Fanon,
o dönemde (tıpkı Porto Riko’nun ABD’ye bağlı olması gibi) Fransa’ya bağlı olan
Karayip adalarından Martinik’te dünya geldi. İkinci Dünya Savaşı’nda Vichy
rejiminin kontrolündeki adadan kaçıp Gaulle’ün Özgür Fransız Kuvvetleri’ne
katıldı. Gemiyle Kuzey Afrika’ya gitti. Avrupa’ya gidecek gemiyi beklerken, o
dönemde Fransa’nın sömürgesi olan Cezayir’i görme fırsatı buldu. Alman sınırı
yakınındaki Colmar’da gerçekleştirilen bir harekât esnasında yaralanan Fanon’a Savaş
Haçı denilen madalya verildi. 1945’te Martinik’e döndü ve orada liseyi
bitirdi. Ardından Fransa’nın Lyon şehrine gidip burada tıp okulunda eğitimine
başladı. Sonrasında psikiyatri alanında uzmanlaşan Fanon, bir yandan da felsefe
okudu, tiyatro ile ilgilendi. 1952’de ilk kitabı Peau noire, masques blancs’ı
[“Kara Deri, Beyaz Maskeler”] yazdı.
Fanon,
psikiyatriden ırk siyasetine oradan futbola ilgi duyduğu her işi tutkuyla yapan
biriydi. Avrupa’daki kurumsal psikiyatrinin öncülerinden Fransız Katalan
François Tosquelles’den dersler aldı. 1953’te asistan hekim olarak Cezayir’deki
Blida-Joinville Psikiyatri Hastanesi’nde çalışmaya başladı. Burada
yabancılaşmanın inşa ettiği dünya ile tanıştı: hastalara uygulanan tedavilerde
yüksek dozlarda uyutucu ilâçlar veriliyor, bazı hastalara lobotomi uygulanıyor,
bazılarında ise psiko-cerrahi prosedürlerine başvuruluyordu. Şehirden
kilometrelerce uzakta olan hastanede hastalar odalara kilitleniyor, onların
duygusal ve fizikî temas kurmalarına izin verilmiyordu. Aslında ne yapılıyorsa,
hastaları toplumun dışında tutmak için yapılıyordu.
Fanon’un
hastaneye gelmesinden birkaç yıl önce hastaneye “çukur” denilen bölümler
eklendi. Burada hastalar bir araya getiriliyor, yiyecekleri yukarıdan
üzerlerine boca ediliyordu. Açlıktan ölmek üzere olan kadın ve erkekler, bu
çukurlarda bir parça çürümüş et veya bir lokma bayat ekmek kapmak için
birbirleriyle boğuşuyorlardı. Yuvarlak olan binalarda hastalar çukurlarda
değilseler eğer, tek kişilik hücrelere konuluyorlardı. Bu hücreler, bir kişinin
rahatça yere uzanmasına izin vermeyecek kadar küçüktü. Fanon gelmeden kısa bir
süre önce kapatılan yapılar altmışlara kadar ayakta kaldılar. Bu binaların
hikâyesini bana bağımsızlık sonrasında İsveçli psikolog Élisabeth Dubreuil
anlatmıştı.
Fanon,
ara sıra şok tedavisine başvursa da deli gömleğinden, zincire bağlama, hatta
dört duvar arasına kapatma gibi yöntemlerden uzak duran bir isimdi. Bunun
yerine hastanede grup terapisine, ergoterapiye, müziğe, sanat ve spor
terapisine ağırlık veriyordu. Ona göre hastanenin işi, hastaların aktif bir rol
oynayacakları bir dünya, toplumsal bir yapı inşa etmekti. Fanon, civardaki
Cezayir köylerinin kültürel hayatını inceliyor, bunun yanında kurumun
dönüştürülmesi için çalışma yürütüyordu. Bu çalışmanın parçası olarak
hastanenin ek binalarından birinde Arap kafesi açılmasını sağladı. İslam dinine
ait bayramlarda kutlamalar yapıldı. Arap müziği konserleri verildi, bazen de
geleneksel hikâyeciler gelip hikâyelerini anlattılar. Hastaların yazdıkları
yazılarla bir gazete çıkartıldı. Bugün hâlen daha ayakta olan bir futbol stadı
inşa edildi.
“Psikiyatri
siyasettir” diyordu Fanon. O, gördüğü yanlışları incelemeye, araştırmaya,
gidermeye bir an olsun ara vermedi. İlerleyen süreçte psikiyatri bakım merkezi
kurduğu Tunus’ta hastaların kendi ortamlarından kopartılmaması gerektiği fikri
üzerinden kimi deneyler yaptı, böylelikle ev ortamı, tedavinin parçası hâline
geldi.
Kasım
1954’te bağımsızlık savaşı başladıktan sonra Fanon, Cezayir Kurtuluş Ordusu’yla
temas kurup ona tıbbi ve psikiyatrik yardımlarda bulundu, ayrıca özgürlük
savaşçılarına kalacak yer ayarladı. 1956’da doktorluk görevinden istifa etti.
Cezayir valisi Robert Lacoste’a yazdığı açık mektupta şunları söylüyordu:
“Eğer psikiyatri, amacı
insanı kendi ortamında yabancı biri olmaktan çıkartmak olan bir tıp tekniği ise
şunu söylemeliyim ki kendi ülkesinde sürekli bir yabancı gibi yaşayan Araplar
benliklerini yitiriyorlar, kişilik yabancılaşmasının çilesini çekiyorlar. […]
Her gün birkaç insanın öldürülmesinin kanunî bir ilke hâline geldiği,
hukuksuzluğun ve eşitsizliğin galebe çaldığı bir dönemde belirli değerleri ne
pahasına olursa olsun korumaya çalışmak, bana gerçekten tuhaf geliyor. […]
Cezayir’de yaşanan olaylar, bir halkın duygu ve düşüncelerini yok etmeye dönük
beyhude bir gayretin doğal ve mantıkî bir sonucudur.”[1]
Bunun
üzerine vali Lacoste, Fanon’u Cezayir’den sınır dışı etti. Ardından Fanon,
ailesiyle birlikte Tunus’a gitti ve burada Cezayir geçici hükümeti için
çalışmaya başladı. Çeşitli görevler üstlenen Fanon, Cezayir Ulusal Kurtuluş
Cephesi’nin yayın organı Mücahid için yazılar yazdı, özgürlük
savaşçılarına ve savaşın mağdurlarına bir klinikte psikiyatrist olarak hizmet
verdi. Ayrıca Cezayir-Tunus sınırındaki Ghardimaou’da Cezayir Kurtuluş Ordusu
subaylarına konuşmalar yaptı. Fanon’un örgüt içerisinde hızla yükselmesi
gerçekten de şaşırtıcı bir gelişmeydi, zira o ne Cezayirli ne de Müslümandı.
Aralık
1958’de Akra’da, kısa ömürlü olan ama politik açıdan ciddi bir etkiye yol açan
Tüm Afrika Halkları Konferansı’na katılacak Cezayir heyetine başkanlık etti.
Burada Kongolu lider Patrice Lumumba, Angolalı lider Holden Roberto (Rui
Ventura) ve Kamerunlu Félix Moumié ile tanışıp bu isimlerle güçlü ilişkiler
kurdu. 1959’da Cezayir’in Gana’da ilk kez açtığı büyükelçiliğin başına geçti.
Kendisiyle orada tanışma imkânı buldum.
Ağustos
1960’ta Akra’daydım. Üniversitenin kampüsü içinden geçip meclis binasına doğru
yürüyordum. Dört adam beni durdurdu. Üçü siyah ipek takım elbiseli ve kravatlı
idi. Afrika’nın o tropik güneşi altında sanki boğuluyor gibilerdi ve
kıyafetleriyle biraz uygunsuz duruyorlardı. Dördüncü adamın üzerinde açık
renkli bir pantolon ve kısa kollu beyaz bir gömlek vardı. Kravat takmamıştı,
ceketini de eline almıştı. Sonradan isminin Fanon olduğunu öğrendiğim bu adam o
basit İngilizcesiyle bana, Dünya Gençlik Meclisleri Kongresi’nin nerede
düzenlendiğini sordu. Aksanını anlayınca Fransızca cevap verip yolu gösterdim.
Hemen sonra sohbet etmeye koyulduk. Bana sonradan söylediğine göre beni Fransız
sanmış. Olmadığımı anlayınca biraz rahatlamış: O vakit daha rahat bir muhabbet
kurabildik.
Diğer
adamlar bizi sessizce takip ettiler, onları salonun giriş kapısına bıraktım. El
sıkıştık ama nedense tanışmadık. Kongreye katıldılar. Fakat Fanon ertesi gün
gitti. Onlardaki sessizlik ve görünümleri, onların bir savaşta aktif rol alan,
karanlık ve korkulacak kişiler olarak, sürekli yeraltında çalışan kişiler
olduklarını düşündürttü bana. Sonra bu grubun Fransa’ya karşı yürütülen savaşın
güney cephesini Cezayir Sahrası ve Mali tarafından açma ihtimalini araştıran
bir ekip olduğunu öğrendim. Silâhlar aynı güzergâhı takip ediyor, Conakry
limanından ayrılıp Mali’ye, oradan Tamanrasset ve Ain Salah’a deve ve insan
sırtında götürülüyordu.
Fanon,
uzun suratlı, güçlü ve geniş çeneli idi, çökük ama her şeyi derinlemesine
inceleyen gözleri vardı. Kısa boyluydu, kilosu normaldi. Toplamda baktığınızda
sürekli acelesi olan, hep bir yerlere gidecek gibi duran, yoğun ve meşgul
birini buluyordunuz karşınızda. Dünya Gençlik Meclisleri Kongresi’ne resmi
gözlemci olarak katılan Fanon, delegelere hitap etmesi için kürsüye davet
edildi. Kongrede Mohammed Sahnun, Genel Cezayirli Müslüman Öğrenciler
Birliği’ni [UGEMA] temsilen yer alıyordu. Fanon ve Sahnun kongreye, Fransa’yı
sert bir dille eleştiren ve Cezayir’in bağımsızlığını desteklemeyi öngören bir
karar teklifi sundu. Teklif oybirliği ile kabul edildi. Kongre, 1949’da
kurulduğu günden beri sömürgecilikle mücadelenin öncüsü olmuş bir yapıydı.
Örgüt, Cezayir’in bağımsızlığına destek veren bir karar alınca Fransız ulusal
gençlik konseyi kongrenin bu tutumunu eleştirdi ve üyesini kongreden çekti.
Fanon,
konferansta psikiyatrist olduğunu bir çırpıda anlayacağınız bir konuşma
yapmıştı. Yeni yayımlanan kitabı L’an V de la révolution algérienne’de
[“Cezayir Devrimi’nin Beşinci Yılı”: Bu kitap İngilizcede A Dying
Colonialism –“Geberen Sömürgecilik” olarak yayımlandı] yer verdiği,
kendisinin tedavi ettiği vakalarda savaşın, yoksulluğun ve ırkçılığın sebep
olduğu etkiler üzerinde durdu. Bir vakadan diğerine geçip duran Fanon’un
konuşmasının uzaması karşısında Sahnun sabredemeyip mikrofonu aldı ve
bağımsızlık savaşı, mücadeleye destek sunulması ihtiyacı ve Fransa’nın mahkûm
edilmesi üzerine kurulu ateşli bir konuşmayla salonu kendisine getirdi.
Konferans
salonunda ve kampüste Sahnun ve Fanon ile epey vakit geçirdim. Hep birlikte
kongreden Filistin, Güney Afrika, Çin ile ilgili kararların geçirilmesi için
çalışma yürüttük, sömürgecilik karşıtı ajitasyon çalışmaları yaptık ve bir
ittifakın tesis edilmesi için uğraştık. Hepimiz de Afrika’nın bağımsızlığı
vaadine, onun da ötesinde, anti-emperyalist mücadeleye bağlıydık. Fanon’u,
küçük bir evden ibaret olan Cezayir elçiliğinde ziyaret ettik. Evin tüm
sadeliği, görünüm olarak kliniği andırması beni çok etkilemişti.
Sonuçta
beş parmağın beşi bir değildi. Muhammed tez canlı, çabuk tepki veren biriydi.
Frantz, eleştiri noktasında insafı olmayan, her şeye analitik yaklaşan bir
insandı. Bense bu iki isme hayranlıkla bakan, gönüllü olarak onlara çıraklık
eden kişiydim. Kongrede Cumhurbaşkanı Patrice Lumumba’yı temsil eden, Kongo’nun
militan gençlik bakanı Maurice Mpolo, üniforması ile onların yanında duruyordu.
Bu adamlar, özgürlük ve adalet için yaşıyorlardı. Birkaç ay sonra Mpolo,
Lumumba ile birlikte katledildi.
Bir
akşam Fanon’la dans ediyordum. Ganalı bir fotoğrafçı makinesini bize çevirdi.
Frantz adamı dans pistinin kenarında yakalayıp fotoğrafı imha etmesi konusunda
kendisini uyardı (ama nasıl olduysa bu fotoğraf birkaç gün sonra Akra’da çıkan
bir gazetede yayınlandı). O günlerde Ulusal Kurtuluş Cephesi, tüm Fransız
sigaralarının boykot edilmesi kararı almıştı. Gauloises marka sigaramı Fanon’a
ikram ettim. Birlikte bir yasağı delmiş olan iki insan olarak, artık suça
ortağı idik.
Bir
ara bana, bir ilişkide ne aradığımı sordu. Ben de “başımı yaslayacağım bir baş”
dedim. Sert bir ifade ile bana şunu söyledi: “Hayır olmaz. Ayaklarının üzerinde
dimdik duracak, kendi hedeflerin doğrultusunda yürümeye devam edeceksin.” Ne
zaman benim gibi tavsiyeye ihtiyaç duyan birini görsem, hemen aklıma Fanon’un
bu sözü gelir, o günü anımsayarak, onun bu sözünü başkalarına aktarırım.
Elaine Mokthefi
[Kaynak:
Algiers, Third World Capital: Freedom Fighters, Revolutionaries, Black
Panthers, Verso, 2018.]
Dipnot:
[1] Frantz Fanon, Ecrits sur l’aliénation et la liberté, yayına
hazırlayan: Jean Khalfa ve Robert Young (Paris: Éditions La Découverte, 2015).
Çeviri bana ait -e.m.