30 Ocak 2022

,

Meth

Teori ve Politika, “Kızıl Bayrak yazarı H. Fırat, burjuvazinin bir kesiminin ardında saf tutmanın teorik-tarihsel gerekçesi olarak bugün de Marksizm civarında bütün canlılığıyla yaşayan bir burjuva cumhuriyetçi eğilimin reddinin Marksist örneğini sunuyor” diyor[1], oysa kendisi, o burjuva cumhuriyetçi eğilimi savunuyor, ezilenleri o eğilime kul etmeye çalışıyor, bu eğilim için teorik-tarihsel gerekçeler uyduruyor. 

Son on yıldır CHP güzellemesi yapmakla meşgul olan dergi, ittifaklar konusunda yapılan tartışmaya sunduğu katkısında da dolaylı olarak CHP’yi işaret ediyor, bunun için İbrahim Kaypakkaya’nın kasketini çıkartıp yerine kalpak geçirmeye çalışıyor. Özünde dergi, devletin kendisine verdiği görevi yerine getiriyor.

Kızıl Bayrak güzellemelerinin sebebi ise bölme ve tasfiye sırasının bu örgüte gelmiş olması. Yirmi beş yıl önce çıkarttığı taslak metinde H. Fırat’a “sen aptalsın, bizim yazdıklarımızı anlamazsın”[2] diyen TP, bugün H. Fırat’ı göklere çıkartıp budünyadan kovmaya çalışıyor. Çengel atıyor, boncuk dağıtıyor, fikri ayrışmaya itip örgütü çatlatmaya gayret ediyor. Yeni dönemin Türkiyesi ve siyaset, bu tür acentelerle ilerliyor.

Çünkü doğru yanlış, az çok, belirli bir sınıf çalışmasını öne alan bir örgütten söz ediyoruz. Bu örgütün cumhuriyet ideolojisini sorgulaması, birilerini rahatsız etmiş olmalı. O ideoloji, kimilerinin altına araba, arabasına benzin koyuyor, tüm işçi direnişlerini o kişilere gezdirtiyor. O kişiler, sonra CHP’ye oy topluyorlar. Devlet, bu sayede ayakta kalabiliyor. Sosyalist hareketin sinir uçları bu sayede köreltiliyor. Bu şekilde hareket, sermayenin ve devletin dişine uygun kıvama getiriliyor.

* * *

Meth, “fakirlerin kokaini” olarak anılıyor. On dokuzuncu yüzyılın sonlarında ilkin askerler arasında yaygınlaşıyor. Bugünse Tayland, Tayvan gibi yerlerde işçilere dağıtılıyor. Aşırı dopamin salınımına sebep oluyor, sonra o kaynağı kurutuyor, kendisine bağımlı kılıyor. Derin umutsuzluğa sürüklüyor. Önce ayakları yerden kesiyor, sonra ayakları işlemez kılıyor. Tıpkı küçük burjuva sol gibi.

Yukarıda bahsi edilen acenteler, meth türü bir işleve sahip. Halk hareketi, işçi hareketi ve sosyalist hareket, bu acenteler eliyle uyuşturuluyor. Sinir uçları törpüleniyor. Adına müesses nizam, iktidar veya devlet denilen mekanizma, bu acenteleri sinir uçlarını yok etmek için kullanıyor.

Yüz yıldır devlet ve sermaye, içe yerleştirdiği ekipleriyle yol alıyor. Küçük burjuva, bu işleri üstleniyor. Herkesi kendisine mecbur ediyor, hareketle mülkiyet ve rekabet üzerinden ilişki kuruyor, işin başı ve sonu olma kararlılığı sebebiyle ne işi örgütleyebiliyor ne de işe örgütlenebiliyor. Meth türü uyuşturucuları en çok küçük burjuvazi pazarlıyor.

* * *

Bir kazık çakılıyor. O kazığın bir ucunda demokrasi, diğerinde cumhuriyet duruyor. Kazığın hangi tarafının toprağa çakılacağı konusunda boş bir tartışma sürüyor. Buna da “siyaset” deniliyor. Ne demokrasinin ne de cumhuriyetin Marksizm düzleminde eleştirilmesine izin veriliyor. Marksizm, ikisine asla dokunamıyor.

O kazık, kabile putları türünden bir kutsiyete, paganlara has bir dokunulmazlığa sahip. Herkes etrafında dönüyor. Tavaf ediyor. O demokrasi ucunu veya cumhuriyet ucunu, halk, işçi ve ezilen adına eleştirenler, o kazığın dibine gömülüyorlar. Halktan, işçiden, ezilenden kurulacak demokrasiye ve cumhuriyete asla inanmıyorlar. Bütün teori, ideoloji ve politika, o kazığa göre inşa ediliyor, şekillendiriliyor. Mutlak ve kutsal kabul edilen kazığı koruma işini, gene küçük burjuvalar üstleniyor.

Kazığı, eksiği-yanlışı ile (pratikte) Müslümanlar ve Kürdler eleştiriyorlar. Oraya bağlanmak isteyenler, meseleyi demokrasi ve cumhuriyet içinden ele alıyorlar. Kürdler cumhuriyeti; Müslümanlar demokrasi kurgusunu eleştiriyorlar, nereyi eleştiriyorlarsa, oradan bağlanıyorlar. Kimi solculara da din ve millet eleştirisi üzerinden, o kazığı savunmak ve Müslüman’la Kürd’ü kazığa döve döve bağlamak düşüyor. Kazık, demokrasi ve cumhuriyetin sahipleri adına koruma altına alınıyor, Kürd ve Müslüman, bu yüzden dövülüyor.

Kazığı savunanların Müslüman’a ve Kürd’e yönelik tepkilerinde haklı oldukları yanlar var elbette. Bu iki pratik eleştiri, sorumlulukların ve işin üzerinden atlıyor. Sorumluluk almak ve çalışmak istemeyenler, Müslüman’ın ve Kürd’ün kimi ellerde yavanlaşan eleştirilerine bağlanıyorlar. Ama boş gösteren olarak sol da Müslüman ve Kürd içerisinde yanan ateşten kaçmanın adı hâline geliyor. O da oradaki sorumluluğu ve işi görmüyor. Küçük burjuvalar arası didişmeler, halkı, işçiyi ve ezileni zerre ilgilendirmiyor. Sınıf mücadelesi, saf, steril, gerçekten kopuk, gayrı maddi bir âlemde gerçekleşmiyor. Somutta karşılıklar bularak ilerliyor. Teori, ideoloji ve politika, bu mücadeleden münezzeh değil.

* * *

Halkın, sınıfın ve ezilenin sinir uçlarını uyuşturmak için bizzat devlet eliyle kurulmuş olan partinin yöneticisi olarak Aydemir Güler, “Mustafa Suphilerin bağımsızlık, laiklik ve cumhuriyet için dövüştüğünü”[3] söylüyor. Bugün kendi aldığı küçük burjuva konumu tarihsel zemine oturtmaya çalışıyor. Bunu da herkesi kandırarak yapacağını sanıyor.

“Gelmeselerdi, miras olmazdı” diyor. Oysa Güler, 2004 civarı Habertürk TV’ye çıktığında, o günlerde birilerine mesaj yollamak adına, “Suphiler ölmeye geldiler, biz ölmek değil, yaşamak istiyoruz” diyordu. Bu yalvarmanın karşılığını aldı, devlet, partiye gerekli icazeti verdi. Gülerler de bilimcilik diniyle kutsanmış steril ve tatlı hayatlarına kaldıkları yerden devam ettiler.

O günden beri TKP, esasen resmi TKP’nin boşluğunu dolduruyor. Mustafa Suphilerin örgütlendikleri ulusal kurtuluş davasından da örgütlemek istedikleri toplumsal kurtuluş kavgasından da fersah fersah uzakta duruyorlar. Ne ulusla ne de toplumla alakaları var. Alakayı, bağı sadece sermaye ve devlet tayin ediyor. Sermaye ve devlet istedi diye semtevleri açılıyor, halk istediği için değil. Çünkü parti, halktan nefret ediyor. O nefret, en çok da pandemi döneminde açığa çıktı.

Güler ve partisi, anakronizme kayarak, "Suphilerin bağımsızlık, laiklik ve cumhuriyet kavgası verdiği" yalanına sarılıyor. Oysa Suphiler, bu üçlünün sınıfsal-politik anlamını öğreten bir coğrafyadan geliyorlar. Üç kavram, sütten çıkmış ak kaşık olarak ele alınıyor, o kaşıklar, sonra bir burjuvazinin, bir devletin tabağına sallanıyorlar.

TKP, devletin kazığı etrafında dönmeye alışkın olduğu için, bağımsızlığın devletle, laikliğin sermayeyle ilişkisini görmüyor, sorgulamıyor. Cumhuriyetin ilk döneminde yapılanları sınıf dışı kabul ediyor, sorgulanamaz kılmaya çalışıyor. Devleti ve sermayeyi aklamak, halkı, sınıfı ve ezileni onlara bağlamak için var.

TİP, bu konuda daha acul ve istekli. Utanma nedir bilmeden, “Burjuvazyanın parlamenterizm vasıtasıyla mağlup edilmesinin bir ütopya olduğu tarih ile sabit oldu. Burjuvazya ile uyuşup yaşayarak fakir halklara hayırlı hidmetlere çalışmak üstad-ı âzam Karl Marks’a ihanetten başka bir şey değildir”[4] Suphi’yi meclis koltuklarından anabiliyor. Görevini ifa ediyor.

* * *

“Mustafa Suphilerin öldürülmesi emrini kim verdi?” türünden polisiye sorulara önem vermemek gerekiyor. Bu soruya solun ekseriyeti, artık “Enver Paşa” cevabını veriyor. Bu bilgiyi nasıl oluyorsa, bir valinin oğlu, "gazeteci-tarihçi" Murat Bardakçı’dan alıyor. İttihatçılarla Kemalistler arasındaki ayrım ile ilgili tespit üzerinden Suphilerin katiline ulaşıyorlar. Dönemin Trabzon valisinin kimin adamı olduğunu sorguluyorlar, ama o valiyi kimin hangi dönemde işbaşına getirdiğine bakmıyorlar.

Bizzat emri kimin verdiğinin bir önemi yok. Suphileri, bugün Aydemir Güler’in müdafaa ettiği “bağımsızlık”, “laiklik” ve “cumhuriyet”in sahipleri katletti! O sahiplerle mücadele etmeyenin bu gerçeği görmesi, göstermesi mümkün değil. Bugün bilimin sahiplerini sorgulamayanların, bu üç kavramın gerçek sahiplerini sorgulamaları beklenemez.

Bugün metal işçisine esaret ve teslimiyet sözleşmesini dayatan sendikanın yönetiminde olan resmi TKP’liler, Suphilerin dişini sökmek için uğraşıyorlar. Pürüzleri, o efendiler için temizlemek için çalışıyorlar. Ruhi Su’nun Onbeşler ile ilgili bestesini ninni formuna kavuşturup spotifaylaştıranlar, sinir uçlarını köreltmek için varlar.

* * *

Sinir uçları köreldi. Artık sol sosyalist hareket, eskiden verdiği doğal tepkilerden bile uzaklaştı. Halktan, işçiden ve ezilenden bağımsızlaştı, laikleşti, kendi özel cumhuriyetini inşa etti. Bugün bağımsızlığını, laikliğini ve cumhuriyetini kime borçlu olduğunu düşünüyorsa, ona hizmet ediyor. Artık tek derdi, beka. 

Baş olacağı düşünülen ayaklar yerden kesilmiş. Küçük burjuva şefler, şimdilerde Meth’averse âlemlerinde şarkı söyleyip içki içerek devrim yapmanın hayalini kuruyorlar. Halkın, işçinin, ezilenin somut, maddi ve gerçek derdine örgütlenecek irade ve fikir kalmadı.

Eren Balkır
30 Ocak 2022

Dipnotlar:
[1] “Tvitler”, 30 Ağustos 2021, TP.

[2] “H. Fırat adlı, büyük giyim firmalarının çizgilerini taklit ederek Anadolu’ya pazarlayan Mahmutpaşa eşrafı tarzında, ikinci sınıf sosyalizmcilik modasının bir kesimde temsilcisi olan ve fason teori üretmeye kalkışan yazar” [Melik Kara, İ. Mert, S. Sahra, “Bütünsel Marksist Oluşum Yolunda Bir Girişim İçin Genel Çerçeve Taslağı”, Nisan 1993, TP.]

[3] Aydemir Güler, “On Beşleri Hatırlamak”, 29 Ocak 2022, Sol.

[4] Mustafa Suphi, “Türk İştirakiyyun Kongresi Nutku”, 22 Temmuz 1918, İştiraki.

0 Yorum: