Tespit kronolojik bir sıraya göre yapılıyor.
Sonraki olayı önceki bir olayla ilişkilendiriyoruz. Öznel varlığımızı devletle
aşık atan bir yapı olarak tasavvur ediyoruz. Misal, ajitatif manada,
bildirilerimizde her şeyi polise indirgeyip, polisi aşağılayan, küçümseyen bir
dil kullanıyoruz. Demek ki öznelliğimiz, devrimci şiddetimiz polisin muadili,
karşıt varlığı. Öznellik polisle kurulunca muktedir olacağımızı zannediyoruz.
Bu, bizi nedenselliği anlama konusunda bir açmaza
sürüklüyor. Kendi öznelliğimize yüce anlamlar yüklüyoruz. İleride olacak
olaylarda pay sahibi olmak istiyoruz. Konum almaya çalışıyoruz. Başkalarının
gözünde anlam ve değere kavuşmak derdindeyiz. O başkasına da soyut manada
“halk” diyoruz. O başkaları güç sahip oldukları sürece halkı da onlar kuruyor.
Sonra da halka küsüyoruz.
Halk, Mahir’in vurgusuyla, “kurtuluşu sosyalizmde
olan kitleler” değil miydi? Demek ki bir ara Mahir’in çıkardığı derginin büro
şefliğini alınca Mahirci olunmuyor. Mesele Mahir’in açtığı kapıdan girmekte.
Yani mesele halk ise, onun “yap” dediğini yapmaksa, örgütte bir kadın taciz
edildiğinde, o halk “örgütü kapatın” demiş olabilir. Ama kimse o örgütü
kapatmadı, aksine taciz meselesi yüzünden örgütten ayrılan kadın şef “halk
zaten hesap sormuyor” rahatlığı ile bir açıklama yapıyordu o günlerde. Demek ki
herkesin dilindeki cümlede özne niyetine kullanılan “halk” “ben denilen zamirin
ikamesi.
O bombaları halk koyun demiş olabilir mi mesela?
İlliyeti, nedenselliği yanlış anlıyor olabilir
miyiz? Sosyolojik, iktisadi, psikolojik, askeri araçları, dizginleri elinde
tutan bir devletle teorik manada eşitlenince belirli şeylere neden
olunabileceği düşünülüyor olmalı. Ama ya devlet 2001 krizini önceden görüp bunun
tahkimatını yapmak için hapishanelere saldırmışsa? O “ben halkta örgütlenmişim,
bu örgütlülüğün çözülmesine, düşman güçlerin kontrolüne girmesine izin vermemem
gerek” demiş olabilir mi? O gün tutsaklar dışarıdakilere “bize değil size
saldırıyorlar” diyorlardı. O sesi duyan var mı?
Bugün “özgürlük rüzgârı” olanlar, o gün ÖDP
binasına sığınmış tutsak analarını kollarından tuttuğu gibi bürolarından
atıyorlardı. Çünkü o analar rakip örgütün mensubuydu, kıymetsizdi. Devlet de
tahkimat momentinde soldaki bu mülkiyet-rekabet çatlaklarından istifade etmiyor
mu zaten? Özgürlük dediğimiz, nedir? Sorumsuzluk mu?
O rekabette çetecilik işe yarar mı peki?
Bugünlerde “yerel Che” olarak takdim edilen bir isim, örgüt bürosunun
karşısındaki inşaatta çalışan işçiye yoldaşlarını toplayıp saldırabiliyor. Buna
“devrimcilik” deniliyor. İslam’a “faşist” deyip şimdi de “halkın dini
değerlerine laf etmeyiz” yoluna giriliyor. Rakip örgüt de bilimsel eğitim
verildiğini iddia ettikleri üniversiteleri gericilerden temizleme harekâtına
girişiyor ama bu, kantinde bir AKP’liyi sözle uyarı düzeyine doğru geriliyor.
2001 krizinde bu tahkimata meyletmiş bir devlet
sizce boş mu duruyor? Bugün de yaşananlar böylesi bir tahkimatın parçası
olabilir mi? Bugüne dek “AKP devlettir” deyip milleti kandırdıktan sonra, “AKP
çapsızdır, o devlet mevlet yönetemez” diyenler özünde “ah şu devleti ben
yönetecektim ki!” lafından öte bir şey söylemiyorlar. O “halk” dediğiniz şey de
bu türden laflara maalesef kanmıyor.
Yani eşme ruhuna ne oldu? HDP’de milletvekilliği
yapan isimlerin bugün Sur’un kamulaştırılmasına şaşırmasına şaşırmak gerekmiyor
mu? Cizre-Sur hattının centrifikasyon, tokileştirilme planı iki yıldır hazır,
masada. Neyi kimden gizliyorsunuz?
Halk dediğiniz devlet içre, onunla kuruluyor.
Bugün laik-kemalist ordunun “ihtiyat kuvvet”i olmak bir anlam ifade etmiyor.
Mahir’i tersyüz edenler, bir devrimci ocakla düşünüp hareket eden Mahir’in o
ocağa ram edeceği ordu içi dinamikleri görerek tespit ettiği “ihtiyat kuvvet”
vurgusunu da altüst ediyorlar, kendileri birer ihtiyat kuvvete dönüşüyorlar.
Tüm bunlar, o yüce halk için mi yoksa ulvi-kutsal öznelliğiniz için mi? Yerin
yedi kat dibinde kömür tozuna boğulan, yirminci kattan aşağı düşen işçiler,
bodrum katlarında kurşuna dizilen Kürdler, candamarı kesilen köylüler, emeği
çalınan üniversite emekçileri, misal bir vitrin olmaklığı dışında, Gezi’nin
kendisi, gerçekten umurunuzda mı? Şu
mülkiyet ve rekabet dünyanız dışında herhangi bir şeyin anlamı var mı?
Mahir bir iki fukara
gencin özdeşlik kuracağı masal kahramanı değil, devrimin hakikatine açılan
kapı. O kapıdan girmeye cüret etmeyenler, işine geldiği yerde o masalı ve
kahramanları istismar etmekte, işine geldiği yerde de “gerici” görüp kapı
dışarı etmektedir. Örgüt kapılarından içeri girenlerin niceliğinden başka bir
şeyi önemli değil. O halk o kapıdan o yüzden girmiyor. Siz kapılara turnike
koysanız da, özel davetiye ile çağırsanız da olmayınca olmuyor.
Eren Balkır
27 Mart 2016
0 Yorum:
Yorum Gönder