19 Temmuz 2020

, ,

Fanon Cezayir’de


Fanon, o dönemde (tıpkı Porto Riko’nun ABD’ye bağlı olması gibi) Fransa’ya bağlı olan Karayip adalarından Martinik’te dünya geldi. İkinci Dünya Savaşı’nda Vichy rejiminin kontrolündeki adadan kaçıp Gaulle’ün Özgür Fransız Kuvvetleri’ne katıldı. Gemiyle Kuzey Afrika’ya gitti. Avrupa’ya gidecek gemiyi beklerken, o dönemde Fransa’nın sömürgesi olan Cezayir’i görme fırsatı buldu. Alman sınırı yakınındaki Colmar’da gerçekleştirilen bir harekât esnasında yaralanan Fanon’a Savaş Haçı denilen madalya verildi. 1945’te Martinik’e döndü ve orada liseyi bitirdi. Ardından Fransa’nın Lyon şehrine gidip burada tıp okulunda eğitimine başladı. Sonrasında psikiyatri alanında uzmanlaşan Fanon, bir yandan da felsefe okudu, tiyatro ile ilgilendi. 1952’de ilk kitabı Peau noire, masques blancs’ı [“Kara Deri, Beyaz Maskeler”] yazdı.
Fanon, psikiyatriden ırk siyasetine oradan futbola ilgi duyduğu her işi tutkuyla yapan biriydi. Avrupa’daki kurumsal psikiyatrinin öncülerinden Fransız Katalan François Tosquelles’den dersler aldı. 1953’te asistan hekim olarak Cezayir’deki Blida-Joinville Psikiyatri Hastanesi’nde çalışmaya başladı. Burada yabancılaşmanın inşa ettiği dünya ile tanıştı: hastalara uygulanan tedavilerde yüksek dozlarda uyutucu ilâçlar veriliyor, bazı hastalara lobotomi uygulanıyor, bazılarında ise psiko-cerrahi prosedürlerine başvuruluyordu. Şehirden kilometrelerce uzakta olan hastanede hastalar odalara kilitleniyor, onların duygusal ve fizikî temas kurmalarına izin verilmiyordu. Aslında ne yapılıyorsa, hastaları toplumun dışında tutmak için yapılıyordu.
Fanon’un hastaneye gelmesinden birkaç yıl önce hastaneye “çukur” denilen bölümler eklendi. Burada hastalar bir araya getiriliyor, yiyecekleri yukarıdan üzerlerine boca ediliyordu. Açlıktan ölmek üzere olan kadın ve erkekler, bu çukurlarda bir parça çürümüş et veya bir lokma bayat ekmek kapmak için birbirleriyle boğuşuyorlardı. Yuvarlak olan binalarda hastalar çukurlarda değilseler eğer, tek kişilik hücrelere konuluyorlardı. Bu hücreler, bir kişinin rahatça yere uzanmasına izin vermeyecek kadar küçüktü. Fanon gelmeden kısa bir süre önce kapatılan yapılar altmışlara kadar ayakta kaldılar. Bu binaların hikâyesini bana bağımsızlık sonrasında İsveçli psikolog Élisabeth Dubreuil anlatmıştı.
Fanon, ara sıra şok tedavisine başvursa da deli gömleğinden, zincire bağlama, hatta dört duvar arasına kapatma gibi yöntemlerden uzak duran bir isimdi. Bunun yerine hastanede grup terapisine, ergoterapiye, müziğe, sanat ve spor terapisine ağırlık veriyordu. Ona göre hastanenin işi, hastaların aktif bir rol oynayacakları bir dünya, toplumsal bir yapı inşa etmekti. Fanon, civardaki Cezayir köylerinin kültürel hayatını inceliyor, bunun yanında kurumun dönüştürülmesi için çalışma yürütüyordu. Bu çalışmanın parçası olarak hastanenin ek binalarından birinde Arap kafesi açılmasını sağladı. İslam dinine ait bayramlarda kutlamalar yapıldı. Arap müziği konserleri verildi, bazen de geleneksel hikâyeciler gelip hikâyelerini anlattılar. Hastaların yazdıkları yazılarla bir gazete çıkartıldı. Bugün hâlen daha ayakta olan bir futbol stadı inşa edildi.
“Psikiyatri siyasettir” diyordu Fanon. O, gördüğü yanlışları incelemeye, araştırmaya, gidermeye bir an olsun ara vermedi. İlerleyen süreçte psikiyatri bakım merkezi kurduğu Tunus’ta hastaların kendi ortamlarından kopartılmaması gerektiği fikri üzerinden kimi deneyler yaptı, böylelikle ev ortamı, tedavinin parçası hâline geldi.
Kasım 1954’te bağımsızlık savaşı başladıktan sonra Fanon, Cezayir Kurtuluş Ordusu’yla temas kurup ona tıbbi ve psikiyatrik yardımlarda bulundu, ayrıca özgürlük savaşçılarına kalacak yer ayarladı. 1956’da doktorluk görevinden istifa etti. Cezayir valisi Robert Lacoste’a yazdığı açık mektupta şunları söylüyordu:
“Eğer psikiyatri, amacı insanı kendi ortamında yabancı biri olmaktan çıkartmak olan bir tıp tekniği ise şunu söylemeliyim ki kendi ülkesinde sürekli bir yabancı gibi yaşayan Araplar benliklerini yitiriyorlar, kişilik yabancılaşmasının çilesini çekiyorlar. […] Her gün birkaç insanın öldürülmesinin kanunî bir ilke hâline geldiği, hukuksuzluğun ve eşitsizliğin galebe çaldığı bir dönemde belirli değerleri ne pahasına olursa olsun korumaya çalışmak, bana gerçekten tuhaf geliyor. […] Cezayir’de yaşanan olaylar, bir halkın duygu ve düşüncelerini yok etmeye dönük beyhude bir gayretin doğal ve mantıkî bir sonucudur.”[1]
Bunun üzerine vali Lacoste, Fanon’u Cezayir’den sınır dışı etti. Ardından Fanon, ailesiyle birlikte Tunus’a gitti ve burada Cezayir geçici hükümeti için çalışmaya başladı. Çeşitli görevler üstlenen Fanon, Cezayir Ulusal Kurtuluş Cephesi’nin yayın organı Mücahid için yazılar yazdı, özgürlük savaşçılarına ve savaşın mağdurlarına bir klinikte psikiyatrist olarak hizmet verdi. Ayrıca Cezayir-Tunus sınırındaki Ghardimaou’da Cezayir Kurtuluş Ordusu subaylarına konuşmalar yaptı. Fanon’un örgüt içerisinde hızla yükselmesi gerçekten de şaşırtıcı bir gelişmeydi, zira o ne Cezayirli ne de Müslümandı.
Aralık 1958’de Akra’da, kısa ömürlü olan ama politik açıdan ciddi bir etkiye yol açan Tüm Afrika Halkları Konferansı’na katılacak Cezayir heyetine başkanlık etti. Burada Kongolu lider Patrice Lumumba, Angolalı lider Holden Roberto (Rui Ventura) ve Kamerunlu Félix Moumié ile tanışıp bu isimlerle güçlü ilişkiler kurdu. 1959’da Cezayir’in Gana’da ilk kez açtığı büyükelçiliğin başına geçti. Kendisiyle orada tanışma imkânı buldum.
Ağustos 1960’ta Akra’daydım. Üniversitenin kampüsü içinden geçip meclis binasına doğru yürüyordum. Dört adam beni durdurdu. Üçü siyah ipek takım elbiseli ve kravatlı idi. Afrika’nın o tropik güneşi altında sanki boğuluyor gibilerdi ve kıyafetleriyle biraz uygunsuz duruyorlardı. Dördüncü adamın üzerinde açık renkli bir pantolon ve kısa kollu beyaz bir gömlek vardı. Kravat takmamıştı, ceketini de eline almıştı. Sonradan isminin Fanon olduğunu öğrendiğim bu adam o basit İngilizcesiyle bana, Dünya Gençlik Meclisleri Kongresi’nin nerede düzenlendiğini sordu. Aksanını anlayınca Fransızca cevap verip yolu gösterdim. Hemen sonra sohbet etmeye koyulduk. Bana sonradan söylediğine göre beni Fransız sanmış. Olmadığımı anlayınca biraz rahatlamış: O vakit daha rahat bir muhabbet kurabildik.
Diğer adamlar bizi sessizce takip ettiler, onları salonun giriş kapısına bıraktım. El sıkıştık ama nedense tanışmadık. Kongreye katıldılar. Fakat Fanon ertesi gün gitti. Onlardaki sessizlik ve görünümleri, onların bir savaşta aktif rol alan, karanlık ve korkulacak kişiler olarak, sürekli yeraltında çalışan kişiler olduklarını düşündürttü bana. Sonra bu grubun Fransa’ya karşı yürütülen savaşın güney cephesini Cezayir Sahrası ve Mali tarafından açma ihtimalini araştıran bir ekip olduğunu öğrendim. Silâhlar aynı güzergâhı takip ediyor, Conakry limanından ayrılıp Mali’ye, oradan Tamanrasset ve Ain Salah’a deve ve insan sırtında götürülüyordu.
Fanon, uzun suratlı, güçlü ve geniş çeneli idi, çökük ama her şeyi derinlemesine inceleyen gözleri vardı. Kısa boyluydu, kilosu normaldi. Toplamda baktığınızda sürekli acelesi olan, hep bir yerlere gidecek gibi duran, yoğun ve meşgul birini buluyordunuz karşınızda. Dünya Gençlik Meclisleri Kongresi’ne resmi gözlemci olarak katılan Fanon, delegelere hitap etmesi için kürsüye davet edildi. Kongrede Mohammed Sahnun, Genel Cezayirli Müslüman Öğrenciler Birliği’ni [UGEMA] temsilen yer alıyordu. Fanon ve Sahnun kongreye, Fransa’yı sert bir dille eleştiren ve Cezayir’in bağımsızlığını desteklemeyi öngören bir karar teklifi sundu. Teklif oybirliği ile kabul edildi. Kongre, 1949’da kurulduğu günden beri sömürgecilikle mücadelenin öncüsü olmuş bir yapıydı. Örgüt, Cezayir’in bağımsızlığına destek veren bir karar alınca Fransız ulusal gençlik konseyi kongrenin bu tutumunu eleştirdi ve üyesini kongreden çekti.
Fanon, konferansta psikiyatrist olduğunu bir çırpıda anlayacağınız bir konuşma yapmıştı. Yeni yayımlanan kitabı L’an V de la révolution algérienne’de [“Cezayir Devrimi’nin Beşinci Yılı: Bu kitap İngilizcede A Dying Colonialism –“Geberen Sömürgecilik” olarak yayımlandı] yer verdiği, kendisinin tedavi ettiği vakalarda savaşın, yoksulluğun ve ırkçılığın sebep olduğu etkiler üzerinde durdu. Bir vakadan diğerine geçip duran Fanon’un konuşmasının uzaması karşısında Sahnun sabredemeyip mikrofonu aldı ve bağımsızlık savaşı, mücadeleye destek sunulması ihtiyacı ve Fransa’nın mahkûm edilmesi üzerine kurulu ateşli bir konuşmayla salonu kendisine getirdi.
Konferans salonunda ve kampüste Sahnun ve Fanon ile epey vakit geçirdim. Hep birlikte kongreden Filistin, Güney Afrika, Çin ile ilgili kararların geçirilmesi için çalışma yürüttük, sömürgecilik karşıtı ajitasyon çalışmaları yaptık ve bir ittifakın tesis edilmesi için uğraştık. Hepimiz de Afrika’nın bağımsızlığı vaadine, onun da ötesinde, anti-emperyalist mücadeleye bağlıydık. Fanon’u, küçük bir evden ibaret olan Cezayir elçiliğinde ziyaret ettik. Evin tüm sadeliği, görünüm olarak kliniği andırması beni çok etkilemişti.
Sonuçta beş parmağın beşi bir değildi. Muhammed tez canlı, çabuk tepki veren biriydi. Frantz, eleştiri noktasında insafı olmayan, her şeye analitik yaklaşan bir insandı. Bense bu iki isme hayranlıkla bakan, gönüllü olarak onlara çıraklık eden kişiydim. Kongrede Cumhurbaşkanı Patrice Lumumba’yı temsil eden, Kongo’nun militan gençlik bakanı Maurice Mpolo, üniforması ile onların yanında duruyordu. Bu adamlar, özgürlük ve adalet için yaşıyorlardı. Birkaç ay sonra Mpolo, Lumumba ile birlikte katledildi.
Bir akşam Fanon’la dans ediyordum. Ganalı bir fotoğrafçı makinesini bize çevirdi. Frantz adamı dans pistinin kenarında yakalayıp fotoğrafı imha etmesi konusunda kendisini uyardı (ama nasıl olduysa bu fotoğraf birkaç gün sonra Akra’da çıkan bir gazetede yayınlandı). O günlerde Ulusal Kurtuluş Cephesi, tüm Fransız sigaralarının boykot edilmesi kararı almıştı. Gauloises marka sigaramı Fanon’a ikram ettim. Birlikte bir yasağı delmiş olan iki insan olarak, artık suça ortağı idik.
Bir ara bana, bir ilişkide ne aradığımı sordu. Ben de “başımı yaslayacağım bir baş” dedim. Sert bir ifade ile bana şunu söyledi: “Hayır olmaz. Ayaklarının üzerinde dimdik duracak, kendi hedeflerin doğrultusunda yürümeye devam edeceksin.” Ne zaman benim gibi tavsiyeye ihtiyaç duyan birini görsem, hemen aklıma Fanon’un bu sözü gelir, o günü anımsayarak, onun bu sözünü başkalarına aktarırım.
Elaine Mokthefi
[Kaynak: Algiers, Third World Capital: Freedom Fighters, Revolutionaries, Black Panthers, Verso, 2018.]
Dipnot
[1] Frantz Fanon, Ecrits sur l’aliénation et la liberté, yayına hazırlayan: Jean Khalfa ve Robert Young (Paris: Éditions La Découverte, 2015). Çeviri bana ait -e.m.