Teori
ve Politika, “Kızıl Bayrak yazarı H. Fırat, burjuvazinin bir kesiminin ardında
saf tutmanın teorik-tarihsel gerekçesi olarak bugün de Marksizm civarında bütün
canlılığıyla yaşayan bir burjuva cumhuriyetçi eğilimin reddinin Marksist
örneğini sunuyor” diyor, oysa kendisi, o burjuva cumhuriyetçi eğilimi savunuyor, ezilenleri
o eğilime kul etmeye çalışıyor, bu eğilim için teorik-tarihsel gerekçeler uyduruyor. Son on yıldır CHP güzellemesi yapmakla meşgul olan dergi, ittifaklar konusunda yapılan tartışmaya sunduğu katkısında da dolaylı olarak CHP’yi
işaret ediyor, bunun için Kaypakkaya’nın kasketini çıkartıp yerine kalpak geçirmeye
çalışıyor. Özünde dergi, kendisine devletin verdiği görevi yerine getiriyor.
Kızıl
Bayrak güzellemelerinin sebebi ise bölme ve tasfiye sırasının bu örgüte gelmiş
olması. Yirmi beş yıl önce çıkarttığı taslak metinde H. Fırat’a “sen
aptalsın, bizim yazdıklarımızı anlamazsın” diyen TP, bugün H. Fırat’ı göklere
çıkartıp budünyadan kovmaya çalışıyor. Çengel atıyor, boncuk
dağıtıyor, fikri ayrışmaya itip örgütü çatlatmaya gayret ediyor. Yeni
dönemin Türkiyesi ve siyaset, bu tür acentelerle ilerliyor.
Çünkü
doğru yanlış, az çok, belirli bir sınıf çalışmasını öne alan bir örgütten söz
ediyoruz. Bu örgütün cumhuriyet ideolojisini sorgulaması, birilerini rahatsız
etmiş olmalı. O ideoloji, kimilerinin altına araba, arabasına benzin koyuyor,
tüm işçi direnişlerini o kişilere gezdirtiyor. O kişiler, sonra CHP’ye oy
topluyorlar. Devlet, bu sayede ayakta kalabiliyor. Sosyalist hareketin sinir
uçları bu sayede köreltiliyor. Bu şekilde hareket, sermayenin ve devletin dişine uygun
kıvama getiriliyor.
* * *
Meth,
“fakirlerin kokaini” olarak anılıyor. On dokuzuncu yüzyılın sonlarında ilkin
askerler arasında yaygınlaşıyor. Bugünse Tayland, Tayvan gibi yerlerde işçilere
dağıtılıyor. Aşırı dopamin salınımına sebep oluyor, sonra o kaynağı kurutuyor,
kendisine bağımlı kılıyor. Derin umutsuzluğa sürüklüyor. Önce ayakları yerden
kesiyor, sonra ayakları işlemez kılıyor. Tıpkı küçük burjuva sol gibi.
Yukarıda
bahsi edilen acenteler, meth türü bir işleve sahip. Halk hareketi, işçi
hareketi ve sosyalist hareket, bu acenteler eliyle uyuşturuluyor. Sinir uçları
törpüleniyor. Adına müesses nizam, iktidar veya devlet denilen mekanizma, bu
acenteleri sinir uçlarını yok etmek için kullanıyor.
Yüz
yıldır devlet ve sermaye, içe yerleştirdiği ekipleriyle yol alıyor. Küçük burjuva,
bu işleri üstleniyor. Herkesi kendisine mecbur ediyor, hareketle mülkiyet ve rekabet
üzerinden ilişki kuruyor, işin başı ve sonu olma kararlılığı
sebebiyle ne işi örgütleyebiliyor ne de işe örgütlenebiliyor. Meth türü
uyuşturucuları en çok küçük burjuvazi pazarlıyor.
* * *
Bir
kazık çakılıyor. O kazığın bir ucunda demokrasi, diğerinde cumhuriyet
duruyor. Kazığın hangi tarafının toprağa çakılacağı konusunda boş bir tartışma
sürüyor. Buna da “siyaset” deniliyor. Ne demokrasinin ne de cumhuriyetin
Marksizm düzleminde eleştirilmesine izin veriliyor. Marksizm, ikisine asla
dokunamıyor.
O
kazık, kabile putları türünden bir kutsiyete, paganlara has bir dokunulmazlığa
sahip. Herkes etrafında dönüyor. Tavaf ediyor. O demokrasi ucunu veya
cumhuriyet ucunu, halk, işçi ve ezilen adına eleştirenler, o kazığın dibine
gömülüyorlar. Halktan, işçiden, ezilenden kurulacak demokrasiye ve cumhuriyete asla inanmıyorlar. Bütün teori, ideoloji ve politika, o kazığa göre inşa ediliyor,
şekillendiriliyor. Mutlak ve kutsal kabul edilen kazığı koruma işini, gene küçük
burjuvalar üstleniyor.
Kazığı,
eksiği-yanlışı ile (pratikte) Müslümanlar ve Kürdler eleştiriyorlar. Oraya bağlanmak isteyenler,
meseleyi demokrasi ve cumhuriyet içinden ele alıyorlar. Kürdler cumhuriyeti;
Müslümanlar demokrasi kurgusunu eleştiriyorlar, nereyi eleştiriyorlarsa, oradan
bağlanıyorlar. Kimi solculara da din ve millet eleştirisi üzerinden, o kazığı
savunmak ve Müslüman’la Kürd’ü kazığa döve döve bağlamak düşüyor. Kazık, demokrasi ve
cumhuriyetin sahipleri adına koruma altına alınıyor, Kürd ve Müslüman, bu yüzden
dövülüyor.
Kazığı
savunanların Müslüman’a ve Kürd’e yönelik tepkilerinde haklı oldukları yanlar
var elbette. Bu iki pratik eleştiri, sorumlulukların ve işin üzerinden atlıyor. Sorumluluk
almak ve çalışmak istemeyenler, Müslüman’ın ve Kürd’ün kimi ellerde yavanlaşan
eleştirilerine bağlanıyorlar. Ama boş gösteren olarak sol da Müslüman ve Kürd içerisinde
yanan ateşten kaçmanın adı hâline geliyor. O da oradaki sorumluluğu ve işi
görmüyor. Küçük burjuvalar arası didişmeler, halkı, işçiyi ve ezileni zerre
ilgilendirmiyor. Sınıf mücadelesi, saf, steril, gerçekten kopuk, gayrı maddi bir
âlemde gerçekleşmiyor. Somutta karşılıklar bularak ilerliyor. Teori, ideoloji
ve politika, bu mücadeleden münezzeh değil.
* * *
Halkın,
sınıfın ve ezilenin sinir uçlarını uyuşturmak için bizzat devlet eliyle
kurulmuş olan partinin yöneticisi olarak Aydemir Güler, "Mustafa Suphilerin
bağımsızlık, laiklik ve cumhuriyet için dövüştüğünü" söylüyor. Bugün kendi
aldığı küçük burjuva konumu tarihsel zemine oturtmaya çalışıyor. Bunu da
herkesi kandırarak yapacağını sanıyor.
“Gelmeselerdi, miras olmazdı” diyor. Oysa Güler, 2004 civarı Habertürk TV’ye çıktığında, o günlerde birilerine mesaj yollamak adına, “Suphiler ölmeye geldiler, biz ölmek değil,
yaşamak istiyoruz” diyordu. Bu yalvarmanın karşılığını aldı, devlet, partiye
gerekli icazeti verdi. Gülerler de bilimcilik diniyle kutsanmış steril ve tatlı
hayatlarına kaldıkları yerden devam ettiler.
O
günden beri TKP, esasen resmi TKP’nin boşluğunu dolduruyor. Mustafa Suphilerin örgütlendikleri
ulusal kurtuluş davasından da örgütlemek istedikleri toplumsal kurtuluş
kavgasından da fersah fersah uzakta duruyorlar. Ne ulusla ne de toplumla alakaları
var. Alakayı, bağı sadece sermaye ve devlet tayin ediyor. Sermaye ve devlet istedi diye semtevleri açılıyor, halk istediği için değil. Çünkü parti, halktan nefret
ediyor. O nefret, en çok da pandemi döneminde açığa çıktı.
Güler
ve partisi, anakronizme kayarak, "Suphilerin bağımsızlık, laiklik ve cumhuriyet
kavgası verdiği" yalanına sarılıyor. Oysa Suphiler, bu üçlünün sınıfsal-politik
anlamını öğreten bir coğrafyadan geliyorlar. Üç kavram, sütten çıkmış ak kaşık
olarak ele alınıyor, o kaşıklar, sonra bir burjuvazinin, bir devletin tabağına
sallanıyorlar.
TKP,
devletin kazığı etrafında dönmeye alışkın olduğu için, bağımsızlığın devletle,
laikliğin sermayeyle ilişkisini görmüyor, sorgulamıyor. Cumhuriyetin ilk
döneminde yapılanları sınıf dışı kabul ediyor, sorgulanamaz kılmaya çalışıyor. Devleti
ve sermayeyi aklamak, halkı, sınıfı ve ezileni onlara bağlamak için var.
TİP, bu konuda daha acul ve istekli. Utanma nedir bilmeden, “Burjuvazyanın
parlamenterizm vasıtasıyla mağlup edilmesinin bir ütopya olduğu tarih ile sabit
oldu. Burjuvazya ile uyuşup yaşayarak fakir halklara hayırlı hidmetlere
çalışmak üstad-ı âzam Karl Marks’a ihanetten başka bir şey değildir” diyen Suphi’yi meclis koltuklarından
anabiliyor. Görevini ifa ediyor.
* * *
“Mustafa
Suphilerin öldürülmesi emrini kim verdi?” türünden polisiye sorulara önem vermemek
gerekiyor. Bu soruya solun ekseriyeti, artık “Enver Paşa” cevabını veriyor. Bu
bilgiyi nasıl oluyorsa, bir valinin oğlu, "gazeteci-tarihçi" Murat Bardakçı’dan
alıyor. İttihatçılarla Kemalistler arasındaki ayrım ile ilgili tespit üzerinden
Suphilerin katiline ulaşıyorlar. Dönemin Trabzon valisinin kimin adamı olduğunu
sorguluyorlar, ama o valiyi kimin hangi dönemde işbaşına getirdiğine
bakmıyorlar.
Bizzat
emri kimin verdiğinin bir önemi yok. Suphileri, bugün Aydemir Güler’in müdafaa
ettiği “bağımsızlık”, “laiklik” ve “cumhuriyet”in sahipleri katletti! O
sahiplerle mücadele etmeyenin bu gerçeği görmesi, göstermesi mümkün değil. Bugün
bilimin sahiplerini sorgulamayanların, bu üç kavramın gerçek sahiplerini
sorgulamaları beklenemez.
Bugün
metal işçisine esaret ve teslimiyet sözleşmesini dayatan sendikanın yönetiminde
olan resmi TKP’liler, Suphilerin dişini sökmek için uğraşıyorlar. Pürüzleri, o
efendiler için temizlemek için çalışıyorlar. Ruhi Su’nun Onbeşler ile ilgili
bestesini ninni formuna kavuşturup spotifaylaştıranlar, sinir uçlarını
köreltmek için varlar.
* * *
Sinir uçları köreldi. Artık sol sosyalist hareket, eskiden verdiği doğal tepkilerden bile uzaklaştı. Halktan, işçiden ve ezilenden bağımsızlaştı, laikleşti, kendi özel cumhuriyetini inşa etti. Bugün bağımsızlığını, laikliğini ve cumhuriyetini kime borçlu olduğunu düşünüyorsa, ona hizmet ediyor. Artık tek derdi, beka.
Baş olacağı düşünülen ayaklar yerden kesilmiş. Küçük burjuva şefler, şimdilerde
Meth’averse âlemlerinde şarkı söyleyip içki içerek devrim yapmanın hayalini
kuruyorlar. Halkın, işçinin, ezilenin somut, maddi ve gerçek derdine
örgütlenecek irade ve fikir kalmadı.
Eren Balkır
30 Ocak 2022
0 Yorum:
Yorum Gönder