23 Ağustos 2024

İki Kara Sokak Kedisi: Sacco ve Vanzetti

15 Nisan 1920’de, Massachusetts’te Güney Braintree adındaki küçük bir kasabada hava, silâh sesi ve bir otomobilin motor gürültüsü ile bir anda değişti. Slater&Morrill Ayakkabı Şirketi’nin yanı başında bir mutemet ve ona eşlik eden bekçi, vurularak caddeye düştü, üzerinde taşıdıkları 16.000 dolar, iki silâhlı adamı olay yerinden uzaklaştıran araba ile birlikte, gözden kayboldu. Her ne kadar bahsi geçen cürüm tüm vahşetiyle yaşanmışsa da bu olay, Birinci Dünya Savaşı sonrasında toparlanmak için mücadele veren Dünya’da sıkça görülen olağan durumlardan birisi olması sebebiyle pek fazla önemsenmedi. İlk başta yerel basında güçbelâ dikkate değer bulunan olay, sonrasında, takip eden bir yıl boyunca, “yüzyılın duruşması” olarak tanımlanacak gelişmeye sebebiyet verdi.

Üç hafta sonra, kendisini açıktan anarşist olarak ifade eden iki İtalyan göçmen, yetenekli bir ayakkabı ustası Nicola Sacco ve seyyar balık satıcısı Bartolomeo Vanzetti, Brockton, Massachusetts’te bir arabanın içinde tutuklandı ve cinayetlerle ilgili olarak suçlandı. Radikal ve göçmen karşıtı histeri ülkeyi kasıp kavurdu. Mahkeme, inandırıcılığı olmayan delillere takılıp kalarak Sacco ve Vanzetti’nin anarşist görüşleri ve asker kaçağı oluşları üzerinde durdu. Amerika Emek Fedarasyonu’nun söylediği gibi dava, “adaleti tüm korkunçluğu ile başarısızlığa mahkûm etti” ve bu iki kişi, ölüm cezasına çarptırıldı. Yedi yıl süren dava boyunca ABD, Avrupa ve Güney Amerika’da çok sayıda gösteri düzenlendi ve politik açıdan da tüm yönleriyle desteklenen böylesi bir zulme maruz kalan, ancak o günlerde pek fazla tanınmayan iki anarşist, uluslararası planda meşhur bir davanın konusu hâline geldi.

İki göçmenin idamı ile davanın son bulacağını düşünen Massachusetts seçkinleri yanılıyorlardı. Dava, takip eden süreçte, birçok eylemciye, radikale, aydına, şaire, yazara ve sanatçıya ilham verdi. Sacco ve Vanzetti’nin yayımlanmış mektuplarından Ben Shahn’ın Sacco ve Vanzetti’nin Çilesi adı altında topladığı çizimlerine; Woody Guthrie’nin iki politik tutsak için yazdığı protest şarkılardan, düzenli olarak farklı yerlerde ortaya çıkan resmî görüşmelerdeki çeşitliliğe; Joan Baez’in yazdığı şarkıdan, 1977’de bu iki insanın adil bir yargılamaya tâbi tutulmadığını söyleyen Vali Michael Dukakis’in itirafına; Dünya çapında ölüm yıldönümlerinde gerçekleşen toplantı ve gösterilerin yaygınlığına kadar birçok tepki, davanın gerçekten de ölümsüz olduğunu ispatlamaktadır.

Bugünün hâkim söylemi, “ya bizimle ya da teröristlerle birliktesiniz”dir. Şüphenin nesnesi olarak Araplar bugün İtalyanların yerini aldı, radikaller, hızla terörist olarak damgalandılar; Sacco ve Vanzetti’nin hikâyesi, hâlâ güçlü bir biçimde yankısını buluyor.

“Bir Önceki Gün O Anarşist Piçlere Ne Yaptığımı Gördünüz mü?”

Birçok İtalyan anarşist için 1920 yılında ABD, gerçekte düşman arazisinden başka bir şey değildi. Kasım 1919’da Avukat A. Mitchell Palmer, 10.000 tutuklama ile sonuçlanan, göçmenlere, emekçi ve komünist örgütlere yönelik bir dizi polis baskını gerçekleştirdi. Bu polis baskınlarının özel hedefi, 1915 yılında Başkan Woodrow Wilson’ın “millî hayatımızın atardamarlarına ihanet zehrini akıtan çifte vatandaşlı Amerikalılar” olarak tarif ettiği “yabancılar”dı. Bu cadı avı, aralarında Emma Goldman ve Alexander Berkman’ın da olduğu 800 şüpheli radikalin ve “yurttaş olmayan” insanın tutuklanıp sınır dışı edilmesi ile sonuçlandı. Göçmen karşıtı histeri ve paranoyanın kendisine başkanlığı kazandıracağını uman Palmer: “Onların o sinsi ve kurnaz gözleri, açgözlülüğü, insafsızlığı, deliliği ve suçu tetikliyor; bir yana kaymış suratları, hırsı, yamuk kaşları ve şekilsiz görünümleri, yanlış anlaşılmalara mahal vermeyecek ölçüde suçlu tipinin tanınmasını sağlıyor” diyordu.

Sacco ve Vanzetti, sadece birer göçmen değil, ayrıca anarşistti, Vanzetti’nin sonradan ifade ettiği üzere, “radikalin radikali” bu iki anarşist, Kızıl Korku histerisine batırılmış bir milletin en büyük önyargılarıyla yüzleşti. Dartmouth Profesörü James Richardson, 1924’te verdiği yeminli ve yazılı ifadesinde, yeni bir yargılama için her türlü girişimi reddeden Hâkim Thayer’ın şu sözünü aktarıyor: “Bir önceki gün o anarşist piçlere ne yaptığımı gördünüz mü? Bu, onların bir süre alıkonmalarını sağlar.”

Tutuklandıklarında, her ikisinin üzerinde silâh bulundu, ancak sorgulama esnasında bu konuda yalan söylediler. Onlar, katil değil, radikal ve göçmen oldukları için yakalandıklarına inanıyorlardı. Bu yalanlar, bilhassa yasal savunmalarına zarar veriyor, Hâkim Thayer’ın onların “katil, serseri ve radikal olduklarından suçluluk bilinci” ile hareket ettikleri iddiasına sarılmasına sebep oluyordu.

Harvard’da hukuk profesörü olan Felix Frankfurter’in ifade ettiği üzere, “Şerif vekilleri tarafından Masonik birlikler ve şerif vekillerinin ‘sağlam’ ve ‘zeki’ temsilci yurttaşlar’ olarak addettiği kişiler arasından seçilmiş jürinin başkanlığını, dava öncesinde bir arkadaşına ‘onlara lânet olsun, her şekilde asılmalılar’ diyen Walter Ripley yapıyordu.” Thayer’ın “hükümete sadık” olma yönünde jüriyi yönlendirmesi ve onların “müzakere sürecinde Fransa’daki savaş alanlarında dövüşüp hayatlarını veren ve kendisinde simgeleşen Amerikan askeri gibi cesur olmaları”nı istemesi ile sahne kurulum süreci tamamlandı. Hâkim, Sacco ve Vanzetti’nin 1916’da Meksika’ya yaptıkları yolculuk sayesinde askerlikten kaçmış olduklarını biliyordu, Bölge Avukatı Frederick G. Katzmann’ın bu iki tutsağın uçuşları için izin tedarik ettiğini öğrenmesi ve sonrasında da iki anarşistin ateist olduklarını “itiraf” etmesi, davayla ilgili olarak jürinin tam anlamıyla pişmesini sağladı.

Katzmann’ın mahkemedeki Sacco ve Vanzetti’ye yönelik suçlamaları oldukça insafsızdı, jüriden delilleri saklayan Katzmann, FBI’dan aldığı yardımlarla tanıkları sürekli rahatsız edip kabadayılık yaparak onları etkisizleştirdi. Tarihçi Paul Avrich’in de belirttiği gibi, “Katzmann, sanıklara karşı geliştirilen en derin önyargıların açığa çıkmasını sağlayarak, jüri üyelerinin duygularına oynadı. Gözaltına alındıkları andan itibaren tüm silâhlar Sacco ve Vanzetti’ye çevrildi; çünkü onlar, yabancı, ateist ve anarşistti. Buna bağlı olarak tüm yargılama süreci kara bulutlarla kuşatıldı.”

Davaya sunulan kanıtlar, çapraz sorgularla ve sanıkların olay anında başka bir yerde olduğunu ispatlayan bir dizi kanıtla birçok kez geçersizleştirildi. Ancak tüm bu gerçeklerin davaya çok az etkisi oldu.

Yoğun çabalarına rağmen müdafi avukatı Fred H. Moore’un davaya hiçbir katkısı olamadı. Batı Yakası’nda “radikallerin profesyonel bir savunucusu” ve Massachusetts’teki karışık durumlara pek de aşina olmayan birisi olarak Moore, onu dışsal bir unsur kabul eden müvekkillerinin de kendisine husumet beslemeye başladığı bir gerçeğin içinde boğuldu. Kaçınılmaz olarak bu durum, Savunma Komitesi ile Moore arasında temyiz başvurusu sürecinin nasıl devam edeceği meselesiyle ilgili olarak kimi fikir aykırılıklarına yol açtı ve 1923 Ekim’inde Moore’un yerine William G. Thompson getirildi.

Bu sebeple, yapılan hukukî manevralar ve dehşet verici tarafgirliğin ötesinde, Sacco ve Vanzetti’nin hikâyesi, aynı zamanda iki emekçi insanın hikâyesiydi.

İyi Bir Ayakkabıcı ve Fakir Bir Balıkçı

Sacco ve Vanzetti, anarşizme yönelik aynı sevdayı duyup Luigi Galleani’nin etkisi altında olan küçük bir anarşist grubun üyesi olarak tanışmış olsa da, bu iki insan, birbirinden farklı hayatları tecrübe etti.

Nicola Sacco, Güney İtalya’da küçük bir kasaba olan Torremaggiorre’de 22 Nisan 1891’da doğdu. Uzun yıllar babasının üzüm bağında çalıştı. 1908’de 17 yaşındayken ABD’ye göç etti, bir yıl sonra Milford Ayakkabı Şirketi’nde iş buldu. İşindeki kalite ve hız sebebiyle Sacco’ya saygı duyuldu, Three-K Ayakkabı Şirketi’ndeki ayakkabı işçileri için açılan gece okulunda zanaatıyla ilgili önemli konuları öğrendi. 1916 yılında askerden kaçmak için Meksika’ya gitti ve sonrasında Three-K Ayakkabı Şirketi’ne geri döndü. Sacco’nun suça iştirak edemeyecek bir insan olduğuna inanmayı her zaman sürdüren fabrika sahibi Michael F. Kelley’nin arzusu üzerine fabrikada gece bekçiliği görevine getirildi. Kelley onunla ilgili olarak, “Sabah saat 4’te bahçede, akşam saat 7’de fabrikada olan, akşam yemeğinin ardından tekrar bahçesine geri dönen, gece saat 9’a, 10’a kadar orada kalan, su taşıyan, ihtiyaç duyduğu sebzeleri toplayıp onları fakirlere veren bir insan, yol kesen bir haydut olamaz” değerlendirmesinde bulunuyordu.

ABD’ye geldiğinde sadık bir cumhuriyetçi İtalyan olan Sacco, kısa bir süre sonra anarşist oldu. Milford Ayakkabı Şirketi’nde bir dizi greve katıldı ve Kelley, onun Three-K Ayakkabı Şirketi’nde radikal metinler dağıttığını fark etti. Kelley, “bu işte para yok” diyerek ona kimi tavsiyelerde bulundu.

Sacco 1912’de evlendi, bir yıl sonra 1913’te Dante adında bir oğlu oldu. Kızı İnes, 1920’de tutuklanmasının hemen ardından Dünya’ya geldi.

Bartolomeo Vanzetti, İtalya’nın sanayi açısından gelişkin olan Kuzey bölgesindeki Villafalletto kasabasındandı. 11 Haziran 1888’de orta sınıfa mensup dindar bir Katolik ailede dünyaya geldi. 13 yaşına dek okula giden Vanzetti, sonrasında babası tarafından, fırıncı olarak yetişmesi için Cuneo’ya gönderildi. Vanzetti orada yazdığı bir yazısında, “ilk kez zor ve acımasız olan emeğin tadına vardım” diye hayatına ilişkin bir not düşüyordu.

Altı yılın ve sayısız işin ardından ağır hasta olarak Villafaletto’daki evine geri döndü. Ona çok iyi bakan annesi kısa bir süre sonra öldü; bu gelişme, Vanzetti’yi derinden etkiledi. Pek de uzun olmayan bir süre zarfında, 9 Haziran 1908’de İtalya’yı terk etti. O günlerde 20 yaşındaydı.

Aile kurup para biriktiren, bahçesiyle meşgul olan ve sonrasında radikal harekete iştirak eden Sacco, ABD’deki İtalyan cemaati içinde kurduğu yeni hayata hızla alışırken Vanzetti, ülkenin dört bir yanını dolaşan gezgin bir işçi ordusunun parçası oldu. 1920’de tutuklandığında seyyar balık satıcısı olarak çalışıyordu.

Felsefeci olarak görülebilecek olan Vanzetti, Springfield ve Meriden’da sıradan işlerde çalıştığı dönem boyunca sınıf bilincinin propagandacıların icat ettikleri bir ifade değil, gerçek ve yaşamsal bir güç olduğunu gördü ve bu bilincin, artık birer yük havyanı olmaktan kurtulmak isteyip insan oluşlarını fark edenlere ait olduğunu anladı. Hevesli bir okuyucu olan Vanzetti, tutuklu olduğu dönem boyunca eğitimini epey ilerletti. Yazdığı sayısız mektup, romancı Frederick Lewis Allen’ın “göründüğü kadarıyla, mutemedin cinayetine iştirak etmesi imkânsız olan, zekâ açısından olağanüstü bir insan, karakteri asaletle yüklü bir entelektüel ve felsefî bir anarşist”, aynı zamanda köşe yazarı Heywood Broun’un “o günlerin en büyük insanlarından biri” olarak tarif ettiği bir kişinin görüşlerini takdim ediyordu.

Belki de ülser şüphesi yüzünden kararlılığının zayıfladığı ve 1925’te kısa bir süre delilik suçlaması yüzünden Bridgewater Hastanesi’nde kaldığı dönemde onu ayakta tutan, sadece sahip olduğu entelektüel disiplin ve irade gücüydü.

Sacco, kendisi için pek de hayırlı olmayan sınırlı İngilizcesi ile uzunca bir süre hastanede kaldı. İlk kez 1922’de İngilizce sözlük istedi ve ilk mektubunu yazdı. Mektuplaşmaları, onun takip eden yıllar boyunca oluşan fikirlerinin çerçevesine dönük genel bir bakış sunuyor.

Vanzetti, temyiz aşaması ile ilgili yeni gelişmelere ve işçi sınıfının birleşip kendilerini kurtaracağına dair iyimser bir tutum sergilerken Sacco, her şeye rağmen kendilerinin idam edileceği konusunda ikna olmuştu. Cezalandırmaya ilişkin mahkemeye sunduğu son ifadesinde, “verdiğiniz hüküm iki sınıf, yani mazlum ve zengin sınıf arasında yaşanan çatışmanın sonucunda biçimlenecektir. Biz, kitabı ve kendisine ait bir edebiyatı olan insanlara yoldaşlık ediyoruz. Sizse bu insanlara zulmediyor, onlara baskı uyguluyor ve onları katlediyorsunuz” diyordu.

Sacco, New England Sivil Özgürlükler Komitesi üyesi Cerise Jack’e gönderdiği mektupta, rüyasında savaşan işçilerle askerlerin birleşmesi için yalvarırken öldürüldüğünü anlatıyor, kendisini şehitlik mertebesinde gösterirken, kötümser bir bakış açısına sahip olduğunu dolaylı olarak ifade ediyordu. Bu yaklaşım, Vanzetti’deki idealist tutumla çelişmekteydi.

Bu idealizme bağlı olarak Vanzetti, pratik anarşizmini ilerletti. Bir yerde, “Ben ve Nick anarşistiz, radikalin radikaliyiz. Biz kara kedileriz, tüm bağnaz insanların, sömürücülerin, şarlatanların, sahtekârların ve zalimlerin tepesine çöken terörün adıyız” diye bağırıyordu. Bu sebeple, ikilinin uzun süre destekçisi olan gazeteci Gardner Jackson, Vanzetti’yi kuşatan “tümüyle dingin bir aura” tespitinde bulunup onu betimlerken, Paul Avrich konuyla ilgili olarak, “destekçileri tarafından zararsız hayalperestler biçiminde resmedilmelerinin ötesinde, onların anarşist hareketin şiddete dayalı bir ayaklanmayı, suikast ve dinamit de dâhil her türlü silâhlı misillemeyi vazeden bir koluna mensup olduğu”na dair kendi görüşünü öne çıkartıyor.

Kendi Onurunuz İçin Onları Kurtarın

Sinclair, davadan etkilenen ilk edebî figür değildi. Tüm yazar, şair ve sanatçı kuşağı, meseleden haberdardı ve süreç içinde radikalleşti, çünkü 1928’de Edmund Wilson’ın ifade ettiği gibi, “dava, tüm sınıflarıyla, bu sınıfların bakış açıları ve ilişkileriyle Amerikan hayatının tüm anatomisini açığa vuruyor, ayrıca politik ve toplumsal sistemimizin neredeyse tüm temel meselelerini su yüzüne çıkartıyor”du.

Örneğin, romancı John Dos Passos Savunma Komitesi’nde birkaç yıl boyunca çalıştı ve komitenin Savunma için Hitap’ı kaleme aldı. Arasında üç ciltlik romanı ABD ve “Bizim milletimiz Amerika, dilimizi ters yüz eden, babalarımızın konuştuğu temiz sözcükleri kirletip onları bozan yabancılara yenilmiştir” diyen Palmer’ın göçmen karşıtı retoriğini tepe taklak etmek amacıyla, montajlanmış bilinç akımı içinde kalarak kaleme aldığı Kamera Gözü (50) gibi kapsamlı edebî çalışmalara imza attı.

Fakat dava, ona doğrudan dâhil olanları daha fazla etkiledi. Sacco ve Vanzetti’nin Çilesi adı altında bir dizi çizim yapan ressam Ben Shahn’ın şu ifadeleri oldukça çarpıcıdır:

“Tüm doğru resimleri gördüm ve tüm doğru kitapları okudum: Vollard, Meier-Graefe ve David Hume. Fakat bunun hiçbir şeye katkısı olmadı. O noktada, Sacco-Vanzetti davası üzerine düşünmeye başladım. 1927’de elektrikli sandalyede idam edildiler ve ben, Avrupa’da davaya karşı düzenlenen gösterilerin hepsini, hatta oradakilerden daha fazlasını burada gördüm. Hz. İsa’nın çarmıha gerilmesi kadar büyük olan bu olaya tanık olduğumda, uzun süre yaşamak konusunda yeterince şanslı olmayı arzuladığımı hatırlıyorum. Ve birden fark ettim ki hayattayım! Şimdi burada bir başka çarmıha gerilme vak’ası yaşanıyor. Bu da altı çizilmesi gereken bir durum!”

İronik olarak, “Çile” ve “Çarmıha Gerilme” gibi, Shahn’ın kullandığı kimi sözcüklerin dinî yan anlamları, bu tip ifadelerin “ne Tanrı ne efendi” gibi anarşist ilkelere hakaret olduğunu düşünen bazı komünist grupların da içinde olduğu, Sacco ve Vanzetti’yi kurtarmak için başlatılan kampanyanın kimi üyelerini kızdırdı.

Sanatçılar George Grosz ve George Biddle çalışmalara katıldı, onlara, birçok liberal ve radikal yayında çalışmalarına yer verilen sayısız politik karikatürist de eşlik etti.

Diğer birçok ünlü kişi, adalet için verilen kavgaya dâhil oldu. H. G. Wells, birçok Amerikalı yayınevinin yayınlamayı reddettiği, 1927 tarihli İki Radikalin Kasıtlı Katli adlı oyununu nihayet Dünya’nın İzlediği Yol başlığı altında toplanan makaleleriyle birlikte okuyucusuna sundu. Kadınların oy hakkı savunucusu Elizabeth Glendower Evans’ın Yeni Cumhuriyet ve davaya yönelik ilk yorumlardan biri olan Yabancılar başlıklı makaleleri de aynı kaderi paylaştı. Fransız yazar Anatole France’ın aynı yıl yayımlanan Amerikan Halkı’na adlı yazısı şu ricayla sona eriyordu: “Kendi onurunuz, çocuklarınızın ve henüz doğmamış kuşakların onuru için, onları kurtarın.”

İki İtalyan politik tutsağın içinde yaşadığı berbat durumun ve adaletin açıktan yanlış yöne sevk edilmesi gerçeğinin kamuya duyurulmasında Avrupa’daki aydınlar ve radikaller önemli bir rol oynadılar. Filozof Bertrand Russell, “Bu insanların politik görüşleri adına mahkûm edildiği ve onların, yanlış da olsa, düşüncelerini ifade etmelerine izin verilmesi gerektiği yönünde kanaat oluşturmaya zorlandım, çünkü bu insanlar, yaşamaya hakkı olmayan bu tarz görüşlere sahip oldukları için alıkonuluyorlar” diyerek kampanyaya önderlik etti. Russell, kampanyanın ilerleyen aşamalarında o denli başarılı oldu ki, birçok İngiliz parlamento üyesi, Sacco ve Vanzetti’yi destekleyen konuşmalar yaptı, hatta eski Başbakan Ramsay MacDonald şu sözü sarf etmek zorunda kaldı: “Umarım ki, ABD’nin sahip olduğu şeref bu idamın dehşetinden kurtulacak düzeydedir.”

Dünya genelinde gazete ve dergiler, Almanya, Avusturya, Fransa ve İtalya’daki kitlesel toplantıları ve isyanları haberleştirdiler. Mussolini, sonradan kanıtlandığı üzere, İtalya ve ABD hükümetleri arasında gerçekleşen bir diyalog aracılığıyla, ABD’nin iki anarşiste yönelik muamelesini övüp sınır dışı etmenin yükünden kendisini kurtardığı için teşekkür etmesine rağmen, bu iki insan için açıktan ricada bulundu.

“Yasal cinayet”ten iki yıl sonra anarşist Emma Goldman, meseleyle ilgili olarak, aralarında Alexander Berkman ile kaleme aldığı ateşli bir makalenin de bulunduğu sayısız yazı yazıp birçok farklı yerde konferans verdi. Tekrar ABD’ye geri dönecek olursak; sosyalist lider Eugene V. Debs, kendisine yazılmış mektupların da gösterdiği üzere, Sacco ve Vanzetti ile düzenli olarak temas kurdu. Bu mektuplarda ifade ettikleri gibi, Sacco ve Vanzetti, kimi ideolojik farklılıklara rağmen, dayanışmanın önemini kabul ediyordu. 1921’de cezaevinden salıverilmesinin ardından Debs, kendisine “özgürlük ödemesi” olarak verilen beş doları savunma fonuna bağışladı.

İki anarşistin idamından önce Rahibe Jones, “Onları asla idam edemezler.” diye haykırdı. Helen Keller ve Charlie Chaplin, iki politik tutsağın içinde bulunduğu kötü durumun son bulmasına yönelik taleplerini yüksek sesle dillendirdi.

Sacco ve Vanzetti davası, Massachusetts’te ve tüm Dünya’da anarşistleri, komünistleri ve göçmenleri bir araya getirdi. Komünist gazeteci James P. Cannon, davayla ilgili sayısız yorum kaleme aldı ve herkesi Savunma Komitesi etrafında politik bir birlik oluşturmaya çağırdı: “Birçok meseleye ilişkin farklı görüşlere sahip olabiliriz; fakat şu yedi yıl içinde emin olmamız gereken bir şey var […] biz, Sacco ve Vanzetti’nin, kitlelere yönelik kapitalist sömürüye karşı isyan etmek dışında, her türlü suç karşısında masum olduğuna inanıyoruz.” Meseleyle ilgili olarak düzenlenen ve yüz binlerce işçinin katıldığı ABD genelindeki mitingler, ağır polis baskısı ve yüzlerce gözaltıyla sona erdi.

Sacco ve Vanzetti’nin elektrikli sandalyeye gönderilmesinin ardından dava, onlarca yıl yankı bulmaya devam etti. Bu dava, tarihin çeşitli aşamalarında baskı ve mücadeleye ait doğanın esas olarak aynı kaldığı konusunda bizi bilgilendirirken, biz, kendilerini “iyi bir ayakkabıcı ve fakir bir balıkçı” olarak tanıtan ve inançları için ölen bu iki insandan umut ve cesaret devşirebiliriz. Bu inanç, sefalet ve sömürüden kurtulmuş bir dünya yaratabileceğimizle; başka bir dünyanın mümkün olması ile ilgilidir.

Vanzetti’nin kendisi ile ilgili olarak söylediği gibi:

“Bu olay yaşanmamış olsaydı, hayatımı cadde köşelerinde herkese tepeden bakan insanlara laf anlatarak geçirecektim. Kimsenin tanımadığı, dikkatini çekmediği, hatalarla yüklü bir insan olarak ölecektim. Şimdi yaptığımız ise bir hata değildir. Bu, bizim meslekî başarımız ve zaferimizdir. Bütün hayatımız boyunca hoşgörü, adalet ve şimdilerde bizim de anlayış tarzımızla insanlara bakan herkes için çeşitli ümitler besledik. Bizim sözlerimiz, bizim hayatlarımız ve acılarımız; iyi bir ayakkabıcı ve fakir bir seyyar balık satıcısının hayatını almak, tüm bunlar hiçbir şeydir! Sahip olduğumuz şu son ân, çektiğimiz bu son ıstırap, bizim zaferimizdir.”

John Davis

[Kaynak: Sacco & Vanzetti, Ocean Press, 2004.]

0 Yorum: