Bu açıdan İslam’la on
altıncı ve on yedinci yüzyılda Avrupa’nın Hristiyanlıkla mücadele ettiği gibi
mücadele edilmesi büyük bir hata olacaktır, zira İran’daki hissiyat ve dinî
kültür, din adı altında Ortaçağ’da mevcut olan hissiyat ve dinî kültürden
tümüyle farklıdır. Hristiyanlıkla İslam’ı kıyasladıktan sonra benzer sonuçlara
ulaşmak hatalıdır. Bir tarihçi veya bir felsefeci, tüm dinleri aynı şekilde
görebilir ama bir aydın bunu yapamaz. O, içinde yaşadığı toplumun mevcut türünü
tanımlamak, halkını anlamak ve tarihsel koşulları bilince çıkartmak zorundadır.
İslam dünyasında bir aydın, bugün Müslüman kitleler arasında mevcut olan dinî
hissiyatı, gerçek tarihsel ve kültürel din olarak görüp anlarsa ve tüm
felâketlerin kaynağı olarak gördüğü o hissiyatla mücadele ederse, büyük bir
hata yapmış olur. Buradan da söz konusu aydın, toplumunun on dokuzuncu yüzyıl
Almanya’sında mevcut olan sanayi toplumuna ait ideolojiyi kabul etmesini
isteyecek, böylelikle kendi toplumuna aykırı düşen bir rol oynayacaktır. Bu
türden bir “entelektüel”, kitleleri eğitimli sınıftan uzaklaştırıp korkutacak,
ardından da din karşıtı eğitimli grubu kurtarmak adına gerici, sapkın ve
sömürgeci güçlerin müşfik kollarına sığınacaktır. İslam toplumlarında
entelektüellerin kitlelere yabancılaşmalarının asıl sebebi budur. Kat’i surette
resmî ve kurallara riayet eden bir entelektüel, kitleler içerisinde kendisine
bir yer bulamaz ve onlarla iletişim kuramaz. Sanki bu kişiler, halkla müşterek
bir dile veya kültüre sahip değil gibidirler.
Ali Şeriati
0 Yorum:
Yorum Gönder