Tüm dünyayı sarsan ve insanlığı akıl almaz bir
heyecana sevk eden o büyük günlerin üzerinden üç yıl geçti. Ezilen insanlığı
yokluktan yaratan, esaretten iktidara yükselten, zaferden zafere götüren dünya
devriminin öğretmeni Lenin, üç yıl önce hayatını kaybetti. O günü kimse
unutmadı.
“Lenin öldü!.. Dünyada düşünme ve anlama
yeteneğine sahip hiç kimse, bu haberi heyecan duymadan karşılayamaz. Karşılayamadı
da. Çünkü Lenin, yüz değil ancak bin yılda bir dünyaya gelecek bir isim olduğu
için eşsizdi.
Büyük âlimler, ünlü ustalar ve son olarak
“124.000” peygamber, tek bir yerde ve yalnızlık içinde unutuldu, ama Lenin
unutulmayacak; çünkü onlar, tüm o isimleri toplasan insanlığın dirilişi yolunda
Lenin'in yaptığı kadar iş yapmamıştır. O günlerde, Uzak Kuzey’in geyik
çobanlarından Cava’nın rençberlerinden, Breton köylülerinden Çin'in hamallarına
kadar tüm mazlumlar, bu haberi titreyen dudaklar ve ağlayan gözlerle dinlediler.
O günlerde dünyanın beş kıtasında yaşayan milyonlarca proleter, Rus işçileriyle
birlikte başkaldırıp tarihsel ve sınıfsal görevlerini düşünmeye başladı.
Leninist Komünistler, yaşanan felâket karşısında
öfkelendiler ve büyük öğretmenin belirlediği yolda yürümeye söz verdiler.
O günlerde kapitalist dünya sevindi. “Lenin artık
yok” diyerek kalbini tatlı ama boş umutlarla memnun etmeye çalıştı. Rusya’nın
ordusuz generalleri, toprağı elinden alınmış ağalar, fabrikasız, atölyesiz
kapitalistler, hükümetsiz bakanlar ve onların kuyruğuna takılmış SR’lar ve
Menşevikler, üç kuruşluk binlerce burjuva asalak, talihlerinin döndüğünü
düşünüp sevindi.
Dünya kapitalistleri ve Chamberlain, Poincaré ve
Hindenburg türünden binlerce uşağı, “Artık Lenin yok” diye sevinç naraları
attı. “Rusya’nın zenginlerinin başına gelenler, bizim başımıza gelmeyecek. Bolşevikler
bugün ve yarın Rusya’da yıkılacak. Orada elimizden alınan malımız mülkümüz
tekrar bizim olacak hem de fazlasıyla bizim olacak” deyip hayallere daldılar.
Aradan üç yıl geçti.
Tarih, bu kadar kısa bir zamanda ne büyük dersler
verdi, ne çok bilmeceye çözüm buldu.
Bu dersleri genel olarak özetlersek, çıkaracağımız
ana sonuç şudur: bu dünyada güçlü bir silâh varsa o da Leninizmdir, bir zafer bayrağı
varsa, o Leninizmin bayrağıdır. Tarihte daha sonra açılacak bir sayfa varsa o
sosyalizmin sayfasıdır. Düşmanların ilk umudu, Lenin'den sonra bir proleter
diktatörlüğünün kurulmasının mümkün olmaması ve Bolşevik hükümetinin
düşmesiydi.
Ancak umutları suya düştü. Lenin'in partisi, büyük
öğretmenin izinden gitti: Proletarya diktatörlüğünün ülkesi olan Sovyetler
Birliği'nin gücünden bugün kim şüphe edebilir?
On yıllardır hüküm süren kapitalist devletlerden hangisi,
Sovyet hükümeti ile rekabet edebilir? Güya “demokrasinin beşiği” olan burjuva
ülkelerinde, genelde halka, özelde işçi sınıfına dair korkularından ötürü
hükümetlerin ödleri koparken, faşizmin baskısı her geçen gün artarken,
Sovyetler’de geniş halk kitlelerinin hükümet işlerine giderek daha fazla
iştirak ettiğine tanık oluyoruz. Avrupa'nın her yerinde kapitalist haydutlar,
onlarca yıllık hakları ayaklar altına alıyor ve ülkelere hükmediyorken,
Sovyetler’de hükümet, yoksul köylüleri harekete geçirmek için çalışıyor.
Bütün bunlar, Sovyetler’in, yani “Bolşevik”
hükümetin güçlendiğinin, emekçi halkın bu iktidarla bir şey olduğunun kanıtı
değil de nedir?
Ekonomik cepheye bakalım. Sovyetler Birliği ekonomik
açıdan o kadar güçlendi ki, Lenin'in yolunu takip ederek, hem tarım hem de
şehir endüstrisi açısından savaş öncesi seviyeye ulaştı. Savaş öncesi düzey
bizim için son hedef tabii ki olamaz, çünkü eski Çarlık Rusya'sı, Avrupa'nın
toprak açısından en büyük devleti iken sanayileşme düzeyi açısından en geri ülkesiydi.
O, Avrupa'nın böğrüne asılmış bir tahıl değirmeniydi.
Sosyalizmin temellerini atmaya başlayan Sovyetler
Birliği, böyle bir duruma katlanacak durumda değildi. “Biz, ekonomik açıdan
Avrupa ve dünyada bağımsız bir ülke olmalıyız” diyerek parti, “ülkeyi
sanayileştirelim” sloganını ortaya attı. 1926’da sanayide yeni bir döneme
girdik. Eski dönemin seviyesine gelmek için başlatılan diriliş dönemi sona
erdirilip yeni sanayi dönemine geçildi. Ticaret bu adımları takip etti. Buradan
devlet ve kooperatiflerin rolü arttıkça özel ticaretin önemi de arttı.
Lenin'in ana vasiyeti bir an bile unutulmadı.
Şehir ve köy arasındaki ittifak, asli gaye idi. Şimdi parti, “ne tür mal olursa
olsun hepsinin fiyatı düşürülmeli” dedi ve kent sanayisinin fakir ve orta düzey
köylüyle rabıtası üzerinde durmaya başladı. Bu görev, sadece ekonomik değil,
aynı zamanda büyük bir politik meseledir. Biz bu işin de üstesinden geleceğiz.
Üç yılda Sovyetler Birliği içeride güçlendikçe dışarıda
da güçlendi. Bu, dostların da düşmanların da gördüğü bir gerçeklik.
Düşmanlar bizi yere seremez. Güçlü duruşumuzu
bugüne dek ortaya koymasaydık, kapitalistler mangalda kül bırakmayan
ültimatomlarla yetinmeyip bize savaş açacaklardı. Dünyanın dört bir yanındaki
işçiler güçlendiğimizi görüyor. Son yıllarda Sovyetler, Avrupalı işçiler için
bir sığınak hâline geldi. Sosyal Demokratların binlerce hilesine ve aldatmacasına
rağmen, ülkemizde sosyalizmi inşa etme görevinin bir hayal değil, bir gerçeklik
olduğunu gören milyonlarca Avrupalı proleter tarafından Sovyetler Birliği'ne
yüzlerce vekil gönderildi.
Avrupa'daki işçi hareketinin yeni ve ciddi bir
döneme girmesinin ana nedenlerinden biri budur. Yıllar geçtikçe, Avrupalı işçiler
gerçekten büyük bir canlılık ve uyanıklık işareti göstermeye başladılar.
Kapitalist ülkelerde, sosyal demokrat uşaklık, artık işçileri sindirmek için kâfi
gelmiyor, kapitalistler, yükselen işçi hareketini bastırmak için açıktan ve hayâsız
bir baskıya başvuruyorlar. Yıllar boyunca Avrupa işçi hareketi, büyük tarihsel
önemi haiz dersler sundu.
Bu üç yıl, ezilen sömürge halklarının Lenin'in
bayrağına daha da yaklaştığını gösterdi. Esir halkların Suriye, Fas, Cava ve
daha birçok yerde emperyalistlere karşı gerçekleştirdikleri ayaklanmaları hatırlayalım.
Bu ayaklanmaların çoğu, beş gün içinde yüzbinlerce mücahit, masum kadın ve
çocuğun kanında bastırılsa da, uzak denizlerin diğer yakasındaki 400 milyonluk
Çin halkı, dünya emperyalistlerinden hem mazlum Doğu halklarının hem de
kendisinin intikamını alıyor.
Bunlar, Sovyetler Birliği'nin ve dünya devriminin
üç yıl içinde yürüdüğü yollar, elde ettiği temel başarılardır. Ama biz, bu
zafer son zaferimizdir” demiyoruz. Bundan sonra yürüyeceğimiz yollarda
zorluklarla, binlerce engelle karşılaşmayacağımızı söylemiyoruz. Hayır öyle
değil. Geçirdiğimiz günler, her zamankinden daha fazla sorumluluk isteyen, daha
fazla zorlukla yüklü. Yollarımız çiçeklerle değil, dikenlerle dolu. Ama bu dikenli
yol, doğru yoldur. Bu elimizde tuttuğumuz muhteşem bayraklar, zafer bayraklarıdır.
Biraz sebat, biraz fedakârlık, biraz yorgunluk, ardından zafer bizimdir, çünkü
Lenin’in rehberliğinde dünya devrimi belirli bir noktaya gelmiştir. Bizi nihai
hedefe Leninizm götürecektir.
Ruhullah Ahundof
Ocak 1927
Maarif
ve Medeniyet dergisi,
Sayı 1-2, s. 2-4
0 Yorum:
Yorum Gönder