Manifesto: Jusqu’à la Victoire[*]
Politik olarak
Filistin’e gelmeyi, Mozambik, Kolombiya ya da Bengal’e gitmekten daha uygun
buluyoruz. Orta Doğu, Fransız ve İngiliz emperyalizmi tarafından Sykes-Picot Anlaşması’yla doğrudan
sömürgeleştirilmiştir. Bizler Fransız militanlarız. Filistin’e gelmemiz
yerindedir, zira buradaki durum karmaşık
ve tekildir. Hem çelişkiler daha keskindir hem de
durum Güneydoğu Asya’da olduğundan daha belirsizdir. En azından kuramsal
olarak böyledir bu.
Sinema aracılığıyla mücadelesini sürdüren biz sanatçıların
görevi, hâlâ kuramsal bir düzeydedir. Devrim yapmak için farklı düşünmek… hâlâ bu noktadayız. Asifa’nın sıktığı ilk kurşundan
onlarca yıl daha gerideyiz.[1]
Mao Zedung, “iyi
bir yoldaş, zorlukların olduğu ve çelişkilerin
keskinleştiği yerlere gitmeli” der. Filistin davası için
propaganda yapmaya evet. Görüntü ve ses ile. Sinema ve televizyon ile.
Propaganda yapmak, sorunları halının üstüne sermek demektir. Film, her yere
gidebilen bir uçan halıdır. Burada sihirli bir şey
yok. Bu siyasetin ta kendisidir. Çalışmalı
ve araştırmalı, bu çalışma ve araştırmaları
kayıt altına almalı ve sonuçları (kurgu) diğer
savaşçılara göstermeliyiz.
Fedailerin mücadelesini, Fransız fabrikalarında patronları tarafından sömürülen
Arap kardeşlerine göstermeliyiz. Fetih’in
kadın militanlarını, FBI tarafından kovalanan Kara Panter üyesi kızkardeşlerine göstermeliyiz. Filmi politikleştirmeliyiz. Gösterimi politikleştirmeliyiz. Dağıtımı
politikleştirmeliyiz. Bu, uzun ve zorlu
bir süreç. Somut sorunlara her gün çözüm bulmak gibi. Birlikte, mücadelelerinin
görüntü ve seslerini nasıl yaratacaklarını öğrenen
bir fedai, bir komutan ya da bir militan bulmalıyız. Onlara “sizin, Asifa’nın
ilk kurşunu sıkarken ki görüntünüzü filme
alacağım,” demeliyiz. Bir bütün
olarak anlam taşıması için, hangi görüntünün önce
geleceğini hangisinin onu takip edeceğini bilmeliyiz. Politik ve devrimci bir anlam
-bir başka deyişle, Filistin devrimine ve dünya devrimine
yardımcı olacak bir anlam. Bütün bunları gerçekleştirmek,
uzun ve zor bir süreç. Sinemayı bilmek gerekir… El Fetih’i, çeşitli bilgilerin El Fetih için ne anlama geldiğini ve El Fetih’in diğer örgütlerle olan karşıtlıklarını bilmek gerekir. Örneğin El Fetih, Amerikan emperyalizmine karşı savaşmaktadır.
Ama Amerikan emperyalizmi aynı zamanda New
York Times ve CBS demektir. Biz
ise, CBS’e karşı mücadele ediyoruz. Kendini
samimi bir şekilde solcu olarak gören birçok
gazeteci var ama bunlar CBS ya da New York Times’a karşı mücadele etmiyorlar. Burjuva basında bir köşe yazısı yayımlayarak El Fetih’e yardım
ettiklerini düşünüyor olabilirler. Ama savaşmıyorlar. Savaşan
ve çabalayansa El Fetih. Ölen, El Fetih’in savaşçıları.
Bunu görmemiz gerekiyor. Edebiyat ve sanat, iki cephede savaşmak. Politik cephe ve sanat cephesi: Şu anki durum budur ve bizler, bu iki cephedeki
çelişkileri çözmeyi öğrenmeliyiz. El Fetih’in yayımladığı gazetede hâlâ çok fazla sayıda lider resmi
varken savaşçıların resimleri çok az. Çelişkinin bulunduğu
yeri ve onu nasıl çözümleyeceğimizi ortaya koymalıyız. Bu
basitçe bir sanatsal mizanpaj meselesi değildir.
Bu, ideolojik alanda (basın) yer alan politik bir meseledir. Düşmanla, sadece silahla değil, fikirlerle de nasıl mücadele edeceğimizi öğrenmeliyiz.
Namluları yöneten partidir, tersi değil.[2]
Filistin mücadelesinin karmaşıklığı, (aynı Fransa’da olduğu gibi) burada Parti’yi inşa etmenin zorluğu
ile yakından ilişkilidir. El Fetih’in özgünlüğü, Süveyş
Kanalı’nın alınmasından bile önce kendisine Parti ya da Cephe demeyi
reddetmesidir. Bu bir Müslümana “fikirlerinizi terk etmeyin, sadece örgütünüzü
bırakın ve bizim saflarımıza katılın,” demektir. El Fetih’in Marksist laflar
etmesine gerek yoktur, zira onlar gerçekten devrimcilerdir. Fikirlerin süreç
boyunca değişime uğrayacağını biliyorlar. Tel-Aviv’e giden yol uzadıkça,
nihayetinde İsrail devletinin yıkımını
getirecek fikirler de o nispette değişecektir.
Politik Cephe ve Sanat Cephesi
Biz buraya öğrenmeye geldik. Eğer mümkünse öğrendiklerimizi
kayıt altına almalı ve kayıt altına aldıklarımızı hem burada hem de dünyanın
dört bir tarafında yaymalıyız. Neredeyse bir yıl önce Demokratik Cephe’yi[3] incelemek
için buraya geldik. Sonra bir diğerimiz
El Fetih’e gitti. Onların metinlerini ve programını okuduk. Fransız maoistleri olarak
bizler, El Fetih ile film çekmeye ve filmin adını Zafere Kadar koymaya kadar verdik. Filmde Filistinlilere “devrim”
sözcüğünü söylettik. Ama filmin
gerçek adı Filistin Kurtuluş
Hareketi’nde Düşünme ve Eylem
Yöntemleri idi.
Demokratik Cephe’deki yoldaşlarımızla yaptığımız konuşmaların Paris’teki militanlarla yaptığımız tartışmalardan
farkı yoktu. Orada hiçbir şey öğrenemedik.
Ne onlar öğrendi ne biz. Ama El Fetih’le
durum farklıydı. Bir önderle Filistin
devrimi hakkında yaratılması gereken görüntüyü ya da bu görüntüye eşlik edecek (ya da bu görüntü
ile tezat yaratacak) sesi tartışmak oldukça zor. Ama olumlu olan tam da bu zorluğun kendisi. Bu, kuram ile pratik arasında
kelimenin somut anlamıyla bir çelişki ortaya koyuyor: politik cephe ile sanat
cephesi arasında.
Amman’a vardığımızda bize, “ne görmek istiyorsunuz?” dendi.
“Her şeyi!” diye cevapladık. Eşballeri[4], militanların eğitimini, Güney’deki, Kuzey’deki ve Merkez’deki
üsleri gördük. Şehit okullarını gördük.
Komutanların eğitildiği okulları ve sağlık
merkezlerini gördük. “Peki, şimdi neyi filme çekmek
istiyorsunuz?” dediler. “Bilmiyoruz,” dedik. – “Nasıl bilmezsiniz?” – “Sizinle
biraz tartışmak, çalışmak istiyoruz. Sizin Kalaşnikoflar ve RGB’leri için çok fazla cephaneniz
yok. Bizim de çok görüntü ve sesimiz yok. Emperyalistler (Hollywood) onları
mahvetti, yok etti. Dolayısıyla onları boşa
harcayamayız. Onlar bizim ideolojik cephaneliğimiz.
Düşmanın fikirlerini yok etmek
için onları kullanmamız gerekiyor. Bu yüzden sizinle tartışmamız gerekiyor.” – “peki, kiminle konuşmak istersiniz?” “Ebu Hasan[5] ile.” Kim olduğunu bilmiyorduk ama onun, Fedain’in ilk sayısındaki yazılarından birini okumuştuk. Bizimle konuştu. Politik olarak. Mesela şöyle söyledi: “Halk ordusunun ileri teknoloji
radarları yok ama dürbün ve walkie-talkieli 10.000 çocuk militanı var.” İşte bu, devrimci bir imgedir. Diğer yandan Mısır Ordusu bir halk ordusu değildir. 10.000 çocuk militan yerine 10.000
Sovyet eğitmeni vardır.
Kulakları Sıyıran Kurşun
Ebu Hasan şunu da belirtti: “Asifa, ilk kurşununu köylülerin kulaklarının dibinde ateşlemeli ki onlar topraklarının kurtuluşunun sesini duyabilsinler. İşte bu devrimci bir ses. İşte bu, basitçe sözde “gerçek” olarak nitelenen
ama hiçbir anlama gelmeyen, söyleyecek hiçbir şeyi
olmadığı için hiçbir şey söylemeyen ya da bizim zaten bilmediğimiz hiçbir şey
söylemeyen imgeler yaratmak yerine imge ve ses arasındaki politik ilişkiyi kurucu bir tartışmadır. Zaten bildiğimiz bir şeyi
söylemenin ne faydası var ki? Hiçbir durumda bu, geçmişin içindeki yeniyi arayan bir devrime hizmet
etmez. Bu zaman alır. Bu uzun ve zorlu bir süreç. Filistin devrimine ait bir
filmin, bu devrimin karşılaştığı
zorluklarla karşılaşmaması mümkün müdür? Böyle bir film neden Amerikan
televizyonlarında gösterilsin ki? Yankee televizyon kanallarını El Fetih mi
kontrol ediyor? Hayır, El Fetih, Amman’daki sinemaları bile kontrol etmiyor.
Amman’ı kontrol ediyorlar ama her gece, karanlık sinemalarda, emperyalist yozlaşmışlık
kitleri körleştiriyor. Neyse ki haziran krizinin
ertesi sabahı Merkezi Komutanlık yeni bir gazete yayınlamak suretiyle gözlerini
tekrar açabildi.[6] Devrimci bilgi meselesi çok önemlidir. Biz, “bugün
Fransa’da sinema devrim için ikincil önemdedir,” diyoruz. Ama bu ikincil meseleyi
ana faaliyetimiz haline getirdik. Devrimin, bu ikincil ve birincil görevleri
arasındaki çelişkiye bir de burada, İsrail ile silahlı savaşın bulunduğu
yerden bakalım. Bir de Filistin devriminin diğer
ikincil görevleriyle sinema arasındaki çelişkilere
bakalım. Belli bir anda belli bir yerde ikincil görevlerin birincil görevlerin
içinde dönüştüğünü görelim. İşte bu, politik film yapma olgusunu politik
olarak ortaya koymak dediğimiz şeyin ta kendisidir. Mesele sadece Habeş, Arafat ya da Havatme ile söyleşi yapma meselesi değil.[7] Mesele “arslan yavruları”nın ateşin içinden geçerkenki olağanüstü görüntüleri değil. Mesele imgeler arasındaki ilişkiler, sesler arasındaki ilişkiler, Filistin devrimindeki, silahlı mücadele
ile politik çalışmalar arasındaki ilişkilere atıfta bulunan imgeler ve sesler…
Her imge ve her
ses, imgelerin ve seslerin her bir kombinasyonu, kuvvetler arasındaki ilişkilerin bir uğrağıdır. Bizim görevimiz bu kuvvetleri, ortak düşmanın kuvvetlerine karşı seferber etmektir: emperyalizmin
kuvvetlerine karşı – yani: Wall Street,
Pentagon, IBM, United Artists (Transamerica Corporation’ın eğlence dünyası) gibi. Örneğin El Fetih’in, Haziran krizi sürecinde bilgi
alanında yenildiğini düşünüyoruz. The
Times, Il Messagero, Le Monde ve Figaro’nun sesinin duyulduğu
kapitalist Avrupa ülkelerine göre mi?
Ürdün’ün tepkisinin ölümcül provokasyonlarına kitlelerin verdiği cevaba yer var mı peki? Hayır. Bu cevabın politik ve askeri bakımdan sürdürülmesinde
El Fetih’in oynadığı role yer var mı? Hayır. Bütün bu gazeteler ve Doğu Avrupa televizyon ve radyoları, Yaser Arafat aleyhine Corç Habeş’i biraz abartmadı mı? Bilginin devrimci
militanları olarak bizim görevimiz,
böyle operasyonların neden ve nasılını çözümlemektir. Emperyalizm, bir kez daha, sadece Filistin direnişinin tesis edilmiş birliğini
parçalamak zorunda değil, aynı zamanda İngiliz, İtalyan, Fransız vb. kitlelerin gözünde onu,
özgürlük savaşı duygusundan vazgeçirmek de zorundadır ve böylece de
bu kitlelerin içindeki, Vietnam direnişinde olduğu
gibi Filistin devriminde de çok değerli
bir maya görevi gören devrimci unsurlara bir
kez daha küfretme imkânı kazanır. Bugün, Ebu İyad
tarafından kaleme alınan El Fetih’le
diyalog halindeki bir metnin Fransızcaya çevrilmemesi berbat bir şey.[8] Bunlar belki de ufak yenilgilerdir ama bunların yenilgi olduğuna dair devrimci dürüstlüğümüzü, bunları
çözümlemek için seferber etmeliyiz: mücadele, başarısızlık,
yeniden mücadele, zafere kadar yeniden
başarısızlık. Çinli yoldaşlara göre halkın mantığı budur. El
Fetih önderliğinde ulusal kurtuluş mücadelesi veren Filistin halkının da mantığı budur. Bizim filmimiz de yani sizin
filmimizde, bizim göstermeye çalıştığımız budur. Bu film nerede gösterilecek? Bu mücadelenin somut durumuna bağlı. Film, Güney Lübnan’da bir köy yolunda gösterilebilir. İki
pencere arasında bir çarşaf gereriz ve filmi
yansıtırız. Ya da Berkeley
Üniversitesi öğrencilerine gösterilebilir.
Kurtuba ya da Lion’daki grevdeki işçilere gösterilebilir. Amílcar Cabral okulunda
gösterilebilir.[9] Bir başka deyişle bu film,
kitlelerin ileri unsurları önünde gösterilecektir. Neden? Çünkü film, mücadele
kuvvetlerini temsil etmektedir.
İmgeler Arasındaki İlişki
Mücadeleleri
sırasında bunların, kısa dönemde de uzun dönemde de, bu kuvvetlerin başka unsurları tarafından da kullanılabilmesi
mümkündür. Yani mücadeleleri için faydalı olacağı
sırada. Bir örnek: Bir fedainin nehri geçmesinin imgesini gösteriyoruz; bunu,
kamptaki mültecilere okuma öğreten bir kadın El Fetih militanı
imgesi; bunu da “arslan yavruları”nın eğitimi
imgesi takip etsin. Bu üç imge nedir? Bir bütündür. Hiçbirinin kendi başına bir değeri
yoktur. Belki duygusal ya da hissi bir fotoğrafik
değeri vardır. Ama politik bir değeri yoktur. Bu üç imgenin herhangi birinin
politik bir değer taşıması için diğer
ikisi ile ilişkili olması gerekir. Bu
durumda da önemli olan, bu imgelerin hangi sırada gösterildiğidir. Bu imgeler, genel politikanın parçaları
olduğundan, onları koyduğumuz sıra, politik hattı temsil eder. Biz El
Fetih’le aynı hattayız. Bu nedenle imgeleri şu
şekilde sıralıyoruz: 1)
Operasyondaki fedailer; 2) Okulda eğitim
veren kadın militan; 3) eğitim alan çocuklar. Bu da şu anlama gelir: 1) silahlı mücadele; 2)
politik çalışma; 3) uzatılmış halk savaşı.
Nihayetinde, üçüncü imge, diğer ikisinin sonucudur. Bu,
silahlı mücadele + politik çalışma = İsrail’e karşı
uzatılmış halk savaşı, demektir. Bu aynı zamanda, (kavgayı
tetikleyen) erkek ve (kendi devrimini inşa
ederken dönüşen) kadın, Filistin’i özgürleştiren çocuğu
hayata getiriyor, demektir: zafer neslini! Bir “arslan yavrusu”nu ya da bir
“çiçeği” gösterip, buna “zafer
nesli” demek yetmez. Nedenini ve nasılını da göstermek gerekir. Bir İsrailli çocuk aynı yolla gösterilemez.
Filistinli bir çocuğun imgesini yaratan
görüntülerle, bir Siyonist çocuğunun imgesini yaratan
görüntüler aynı olamaz. Üstelik imgelerden değil,
imgeler arasındaki ilişkilerden bahsetmemiz gerekir.
Hollywood’un Lübnanlı Dalkavukları
Bize, imgeleri
kendi başlarına ele almayı, bizi bir
imgenin gerçek olduğuna inandıran emperyalizm öğretti. Ortak akıl, bir imgenin, tam da o bir
imge olduğu için, hayalden başka bir şey
olmadığını bilir. Bir yansıma.
Aynadaki yansımanız gibi. Burada gerçek olan, öncelikle sizsinizdir; sonra da
sizin, bu hayali yansıma ile aranızdaki ilişki.[10]
Gerçek olan, bu kendinizin farklı yansımaları ve görüntüleri arasında kurduğunuz ilişkidir.
Örneğin kendinize “güzel olduğunuzu” ya da “yorgun göründüğünüzü” söylersiniz. Ama bunu söylemekle ne
yapmış olursunuz? Çeşitli yansımalar arasında basit bir ilişki kurmaktan başka
bir şey yapmış olmazsınız. Birinde “güzel” görünür, öbüründe
öyle olmazsınız. Karşılaştırır, ilişki
kurarsınız ve şu sonuca varırsınız: “Yorgun
görünüyorum.” Politik olarak film yapmak demek, bir meselenin politik olarak
çözülmesi için böyle ilişkileri politik olarak kurmak
demektir. Yani çalışma ve savaşma anlamında. Ve (aslında hayali olan) imgeler
dünyasına inanmamızı isteyen emperyalizm, tam da imgeler arasında gerçek (politik)
ilişkiler kurmamızı engellemeyi
hedefler. “Arslan yavruları”nın eğitimi
ile nehri geçen fedailerin imgeleri arasında gerçek (politik) ilişki kurmamızı istemez. Tek devrimci gerçeklik,
ilişkinin bu (politik) gerçekliğidir. Politiktir çünkü iktidar meselesini ortaya
atar; tarif ettiğimiz böyle bir imge zinciri
bize, iktidarın namluların ucunda olduğunu
ifşa eder. Emperyalizm, sadece,
bir fedainin nehri geçen imgesinden memnundur, ya da okumayı öğrenen bir köylü veya “arslan yavruları”nın eğitimi imgesinden. Emperyalizm buna karşı değildir.
O (ya da onun hizmetindeki uşakları) da her gün buna benzer
imgeler üretir. Böyle imgeleri BBC, Life, Il Expresso ya da Der Spiegel’de
her gün servis eder. Bir tarafta (mideleri ele geçiren) Birleşmiş
Milletler Filistinli Mültecilere Yardım Ajansı (UMRWA), diğer tarafta (kanaat oluşturan fikir ve imgelere hükmeden) Hollywood ve
onun Lübnanlı ve Mısırlı dalkavukları vardır. Emperyalizm, planları bozulmasın diye
bize, bahsettiğimiz üç imge arasında bir ilişki kurmamayı ya da bu ilişkiyi belirli bir düzende kurmayı öğretmiştir.
Fikirler ve Çelişkiler
Antiemperyalist
bilgi alanında faaliyet gösteren bugünün militanları olarak bizim görevimiz, bu
alanda şiddetle mücadele etmektir.
Emperyalist ideoloji tarafından basın, radyo, sinema, albümler ve kitaplar gibi
bütün bu araçlar aracılığıyla dayatılan imgelerin zincirlerinden
kurtulmak. Asli görev haline getirdiğimiz
bu çelişkilerin çözümü meselesi ikincildir.
Örneğin, ikincil cephede savaşarak çoğunlukla
diğer yoldaşlarımızla ters düşeriz. El Fetih’tekiler gibi yoldaşlar, silahlı mücadelenin asli cephesinde gelişmiş
ve doğru kanaatlere sahiptir ki bu
kanaatler bilginin ikincil cephesi için genellikle daha az doğrudur. Bizler, halkın çelişkilerinin bir parçası olan böyle çelişkileri çözmeyi öğreniyoruz.
Düşman ve biz arasındaki çelişkileri değil!
Çelişkili imgeler yaratmak, bu çelişkilerin çözülmesi yolunda ilerlemek demektir.
Ve burada, (aynı örnek üzerinde konuşmak
gerekirse) bu üç imge dizisinin üretimin yarattığı
meseleleri ortaya koyduktan sonra, dağıtımın
daha adil ve daha politik bir şekilde gerçekleşmesi meselesini ele alabiliriz. Bu (hayali)
imgeler arasında gerçek (çelişkili) bir ilişki olduğu
ve bu imgeleri izleyen ve dinleyenler de bu imgelerle gerçek bir ilişki kuracağından,
gerçek bir ilişki söz konusu olduğu için böyledir bu. Filmi izlemek, böylece bir
gerçeklik ve gerçek varoluş anı olacaktır. Bu kez,
politik bir gerçeklik. Ezilmiş köylü, grevdeki işçi, isyan eden öğrenci
ve Kalaşnikof taşıyan bir fedai için bu… “kahrolsun gösteri, yaşasın politik ilişki”
derken söylemek istediğimiz şeydir.
Dişler
ve Dudaklar
Edebiyat
ve sanat, Lenin’in de istediği gibi, bu şekilde devrim mekaniğinde yaşayan
küçük bir vida olabilir. Toparlamak gerekirse, yaralı bir fedaiyi göstererek değil, ama onun nasıl yaralandığını göstermek yoksul bir köylüye yardımcı
olur. Bunu yapabilmek ise uzun ve zorlu bir süreçtir, çünkü fotoğrafın icadından beri emperyalizm, hükmü
altındaki ezilenlerin kendi filmlerini yapmasını engellemek için filmler
yapmaktadır. Hükmü altında ezdiklerinden gerçeği
saklamak için imgeler yaratmaktadır. Bizim görevimiz, bu imgeleri yok etmek ve
başka imgeleri, basitçe söylersek,
halka hizmet eden, halkın kendisi için kullanabileceği yaratmayı öğrenmektir.
Bunun “uzun ve zorlu bir süreç” olduğunu
söylemek, aslında buradaki (ideolojik) mücadelenin, Filistin halkının İsrail’e karşı
yürüttüğü uzatılmış savaşın
bir parçası olduğunu söylemektir. Bir diğer deyişle,
bu savaşın, emperyalizm ve onun
müttefiklerine karşı halkların savaşı ile ilişkili
olduğunu söylemektir. Dişler ve dudaklar gibi birbirine bağlıdır bunlar.[11] Anne ve çocuk gibi. Filistin
toprakları ve fedailer gibi.
Jean-Luc Godard
Tercüme:
Mustafa Kerem Yüksel
İştirakî Sayı 5-6
Dipnotlar
[*] Zafere Kadar. İlk olarak 1970 Temmuz’unda Fatih gazetesinde başlıksız olarak yayımlanmıştır. Metnin başka
bir çevirisi, 1971 Ocak’ında Free
Palestine’de [Özgür Filistin] yayımlanmıştır.
Özgün metin şurada tekrar yayımlanmıştır: Hennebelle, Guy ve Khemaïs Khayati (ed.)
1977. La Palestine et le cinéma.
Paris: Éditions du Centenaire, s. 205-211. Metin, Godard ve Jean-Pierre
Gorin’in, Dziga Vertov Grubu olarak Filistin mücadelesi hakkında yaptıkları bir
belgeselin çekimleri sırasında yazılmıştır.
[1] Asifa [Fırtına], El Fetih’in askerî
kanadıdır.
[2] Burada,
Godard’ın Le Chinoise[“Çinli Kız”]
filminde de yer verdiği Mao’nun “namlulara parti yön
vermelidir” sözüne atıf yapılıyor. Mao’ya göre silahları yönlendiren, politika
olmalıdır, tersi değil.
[3] Filistin
Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi.
[4] El Fetih’in
gençlik kolu. Kelime anlamı “Arslan Yavruları”dır.
[5] Ebu Hasan, Ali
Hasan Selamet’in kod adıdır. Kendisi, Kara Eylül örgütünün operasyon şefi olarak bilinir.
[6] 1970
Haziran’ında Filistinli gerilla gruplarıyla Ürdün ordusu Amman’da çatışmaya girdi ama (Kara Eylül’e kadar) Filistinli
savaşçıların Ürdün’de kalmasına
izin veren bir anlaşmadan sonra çatışmalar durdu.
[7] Corç Habeş, 1969’da kendisini Marksist-Leninist olarak
tanımlayan Filistin Halk Kurtuluş
Cephesi’nin (FHKC) kurucusudur. Aynı yıl, Nâif Havatme önderliğinde bir grup, FHKC’den ayrılıp Filistin
Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi’nin (FDHKC) kurar.
[8] Ebu İyad ya da Saleh Misbah Halef, Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) istihbarat şefi ve El Fetih’in Yaser Arafat’tan sonraki en
etkili ismidir.
[9] Amílcar Cabral
ya da kod adıyla Abel Djassi, Gine Bissau ve Cape Verde adalarındaki bağımsızlık hareketinin önderlerindendir. 1973
yılında Portekizli ajanlarca suikast sonucu öldürülmüş, ölümünden kısa bir süre sonra da Gine Bissau
tek taraflı olarak bağımsızlığını ilan etmiştir.
[10] “Yansıma”
üzerine yapılan bu tartışma, Çinli Kız’da da alıntılanan Alain Badiou’nün Estetik Sürecin Özerkliği [1966, yazılışı 1965] gibi metinlerine ve Godard ile Gorin
tarafından Lotte in Italia’ya (1969)
uyarlanan Louis Althusser’in İdeoloji ve
Devletin İdeolojik
Aygıtları
metinlerine çok şey borçludur.
[11] Burada
Godard, Althusser’in “sınıf savaşı
ve Marksist-Leninist felsefe birbirine diş
ve dudak gibi bağlıdır” sözüne atıf
yapmaktadır.