“Düş görmemize izin vermezseniz, biz
de sizin uyumanıza izin vermeyiz” [Kahire]
Hamid Dabaşi, İslamî Kurtuluş Teolojisi isimli
çalışmasında ana önerme olarak şunu söyler: 11 Eylül ile birlikte, İslam ve
Batı ikiliği hükümsüz hâle gelmiştir, çünkü İslam’ın kendisini belirli bir
karşıtlıkla kurduğu “Batı” artık yoktur. Bunu kısmen Batı’nın Müslüman
coğrafyasına yerleşmesiyle, ana karargâhlar kurmasıyla ve verdiği ideolojik,
fikri mücadeleyle birlikte anlamak gerekmektedir.
Dabaşi’nin, Fanon’un çalışmasına atfen, Esmer Deri
Beyaz Maskeler olarak adlandırdığı diğer kitabında bir alıntıya yer
verilir. 2003’te ABD başkan yardımcılığı görevini ifa eden Dick Cheney, basına
Irak’ta birçok insanın kendilerini bir kurtarıcı olarak karşılayacağını söyler.
Buna ABD’de yaşayan bir Iraklı, şu cevabı verir: “Evet, herkes ABD’yi Irak’ta
şeker ve çiçeklerle karşılayacaktır.”
Batı, zehirli şekerleri, patlayan çiçekleri ile
gelmiştir. Bu Iraklının bilinci, bölgede on beş yıl içerisinde kökleşmiştir.
Emperyalizm, nesnel olgu olarak, düşman derekesinden düşürülmüş, dünyaya
bakışın içine işlemiştir. Bu açıdan, Dabaşi’nin böylesi bir dönemde İslam’ın
kendisini Batı’ya göre kurmaması gerektiğini söylemesinde hem olumlu hem
olumsuz bir yan vardır.
* * *
Marx’a göre Feuerbach gibi isimlerin teizm karşıtlığı,
ideolojiktir. Bu isimler, tanrı ve insan arasında bir tercihte bulunurlar. Oysa
Marx’ın asıl itiraz ettiği, bu tercihin kendisidir. Ona göre, sosyalistin
dünyayı ve toplumsal ilişkileri “tanrının olup olmaması” sorusu üzerinden
görmemesi gerekir. Öznelleşmiş bir tanrı prizmasından bakmakla, gene aynı
ölçüde öznelleşmiş bir tanrı karşıtlığı prizmasından bakmak arasında bir fark
yoktur. Mesele, egemen ilişkilerin inşa ettiği “özne”yi sessiz çığlıkla
parçalamaktır.
Aynı işlem, “Batı ve İslam” karşıtlığı için de geçerlidir.
“Doğu da Batı da Allah’ındır” ayetine iman edenlerin kendilerini bir tür Batı
kurgusuna göre inşa etmeleri mümkün değildir. İslamî mücadelenin dünyevî ve
toplumsal ilişkilere dair bir boyutu güçlü olmak zorundadır. İnşa, yeryüzünde
sömürüye ve zulme dair her duruma ve olaya göre gerçekleşmelidir. İslam’ın bir
üstünlük mertebesi, ilerleme sürecinin en üst mevki değil, bir tür devrim ve
mevzi olarak okunması ve bu vasfıyla değerlendirilmesi gerekmektedir.
Batı’ya göre gerçekleştirilen inşa sürecinde ana eğilimlerden
biri, Sovyetler’in varlığı ile birlikte, Batı’daki liberal damara girmek
yönündedir. Ta İbn Teymiyye’den beri özel mülkiyet ve birey bağlamında
geliştirilmiş teoriler, güçlü bir yer tutmaktadır. Bu teorilerin saraylarla ve
bugünün şirket binalarıyla rabıtası kurulmalıdır. İslam’ın avamın kontrol
altına alınması, disipline edilmesi, sömürü-zulüm kalelerine nefer olarak
sürülmesinde bir tür araç olarak kullanılmasına izin verilmemelidir.
* * *
Marx’ın Feuerbach gibi solculara yönelik eleştirisi,
temelde burjuva ideolojisiyle alakalı bir eleştiridir. Bir yanıyla Marx, yaptığı
müdahaleyle, sadece özel insanlara kapalı olan bir mücadeleyi, herkese açmak
derdinde gibidir.
Aynı şekilde Batı’ya göre kurgulanmış bir İslam da
kendi özel insanlarına kapanmış bir ideolojiye dönüşecektir. Sonuçta tercihler
belirleyicidir ve tercihlerin kutsallaştırılması ile birlikte, o tercihlerin
sahipleri, hatta sahipliğin kendisi, kutsiyet kazanır.
Oysa tercihlerin ardındaki ihtiyaçlar ve zorunluluklar
belirleyicidir. Meselenin tercihe indirgenmesi, o tercihin sahibini özel bir
alana hapseder, çünkü onun sadece o alanda hayat bulması mümkündür. Tercihin
kutsallaşması ile birlikte mücadelenin ihtiyaçları ve zorunlulukları geri plana
atılır. Esasen kendisini Batı’ya göre kurmuş kişi, bir süre sonra o Batı’nın
çeşitli imkânlarından yararlanmayı da kendisine hak görmeye başlar. Bu
kutsiyet, özelleşme ve imkânlar, avamın dudaklarına çalınmış bir parmak bal
gibidir.
Bu açıdan, sosyal demokrat ve liberal düşüncenin
İslamî çevrelerde dil bulması, eleştirilmeyi beklemektedir. Sol hareketin
Müslüman çevrelerle kurduğu ilişki düzlemi, genelde bu çevrelerdir. Aslında bu
tür dinamikler, alttaki yoksul, ezilen kesimle ilişkilere mani olmak için
vardırlar. Onların kıyamı, bu tür yöntemlerle lâl ve topal bırakılmaktadır.
* * *
Batı’yı eleştirene, “o zaman niye cep telefonu
kullanıyorsun?” sorusunu soran, ya ahmaktır ya da belirli bir misyonun bilinçli
yürütücüsüdür. Temelde Batı’daki sömürü ve zulüm yöntemleri, masum görülen cep
telefonu kullanımı ile ilişkilendirilmektedir. O yöntemler hiç de masum
değildir. Batı’yı olumlu ve olumsuz görenler, o yöntemlerin, zaten Doğu’da
uygulamada olan yöntemlere uyarlanmasında önemli bir görevi icra ederler.
Mevcut sömürü ve zulüm yöntemleri içinde İslam’a ve
tarihine dair ne varsa reddedilmelidir. Aslında bu İslamîymiş gibi görünen
hususların devlete ait bir mitolojinin ve ilahiyatın uzanımı olduğunu söylemek
gerekir. O mitolojiye “İslam” diyerek saldıranlarla ona “İslam” diye
sarılanlar, aynı saftadırlar. Bugün, Kars’ta bulutun dağa düşen gölgesini
Atatürk’ün suretine benzetip her yıl ayinler düzenleyenlerin batıl inançtan,
gericilikten bahsetmeleri saçmalıktır. Mevcut hükümet koltuklarında oturan
isimleri İslam kimliği üzerinden eleştirenler, devletin yeni ve o oranda eski
mitolojisinin inşa sürecinin birer parçasıdırlar.
* * *
Batı’nın tarihi, özel insanların iktidarlarını avamla
paylaşma kavgasının tarihidir. Ekonomik, askerî, siyasî ve ticarî alanlarda
avamın çıplak gücüne muhtaç olan efendiler, bu paylaşımı kendi lehlerine olacak
bir içeriğe kavuşturmak için mücadele etmişlerdir. Daha önce değindiğimiz,
Feuerbachçı ateizmi ve Marx’ın eleştirilerini, bir yönüyle, bu mücadele
bağlamında okumak gerekmektedir.
Özel insanlar, tanrıya yakınlıklarını, güçlü
konumlarını, zaman-mekân dışı kurgularını, onları var eden imkânları terk etmek
niyetinde değildirler. Bu nedenle, avam içerisinde belirli insanları kendileri
gibi olduklarına ikna ederler. Havuç-sopa yöntemi her zaman işe yarar. Halkın
bir kısmı, özel olduğuna; bir kısmı da avam ve aşağılık olduğuna ebediyete dek
ikna edilmek zorundadır.
Sol hareket kadar İslamî hareket de bu özel olduğuna
ikna edilmiş olanların ceremesini çekmiştir. Bu özel oluş, başkalarına kapalı,
sadece özel bilgiye, birikime, imkânlara ve maddi araçlara sahip olanların
girebildikleri mason localarının kurulmasını beraberinde getirmiştir.
Bu localar için aslolan tercihlerdir. Bir eyleme gidip
gitmeme, bir örgütü seçip seçmeme, bir partiye oy atıp atmama gibi örneklerde
her zaman bu tercih meselesi kutsallaştırılır. Bu kutsallaştırma gayretinin
sebebi, siyasetin özel olana kapatılmasıdır. Efendiler, güçlerini avamla, ancak
avamın ruhunu (çoğunlukla bedenini) öldürerek paylaşabilirler. Bu, eşitsiz bir
ilişkidir, çünkü verilen pay, her zaman geri alınmak üzere verilir.
Çevre, ateizm, cinsiyet gibi konularda ortaya konulan
fikirlerde hep bir üstinsan konuşuyor gibidir. Herkes, aşağılık ve aşağıda
görülmekte, özel olduklarına ikna edilenler, kendi kabuklarına çekilmek için bu
teorileri bir bahane olarak kullanmaktadırlar. Birçok ateist, temelde mevcut
tanrı algısını fazla insanî ve fazla yavan buldukları için ateisttirler. Onda
bir tür baskıcı yan bulmalarının nedeni, kendilerinin tanrı olmalarını
istemeleridir.
Dolayısıyla, Batı dolayımıyla Batı üzerinden okunan
hayat, ister istemez Batı’nın istediği gibi bir hayat olacaktır. İslam ya da
Batı, burjuvazi veya işçi sınıfı arasında tercih yaptıklarını düşünüp
fikriyatını buradan kuranlar, o tercihlerin ardında duran, herkesi bağlayan,
zorunlulukları ve ihtiyaçları asla görmeyecektir.
* * *
Gâdir-î Hum olayı, İslam’ın mezhepsel düzleminde
önemli tartışma başlıklarından birisidir. Hz. Ali, Yemen seferinden dönüşte
kıymetli kumaşlar getirmiştir. Bazı sahabeler, kendilerine bu kumaşlardan özel
elbiseler dikmişlerdir. Hz. Ali, buna itiraz edip elbise diktirenleri
azarlamış, bu kişiler de Hz. Ali’yi Peygamber’e şikâyet etmişlerdir. İşte o kum
tepesinde Peygamber’in Hz. Ali’nin kolunu havaya kaldırıp, “ben kimin mevlası
isem, Ali de onun mevlasıdır. Ey Allahım, onu sevenleri sev, ona düşman
olanlara düşman ol” demesinin sebebi buradadır. Söz konusu tartışmada
Peygamber, Hz. Ali’nin safında olduğunu ortaya koymuştur.
Ama sonrasında bu mesele, yönetim ve siyaset üzerinden
okunmuştur. Esasında temel mesele, özel kumaşlardan kendisine özel elbise
diktirmededir. Gelgelelim İslam tarihi, “sadece Araplar, sadece Kureyş, sadece
muktedirler, sadece özel yetkilere sahip olanlar ya da sadece kendini tanrı
zannedenler Müslümandır, gerisi kâfirdir” sözlerine bağlı olarak yazılmış
gibidir. Bu şahsi mizanlar, asli Mizan’ı hükümsüz kılmıştır.
Onca sömürünün ve zulmün karşısında, tüm özel
elbiseleri yırtıp ortak şenlik ateşinde yakmanın vaktidir. Çünkü asıl mesele,
temel ölçüt “ezilenleri, mustazafları önder kılmaktır.”
Eren Balkır
4 Şubat 2018
0 Yorum:
Yorum Gönder