31 Ocak 2022

, ,

Yurtseverlik

“Tezat” kelimesinin sözlükteki anlamı, çelişme, karşıtlık, tutarsızlıktır. Ülkemizdeki sol sosyalist hareketleri tanımlamak için belki de kullanılacak en güzel terim bu.

Ülkemizdeki sorunlara değinmeden önce, Lübnan gezimdeki edinimlerimden bahsetmek istiyorum kısaca. Refik Hariri Uluslararası havalimanından çıktığınızda yol boyunca karşınıza Kasım Süleymani, Bedrettin, İmad Muğniye gibi şehitlerin posterleri ve Filistin direnişini simgeleyen afişler çıkıyor. İlk başta içinizde, Lübnan’ın tamamının bu şekilde olduğu yönünde bir his uyanıyor. Ama hayır, bu sadece Dahya bölgesi, yani Hizbullah’ın kontrolündeki bölge. Stadyumu geçip yavaş yavaş Hamra’ya ulaştığınızda Batılı şirketlere ait banka gökdelenlerini görürsünüz. Ve yine Ortadoğulu ve batılı zenginlerin yaşadığı lüks rezidanslar sonu yokmuş gibi tepenizde uzanır. Caddelerde lüks araçları görmek hiç şüphesiz şaşkınlığa yol açar. Çünkü sanayisi yoktur Lübnan’ın, endüstriyel bir gelişmeye sahip değildir. “O zaman bu lüks araçlar ve lüks gökdelenler kimlerin?” sorusu belirir akılda.

Lübnan farklı din ve çok sayıda mezhebe ev sahipliği yapan dünyadaki tek ülkedir. Ama sınıflandırırsak iki farklı kitle ortaya çıkar: biri Hizbullah kontrolündeki Emel hareketi yani Lübnan Yurtsever hareketi, diğeri ise Batı yanlısı Amerikancı kitle. Hamra ve diğer zengin bölgelerde yaşayanlar Batı yanlıları ve çok lüks bir yaşama sahiplerdir. Filistin kamplarının olduğu, çoğunluğu yoksul insanların yaşadığı Güney Beyrut ve Dahya ise Hizbullah’ın bölgesidir.

Hamra’da üzerlerinde UN (Birleşmiş Milletler) yazılı cipler çokça vardır. Ama bu araçlar belli bir bölgede gezinir. Güneş gözlüklü akıcı İngilizce konuşan batılı UN çalışanları hemen dikkatinizi çeker.

Ağır silahlarla donatılmış Lübnan ordusu askerleri UN çalışanlarına karşı çok samimidir. Neden mi?

Çünkü UN’in oradaki amacı, İsrail’i korumak ve Hizbullah ile birlikte gelişen güçlenen yurtsever hareketi bitirmek. Zengin sınıfı yurtsever direnişe karşı beslemek ve ayakta tutmak. Ama bunda başarısız oldular. Zengin sınıf yaşantısıyla meşgul olurken, yoksul sınıf her geçen gün artan sefalet karşısında direniş saflarına yöneldi. Özelikle Sünni mezhepten kişilerle konuştuğunuzda “ülkedeki sıkıntının ve sefaletin sebebi Hizbullah” der. “Çünkü Hizbullah var olduğu sürece Batılı ülkeler yardım etmek istemiyormuş ama yine de Hizbullah’a katılım çok” diye de ekliyorlar. “Şiiler mi katılanlar?” diye sorduğumda ise, “Hizbullah Şii bir hareket ama Sünniler de, Hristiyan solcularda katılmaya başladı?” cevabını verdiler hep. Ve bu da gösteriyor ki Lübnan yurtsever direnişi her görüşten ve insandan oluşuyor. Direnişin çekirdeği Şiiler gibi gözükse de aslında temelinde Lübnan Komünist hareketi vardır.

Lübnan iç savaşında işgalcilere ve işbirlikçilerine karşı ilk ayaklanan Lübnan Komünist partili gençlerdi. Hizbullah’ı basit tabirle “dinci bir yapı” olarak yorumlamak tamamen yanlıştır. Hizbullah, dinî ve Marksist kurtuluş teorisinin vücut bulmuş hâlidir.

2000’lerden itibaren Lübnan’a baktığınızda Emperyalistlerin ve Siyonistlerin işgal girişimlerini ve onlara karşı zafer kazanan yurtsever direnişi görürsünüz. Bir tarafta ilahiler çalınırken, bir başka tarafta Sovyet ulusal marşı kulağınıza gelir, çok şaşırmıştım duyduğumda. Evet bize yabancı bu tür şeyler. Ama diğer uluslara normal, örneğin Nikaragua’da Sandinist devrime en büyük katılımlar Kilise ayinlerinde olmuştur ve birçok rahip devrime destek verdikleri için katledilmiştir.

Lübnan yurtsever direnişi içerisinde Şii’sini, Sünni’sini, Ortadoks’unu, Katolik’ini, Solcu Dürzi’leri ve komünistleri barındıran devasa bir hareket. Bundandır ki Lübnan işgal edilemiyor ve Lübnan bugünün Vietnam’ı.

Ülkeyi işgal etmek isteyenlerin canına okuyor. Ekim 2021’de Beyrut limanındaki patlamayı soruşturan yargıç Bitar, delilleri çarpıtarak Hizbullah’ın önde gelen isimlerini davaya katıp soruşturmayı batının istediği biçimde sürdürmeye kalkışması ve patlamada Hizbullah’ı hedef göstermesi sonrası adalet bakanlığı binasına yürüyüş gerçekleştiren Emel Hareketi üyelerine keskin nişancılar tarafından ateş edilmiş, ardından yurtsever direniş sokağa inmiş ve kısa sürede Beyrut’un birçok bölgesinde kontrolü ele almıştı. Hizbullah sokağa inerek Batılı ülkelere ve onların yanlılarına direnişin gücünü göstermiş ve ne pahasına olursa olsun emperyalizme geçit vermeyeceklerini açıklamıştır.

Gelelim bize.

İki hafta kadar önce sol sosyalist hareketin önde gelen temsilcileri HDP’nin çağrısı doğrultusunda bir araya geldi. Ve yaptıkları görüşme sonrası üçüncü bir ittifakın temellerini attıklarını açıkladılar. Demokrasi, eşitlik, insan hakları gibi naralar attılar. İttifaka ise “Yurtsever” adını verdiler. Şaka gibi. En ufak bir korku, düşmanda en ufak bir tedirginlik havası estiremediler. Artık gün gibi açık ki aşırı sağ ülkede kontrolü ele geçirmiş durumda, devletin her kademesine hâkimler, silahlı ve ekonomik güçleri doruk noktasında, suç örgütleri ile sokaklara hükmediyorlar. İstedikleri gibi adalet dağıtıyorlar. Onlar bu kadar güçlüyken, birkaç kişi kendilerini devrimci mücadelenin sahipleri gibi gösterip gündeme gelme peşinde. Her ne kadar kendilerini naza çekseler de hemen hemen hepsinde HDP safına geçip daha öncekiler gibi milletvekili olma aşkı var.

Biz Avrupa devletleri gibi gelişkin bir ekonomiye de demokrasiye de sahip değiliz. Haliyle, bizim gibi ülkelerde orman kanunları yürürlüktedir. “Güçlü zayıfı ezmeli” stratejisi hâkimdir. Bu doğrultuda aşırı sağ, sola karşı tüm şiddetiyle saldırırken, tutuklamalar ve infazlarla devrimciler yok edilirken “demokrasi, sağduyu” mesajları vermek işbirlikçiliğin en somut örneğidir.

Yüzyıllık bir geçmişi olan Türk solu ne yazık ki Mustafa Suphi ve yoldaşlarının mirasını yarınlara taşıyacak iradeye sahip değildir. Seksen sonrası gelişen Kürt hareketi ajitasyon ve batının desteğiyle güçlenerek, sınıf mücadelesini kendi eksenine alıp, devrimin ancak kendilerinden geçtiği tezini vurgularken, kendilerinden olmayanları “faşist, devletin yardakçısı” olarak nitelemektedir. Kitlesi olmayan sol hareketler ise taban oluşturmak için Kürt sorununu şahsi bir mesele gibi ele almaktadır.

Oysa bütün ezilenlerin kurtuluşu sosyalizm iken, ancak ve ancak devrim ortak bir şuurla gerçekleşebilir iken taraflı hareket etmek ve şahsi çıkarları ön planda tutmak düşmana güç kazandırmaktan başka bir işe yaramaz.

Devrimci mücadele yok hükmünde, sol tezat içinde, medeti Mansur Yavaş, Ekrem İmamoğlu gibi sağ kökenli liberal kişilerde arıyor. Sol sosyalist mücadeleye önderlik edecek kişi ve hareket yok.

Lübnan direnişi, Kuzey İrlanda’da seçimleri kazanan IRA’nın siyasi kanadı Sinn Fein, Nikaragua’da yönetimi ele geçiren Sandinistalar, Kolombiya Halk Cephesi, Meksika Zapatista kurtuluş hareketi, Küba gibi emperyalizme ve kapitalizme karşı savaşan, direnen hiçbir hareket ve ülkeyle Türk solunun bağlantısı yok. Tamamen dünya emek mücadelesinden kendisini izole etmiş, içeride işbirlikçi tutumuyla az da olsa var olan devrimci insanları zafere olan inancından kopartmaktan başka bir işe yaramıyor.

Bize Lübnan yurtsever direnişi gibi bir hareket lazım. Gerektiğinde düşmanı iliklerine dek korkutan. Yoldaşlarına zaferi yaşatan. Umutsuzlara umut olan.

Can Şahin
30 Ocak 2022

0 Yorum: