Ey
insanlık, daha ne kadar susmayı düşünüyorsun? Ne kadar üç maymunu oynasan da
kaçışın yok, dokunmak istemediğin yılan, eninde sonunda sokacak seni (emeğini
sömürecek, kişisel haklarını çiğneyecek, bedenini kirletecek ve yaşam hakkını
elinden alacak), bu kaçınılmaz bir gerçeklik. Çünkü sessiz kaldığın her sürede,
ezenler zevk aldığın düşüncesiyle kirli emellerine son surat devam edecektir.
Kadın,
çocuk, doğa, hayvan ve emek katliamları, sistemin aşağılık adalet sistemiyle
durdurulamaz.
Tepki,
boyutları ve ölçüsüyle ses getirir. Kendi rezil kişiliklerini ve
korkaklıklarını aydın ve entelektüel kimlikleri altında gizleyen, sınıf
mücadelesinin içerisine sızmış burjuva özentisi emek düşmanları, yazılarında,
söylemlerinde tepkisel olarak kınamayı yeğliyor ve sistemin adaletinden medet
umuyor.
Söyler
misiniz, kınamayla hangi sorun giderilmiştir? Yahut sistemin adaleti,
sorunların gerçek sahiplerine dokunabilmiş midir?
Sistem
hepimize düşman. Önce düşmanımızı belirlemeyiz. Emek düşmanı kapitalistleri ve
onların işbirlikçi politikacıları, bariz düşmanlarımızdır. Yapılması gereken en
sert biçimde tepki göstermektir. Ulrike Mienhof der ki:
“Bir taş atarsanız, bu
cezalandırılması gereken bir eylemdir. Bin taş atılırsa, bu siyasi bir
eylemdir. Bir araba yakarsanız, bu cezalandırılması gereken bir eylemdir. Yüz
araba ateşe verilirse, bu siyasi bir eylemdir. Protesto, bana neyin yanlış
geldiğini söylememdir, direniş ise benim için yanlış olanın tekrarlanmamasını
sağlamamdır. Üzgün olmaktansa öfkeli olmayı yeğlerim.”
Ulrike
Meinhof ve yoldaşları, dönemlerinin sorunlarına tepkisiz kalmayan cesur
insanlardı.
Amaçları,
var olan sorunları daha çarpıcı biçimde ortaya çıkartmak ve buna karşı bir
şeyler yapmaktı.
Zaten
onlar da sistemi yıkamayacaklarının farkındaydı, amaç sarsmaktı ve başarılı da
oldular. Düşmana korkunun ne demek olduğunu gösterdiler ve gördük ki düşman
üzerinde kınama değil kurşunlar etkili oldu.
Kızıl
Tugaylar, İtalya’daki işadamları ve politikacıları hedef aldı. Yoksulluğun ve
gericiliğin sebebi onlardı çünkü, halkı yoksulluğa mahkûm ederek, onları suça
teşvik ediyorlardı. Kazancı hayallerine yetmeyen bir insan hangi yolu seçer,
sürekli sistem tarafından aşağılanan birey, nasıl sağlıklı hareket edebilir?
Psikolojik ve ruhsal bakımdan çöküntüye uğrayan bir insan, suça meyilli hâle
gelir.
Bundandır
ki Kızıl Tugaylar, işadamlarına ve politikacılara kurşun sıktı. Kınamadılar,
“üzgünüz” demediler sorunlara. Sonunda çoğu işadamı aileleriyle birlikte
İsviçre’ye ve başka ülkelere kaçmak zorunda kaldı.
Şehir
gerillası, zaferden uzaktır. Amacı, sadece halk yığınlarının öfkesini dışa
vurmak ve halk saflarını bütünleştirip korumaktır. Bir kadın mı katlediliyor,
bir çocuk vahşice öldürülüyor mu? Hemen karşılığı verilip, politik bir kişi
hedef alınmalıdır. Ne kadar işbirlikçi hedef alınırsa, o oranda sistem korkuya
kapılır ve iş büyümeden daha adil bir adalet mekanizması uygulamaya konulur.
İşçi
düşmanları için de geçerli bu tepki, belli kapitalist şahsiyetler hedef
alındığında, ezilen ve köleleştirilen, kendilerini yapayalnız hisseden
emekçiler üzerinde bir şok etkisi yaratır. Çünkü patronlar, emekçilerin gözünde
tanrı gibidirler. İstedikleri zaman işlerine son verip onları açlığa mahkûm
edebilirler ve zenginlikleri onları dokunmaz kılar. Ama bir kurşun ve devrilen
bir tanrının görüntüsü, emekçilerin gözündeki bu miti yıkar ve cesaret aşılar.
Düşmanla
aramızda şiddet, her zaman kaçınılmaz bir çözüm olagelmiştir. Öldürmek, çözüm
değildir elbet; çözüm, proleter bir devrimdir. Öldürmek, sadece intikam almak
ve düşmana kararlılığımızı göstermek için bir araçtır.
Ve
demeliyiz ki: “ne kadar canımız yanarsa, o ölçüde yakanlara misillemede
bulunacağız. Sizinle uğraşacak güce ve cesarete sahibiz. Belki biraz zaman
alacak ama sonunda hakkınızdan geleceğiz.”
Can Şahin
23
Temmuz 2020
0 Yorum:
Yorum Gönder