Brexit,
belki de İngiltere genelinde işçi sınıfının iradesini ortaya koyma imkânı sunan
son önemli kanal idi. İşçi sınıfı, her ne kadar nihayetinde geri adım atmış
olsa da, Brexit’i otuz yılı aşkın süredir yürürlükte olan kalıcı düşük ve
durgun ücret rejiminden kaçış için bir şans olarak gördü. Egemen sınıfın tüm
kıta genelinden ülkeye işgücü taşıma becerisine yönelik saldırı, işçiler
tarafından ücret kayıplarını önlemenin bir yolu olarak görüldü. Sonrasında
egemen sınıfın ücret artışı yapmadan nakliye ve tarım alanındaki eksik
istihdamı ortadan kaldıramamış olması, bu gerçeğin bir ispatı olarak
görülebilir.
Gelgelelim
Britanya’daki politik sistemde tutarlı bir değişime yol açabilecek kapsamlı bir
hareket, dün olduğu gibi bugün de ortaya çıkabilmiş değil. Grevlerde belirli
bir artışa tanık olunsa da işçi yanlısı değişiklikler, hiçbir vakit kurumsal
bir zemine kavuşma imkânı bulamadı. Sürecin bilinçli demokratik bileşeni ortaya
çıkmadığı için AB karşıtı oylar, demokratik yenilenmenin fitilini bir türlü
ateşleyemedi. Dahası, Brexit'i işçiler için olumlu bir gelişme olarak
benimsemeye çalışan bir siyasi hareket ortaya çıkmadığı için, Brexit,
kapitalizmden ve serbest ticaretten yana güçlerle onların ikmal hatlarını
yeniden işler kılma çabalarına ümitsizce karşı koyan “sosyalistler” arasındaki
bir kavgaya dönüştü.
Aslında,
Brexit kendisinin bir devrim vasfı kazanmasını sağlayacak kimi etkilere yol
açtı ama bu etkiler bir biçimde sıfırlandı. Zira devletin eski yapısını ortadan
kaldırma işini “muhafazakârlar” gördüler. Ayrıca İşçi Partisi, kalesi
konumundaki bölgelerde uzun zamandır gelişme kaydeden politik şekillenmenin
sebebi olan çelişkiler ve taktiksel hataların ağırlığı altında ezildi. Her iki
sebebe bağlı olarak, İngiliz siyasetinde köklü bir geçmişe sahip olan partiler,
ilk planda yaptıkları politik hesapların ufkunu aşıp eylemlerini daha geniş bir
bağlam içerisine oturtamadılar.
Brexit,
devrimci değişim olasılığının bulunduğu koşullarda başarısızlığa uğramış
olan bir devrimdi. Buna karşın, hiçbir politik fail öne çıkıp bu durumdan
istifade edemedi. Bu anlamda Brexit, demokratik bir hareketten mahrum bir
demokratik moment olarak kaldı. Nitekim, kimileri Brexit sürecinde, on yedinci
yüzyıldaki ilk İngiliz Devrimi’yle ilgili olarak dillendirilmiş olan şu soruyu
sorma ihtiyacı duydular: “Onu kim uyandıracak?” Soruyu soranlar, cevabını
hiçbir vakit alamadılar.
“Devrim”den
Restorasyona
Brexit,
başarısız bir demokratik-halk devrimi; Kovid-19 salgını ise egemen sınıf için
bir restorasyon dönemidir. 2010'larda popülizmin hüküm sürdüğü dönem
hatıralardaki yerini çoktan aldı. Brexit döneminde elde edilen her türden
kazanım, ileriye doğru atılmış her türden adım hükmünü yitirdi; tüm işçi sınıfı
muhalefeti veya statüko karşıtı halk isyanı tehdidi kontrol altına alındı.
Egemen sınıf ve onun küçük burjuva ajanları, bugün işçi sınıfına o akıldışı
emirlerini dikte etmeyi sürdürüyor ve sahip olduğu görevi güvenle ifa ediyor.
Demokratik-devrimci
muhalefet güçleri her daim olabildiğince hızlı bir biçimde ezilmiştir. Modern
tarihte devrimin ve karşı devrimin dinamikleriyle ilgilenen İtalyan Marksist
Antonio Gramsci, Fransa'da 1793-1794 yılları arasında meydana gelen Jakoben diktatörlüğü
ile, 1815’te Ancien Régime'in kral yanlısı bir müdahaleyle restore
edilmesi arasında uzanan yirmi yıllık kesiti, demokratik siyasetin alabildiğine
yoğunlaştırılmış ve sıkıştırılmış hâli olarak görüyor. Yirmi birinci yüzyılda, Brexit
devriminden Kovid karşı devrimine kadar uzanan dönemse hepi topu dört yıl
sürdü. Demek ki burjuva düzenindeki akıldışılığa paralel olarak sermayenin
zaman-mekânı sıkıştırma imkânı da artıyor.
2008
resesyonunun ardından, gelişmiş kapitalist ülkelerde Wall Street’i İşgal Et
hareketinin tutarsız yarı anarşizminden Yunanistan ve İspanya'daki popülist
Syriza ve Podemos partileri ve (daha sonra) İngiltere ve ABD'deki Jeremy Corbyn
ve Bernie Sanders hareketleri gibi siyasi oluşumlardaki büyümeye kadar bir dizi
gelişmeye tanık olundu. Bu hareketlerin hepsi, tek tek hâkim düzeni destekleyen
birer payandaya dönüştürüldü. Zira hiçbiri, işçi sınıfının sunduğu desteği
ciddi bir üslupla harekete geçiremedi. Ayrıca bu süreçte burjuvazi, sol küçük
burjuvaziyi “varoluşsal bir tehdit”le karşı karşıya olduğu konusunda ikna edip
onu korkutmayı başardı. Korkunun fiili kaynağı ister Alman kapitalizmine ait
güçlerle yüzleşme ihtimali, ister Trump’ın başkanlığının yol açtığı “tehdit”,
isterse Brexit olsun, küçük burjuvazinin başını çektiği isyanların hepsi, zaman
içerisinde burjuva siyasetine destek veren teorinin ve pratiğin ortaya
çıkmasını sağladı. Bu anlamda Kovid rejimi, esasen Sanders ve Corbyn hareketi
içerisinde yer alan ama söz dinlemeyen kesimlerin burjuva devlet mekanizması
eliyle iktidar önünde diz çöktürülmesi, ilgili kesimin iktidara destek sunması
için ortaya konulan çabayı ifade ediyor.
Günümüzde
kapitalizmin özü, kendisine bu türden biçimler bulabiliyor. Bu biçimler
dâhilinde en önemli mesele ise bir işçi sınıfı hareketinin yokluğudur. Bu bakış
açısından hareketle, Brexit'in kolektif işçi failliğinin olmadığı koşullarda,
mevcut düzene yönelik devrimci bir tehdidin alacağı hâl olduğunu
söyleyebiliriz. Brexit’i tüm o niteleyici unsurlarına rağmen bir “devrim”
olarak görmek, bize Kovid restorasyonunun niteliğini daha iyi idrak etme imkânı
sunacaktır.
Küçük
Burjuvazi Tarafından Yönlendirilen Kovid Restorasyonu
Bir
olay olarak Kovid, iki farklı veçheye sahiptir: O hem krizi ifade eder, hem de
bir sınıfsal proje olarak yürürlüktedir. Kriz olarak Kovid, en geniş mânâda bir
halk sağlığı krizi ve ekonomik kriz olarak tecrübe edilmektedir. Politik kriz
hâline nadiren tanık olunmaktadır. Aslında, pandeminin tanımlanma ve yönetilme
şekli, tümüyle hangi sınıfın iktidarda olduğuyla ilgili bir meseledir. Bu
anlamda pandeminin, ekonomiye ve sağlığa dair nesnel gerçeklerle pek bir
alakası yoktur.
Esasen
Kovid rejimi, sınıflı toplumla ilgili gerçekleri gizlemek için
kullanılmaktadır. Örneğin iktidar sahibi politik sınıfın yönettiği kapanma
süreci, bilhassa İngiltere’de, dikkatleri içi boşalmış neoliberal devletten ve
onun geliştirdiği ama artık eskimiş olan sağlık sisteminden uzaklaştırmak için
kullanıldı. “Kapanmalar nedeniyle” uygulanan muazzam mali ve parasal teşvik,
Mart 2020'deki kısıtlamalardan aylar önce zaten dağılmış olan, durgunluğun
eşiğine dayanan ekonomik sistemin üzerini örttü. Politikacılar, kapitalist
devletin kârını ve işleyişini korumak adına, devlet tarafından koordine edilen
büyük bir eylemi yürürlüğe koydular. İzin günleri ve sağlık kapasitesinin
artması türünden imkânları işçilerin elinden aldılar. Toplumsal etkileşimi
ortadan kaldıran, sözde bilimsel kısıtlamalar ile işçileri toplumsal
imkânlardan ve yardımlardan mahrum bıraktılar.
Sınıfsal
bir proje olarak Kovid, küçük burjuvazi tarafından yönetildi. Salgına karşı
ortaya konulan ilk tepkileri, küçük burjuvazinin “tıbbi acil durum”a karşı
geliştirdiği histerik tepki tayin etti. Bilhassa İngiltere’de aşırı bir tepki
ortaya konuldu. Küçük burjuvazi, Kovid’e Brexit’e gösterdiği tepkiden daha
fazlasını gösterdi.
Sayıca
az olsa da küçük burjuvazi, son derece organize bir yapı ve kültür sahasında
ciddi bir ağırlığa sahip. Ekseriyeti özel ve kamu sektöründe yer alan muhtelif
bürokrasi kurumunda çalışan bir sınıf olarak küçük burjuvazi, Kovid döneminde
birbiriyle bağlantılı iki saikle hareket etti: İşçi sınıfına yönelik ahlaki
eleştiri ve sınıfın yönetilmesi meselesi, ayrıca küçük burjuvazinin, vasıflı
ama ekonomik açıdan bağımlı ve güvencesiz bir sınıf olarak takdim edilmesi.
En
genel anlamıyla bugün küçük burjuvaların önemli bir bölümü üretken olmayan
işleri üstlenen kişilerden oluşmaktadır. Akademisyenler, memurlar, "bilgi
çalışanları" ve "hayır sektörü”ndekiler de dâhil olmak üzere bu
kişiler, piyasaya emtia üreticileri veya sermaye sahipleri değil, birer
tüketici olarak dâhil oluyorlar. Dahası, sonuçta günlük ekmekleri için
kapitalist sınıfa güveniyorlar. Doğrudan tabi oldukları ekonomik zorunluluklar
dâhilinde küçük burjuvazi, devletten veya zengin kapitalist hayırseverlerden
daha büyük transferleri güvence altına almaya ve kendi alanının kariyer
basamaklarını tırmanmaya mecbur. Diplomaları, sertifikaları ve yaptığı iş
üzerindeki nispi kontrol sayesinde küçük burjuvazi, belirli bir nesnellik ve
bağımsızlık hissine kavuşsa da varlıkları en nihayetinde kapitalist efendilere,
dolayısıyla sermayenin devam etmekte olan birikim sürecine bağlı.
Bu
çelişkili ve dengesiz konum, histeri ve ahlakçılığa olan eğilimlerinin maddi
temelini teşkil ediyor. Bu özellikler, küçük burjuvazinin oturduğu koltuktan
kendisine gelen epostaları cevaplaması için eve gönderilmesiyle daha da
belirginleşti. Kapitalist sınıfın egemenliği altında zaten kısıtlanmış olan
sınıfsal perspektifleri, ara sıra yapılan gıda ve mal teslimatlarının dışında,
işçi sınıfından tamamen kopma ile daha da daraldı. Böylece, salgın sırasında
mümkün olan tek kitle siyaseti, küçük burjuvazinin temsil ettiğini düşündüğü
"evrenselcilik" üzerinden gerçekleşti. Küçük burjuvazinin Siyahların
Hayatları Önemlidir gösterilerine yönelik coşkulu desteklerini, bu sınıfsal
kopuş ve sahte popülizmle izah etmek mümkün.
Siyahların
Hayatları Önemlidir hareketini belirli ölçüde tanımlayan slogan “ırkçılık
gerçek pandemidir” idi. Bu sloganı üst sınıflara mensup kişiler bile dillerine
doladı. Aslında slogan somut bir gerçeği ortaya koyuyor: ABD’de burjuvazinin
uyguladığı, ırk temelli böl-yönet taktiklerine karşı yürütülen mücadelenin de
herkese sağlık hizmeti mücadelesinin de proleter mücadelenin içi boş,
gerçekliği dışlayan bir taklidi olduğu görülüyor.
İngiltere'de
Kovid salgını, 2016-2019 arasındaki o çalkantılı dönemin ardından burjuvazinin
kendisini stabilize etmesi için bir fırsat sundu. Brexit ve Boris Johnson’ın
başbakan seçilmesi karşısında yenilgiye uğradığını düşünen küçük burjuvazi, bu
ruh hâlinden çıkmak adına, Kovid’i hükümete karşı mücadelesi dâhilinde
kullanmak istedi. Ama neticede kendisinden daha deneyimli olan egemen sınıf
tarafından, Kovid rejiminin dayatılması sürecinde bir tür koçbaşı olarak
kullanıldı. On yıllık başarısız isyanların ardından küçük burjuvazi, eskiden
beri burjuvaziye hizmet eden baskın birlikleri görevini başarıyla ifa etmeyi
sürdürdü.
İki
yıllık pandemi sürecine dönüp baktığımızda Kovid döneminin egemen sınıfın
istikrarsız devlet gemisini yeniden kontrol altına alma fırsatı olduğu artık
daha net görülüyor.
Bu
anlamda, eğer Brexit başarısız bir demokratik devrim ise o vakit Kovid, egemen
sınıfın istikrarı sağladığı, iktidarını yeniden konsolide ettiği restorasyon
aşaması olarak görebiliriz. Devrimin ve restorasyonun birlikte varolduğu bu
dönemin ayırt edici özelliği ise, egemen sınıfın en sadık ve en itaatkâr memuru
olarak küçük burjuvazinin eskiden muhalif olan katmanlarının ön plana
çıkmasıdır. İşçi sınıfı sadece egemen sınıfa değil, küçük burjuvazinin bu köle
ruhlu kesimine de karşı koymalıdır.
Salgın
birçok can aldı, ama bir yandan da hukukun üstünlüğü, temel özgürlükler ve
haklar, açık bilimsel tartışmalar gibi birçok kazanımı bizden çaldı. Ama bir
yandan da salgın, hayırlara da vesile oldu: onun sayesinde işçi sınıfının ve
demokrasinin yanında duracak ve durmayacak olanlara dair idrakimiz daha da
keskinleşti. Brexit, bu kişilerin kimler olduğuna dair ilk ipuçlarını vermişti,
Kovid bu konuya dair bilgilerimizi teyit etti.
George Hoare
Alexander McKay
Leila Mechoui
26 Aralık 2021
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder