20 Mart 2016

, , ,

Apo’litizm


Silâhçı liberalizm, devrimciliği imkânsızlaştırmaya, onu özel insanlara has, özel bir pratiğe kapatmaya ve giderek ölmek-öldürmek meselesine daraltmaya mecburdur. O, sadece sonuca bakar ki zaten illiyetin, akışın ve gidişatın zerre önemi yoktur. Sonuçta ölünmekte, öldürülmektedir. Her şey o sonuca indirgenmelidir. Öncesinde rahatlık ve oportünizm için bu yaklaşım zorunludur.
Siyaset alanını tayin eden, burjuvazidir. Burjuvazi, oraya kendisinden başka kolektif bir unsurun girişine imkân vermez. Liberalizm, ideolojik salgı olarak bu noktada devreye girer. O alana girmek ve onu parçalamak isteyen kolektif irade, liberalizm şahsında şahıslara bölünür, un ufak edilir. Liberalizm, siyasetin bireyden ve kendi’den yola çıkarak kurulmasıdır. Kolektif kitlelerin tehlikesiz sulara çekilmesidir.
Buradan şu söylenebilir: bodrum katında çene kemiği bulunan Kürd çocuğun, Taybet Ana’nın, Gever’in intikamı, o kolektifle, o kolektif dâhilinde ve ona ait olunarak alınır. “Öcalan” isimli bireyle dolayımsız ilişki kurup o Kürd’ün Öcalan’ın siyasetini gözetmesi gerektiğini söylemek, liberalizmdir. Bu liberalizme göre Öcalan, batının, Türk’ün demokrasi mücadelesini üstlenmiştir, o hâlde intikam alınacaksa bu gerçek görülmelidir. Oysa aynı liberalizme göre Öcalan, geçmişte “kendisini peygamber sanan bir şizofrendir.” Peki neden bugün Apo’cu olunmuştur?
Burada Apoculukla Apo’culuğu ayırmak gerekir. İkincisi, Türk solunun liberal salvoları ile alakalıdır. Bunlar, işlerine geldiği yerde Lenin’ci olurlar, burasını Rusya zannederler, işlerine geldiğinde de “burası Rusya mı?” derler. Başka bir salvo da aynı metinde “Kürd hareketi milli kurtuluş hareketi olduğu için büyümüştür” deyip biraz aşağıda “PKK’yi milli kurtuluş hareketine indirgememek gerekir” tespitini yapmakla ilgilidir. Gün gelir, “bana ne Kürdlerden” denilir, gün gelir “devrimi de komünizmi de Kürdler getirecek.”
Bunlar, burjuva siyasetine giriş bileti için atılan adımlardır. Örgüt, kolektif, hareket tekil bireylere doğru kapanmıştır ve o bireyler, burjuva siyasetine çeşitli kanallardan girmeye çalışmaktadırlar. Bugün Apo’culuğun moda olmasının sebebi, bu bireylerin batıda hiçbir şey yapamamaları, özellikle Gezi’yi tüketmeleri, yanlış ve uygunsuz hamleleri sebebiyle fukarayla muhabbet ve münasebet kurulamamasıdır. Demokrasi mücadelesinin Apo’ya, devrim mücadelesinin Kandil’e havale edilmesi, tek çözümdür. Artık apolitizmin serin sularında yaşamak, gündelik hayatını idame ettirmek, entelektüel kibri yaldızlamak, ara sıra adrenalin için politikayla ilgilenirmiş gibi görünmek, meşrudur. Kitlelerin politikleşmesi bu bireylerde imkânsızlaştırılmakta, boşa düşürülmektedir. Özel birey(ler)in gösterisini izlemek yeterli gelmektedir.
“Her şey politiktir” diyen, apolitiktir. Küçük burjuva birey, kişisel macerasını kesen, gündelik hayatını bölen, fikrini ve eylemini rahatsız eden hiçbir şey istememektedir. Tersten bu bireyler, Tayyip Erdoğan’da kendilerini gördükleri için haset ve kin içerisindedirler, bu yüzden her şeyi ona indirgemektedirler. Devlet de burjuvazi de bunu istemektedir. Çaplar, bu sebeple ölçülüp kıyaslanmaktadır.
Burjuva siyaseti alanına girmek, kullanışlılık gerektirir. ABD’de, NATO’da, AB’de “kontrollü kaos” doktrini üzerine kurulu talimnameler kaleme alınmaktadır. Artık mevcut dönemde iktidarlar kamu güvenliğine abanmak durumundadırlar. Devlet, tenceredeki suya kurbağaları atma derdindedir.
Kullanışlılık, bireyselliğinin anlamsızlaştığını düşünen için can alıcı bir husustur. Bir an önce madde, bir an önce anlamlı bir birey olmak için yanıp tutuşanlar, her el edenin yanına koşacaklardır. Bu sayede bir şeyler yapılıyormuş hissi verilecek, zevahir kurtarılacak, sonra da “ne yapalım olmadı” denilecektir. Ama burada tek kural, her zaman uyulmuş olan ilke, “halka hesap vermemektir.”
Sonuçta nesnelliğimiz, Survivor’dır. Hayatta kalmaktır. Yaşamak çok uzaktır. Bugün kimi solcuların da o yarışmadaki yarışmacılardan bir farkı yoktur. O nedenle rakip örgüt, eylemlerinde sivil öldürmedi diye “kısır” bulunmaktadır. Kanda ve rekabette bereket vardır. Bu koşullarda hesap sormamak, hesap vermemek olağandır.
Eylemin hesabını soranlar, yanlış bulup lanetleyenler, devlet katında bakmaktadırlar. Devletin safındadırlar. Nereden bakıldığı önemlidir. Anın fotoğrafını çekip analizler savuranla, sürekliliğin içinde belirli bir duruma müdahil olanlar arasında bir fark olmalıdır. İlk taraftakiler kendilerine yakışana bakmaktadırlar, ikinci taraftakilerse kolektif kavganın seyrine odaklanırlar.
İşine geldiği yerde “Kürdistan”, işine geldiği yerde “Türkiye” diyenlerin öznelliklerini yaldızlarken görmedikleri şudur: maddî değil, (kul olma sorumluluğundan azade bir Tanrı ikamesi olarak) Madde olayım derken, bu özneler diyalektiği öldürmektedirler. Diyalektik için arada belirli bir mesafe şarttır. Böylesi bir öznellik, küçük burjuva bireyin “Kürd” donundaki hâli olan alttaki tvitin sahibiyle ortaklaşacak, emperyalizme ve siyonizme karşı mücadelenin gereklerinden kaçacaktır. Apo’litizm, bunun için de iyi bir fırsattır. Artık o kadar özneden konuşulmaktadır ki nesnel, maddî analiz-değerlendirme sapmaymış gibi karşılanmaktadır. Bazıları, yemek yerken kendisine bakılmasından hoşlanmazlar. Sonuçta kimse utandığı bir şey yapmamalıdır.
Oysa devlette solu, solda devleti görmek gerekir. Ahlak, vicdan gibi rahat insanların rahat kalma yöntemlerine sarılmadan, mücadelenin diyalektiği içerisinde maddîliği müşterek kavgada aramak zorunludur. Devletin ve burjuvazinin seyrini öznel çıkar zemini dışında görebildiğimiz bir yer de olabilmelidir. Halka kendimizi acındırarak gidilmez, kendimizi her şeyin üzerinde duran, her şeye kadir bir sahte tanrı olarak da. Teorimizi ve eylemimizi burjuva siyaseti gibi sadece özel bireylere açamayız. Onu soyut bir halk, işçi ya da ezilen değil, somut maddî kitlelerle tanımlı kılmamız şarttır.
Eren Balkır
19 Mart 2016

0 Yorum: