Kızılay saldırısının Halkların Birleşik Devrim
Hareketi’nin kuruluşunun ilânından iki gün sonra gerçekleşmesi ise başka bir
tuhaflık. Artık o bildiride imzası bulunan her bir örgütün eline Kızılay’da
dökülen kan bulaşmış durumda. En azından devlet bunun için uğraşıyor, uğraşacak.
Kısa yoldan devrim yapma hevesi kursakta kalacak. Belki de o örgütlerin
şeflerinin bildiği gerçeği aşar, devrim olur, cümlemiz kurtuluşa ereriz.
Ama SoL sitesi hemen bu yönde çalışmalara başlamış
bile.[2] Kızılay saldırısını HBDH’nin hanesine yazıyor. Zannediyor ki topladığı
kâğıtları satıp yirmi lirası ile karnını doyurmaya giden on dört yaşındaki genç
yanlışı görüp kendi saflarına katılacak.
Kısa yoldan devrim hesapları başka bir mecrada da
ilerliyor. El çırpıp “kahrolsun faşizm” diye tempo tutarak devrim olmayacağı
gibi, hasımlarının düştüğü hata karşısında el çırpıp göbek atarak da devrim
olmuyor. Devrim ve iktidar imkânlarını kendi dışımızda, başka yerlerde aramak
gerekiyor.
Göbek atanlar hemen öne Hüseyin Aygün’ü
sürüyorlar. Sınıfsal ayrımlar Aygün şahsında silikleşiyor. Onlar AKP’nin “IŞİD
de PKK de bir” propagandasına eklemleniyor. Güvenlik uzmanlığı kılıfı altındaki
istihbarat elemanları PKK’nin sahada IŞİD’den çok şey öğrendiğini söylüyor.
Benzerlik varsa, yıkım sürecine örgütlenmede aranabilir ki yıkıcı bir yapının
bu tarz bir yönelimi doğal. Ama Aygün gibiler Kürt ve Müslüman düşmanlığı ile
birilerinin kendilerini çağırmalarını bekliyor. Fukaranın mezara girmesinin
hiçbir önemi yok. Ne kortejde, ne partide, ne siyasette ne de ideolojide…
Asıl mesele devletin “teröristler”i önceden
bulamamasından, saldırıyı önleyememesinden şikâyet edenlerin solcu olması. O
solcular demek ki güvenlikçi, despotik, her şeyi ve herkesi kontrol eden bir
üst yapıyı çağırmaktadırlar. Erdoğan’ın konserin iptalinden rahatsızlık
duyması, bir tür rahatlığa işaret etmektedir. Böylesi solcular bulmuşken, o
konseri rahatça izlemek istemektedir. Bugün “Tayyip’in etrafındaki halka
daralıyor”, “ABD üzerini çizdi”, “darbe kokusu alıyorum” gibi laflar doğrudan
Tayyip’e yarıyor.
El çırpıp “kahrolsun faşizm” diye bağıranlarda da
benzer bir rahatlık var. Halktaki rahatsızlık üzerine kurulu devrim ve iktidar
hesapları çatlaklardan beslenmektedir. Çatlak devrim ve iktidar arasındadır.
Erdoğan “iktidar”; PKK ve dostları “devrim” peşindedir. Oysa, Lenin’e atıfla,
“her devrim bir iktidar meselesidir.” Onlar ise milleti eğitmekten bahsetmekte,
milletten öğrenmeyi hor görmekte, batıya “halk” iktidarı, doğuya ise
“demokratik özyönetimler” vaat etmektedir. Devrim ve iktidar arasındaki çatlak
Kürt ile Türk arasındaki çatlakla alakalıdır. Bu birlik batıdan ayrışma
pahasına bir birliktir. Doğalında tasfiye içredir. Kendileri level atlamış, ele
silâh alıp fildişi kuleye yerleşmiştir, zavallı, cahil, sürü halk da kurtulmak
istiyorsa onlara benzeyip o level’a gelebilmelidir. Dedikleri budur.
Kızılay’daki bomba hem park içindeki polisleri hedef alıp halkı vurmuş hem de
Erdoğan’a yönelip ona karşı muhalefeti örgütleme imkânı bulunan dinamikleri
ezmiştir. Masabaşındaki küçük burjuva devrim hesaplamalarının hakikatin
duvarına çarptığı yer burasıdır. Hakikatin içinde olarak, onu kuşanarak, ilmek
ilmek örülecek mücadele bir başka bahara kalmıştır. Gelen ise, artık bildiğimiz
“Arap Baharı’dır.
Son yirmi yılını Lenin’i gerisine ve ötesine doğru
aşmaya çalışmakla geçirenlerin devrim ve iktidar arasındaki çatlağı fark
etmemeleri doğaldır. Lenin bir şey daha söyler: “Devrim yapılmaz, olur.” Bu
manada devrim’cilerin masabaşı hesapları, tuttuğu alkışlı tempo ile Erdoğan’ın
Ferhat Göçer konseri yan yanadır. Rojava devrim karargâhı değilse hiçbir
şeydir.
Ferhat Göçer bir simgedir. O karargâh da aynı
modern, ileri ve burjuva olana meylettiği ölçüde, kapalı kapılar ardında dönen
bir dünyaya hizmet eden, benzer hesaplara gömülecektir. Silâhın ve şiddetin bir
masadaki koz olarak görülmesi yanlıştır. Cemil Bayık, “AKP ve Erdoğan’ı
yıkacağız” demektedir.[3] “Yerine Abdullah Gül mü gelecek?” sorusu meşrudur.
Gezi’den beri tüm liberaller, “son iki yıl kötü, öncesi iyiydi, bu Erdoğan
nobran, kaba, ondan kurtulalım” demektedirler. Bu noktada Erdoğan üzerinden
örgütlenen devlete laf etmek gerekir.
Bu ülke sınıf
mücadelesinin mescidleri bile kestiği yerdir. Mısır’daki darbe hükümetinin
adalet bakanı, “Peygamber yasalara uymasaydı, onu hapse atardım”
diyebilmektedir.[4] Türkiye’de benzer bir darbe, odun kömürü yapımında
kullanılan ateş gibi, içten içe gerçekleşmiştir. Mescidlerin bölünmesi bunun
alametidir. Peygamber, iki mescid bu tarz bir ayrıma maruz kaldığı, özel
insanların konforlu mekânı hâline geldiği için o mescidleri yıkmıştır. Adalet
bakanının kastettiği “yasadışılık” budur. Demek ki bugün kendi konserimizde
kendimize alkış tutacağımıza, on dört yaşındaki kâğıt toplayıcısının yüreği,
Peygamber’in öfkesiyle hareket etmek farzdır.
Eren Balkır
15 Mart 2016
Dipnotlar
[1] “Erdoğan: Ferhat Göçer’i Dinleyecektik”, 14
Mart 2016, Sol.
[2] “PKK Saldırıyı Sahiplendi mi?”, 15 Mart 2016, Sol.
[3] “Ölüm Kalım Mücadelesi Veriyoruz”, 15 Mart
2016, T24.
[4] “Peygamber Yasalara Uymasaydı”, 15 Mart 2016, T24.
0 Yorum:
Yorum Gönder