06 Mart 2016

, ,

Nerede?


Mısır’da Tahrir öncesi işçi eylemlerinin fitilini tekstil işçileri tutuşturmuş. O eylemlerde kadınların belirli bir ağırlığı var. İlk eylemlerde kadınların ağzından dökülen öncelikli slogansa “Erkekler nerede?”

Haziran 2010’da İskenderiye’de bir kafede öldürülen Halid Said isimli genç ve daha birçok olay üzerinden 25 Ocak’ta eylem çağrısı yapılır. O gün ulusal polis günüdür. Gençler Tahrir Meydanı’na doluşurlar. Duvarlara yansıyan bir slogan şu şekildedir: “İşçiler nerede?”

Toplumsal-tarihsel dinamiklerin içinde yürüyen bir tefrik ve terkip vardır. Burada dikkatli olunması gereken husus, tefrikin devlet terkibine; terkibin burjuva tefrikine kurban edilmemesidir. Yani ayrıştırma işlemi önemlidir, ama bu işlem kitleleri devlete köle etmemelidir. Birleştirme işlemi önemlidir ama bu işlem kitleleri burjuvaziye kul etmemelidir. Bu açıdan, “nerede?” sorusu dışlayıcılık içerir, “nasıl?” sorusunu tümden dışlar. Mücadelenin bölerek ve birleştirerek ilerleyişinde sorunlu bir sapmadır.

* * *

“Kadınlar gününe erkekler gelmesin” vurgusunu burjuvazi ve devletle birlikte düşünmek zorunludur. Ana-bacı-yâr olmak istemeyen, tanrının yeryüzündeki gölgesi olmayı arzulayan birey-kadının nereye ve nereden seslendiğine bakmak gerekir. Kendi öznel kimliğimizin bütünlüğü neyin dolayımıdır, bu araştırılmalıdır. Mücadelenin diyalektiği açısından erkeksiz bir kavga kime hizmet eder, bu anlaşılmalıdır.

Benzer bir durum Alevîcilik için de geçerlidir. Menkıbeleri, tarihyazımı, mitolojisi ile Alevîlik, İttihatçılıktan Kemalizme miras kalmış bir kurgunun ürünüdür. Bu ayrımın geçmişte Selçuklu-Osmanlı iktidarına karşı ayaklanmış kitlelerin tasnif ve tefrik edilmesi ile alakası görülmelidir. Böylesi bir ayrım, Zülfikar kılıcını bilerek ya da bilmeyerek düşmanın eline teslim edecektir.

Esasen Alevîcilik, isyan etmiş Alevîliğin toprağa gömülme girişimidir. İttihatçıların ve Kemalistlerin başka bir Alevîliğe tahammül etmesi beklenemez. Tarihi oradan başlatanların o tarih öncesinde Alevîliğin ortaya koyduğu kavgayı istemedikleri açıktır. Onlar için Alevîlik de Sünnilik kadar gericidir.

* * *

Bugün AKP iktidarı üzerinden Sünniliğin terörize edilmesine, pejoratif bir düzleme hapsedilmesine, iğdiş edilmesine, iktidara zarar verecek yönlerinin törpülenmesine şahit olunmaktadır. Bu açıdan, AKP’nin Sünniliğin iktidarı olarak takdim edilmesinde İttihatçı-Kemalist iktidarın elini görmek gerekmektedir.

AKP, Abdülhamid-İttihatçılar-Kemalizm dizgesinin bir bileşenidir. Orada sakalları kesilen Alevî dedeleri ile deli muamelesi gören, tasfiye edilen Cemaleddin Efgani, yan yanadır.

Bugünkü Sünnilik kadar bugünkü Alevîlik de esasen altmış-yetmiş yıllık bir hikâyedir. Daha gerilere dönük referanslar, o referans noktalarının tasfiye edilmesi ile alakalıdır. Halkın kolektif muhayyilesindeki değerler somut, maddi çıkar ilişkilerine kurban edilmektedir. Oradaki akışın diyalektiği iktidar nezdinde öldürülmektedir. Bugün “Alevîyim” ya da “Sünniyim” demek, “devlete bağlıyım, onun açtığı alana razıyım” demektir.

Yüzlerce yıl Osmanlı’yı yönetmiş bir ailenin üyesi olan Fuat Köprülü’den Alevîliği öğrenenler, bugün “Alevîlik İslam dışıdır” demektedirler. Köprülü, tek bir dedenin elini sıkmadan, tek bir ocağı ziyaret etmeden, oturduğu iktidar koltuğuna uygun bir Alevîlik icat etmiştir. Bugün politik olarak bu Alevîliğin tehdit altında olduğunu söyleyenler, dolaylı olarak, onu icat eden devletin tehdit altında olduğunu söylemekte ve gene dolaylı olarak devlete hizmet etmektedirler. Alevîliğin kurtuluşu, kendi saçlarını tutup bataklıktan çıkması demek değildir. O kurtuluş, Sünni ile birlikte mümkündür.

Sünnilik ise tağuta boyun eğdirilmiş bir ideolojidir. Abdülhamid’den bugüne tüm Sünni gelenek, itiraz, muhalefet, başkaldırı ruhunu terke zorlanmıştır. Bangladeş’teki Nakşiler, “sosyalizmi kurmak için çalışacağım” diye yemin ederlerken, Ekim Devrimi sonrası Kafkas Nakşileri Çar’a karşı başkaldırırken, bizdeki Nakşilik, ancak devlete emir eri olabilmektedir. Burada İslam değil, kontrgerilla ve NATO talimnameleri belirleyicidir.

* * *

Terkip ve tefrik iç içedir. Ayrıştırıldığında tekfir solda ve sağda hüküm sürer. Şahsen üniversite yıllarında bir faşistten işittiğim, “sizin bu okulda varolmanızı bile istemiyoruz” cümlesini bugün solcular İTÜ gibi okullarda Müslümanlara bağırmaktadırlar. Bu tekfircilikten kurtulmak için hedefe devleti ve burjuvaziyi almak şarttır. Asıl tekfir edilmesi gereken onlardır. Neyin terkip, neyin tefrik edileceği bu tekfir ile görünür hâle gelir.

Kolektif, müşterek bir kavga vardır. Asıl, onun terkibine ve tefrikine bakmak elzemdir. Yani devletin ve burjuvazinin terkibine ve tefrikine dikkatle, ihtiyatla yaklaşılmalıdır. Kadını erkekten, Alevî’yi Sünni’den, Kürd’ü Türk’ten ayıran devletse buna karşı çıkılmalıdır; birleştiren burjuvazi ise o birleşme reddedilmelidir. Aslolan, kavganın birleştirmesi ve ayırmasıdır.

Bugün kadın hareketi, emekçi kadınların kavgasını toprağa gömmek için teşkil edilmektedir. Atölyelerde, evlerde, tezgâhlarda, sokaklarda sömürüye ve zulme maruz kalan kadınlar, soyut, zararsız bir mecraya mahkûm edilmektedirler. Bu konuda devlet ve burjuvazi el eledir. Kendi çıkarımız için burjuvazinin estirdiği rüzgârdan istifade edip devlete karşı güç kazanalım derken, o emekçi kadınlar kavganın müşterek mevzilerini kaybetmektedirler. Dolayısıyla, o kadına saldıran erkek, devletin esiridir. İspanya İç Savaşı’nda Fas’tan getirilen askerler gibidir. Bu açıdan, erkeğe düşmanlığı örgütleyenler, dolaylı olarak burjuva devletine hizmet etmektedirler.

Benzer bir durum Alevîlik için de geçerlidir. Alevîlik, devlet dışı, sivil bir toplum kuruluşu olarak algılanmakta, onun tarihsel kavgasının su misali kendi çatlağını bulmasına izin verilmemektedir. Önsel birer devlet veya burjuva patron gibi düşünenlerin Alevîliğe başka türlü yaklaşması mümkün değildir.

Eren Balkır
6 Mart 2016

0 Yorum: