanlar, oldukça hızlı hareket eden, etkili süvari birlikleri oluşturdular.

Gelişim süreci dâhilinde bu insanlar, sahip oldukları becerileri sadece çıkarlarını ve mülklerini korumak değil, yabancılara ait mülklere el koymak için de kullandılar. Feodal lordların tepeden tırnağa demirle zırhlanmış askerlerden oluşan hantal orduları karşısında hızlı süvari birlikleri uzun menzilli silahlarıyla daha fazla etkili oluyorlardı.

Hunlar ve Moğollar, doğunun geniş topraklarından gelip Avrupa’nın köylülerine ve zenginlerine saldırdı, her şeyi yağmadı, sonra gene o uçsuz bucaksız topraklarda gözden kayboldu. Feodal lordlardan farklı olarak bu insanlar, toprakları fethedip sonsuza dek elde tutmayı amaçlamıyorlardı.

Doğudan gelen atlılar, yabancılara ait toprakları mülk edinmek yerine bu toprakların ürününe el koyuyorlardı. Feodal toplumun ürettiği değerleri çalan bu insanlar geri çekiliyor, yıllar sonra gelip yeniden işgal ettikleri topraklarda üretileni toplayıp gidiyorlardı.

İdeologların Vakti

Yerleşik hayatla göçebeler arasındaki çelişki, farklı toplumsal gelişmelerin somut ifadesi olarak Avrupa-Asya bölgesinde yüzlerce yıl hüküm sürdü. Bugün bile bu çelişki, Kuzey Afrika ve Sahil bölgesini etkiliyor. Batılılar, bu çelişkiyi Hristiyanlarla Müslümanlar arasındaki dini çelişki olarak yorumluyorlar. Oysa bu çelişki, sadece göçebeler ve atlıların feodal toplumla yaşadığı bir çelişki değil. Çin üzerinden doğuya veya güneye dek uzanıyor. Çin, o büyük setti bu yüzden inşa etti.

Propaganda faaliyetleri üzerinden, Rus Devrimi sonrası, bilhassa Nazi dönemine dek, Batı’da “Doğu’nun tehdidi” ifadesi bolca kullanıldı. Doğu kaynaklı tehlikeye dair algı, Sovyetler ve sosyalizm karşıtı duyguları harekete geçirmek için devreye sokuldu.

Sovyetler, faşizmi mağlup etti. Batı’da birçok politik güç, Rusya’nın geniş topraklarından gelen “ilkel insanlardan oluşan sürüler”le ilgili teorilerinin doğrulandığını düşündü. İkinci Dünya Savaşı sonrası “ilkel insanlardan oluşan sürüler” tabiri, Batı’da yaygın bir biçimde kabul gördü. Artık birçok insan, kapalı kapılar ardında Slav ırkına mensup ilkel insanlardan söz ediyordu. Savaş sonrası Almanya’da uzun yıllar yaşanan yenilgi, Almanya’nın kültürlü insanlarına karşılık Rusların ilkel oldukları, bu ilkeller için milyonların kıyımdan geçirilmesinin normal olduğu, zira bunlara göre insan hayatının önemi bulunmadığına dair tespitler üzerinden izah edildi.

Doğu, ilkel niteliğiyle Batı’yı tehdit ediyordu. Tehdit, Ruslar Doğu’da saklanmaya devam ettiği sürece varlığını muhafaza ediyordu. Konrad Adanauer döneminde Almanya, Sovyetler Birliği’ne bu türden bir anlayış üzerinden yaklaştı. Almanya, o dönemde Sovyetler’in gözünün Almanya’daki zenginlikte olduğunu, dolayısıyla, her ana masum Almanlara saldırmak için fırsat kolladığını düşündü. Hunların ve Moğolların Batı’ya yüzlerce yıl boyunca düzenledikleri saldırılar, gerçekleştirdikleri baskınlara dair algı ve bilgi, komünizm tehdidine dair yeni anlayışla cem edildi.

Sermaye sahiplerinin mallarına el konulmasını talep eden sosyalizme dair algı da aynı dönemde Batı toplumlarında oldukça güçlüydü ve bu algı, sosyalizmle ilişkili fikirleri, korkuları, aynı zamanda düşman imajını besliyordu. Almanya’nın kültürlü insanları, Hunların, Moğolların, ilkel insanlar olarak Slavların ardından bağnaz Bolşeviklerin ve diğer kültürsüz halkların saldırısıyla karşı karşıyaydı.

Bugün Putin, bu algıya cuk oturan bir isim. Batı’da siyaset, giderek duyarcılaştığı ve ırkçılığı reddettiği için artık Rusya, “ilkel Slav” algısı üzerinden ele alınmıyor. Ama gene de politik Batı ile Rusya arasında belirgin bir kültürel mesafe olduğu düşünülüyor.

Batı’da genel kanaati şekillendiren insanlara göre, Putin’i Batı tipi demokrasilerin kendi otokratik imparatorluğunun sınırları boyunca gelişme kaydetmesine dönük korku yönetiyor. Bu kanaat önderleri, üstün olduğunu düşündükleri liberal yaşam tarzlarının Rusya’nın karşı koyamayacağı ölçüde ilgi gördüğünü söylüyorlar.

Bugün duyarcı Batı’da faşist sloganlar toplum düzeyinde kabul görmüyor olsa da medya, siyaset ve bilim dünyasında Batılı birçok insan, kendilerinin düşünce ve kültür düzeyinde Ruslardan ve Çinlilerden üstün olduklarını düşünüyor. Kimse, bu gerçeği dile dökmüyor, belki onun farkında bile değil ama birçok yayında karşımıza üstün ırk anlayışını temel alan fikriyat çıkıyor. İlkel insanlar karşısında ırkının üstün olduğunu söyleyen anlayışın yerini kültürel, ahlaki ve düşünsel üstünlük anlayışı alıyor.

Kifayetsiz İdeologlar

Bahsi edilen teoriler, ele aldıkları kişilerden çok kendilerini üretip yayanlar hakkında daha fazla bilgi veriyorlar. Politik Batı, üstün olduğuna dair vehimden bir türlü kopamıyor. Böylesi fikirler, zayıf ve anlamsız olduklarını ortaya koydukça, onların geçerli olduğunu ispatlamaya yönelik mücadele de o ölçüde sertleşiyor.

Bu türden dünya görüşlerine hizmet edenler, tarihsel süreçleri tarihsel olgular, yani geçmişe ait şeyler olarak göremediklerini ispatlamaktan başka bir şey yapmıyorlar. Bırakalım gelişimi idrak etmeyi, devletler arasındaki farklılıkları göremiyorlar. Onlara göre dünya, hâlen daha Hunların ve Moğolların akınlarıyla karşı karşıya. Onlara göre her şey aynı, aynılığı yüzeysel analizlerle ispatlamaya çalışmaktan başka bir şey yapmıyorlar. Rusya, Ukrayna’yı işgal etti, demek ki tehlikenin kaynağı her daim Doğu’dur. Demek ki Ruslar, demokrasiden korkan, otokrat liderin güçlü ellerine muhtaç olan kültürel açıdan zayıf bir halktır.

Batı’daki kanaat önderlerinin dünya görüşüne göre, Avrasya’nın ve orada yaşayan Rusların tehlikelere yol açma ihtimali her zaman mevcuttur. Toplumların ve insanlığın gelişimine dair derinlikli görüşlere sahip olmadıkları için bu insanlar, basit görüşlere teslim oluyorlar. Hiçbir şeyi analiz edemiyorlar, eski korkuları yeniden diriltip besliyorlar, Rusya kaynaklı tehlikelere işaret edip duruyorlar.

Bugün bu korkuların hiçbir temeli yok. Ama yaşanan gelişmelerin itici güçleri idrak edilemediği için bu boşluğa korkular doluyor. Batı’nın kanaat önderleri ve kifayetsiz ideologları, olguları temel alan açıklamalar yapıp bu korkuları dağıtma gereği duymuyorlar. Daha doğrusu, korkulardan beslendikleri için korkuları dağıtmayı hiç istemiyorlar.

Rudiger Rauls
28 Temmuz 2024
Kaynak

0 Yorum: