[Manifestonun
adında geçen “Jusqu’à la Victoire” ifadesi “Zafere Kadar” anlamına
geliyor. Manifesto, ilk olarak 1970 Temmuz’unda Fatih gazetesinde başlıksız
olarak yayımlandı. Metnin başka bir çevirisi, 1971 Ocak’ında Free Palestine’de
[“Özgür Filistin”] yer aldı. Özgün metin şurada tekrar yayımlandı: Yayına
Hz.: Hennebelle, Guy ve Khemaïs Khayati, 1977. La Palestine et le cinéma.
Paris: Éditions du Centenaire, s. 205-211. Metin, Godard ve Jean-Pierre
Gorin’in, Dziga Vertov Grubu olarak Filistin mücadelesi hakkında yaptıkları bir
belgeselin çekimleri sırasında yazılmıştır.]
* * *
Politik
olarak Filistin’e gelmeyi, Mozambik, Kolombiya ya da Bengal’e gitmekten daha
uygun buluyoruz. Orta Doğu, Fransız ve İngiliz emperyalizmi tarafından
Sykes-Picot Anlaşması’yla doğrudan sömürgeleştirilmiştir. Bizler Fransız
militanlarız. Filistin’e gelmemiz yerindedir, zira buradaki durum karmaşık ve
tekildir. Hem çelişkiler daha keskindir hem de durum Güneydoğu Asya’da olduğundan
daha belirsizdir. En azından kuramsal olarak böyledir bu.
Sinema
aracılığıyla mücadelesini sürdüren biz sanatçıların görevi, hâlâ kuramsal bir
düzeydedir. Devrim yapmak için farklı düşünmek… hâlâ bu noktadayız. Asifa’nın
sıktığı ilk kurşundan onlarca yıl daha gerideyiz.[1]
Mao
Zedung, “iyi bir yoldaş, zorlukların olduğu ve çelişkilerin keskinleştiği
yerlere gitmeli” der. Filistin davası için propaganda yapmaya evet. Görüntü ve
ses ile. Sinema ve televizyon ile. Propaganda yapmak, sorunları halının üstüne
sermek demektir. Film, her yere gidebilen bir uçan halıdır. Burada sihirli bir şey
yok. Bu siyasetin ta kendisidir. Çalışmalı ve araştırmalı, bu çalışma ve
araştırmaları kayıt altına almalı ve sonuçları (kurgu) diğer savaşçılara
göstermeliyiz. Fedailerin mücadelesini, Fransız fabrikalarında patronları
tarafından sömürülen Arap kardeşlerine göstermeliyiz. Fetih’in kadın
militanlarını, FBI tarafından kovalanan Kara Panter üyesi kız kardeşlerine
göstermeliyiz. Filmi politikleştirmeliyiz. Gösterimi politikleştirmeliyiz.
Dağıtımı politikleştirmeliyiz. Bu, uzun ve zorlu bir süreç. Somut sorunlara her
gün çözüm bulmak gibi. Birlikte, mücadelelerinin görüntü ve seslerini nasıl
yaratacaklarını öğrenen bir fedai, bir komutan ya da bir militan bulmalıyız.
Onlara “sizin, Asifa’nın ilk kurşunu sıkarken ki görüntünüzü filme alacağım,”
demeliyiz. Bir bütün olarak anlam taşıması için, hangi görüntünün önce
geleceğini hangisinin onu takip edeceğini bilmeliyiz. Politik ve devrimci bir
anlam -bir başka deyişle, Filistin devrimine ve dünya devrimine yardımcı olacak
bir anlam. Bütün bunları gerçekleştirmek, uzun ve zor bir süreç. Sinemayı
bilmek gerekir… El Fetih’i, çeşitli bilgilerin El Fetih için ne anlama
geldiğini ve El Fetih’in diğer örgütlerle olan karşıtlıklarını bilmek gerekir.
Örneğin El Fetih, Amerikan emperyalizmine karşı savaşmaktadır. Ama Amerikan
emperyalizmi aynı zamanda New York Times ve CBS demektir. Biz
ise, CBS’e karşı mücadele ediyoruz. Kendini samimi bir şekilde solcu olarak
gören birçok gazeteci var ama bunlar CBS ya da New York Times’a
karşı mücadele etmiyorlar. Burjuva basında bir köşe yazısı yayımlayarak El
Fetih’e yardım ettiklerini düşünüyor olabilirler. Ama savaşmıyorlar. Savaşan ve
çabalayansa El Fetih. Ölen, El Fetih’in savaşçıları. Bunu görmemiz gerekiyor.
Edebiyat ve sanat, iki cephede savaşmak. Politik cephe ve sanat cephesi: Şu
anki durum budur ve bizler, bu iki cephedeki çelişkileri çözmeyi öğrenmeliyiz.
El Fetih’in yayımladığı gazetede hâlâ çok fazla sayıda lider resmi varken
savaşçıların resimleri çok az. Çelişkinin bulunduğu yeri ve onu nasıl
çözümleyeceğimizi ortaya koymalıyız. Bu basitçe bir sanatsal mizanpaj meselesi
değildir. Bu, ideolojik alanda (basın) yer alan politik bir meseledir.
Düşmanla, sadece silahla değil, fikirlerle de nasıl mücadele edeceğimizi
öğrenmeliyiz. Namluları yöneten partidir, tersi değil.[2] Filistin
mücadelesinin karmaşıklığı, (aynı Fransa’da olduğu gibi) burada Parti’yi inşa
etmenin zorluğu ile yakından ilişkilidir. El Fetih’in özgünlüğü, Süveyş Kanalı’nın
alınmasından bile önce kendisine Parti ya da Cephe demeyi reddetmesidir. Bu bir
Müslümana “fikirlerinizi terk etmeyin, sadece örgütünüzü bırakın ve bizim
saflarımıza katılın,” demektir. El Fetih’in Marksist laflar etmesine gerek
yoktur, zira onlar gerçekten devrimcilerdir. Fikirlerin süreç boyunca değişime
uğrayacağını biliyorlar. Tel-Aviv’e giden yol uzadıkça, nihayetinde İsrail
devletinin yıkımını getirecek fikirler de o nispette değişecektir.
Politik
Cephe ve Sanat Cephesi
Biz
buraya öğrenmeye geldik. Eğer mümkünse öğrendiklerimizi kayıt altına almalı ve
kayıt altına aldıklarımızı hem burada hem de dünyanın dört bir tarafında
yaymalıyız. Neredeyse bir yıl önce Demokratik Cephe’yi[3] incelemek için buraya
geldik. Sonra bir diğerimiz El Fetih’e gitti. Onların metinlerini ve programını
okuduk. Fransız maoistleri olarak bizler, El Fetih ile film çekmeye ve filmin
adını Zafere Kadar koymaya kadar verdik. Filmde Filistinlilere “devrim”
sözcüğünü söylettik. Ama filmin gerçek adı Filistin Kurtuluş Hareketi’nde
Düşünme ve Eylem Yöntemleri idi. Demokratik Cephe’deki yoldaşlarımızla yaptığımız
konuşmaların Paris’teki militanlarla yaptığımız tartışmalardan farkı yoktu.
Orada hiçbir şey öğrenemedik. Ne onlar öğrendi ne biz. Ama El Fetih’le durum
farklıydı. Bir önderle Filistin devrimi hakkında yaratılması gereken
görüntüyü ya da bu görüntüye eşlik edecek (ya da bu görüntü ile tezat
yaratacak) sesi tartışmak oldukça zor. Ama olumlu olan tam da bu
zorluğun kendisi. Bu, kuram ile pratik arasında kelimenin somut
anlamıyla bir çelişki ortaya koyuyor: politik cephe ile sanat cephesi arasında.
Amman’a
vardığımızda bize, “ne görmek istiyorsunuz?” dendi. “Her şeyi!” diye
cevapladık. Eşballeri[4], militanların eğitimini, Güney’deki, Kuzey’deki ve
Merkez’deki üsleri gördük. Şehit okullarını gördük. Komutanların eğitildiği
okulları ve sağlık merkezlerini gördük. “Peki, şimdi neyi filme çekmek
istiyorsunuz?” dediler. “Bilmiyoruz,” dedik. – “Nasıl bilmezsiniz?” – “Sizinle
biraz tartışmak, çalışmak istiyoruz. Sizin Kalaşnikoflar ve RGB’leri için çok
fazla cephaneniz yok. Bizim de çok görüntü ve sesimiz yok. Emperyalistler
(Hollywood) onları mahvetti, yok etti. Dolayısıyla onları boşa harcayamayız.
Onlar bizim ideolojik cephaneliğimiz. Düşmanın fikirlerini yok etmek için
onları kullanmamız gerekiyor. Bu yüzden sizinle tartışmamız gerekiyor.” –
“peki, kiminle konuşmak istersiniz?” “Ebu Hasan[5] ile.” Kim olduğunu
bilmiyorduk ama onun, Fedain’in ilk sayısındaki yazılarından birini
okumuştuk. Bizimle konuştu. Politik olarak. Mesela şöyle söyledi: “Halk
ordusunun ileri teknoloji radarları yok ama dürbün ve walkie-talkieli 10.000
çocuk militanı var.” İşte bu, devrimci bir imgedir. Diğer yandan Mısır
Ordusu bir halk ordusu değildir. 10.000 çocuk militan yerine 10.000 Sovyet
eğitmeni vardır.
Kulakları
Sıyıran Kurşun
Ebu
Hasan şunu da belirtti: “Asifa, ilk kurşununu köylülerin kulaklarının dibinde
ateşlemeli ki onlar topraklarının kurtuluşunun sesini duyabilsinler. İşte bu
devrimci bir ses. İşte bu, basitçe sözde “gerçek” olarak nitelenen ama hiçbir
anlama gelmeyen, söyleyecek hiçbir şeyi olmadığı için hiçbir şey
söylemeyen ya da bizim zaten bilmediğimiz hiçbir şey söylemeyen imgeler
yaratmak yerine imge ve ses arasındaki politik ilişkiyi kurucu bir tartışmadır.
Zaten bildiğimiz bir şeyi söylemenin ne faydası var ki? Hiçbir durumda bu,
geçmişin içindeki yeniyi arayan bir devrime hizmet etmez. Bu zaman alır. Bu
uzun ve zorlu bir süreç. Filistin devrimine ait bir filmin, bu devrimin
karşılaştığı zorluklarla karşılaşmaması mümkün müdür? Böyle bir film neden
Amerikan televizyonlarında gösterilsin ki? Yanki televizyon kanallarını El
Fetih mi kontrol ediyor? Hayır, El Fetih, Amman’daki sinemaları bile kontrol
etmiyor. Amman’ı kontrol ediyorlar ama her gece, karanlık sinemalarda,
emperyalist yozlaşmışlık kitleri körleştiriyor. Neyse ki haziran krizinin ertesi
sabahı Merkezi Komutanlık yeni bir gazete yayınlamak suretiyle gözlerini tekrar
açabildi.[6] Devrimci bilgi meselesi çok önemlidir. Biz, “bugün Fransa’da
sinema devrim için ikincil önemdedir,” diyoruz. Ama bu ikincil meseleyi ana
faaliyetimiz haline getirdik. Devrimin, bu ikincil ve birincil görevleri
arasındaki çelişkiye bir de burada, İsrail ile silahlı savaşın bulunduğu yerden
bakalım. Bir de Filistin devriminin diğer ikincil görevleriyle sinema
arasındaki çelişkilere bakalım. Belli bir anda belli bir yerde ikincil
görevlerin birincil görevlerin içinde dönüştüğünü görelim. İşte bu, politik
film yapma olgusunu politik olarak ortaya koymak dediğimiz şeyin ta kendisidir.
Mesele sadece Habeş, Arafat ya da Havatme ile söyleşi yapma meselesi değil.[7]
Mesele “arslan yavruları”nın ateşin içinden geçerkenki olağanüstü görüntüleri
değil. Mesele imgeler arasındaki ilişkiler, sesler arasındaki ilişkiler, Filistin
devrimindeki, silahlı mücadele ile politik çalışmalar arasındaki ilişkilere
atıfta bulunan imgeler ve sesler…
Her
imge ve her ses, imgelerin ve seslerin her bir kombinasyonu, kuvvetler
arasındaki ilişkilerin bir uğrağıdır. Bizim görevimiz bu kuvvetleri, ortak
düşmanın kuvvetlerine karşı seferber etmektir: emperyalizmin kuvvetlerine karşı
– yani: Wall Street, Pentagon, IBM, United Artists (Transamerica Corporation’ın
eğlence dünyası) gibi. Örneğin El Fetih’in, Haziran krizi sürecinde bilgi
alanında yenildiğini düşünüyoruz. The Times, Il Messagero, Le
Monde ve Figaro’nun sesinin duyulduğu kapitalist Avrupa ülkelerine
göre mi? Ürdün’ün tepkisinin ölümcül provokasyonlarına kitlelerin
verdiği cevaba yer var mı peki? Hayır. Bu cevabın politik ve askeri
bakımdan sürdürülmesinde El Fetih’in oynadığı role yer var mı? Hayır.
Bütün bu gazeteler ve Doğu Avrupa televizyon ve radyoları, Yaser Arafat
aleyhine Corç Habeş’i biraz abartmadı mı? Bilginin devrimci militanları olarak
bizim görevimiz, böyle operasyonların neden ve nasılını çözümlemektir.
Emperyalizm, bir kez daha, sadece Filistin direnişinin tesis edilmiş birliğini
parçalamak zorunda değil, aynı zamanda İngiliz, İtalyan, Fransız vb.
kitlelerin gözünde onu, özgürlük savaşı duygusundan vazgeçirmek de
zorundadır ve böylece de bu kitlelerin içindeki, Vietnam direnişinde olduğu
gibi Filistin devriminde de çok değerli bir maya görevi gören devrimci
unsurlara bir kez daha küfretme imkânı kazanır. Bugün, Ebu İyad
tarafından kaleme alınan El Fetih’le diyalog halindeki bir metnin
Fransızcaya çevrilmemesi berbat bir şey.[8] Bunlar, belki de ufak
yenilgilerdir ama bunların yenilgi olduğuna dair devrimci dürüstlüğümüzü, bunları
çözümlemek için seferber etmeliyiz: mücadele, başarısızlık, yeniden mücadele,
zafere kadar yeniden başarısızlık. Çinli yoldaşlara göre halkın mantığı
budur. El Fetih önderliğinde ulusal kurtuluş mücadelesi veren Filistin
halkının da mantığı budur. Bizim filmimiz de yani sizin filmimizde, bizim
göstermeye çalıştığımız budur. Bu film nerede gösterilecek? Bu
mücadelenin somut durumuna bağlı. Film, Güney Lübnan’da bir köy yolunda
gösterilebilir. İki pencere arasında bir çarşaf gereriz ve filmi yansıtırız.
Ya da Berkeley Üniversitesi öğrencilerine gösterilebilir. Kurtuba ya da
Lion’daki grevdeki işçilere gösterilebilir. Amílcar Cabral okulunda
gösterilebilir.[9] Bir başka deyişle bu film, kitlelerin ileri unsurları
önünde gösterilecektir. Neden? Çünkü film, mücadele kuvvetlerini temsil
etmektedir.
İmgeler
Arasındaki İlişki
Mücadeleleri
sırasında bunların, kısa dönemde de uzun dönemde de, bu kuvvetlerin başka
unsurları tarafından da kullanılabilmesi mümkündür. Yani mücadeleleri için
faydalı olacağı sırada. Bir örnek: Bir fedainin nehri geçmesinin imgesini
gösteriyoruz; bunu, kamptaki mültecilere okuma öğreten bir kadın El Fetih
militanı imgesi; bunu da “arslan yavruları”nın eğitimi imgesi takip etsin. Bu
üç imge nedir? Bir bütündür. Hiçbirinin kendi başına bir değeri yoktur. Belki
duygusal ya da hissi bir fotoğrafik değeri vardır. Ama politik bir değeri
yoktur. Bu üç imgenin herhangi birinin politik bir değer taşıması için diğer
ikisi ile ilişkili olması gerekir. Bu durumda da önemli olan, bu imgelerin
hangi sırada gösterildiğidir. Bu imgeler, genel politikanın parçaları olduğundan,
onları koyduğumuz sıra, politik hattı temsil eder. Biz El Fetih’le aynı
hattayız. Bu nedenle imgeleri şu şekilde sıralıyoruz: 1) Operasyondaki
fedailer; 2) Okulda eğitim veren kadın militan; 3) eğitim alan çocuklar. Bu da şu
anlama gelir: 1) silahlı mücadele; 2) politik çalışma; 3) uzatılmış halk
savaşı. Nihayetinde, üçüncü imge, diğer ikisinin sonucudur. Bu, silahlı
mücadele + politik çalışma = İsrail’e karşı uzatılmış halk savaşı, demektir. Bu
aynı zamanda, (kavgayı tetikleyen) erkek ve (kendi devrimini inşa ederken
dönüşen) kadın, Filistin’i özgürleştiren çocuğu hayata getiriyor, demektir:
zafer neslini! Bir “arslan yavrusu”nu ya da bir “çiçeği” gösterip, buna “zafer
nesli” demek yetmez. Nedenini ve nasılını da göstermek gerekir. Bir İsrailli
çocuk aynı yolla gösterilemez. Filistinli bir çocuğun imgesini yaratan
görüntülerle, bir Siyonist çocuğunun imgesini yaratan görüntüler aynı olamaz.
Üstelik imgelerden değil, imgeler arasındaki ilişkilerden bahsetmemiz gerekir.
Hollywood’un
Lübnanlı Dalkavukları
Bize,
imgeleri kendi başlarına ele almayı, bizi bir imgenin gerçek olduğuna inandıran
emperyalizm öğretti. Ortak akıl, bir imgenin, tam da o bir imge olduğu için,
hayalden başka bir şey olmadığını bilir. Bir yansıma. Aynadaki yansımanız gibi.
Burada gerçek olan, öncelikle sizsinizdir; sonra da sizin, bu hayali yansıma
ile aranızdaki ilişki.[10] Gerçek olan, bu kendinizin farklı yansımaları ve
görüntüleri arasında kurduğunuz ilişkidir. Örneğin kendinize “güzel olduğunuzu”
ya da “yorgun göründüğünüzü” söylersiniz. Ama bunu söylemekle ne yapmış olursunuz?
Çeşitli yansımalar arasında basit bir ilişki kurmaktan başka bir şey yapmış olmazsınız.
Birinde “güzel” görünür, öbüründe öyle olmazsınız. Karşılaştırır, ilişki
kurarsınız ve şu sonuca varırsınız: “Yorgun görünüyorum.” Politik olarak film
yapmak demek, bir meselenin politik olarak çözülmesi için böyle ilişkileri
politik olarak kurmak demektir. Yani çalışma ve savaşma anlamında. Ve (aslında
hayali olan) imgeler dünyasına inanmamızı isteyen emperyalizm, tam da imgeler
arasında gerçek (politik) ilişkiler kurmamızı engellemeyi hedefler. “Arslan
yavruları”nın eğitimi ile nehri geçen fedailerin imgeleri arasında gerçek
(politik) ilişki kurmamızı istemez. Tek devrimci gerçeklik, ilişkinin bu
(politik) gerçekliğidir. Politiktir çünkü iktidar meselesini ortaya atar; tarif
ettiğimiz böyle bir imge zinciri bize, iktidarın namluların ucunda olduğunu
ifşa eder. Emperyalizm, sadece, bir fedainin nehri geçen imgesinden memnundur,
ya da okumayı öğrenen bir köylü veya “arslan yavruları”nın eğitimi imgesinden.
Emperyalizm buna karşı değildir. O (ya da onun hizmetindeki uşakları) da her
gün buna benzer imgeler üretir. Böyle imgeleri BBC, Life, Il
Expresso ya da Der Spiegel’de her gün servis eder. Bir tarafta
(mideleri ele geçiren) Birleşmiş Milletler Filistinli Mültecilere Yardım Ajansı
(UMRWA), diğer tarafta (kanaat oluşturan fikir ve imgelere hükmeden) Hollywood
ve onun Lübnanlı ve Mısırlı dalkavukları vardır. Emperyalizm, planları
bozulmasın diye bize, bahsettiğimiz üç imge arasında bir ilişki kurmamayı ya da
bu ilişkiyi belirli bir düzende kurmayı öğretmiştir.
Fikirler
ve Çelişkiler
Antiemperyalist
bilgi alanında faaliyet gösteren bugünün militanları olarak bizim görevimiz, bu
alanda şiddetle mücadele etmektir. Emperyalist ideoloji tarafından basın,
radyo, sinema, albümler ve kitaplar gibi bütün bu araçlar aracılığıyla dayatılan
imgelerin zincirlerinden kurtulmak. Asli görev haline getirdiğimiz bu
çelişkilerin çözümü meselesi ikincildir. Örneğin, ikincil cephede savaşarak
çoğunlukla diğer yoldaşlarımızla ters düşeriz. El Fetih’tekiler gibi yoldaşlar,
silahlı mücadelenin asli cephesinde gelişmiş ve doğru kanaatlere sahiptir ki bu
kanaatler bilginin ikincil cephesi için genellikle daha az doğrudur. Bizler,
halkın çelişkilerinin bir parçası olan böyle çelişkileri çözmeyi öğreniyoruz.
Düşman ve biz arasındaki çelişkileri değil! Çelişkili imgeler yaratmak, bu
çelişkilerin çözülmesi yolunda ilerlemek demektir. Ve burada, (aynı örnek
üzerinde konuşmak gerekirse) bu üç imge dizisinin üretimin yarattığı meseleleri
ortaya koyduktan sonra, dağıtımın daha adil ve daha politik bir şekilde
gerçekleşmesi meselesini ele alabiliriz. Bu (hayali) imgeler arasında gerçek
(çelişkili) bir ilişki olduğu ve bu imgeleri izleyen ve dinleyenler de bu
imgelerle gerçek bir ilişki kuracağından, gerçek bir ilişki söz konusu olduğu
için böyledir bu. Filmi izlemek, böylece bir gerçeklik ve gerçek varoluş anı
olacaktır. Bu kez, politik bir gerçeklik. Ezilmiş köylü, grevdeki işçi, isyan
eden öğrenci ve Kalaşnikof taşıyan bir fedai için bu… “kahrolsun gösteri,
yaşasın politik ilişki” derken söylemek istediğimiz şeydir.
Dişler
ve Dudaklar
Edebiyat
ve sanat, Lenin’in de istediği gibi, bu şekilde devrim mekaniğinde yaşayan
küçük bir vida olabilir. Toparlamak gerekirse, yaralı bir fedaiyi göstererek
değil, ama onun nasıl yaralandığını göstermek yoksul bir köylüye yardımcı olur.
Bunu yapabilmek ise uzun ve zorlu bir süreçtir, çünkü fotoğrafın icadından beri
emperyalizm, hükmü altındaki ezilenlerin kendi filmlerini yapmasını engellemek
için filmler yapmaktadır. Hükmü altında ezdiklerinden gerçeği saklamak için
imgeler yaratmaktadır. Bizim görevimiz, bu imgeleri yok etmek ve başka
imgeleri, basitçe söylersek, halka hizmet eden, halkın kendisi için
kullanabileceği yaratmayı öğrenmektir. Bunun “uzun ve zorlu bir süreç” olduğunu
söylemek, aslında buradaki (ideolojik) mücadelenin, Filistin
halkının İsrail’e karşı yürüttüğü uzatılmış savaşın bir parçası olduğunu
söylemektir. Bir diğer deyişle, bu savaşın, emperyalizm ve onun müttefiklerine
karşı halkların savaşı ile ilişkili olduğunu söylemektir. Dişler ve dudaklar
gibi birbirine bağlıdır bunlar.[11] Anne ve çocuk gibi. Filistin toprakları ve
fedailer gibi.
Jean-Luc Godard
Tercüme: Mustafa Kerem Yüksel
İştirakî Sayı 5-6
Dipnotlar:
[1] Asifa [Fırtına], El Fetih’in askerî kanadıdır.
[2]
Burada, Godard’ın Le Chinoise [“Çinli Kız”] filminde de yer verdiği
Mao’nun “namlulara parti yön vermelidir” sözüne atıf yapılıyor. Mao’ya göre
silahları yönlendiren, politika olmalıdır, tersi değil.
[3]
Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi.
[4]
El Fetih’in gençlik kolu. Kelime anlamı “Arslan Yavruları”dır.
[5]
Ebu Hasan, Ali Hasan Selamet’in kod adıdır. Kendisi, Kara Eylül örgütünün
operasyon şefi olarak bilinir.
[6]
1970 Haziran’ında Filistinli gerilla gruplarıyla Ürdün ordusu Amman’da
çatışmaya girdi ama (Kara Eylül’e kadar) Filistinli savaşçıların Ürdün’de
kalmasına izin veren bir anlaşmadan sonra çatışmalar durdu.
[7]
Corç Habeş, 1969’da kendisini Marksist-Leninist olarak tanımlayan Filistin Halk
Kurtuluş Cephesi’nin (FHKC) kurucusudur. Aynı yıl, Nâif Havatme önderliğinde
bir grup, FHKC’den ayrılıp Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi’nin
(FDHKC) kurar.
[8]
Ebu İyad ya da Saleh Misbah Halef, Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ)
istihbarat şefi ve El Fetih’in Yaser Arafat’tan sonraki en etkili ismidir.
[9]
Amílcar Cabral ya da kod adıyla Abel Djassi, Gine Bissau ve Cape Verde
adalarındaki bağımsızlık hareketinin önderlerindendir. 1973 yılında Portekizli
ajanlarca suikast sonucu öldürülmüş, ölümünden kısa bir süre sonra da Gine
Bissau tek taraflı olarak bağımsızlığını ilan etmiştir.
[10]
“Yansıma” üzerine yapılan bu tartışma, Çinli Kız’da da alıntılanan Alain
Badiou’nün Estetik Sürecin Özerkliği [1966, yazılışı 1965] gibi
metinlerine ve Godard ile Gorin tarafından Lotte in Italia’ya (1969)
uyarlanan Louis Althusser’in İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları metinlerine
çok şey borçludur.
[11]
Burada Godard, Althusser’in “sınıf savaşı ve Marksist-Leninist felsefe
birbirine diş ve dudak gibi bağlıdır” sözüne atıf yapmaktadır.