17 Mart 2016

,

Kibir


Kibir, havaya fırlatılan taşın bizzat kendisinin uçtuğunu zannetmesi, her şeye kadir olduğunu düşünmesidir. O, esasen, zulmün şiddetli seli akıp gittikten sonra yüksek evlerinde oturanların alçalması ve alçalma korkusudur.

Mazlumiyetin müstekbirleri de aynı yolun yolcusudur. Onların da “bizim gibi olamazsınız”dan başka bir laf çıkmaz ağızlarından. Ol müstekbirler, mazlumiyeti biricikleştirmek, tekilleştirmek, sadece kendi öznel varlığına indirgemek ve böylece istismar etmek zorundadırlar. Küçük burjuva, biricikliğini, özgüllüğünü, tekilliğini belertmek için mazlumiyete muhtaçtır. Her seferinde başkalarına “benden daha fazla zulüm gören yok, seninki de bir şey mi?” denilecektir. Bu tepeden bakış, acize, biçareye, yükselmek için yanıp tutuşana ilâç gibi gelecektir.

Misal, denilir ki “elma kokusu ile başlayan Halepçe yazıları Kürd’ün milli davasını silikleştirir.” Doğrudur, ama bir kadın gerilla vurulduğunda “kadınlara saldırılıyor, insana saldırılıyor” demekte de aynı sorun vardır. Biricik, özgül, tekil olan, genelleştirme, bütünleme, yavanlaştırma ile el ele gider. Küçülen, büyük görünmek zorundadır. Mazlumiyetin kibri, dev aynalarındaki görüntüye âşık olmaktır. Herkesin ve her şeyin kendi etrafında döndüğü yanılsaması ya da bu yöndeki murazdır.

Misal, denilir ki özgüllük bağlamında: “İslam çöl dini, biz Kürdler dağlıyız, o nedenle bizim dinimiz Zerdüştlüktür”. Doğrudur, dağ yukarıda olduğu için bu cümle sarf edilir zaten. Lafı edenin Avrupa’nın düz şehirlerinde yaşadıkları, dağlarda yaşamayı göze alamadıkları açıktır. Olağan, doğal hâliyle dağ yetmemeye başlar. Ona ideolojik anlamlar yüklenmeli, başkalarına üstünlük taslamak için istismar edilmelidir. Mazlumiyetin müstekbirleri, tarağın dişleri gibi eşitlenmeyi vazeden bir dini değil, saray dini olarak Zerdüştlüğü tercih edecektir. Ona başkası tabii ki yakışmaz.

Misal, denilir ki Kızılay saldırısından sonra: “Türklere onca barış çağrısı yapıldı, hiçbiri gitmedi, onlar da zulmün parçası, işte biz de böyle, kalplerine girip bu eylemi yaparız.” Doğrudur, ölenler arasında HDP’li olanlar da vardır. O çağrıları yapan, eylemleri örgütleyemeyen, siyasetsiz kalan HDP’nin zerre suçu günahı yoktur. Ol kibir üç gün sonra “bu Türklerle bu iş olmazdı zaten” diyecektir. Yıllardır “Türklere değil, devlete karşı mücadele veriyoruz” diyen hareket hedef tahtasına Türkleri koymuşsa, o Türk’ün mücadelesini küçük, ezilecek böcek gibi gördüğü içindir. O, artık Türk’ün mücadelesi küçülsün, böcekleşsin diye var olduğunu iyi bilmektedir. Oysa Gezi zamanı Kürd’ü küçük görenlere tepki göstermek gerektiyse, bugün de Türk’ü ve Gezi’yi küçük gören, ezen güce eleştiri yöneltmek gerekir. Her şey davanın ortaklaşması, ortaklığın dava olması içindir.

Hep aynı laf dizilmektedir dilde: “Bizim gibi zulüm gören yok!” O nedenle Afrikalı-Amerikalılara, Afrikalılara, Filistinlilere, Yemenlilere, Suriyeli göçmenlere dönüp bakılmaz bile. Bakmamak için edilir o laf. Mazlumiyetin müstekbirlerinde efendilerle gizli, örtük bir anlaşma var gibidir. Charlie Hebdo’da bulunan mazlumiyet, zalim Türk halkında yoktur. Kürd’ün evladı Aylan bebek ile dalga geçen karikatüre sahip çıkılır ama Türk diye kodlanmışın feryadı, kıymetsizdir.

Mazlum, zulmün şiddetini iliklerinde, dişlerinde, kemiğinde, canında günbegün yaşar. Bu müstekbirlere ise yoldaşlarından çaldıkları paralarla diktikleri villalarda tvitler atıp o kibre ortak olarak rahatlamak düşer. Hep böyle olmuştur. “Bizler, savaşa zengin olmak için girmedik, savaşa kitleleri özgürleştirmek için girdik” diyen Zimbabveli Tichaona V. Nyamubaya[1] “beyazlara karşı savaşmadıklarını, ülküleri için savaştıklarını” söylemekte, mücadele sonucunda ihanete uğradıklarını ifade etmektedir. İhanetin ana motivasyonu, efendiler gibi olmak isteyen, mazlumiyetin müstekbirleri ile ilgilidir. Onlar, efendilerin hareket içerisindeki ajanları, dalga kıranlarıdır. Mazlumun şiddeti, o ajanların belini kıracak düzeye asla yükselmemelidir. Hendek başında yalnız bırakılan gencin öfkesi, yatıştırılmalıdır.

Ol müstekbirlik, Hz. Ali’nin yüzüne tüküren düşmanına karşı tavrını tanımaz. Her şeyi ve herkesi kendi etrafında döndürmek ister. Doğuda savaş varsa batıda da olmalıdır. Batıdaki sınıflar mücadelesinin, gerilimlerin, çelişkilerin bir hükmü yoktur. Hindistan başkanı Modi, üniversiteleri düzlemek ister, burada bunun için zemin zaten hazırdır.

Zira saray dini olarak Emevî resmi devlet dinine bağlı kesimin karşısına, bir saray dini olarak Zerdüştlük çıkartılır. İki saray dininin çarpışmasında olan, on dört yaşındaki kâğıt toplayıcısına olur. O gencin ekmeğine yönelik saldırı, başka bir biçim alır. Ekmek teknesine o bir zamanlar küfredilen Konyalılar sahip çıkar. Saraylarda üretilen müstekbir siyaset, mazlumun-sömürülenin devrimci politikasını ezmek içindir.

O sebeple ol müstekbirler, bizi olaylara “soğuk, taş gibi bakmamızı” söylemektedirler. Zira “bombayla gelen bombayla gidecektir”. Zaten eylem, aslında özel harekâtçılara yapılmıştır. Doğrudur, barış eylemlerine gitmeyen herkes özel harekâtçıdır. Esasen çok sayıda polis ölmüştür, ama devlet bu gerçeği gizlemektedir. “KCK uzmanı” Hüseyin Ali’ye göre[2], “eylemi HBDH yapmıştır.” Bu başarı onun hanesine yazılmalıdır. Ayrışan, dövüşerek geri çekilen ya da başka bir düzeye geçen, herkesi ayırmakta, geri çekmekte, başka bir düzeye itmektedir. Cümlemiz, “alçak faşist Türk devletinin safında kalıp kalmamak” tercihiyle yüz yüzeyiz. Ya Türk’üz ya Kürd’üz. Ya bu kibre teslim olacağız, müstekbir olmanın keyfini çıkartacağız ya da sefil, aşağılık, zavallı gerçeğimizde debelenip duracağız. Ya gelen devrime katılacağız, ya da giden devrimin arkasından el sallayacağız.

Bu nedenle, Erdoğan da devletin sahiplerine “bensiz olmaz, bana muhtaçsınız” çırpınışındadır. Erdoğan’ın asabını bozalım derken, devletin asabiyeti güçlenmektedir. Buna da “devrim” demektedirler. Nâzım’a atfen, “anlamak sevgilim, o bir müthiş bahtiyarlık/anlamak gideni ve gelmekte olanı.” Mutsuzluğumuz bu hâlimizle ilgilidir.

Lenin, Şubat devriminden rahatsızdır, Ekim, o rahatsızlığın ürünüdür. Ol müstekbirler “devrim” yapsalar bile karşılarında gene bir Lenin bulacaklardır.

Eren Balkır
17 Mart 2016

Dipnotlar:
[1] Bernard Nicholas, “PR Kahramanlarına Karşı Halkların Kahramanları”, 13 Temmuz 2015, İştirakî.

[2] “Hedef Çevik Kuvvetti”, 15 Mart 2016, Siyasi Haber.

0 Yorum: