Fidel Castro etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Fidel Castro etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

01 Ocak 2023

, ,

Genel Grev Çağrısı

Başkomutan Fidel Castro’nun 1 Ocak 1959 günü Radyo Rebelde’de yaptığı konuşma


Küba halkına, bilhassa tüm işçilere,

Baştaki zalimle suç ortaklığı içerisinde olan askeri cunta, o zalimin ve katillerinin kaçmasını sağlamak için iktidarı ele geçirdi, bugünse bizim zaferimize mani olmak adına, ülkedeki devrimci hareketi durdurmaya çalışıyor.

İsyan Ordusu, bugün yürüttüğü süpürme harekâtına devam edecek, onun kabul edebileceği tek şey, askeri garnizonların kayıtsız şartsız teslim olmasıdır.

Küba halkı ve Kübalı işçiler, devrimci orduya destek sunmak, böylelikle devrimin topyekûn zaferini güvence altına almak adına, 2 Ocak günü ülke genelinde gerçekleştirecekleri genel greve hızla hazırlanmalıdırlar.

Yiğitçe yürüttüğü yedi yıllık mücadele de Küba’nın her bir karış toprağını kanıyla sulayan binlerce şehit de zafer için yeterli olmayacaktır, çünkü zalimin ülkeyi yönetmeye devam etmesinin de işlediği suçların da sorumluluğu, düne kadar suç ortaklığı yapmış olan aynı halka aittir.

26 Temmuz Devrimci Hareketi’nin işçi seksiyonunun öncülük ettiği Kübalı işçiler, bugün Mujalci[1] sendikaları ele geçirmeli, tüm Mujalci sendikaları yeniden örgütleyip Batista ve Mujal’in ülkeden kaçması sonrası felç olan ülkede fabrikaları ve işyerlerini yeniden kazanmalıdır. Batista ve Mujal’in suç ortaklarının orduda ve sendikalarda hâlen daha güçlü oldukları ve dizginleri ellerinde bulundurdukları herkesçe bilinmelidir.

Halka ihanet eden darbeye hayır!

Darbe, savaşın ömrünü uzatmaktan başka bir işe yaramayacaktır.

Columbia[2] teslim bayrağını çekene dek savaş bitmeyecek.

Devrimin zaferine bu sefer hiçbir şey ve hiç kimse mani olamayacak.

İşçiler,

Devrimin zaferinin sizin elinizde olduğu o an gelip çatmıştır.

Kübalılar,

Özgürlük, demokrasi ve devrimin zaferi için harekete geçin!

Tüm kurtarılmış bölgelerde devrimci genel grev başlasın!

Fidel Castro
1 Ocak 1959

[Kaynak: José Bell, Delia Luisa López ve Tania Caram, Documentos de la Revolución cubana 1959, Ciencias Sociales, 2006, s. 13-14.]

Dipnotlar:
[1] Mujalciler, Kübalı İşçiler Konfederasyonu başkanı Eusebio Mujal’in yandaşlarını ifade ediyor. Söz konusu tabir, genelde “sendika bürokratı” ifadesi yerine kullanılıyor. Mujal, devrimden hemen sonra ABD’ye kaçıyor. Burada sürgündeki Kübalı işçileri örgütlüyor.

[2] Columbia, Küba’nın Las Tunas eyaletinde bulunan bir şehir. Batista’nın askeri üssü burada bulunuyordu. 1 Ocak 1959 günü gece saat 3’te Batista üsteki uçağa kırk kadar destekçisi ve ailesiyle birlikte binip Dominik Cumhuriyeti’ne kaçtı.

26 Kasım 2022

, ,

Fidel ve Din


Hıristiyanlık ile Marksizm arasında kurulacak diyalog açısından Fidel and Religion [“Fidel ve Din”] önemli ve etkileyici bir çalışma. Fidel Castro ile Dominikan Tarikatı mensubu Keşiş Betto [Carlos Alberto Libâno Christo] arasında gerçekleşen sohbetleri bir araya getiren çalışma, birçok başlığı içeriyor. Kitapta Hıristiyanlık ve Marksizm konusunda her zaman sorulan “Ateizm ve materyalizm meselesi ne olacak? Komünizm dini ezmek zorunda mı, o da kendi tarihsel hatalarını kabullenebilecek mi? Hıristiyanlar Marksist olabilirler mi? Hıristiyanlarla Marksistler arasında kurulacak hakiki bir işbirliği ne tür bir niteliğe sahip olacak?” gibi sorular gündeme getiriliyor.

Bu tür sorular Küba’nın devrimci tarihi bağlamında yeni bir anlama kavuştular. Castro, budünyayı terk etti, ama Betto, Küba’daki o kırılgan, ama cesur sosyalizm deneyimini savunmaya devam ediyor. Bu deneyim, üstelik dünyadaki en büyük kapitalist ekonominin yüz küsur kilometre ötesinde gerçekleşiyor. Adanın pandemi ve yasa dışı yaptırımların hâlen daha yol açtığı şiddet ortamında bir dizi yeni güçlükle boğuştuğu bir dönemde Fidel ve Din isimli bu klasikleşmiş çalışmayı yeniden okumak gerekiyor. Kitabın iki ayrı baskısı mevcut. Eski baskıda takdim yazısını Harvey Cox, yeni baskıda da Betto’nun kendisi kaleme almış. Yeni baskıda önsözü Armando Hart yazmış. Her ne kadar iki takdim yazısı da okumaya değer olsa da Cox’un yazısının daha kapsamlı bir analiz sunduğunu söylemek gerekiyor.

Kitap, sadece içeriği değil, sohbetin tarafları açısından da ilgi çekici. Brezilya’da yürüttüğü politik mücadelesinin yanında, gazeteci ve yazar olarak önemli bir deneyime sahip olan Betto’nun, söyleşiyi gerçekleştiren kişi olarak Castro’ya hayran olduğu görülüyor, ama öte yandan o, komutana zor sorular yöneltmeyi de biliyor. Görebildiğimiz kadarıyla Castro da Betto’dan, kurtuluş teolojisini geliştiren katkılarından, her şeyin ötesinde elde ettiği devrimci başarılardan etkilenmiş. Betto, dünyaya dair merakı, yeni gelişmelere açıklığı ve çok kitap okuyan biri olarak öne çıkıyor.

Burada kitapla ilgili tüm fikirlerimi aktarmayacağım. Sadece sohbet boyunca Castro’nun dile döktüğü, benim not aldığım sözleri aktaracağım.

Hıristiyanların komünist partiye üye olmalarına izin verilmemesi hakkında

“Kiliseyi tekellerine almış olan tüm imtiyazlı toplumsal sınıflar devrime karşılardı, dolayısıyla biz partiyi organize ederken, Tanrı’ya inananları partinin dışında tuttuk. Bu insanları parti dışında tutmamızın sebebi, Katolik olmaları değil, karşı-devrimci olma potansiyeline sahip olmalarıydı. Burada tabii ki tüm Katoliklerin karşı-devrimci olduklarını düşünmüyorduk. […] O dönemin şartları neticesinde bu kural belirlendi. Bugün bana ‘böyle olmak zorunda mıydı?’ diye sorsanız, ‘hayır değildi’ cevabını veririm. Böyle olmak zorunda değildi. Tarihsel açıdan böyle bir zorunluluk yoktu.”

Hıristiyanlarla Komünistler arasında kurulacak işbirliği hakkında

“Daha önce dediğim gibi, Hıristiyanlar ve komünistler barış içerisinde bir arada olmanın ötesine geçmeli. Aramızda daha sıkı ve daha iyi ilişkiler kurulmalı. Hatta devrimle kiliseler işbirliği içine girebilmeli, çünkü kiliseler, toprak sahiplerini, burjuvaları ve zenginleri artık temsil edemezler. […] Bu işbirliği kurulmadı diye kendimi eleştirebilirim, ama aynı şekilde kiliseler de eleştirilmeli. Geçmişte bu yönde bir çalışma içine girmediğimiz, sadece birlikte varolma ve karşılıklı saygı ile yetindiğimiz için kendimizi eleştirmeliyiz.”

“Devrimlerle dinî inançlar ne vakit karşı karşıya gelseler, gericilik ve emperyalizm, bu dinî inançları devrimlere karşı bir silâh olarak kullanabiliyor. Bir işçinin, köylünün, yoksulun dinî inançlarının devrime karşı bir silâh olarak kullanılmasını kolay kılacak adımları biz niye atalım? Bu, politik açıdan yanlış bir yaklaşım. […] Burada mesele, sadece politik taktikler değil. Ben, her bir yurttaşın sağlık, hayat ve özgürlük gibi kendi dinine inanma hakkına da saygı duyulması gerektiğini düşünüyorum. Yani ben, bireyin kendi felsefi düşüncelerine ve dinî inançlarına sahip olma veya olmamasının devredilemez bir hak olduğuna inanıyorum.”

“Kişisel olarak Keşiş Betto’ya saygı duymama en çok sebep olan şey, sizdeki o derin muhakeme ve dinî inançtı. Bu tür meseleleri dert edinmiş olan diğer kilise mensuplarının da sizin gibi olduğuna eminim. Eğer biz devrimciler, sizin samimi olduğunuzu düşünmeseydik, örneğin Nikaragua’da belirttiğim gibi, Hıristiyanlarla Marksistler arasında kurulacak ittifak, hatta birlikle ilgili görüşümüzü dillendirmenin de tartışmanın da bir anlamı kalmazdı. Çünkü gerçek bir Marksist, sahte bir Hıristiyan’a güvenemeyeceği gibi gerçek bir Hıristiyan da sahte bir Marksiste güvenemez. Sağlam ve kalıcı bir ilişki, ancak iki tarafın birbirine duyduğu inanç üzerine kurulabilir.”

Hıristiyanlara Yönelik Ayrımcılık Hakkında

“İlkesel düzeyde hiçbir ayrımcılık biçimi kabul edilemez. Bunu açık yüreklilikle ifade ediyorum. Bana Hıristiyanlara karşı ayrımcılık yapıldı mı diye sorarsanız, samimi cevabım şu şekilde olacak: ‘Evet.’ Bu ayrımcılık meselesi, henüz aşılabilmiş değil. Bu belirli bir programa ve niyete bağlı olarak yürütülen, kasti bir uygulama değil. Bu ayrımcılık vaki ve ben, bu aşamanın üstesinden gelmek zorunda olduğumuza inanıyorum. Bu konuda gerekli koşullar oluşturulmalı, emperyalizm bizi hâlen daha tehdit ediyor olsa da, dini karşı-devrimci bir ideolojiye dönüştüren imtiyazlı sınıfların mensupları, o eski burjuvalar, toprak sahipleri varlıklarını koruyor olsalar da aradaki güven bir biçimde tesis edilmelidir.”

Son olarak da Fidel’in politik teolojisine dair bir pasaj aktaralım:

“Zaman zaman İsa Mesih’in mucizelerinden ben de bahseder, şu türden sözler dile getirirdim: ‘İsa, halkın karnını doyurmak için balıkları ve ekmek somunlarını çoğaltandı. Biz de tam olarak O’nun yaptığını devrim ve sosyalizmle yapmak istiyoruz. Halkın karnını doyurmak için balıkları ve ekmek somunlarını, okulları, öğretmenleri, hastaneleri ve doktorları, fabrikaları, ekilebilir tarlaları, iş imkânlarını, sanayi ve tarımdaki üretkenliği, araştırma merkezlerini ve aynı amaç doğrultusunda çalışan bilimsel araştırma projelerinin sayısını artırmak istiyoruz.’ Bazen ben de birkaç işçi çalıştıran zengin adamla ilgili meseli anlatıyorum: Adam, tam gün çalışan işçilere bir lira, yarım gün çalışanlara bir lira, öğleden sonra birkaç saat çalışana da bir lira vermiş. Bu mesel, paranın bu şekilde dağıtılmasına karşı çıkanları eleştiriyor. Ben, bunun komünist bir formül olduğuna inanıyorum. Burada sosyalizmin ötesine geçen bir uygulama var, çünkü sosyalizmde her bir kişiye kapasitesine ve yaptığı işe göre ödeme yapılması gerekiyor, komünist formül ise herkese kendi ihtiyaçlarına göre ödeme yapılmasını öngörüyor. Gün içerisinde çalışan işçilere bir lira ödenmesi, komünist bir formül üzerinden ihtiyaçları göz önüne alan bir dağıtıma işaret ediyor.”

Burada sadece yüzeysel bazı alıntılar yaptım. Kitap bir altın madeni gibi. Üstelik kitapta sadece Castro’nun görüşlerine yer verilmiyor. Betto da sosyalizm ve kurtuluş teolojisi konusunda önemli kimi görüşler aktarıyor. İki isim, kilisenin tarih boyunca yaptığı zulümler, sosyalizmin yüzleştiği güçlükler ve sunduğu vaatler konusunda görüş alışverişinde bulunuyor. Castro’nun sevgiden, nefretten ve sınıf mücadelesinden söz ettiği yerler çok önemli.

Düşünsel ve teolojik söylemin yanında, kitabın yaptığı diğer önemli bir katkı da Küba’daki devrimci toplumun dine yönelim açısından yaşadığı hikâyeyi ele alan kısmı. 26 Temmuz Hareketi’ne buradan bakmak, gerçekten heyecan verici. Kitapta yeni gelişen hareketin ayakları üzerinde nasıl doğrulduğuna, nasıl kitleselleştiğine dair çok önemli tespitlere yer veriliyor.

Ama öte yandan kişisel bir değerlendirmeyi içerdiği için kitap bazı eksiklerle malul. Örneğin Castro, devrimci hareketin kiliseye yönelik yaklaşım konusunda yanlışlar yaptığını kabul ediyor, ama belirli noktalarda devletin Katoliklere karşı aldığı disipline etme amaçlı tedbirleri görmezden geliyor.

Ülke içerisinde ve dışında birçok Katolik, hem dinle hem de devrimle bağ kurdu. Bu konuda Dorothy Day, ilginç ve şaşırtıcı bir isim. Küba ziyareti sonrası Catholic Worker gazetesine yazılar yazan Day, devrimci süreçte disipline etme amacı güden tedbirleri aktarıyor. Aynı zamanda kilisenin burjuvaziden yana saf tutma kararına dair yazılar yazıyor. Bu karar, Castro’nun Betto ile gerçekleştirdiği sohbette üzerinde durduğu bir konu. Ama Castro, bazen hafızadan silinmesi sebebiyle, bazen devrim nostaljisi neticesinde, bazen de politik açıdan örtbas etme girişimine bağlı olarak, bu tür meselelere değinmiyor. Ama neticede kitap bir sohbetin kaydı, araştırma üzerine kurulu bir çalışma veya arşivden beslenen bir proje çalışması değil. Kitapta Castro’nun açıklamaları, bu gerçeklik göz önünde bulundurularak yorumlanmalı.

Ben, kitabı Marksizm ve Hıristiyanlık adını taşıyan bir derste öğrencilere okutuyorum. Kitabı okuyanların dile getirdiği fikirlerin beni hep büyülediğini söylemeliyim. Bazıları, sahnenin özgüllüğüne bakıyor, Brezilya’daki askeri diktatörlüğün hapiste çürüttüğü rahibe ve kendi ülkesindeki diktatöre karşı yürüyen devrimci mücadeleyi zafere taşıyan devrimciye odaklanıyorlar. Metin, herkesi kucaklayan, kendisine bağlayan bir dile sahip. Okurken, iki devrimcinin ilk dönem Hıristiyanlıktaki ilkel komünizmi veya Küba Devrimi’nin sancılı günlerini tartışırken içtikleri puroların kokusunu duyuyorsunuz.

Bazı öğrencilerse kitapta kendi hayatını ve inancını paylaşan bir komünist lider buluyorlar. Bir öğrencinin çıkıp sınıfta kitabın gözlerindeki perdeyi yırttığını söylediği an, beni çok etkilemişti. Birçok öğrenci, kitap sayesinde Castro, Küba ve sosyalizm konusunda daha derinlikli bir bilgiye sahip olduklarını söylediler. Castro’nun zekâsıyla ve duruşuyla ilk kez tanışma imkânı buldular.

Fidel ve Din, özel bir kitap. Öyle ki kitabın ardından Küba Komünist Partisi sonrasında dindar insanları partiye üye olarak kaydetmeye başladı. Kitabın yirmi yıl sonra yapılan yeni baskısına yazdığı yazıda Betto, Regis Debray’nin Küba Devrimi ile ilgili o ünlü kitabına atıfta bulunarak, kitaplarının “devrim içerisinde hakiki bir devrime sebep olduğunu” söylüyor.

Kitap, zamanla Latin Amerika genelinde önemli bir vaka hâlini aldı. Çok satan kitabın binlerce korsanı basıldı. Betto’nun da dile getirdiği biçimiyle, “tarihte ilk kez görevi başında bulunan bir komünist lider, dine dair olumlu laflar etti ve dinin de gerçekliğin değiştirilmesine katkıda bulunabileceğini, bir ülkeyi devrimcileştirebileceğini, zulmün kalelerini yıkıp adaleti tesis edebileceğini kabul etti.”

İsviçre’de Castro ile Betto arasında gerçekleşen bu sohbetten yola çıkarak bir tiyatro oyunu kaleme alındı. Kitabın hazırlık süreciyle ilgili bir belgesel çekildi.

Betto’nun da dile getirdiği biçimiyle, kitap sayesinde bazı komünist hükümetler, Betto’yu ülkelerine davet edip kendi toplumlarını din üzerinden düşünme konusunda ona danıştılar. Castro ve Küba Komünist Partisi kitabı, politika ve uygulamadaki önemli değişikliklerin girizgâhı olarak değerlendirdi. Bunun yanında, devletle Katolik Kilisesi içerisindeki kimi yetkili isimler arasında sıcak ilişkiler kuruldu.

Fidel ve Din, sadece iki insan arasında cereyan eden özgün bir ideoloji alışverişi veya tarihsel anlatıya dair ilginç yorumları içeren bir çalışma değil, ayrıca Hıristiyan toplumu ile komünist cenah içerisinde gerçek değişimleri tetikleyen bir kitap olduğu için de okunmalı. Herhangi bir dine inansın ya da inanmasın, tüm komünistler açısından kitap, bugün solun belirli kesimlerinde mevcut olan kâmil bir ateizmin örneğini içeriyor, aynı zamanda devrim açısından dinin yol açtığı tehlikelere ve sunduğu fırsatlara dair özel bir pencere açıyor.

Hıristiyanlar açısından kitap, dinin politik boyutlarını ve işbirliği imkânlarını yeniden düşünmeye davet ediyor. Sohbet boyunca Castro samimi Marksistlerin, Betto da samimi Hıristiyanların temsilcisi olarak karşımıza çıkıyor, ama aynı zamanda bu insanlar, samimiyetin aradaki sınırları silikleştirdiği mücadele dâhilinde birliğe doğru uzanan yola işaret ediyorlar.

Dean Dettloff
18 Şubat 2021
Kaynak

25 Kasım 2022

, ,

Kızıl Selam Sana Fidel Yoldaş

Sen, insanlığın sömürüsüz, sevgi dolu, onurlu ve özgür bir hayat için verdiği mücadelenin cisimleşmiş hâliydin.

Sen mücadelemizde yaşıyorsun. Esaretin ve onursuzluğun her tür biçimine, sömürünün her hâline karşı verilen mücadelede yaşıyorsun.

O varlığınla tüm dünyada insanlığın verdiği mücadelelerin dostu ve yoldaşı oldun. 15 Nisan 1954’te şunları söylemiştin:

“Tüm insanların mutlu olabileceğine eminim, onlar için, bazı akrabalarım, tanış olduğum insanların yarısı, meslektaşlarımın üçte ikisi ve eski okul arkadaşlarımın beşte dördü dâhil birkaç bin insanın nefretini ve kötülüğünü üzerime çekmeye hazırım.”[1]

Kırkların sonunda ABD’deki bir istihbarat kuruluşu, seninle ilgili hazırladığı raporda şunu söylüyordu:

“Ailesinden eğitim almamış, gerçek bir eğitimden yoksun, ama gene de iyi bir geçmişe sahip genç bir Kübalı, ileride gangster olmaması için hiçbir sebep yok.”[2]

Emperyalistler, seni baş düşman, bir gangster olarak görüyorlardı. Ama sen, bizim için bir kahraman, gökte ışıl ışıl parıldayan yıldızımızdın.

O duruşunla insanlığın düşmanları sana düşman oldular. Kapitalistler, burjuvalar, emperyalistler, dünyayı insanlığın aleyhine olan bir yere doğru sürükleyen güçler, sana düşmandı. Boş yere komplolar kurdular, çünkü insanlık, geriye doğru hareket etmiyordu, gezegen ilerliyor, tarih hiçbir vakit tekrar etmiyordu.

Fidel, sen tüm insanlığın umutlarının ve düşlerinin cisimleşmiş hâliydin. O kararlı duruşun ve onlarca yıl verdiğin mücadelenle düşlerimizin, arzularımızın ve mücadelelerimizin yücelmesini sağladın.

Dalgalandırdığın bayrak mücadelemizin kızıl bayrağıydı ve o bayrakta şehitlerimizin kanı vardı. O şehitler ki insanlığın davası, ezilenler, sömürülenler, mahrum kalmışlar için düşmüşlerdi toprağa. Temmuz 1953’te, 26 yaşındayken Santiago de Cuba’da bulunan Moncada kışlasına yoldaşlarınla birlikte saldırı gerçekleştirdin. Böylelikle o yiğitlikle tanımlı yolculuğun başlamış oldu. O yolculuk, onlarca yıl devam etti.

Yolculuk, yirminci yüzyılda başlamıştı. Sen mücadeleye devam ettin ve onu yirmi birinci yüzyıla taşıdın. Artık yeni bir bin yıldaydık. Böylelikle senin mücadelen yüzyılları kucakladı, bir yüzyıldan diğerine taştı. Biz, senin mücadelenle gurur duyuyoruz. O insanlığın kesintisiz mücadelesine evrildi. Lyon’da, Paris’te, Şikago’da, Petrograd’da ve Şolapur’da emekçilerin verdikleri mücadelenin parçası hâline geldi.

Senin mücadelenden öğrendik emekçi insanların insanlığa bağlı olduğunu, insan hayatını örgütleme vaadiyle varolduklarını. Bu sayede o mücadelen bizi gururlu ve onurlu kıldı.

Yoldaş, o örgütlediğin ve öncülük ettiğin mücadeleyi biz hiç unutmadık. O mücadele, birçok yönüyle insanlık tarihi içerisinde eşsiz bir yere sahip. Coğrafi açıdan ufak olan bir ada devletinde en güçlü emperyalistin dayattığı, dünya tarihinin gördüğü en uzun ekonomik ablukaya karşı direneceğini kimse düşünemedi. Senin komutan altında Küba, onurundan zerre ödün vermeden, ablukaya başarıyla karşı koymayı bildi.

Küba halkı, senin liderliğinde mücadele etti. 15 Nisan 1954’te şunu söylüyordun:

“Bu ülkeyi tepeden tırnağa devrimcileştirdiğim için o kadar memnunum ki!”[3]

Bu pratiğin asıl bizi gururlandırdı.

Emperyalist güçler, örgütledikleri tüm komplolar ve gerçekleştirdiği müdahalelerin sonunda onurlarını şereflerini ayaklar altına alarak geri çekilmek zorunda kaldılar, böylece kendilerini rezil ettiler. Tüm o komplolara göğüs geren, onlara bir bir mani olan sendin. Sen, tüm dünyaya her yerde insanların emperyalistlere başarıyla karşı koyup onları yenebileceğini gösterdin.

Fidel, sen onurlu bir yaklaşım sergiledin. Tüm anlayışını ve tavrını belirleyen, kardeşlik duygusuydu. Senin başında olduğun Küba, tüm ülkelere bu kardeşlik anlayışıyla yaklaştı. Senin yaklaşımın bize emperyalistlere teslim olmamayı öğretti. İnsanlara harekete geçmeyi ve bilinçli olmayı sen öğrettin.

Tüm cesaretinle ettiğin şu sözü hiç unutmadık: “Bugünden söyleyebilirim ki 1956 yılı içerisinde ya özgür ya da şehit olacağız.” Bu cesaretle yoğrulmuş sözü New York’ta düzenlenen Batista karşıtı toplantıda da yineledin.[4] Dünya, senin sözlerini nasıl uygulamaya koyduğunu gördü.

Gabriel Garcia Marquez senin için şunları söylemişti:

“O gösterişsiz yaşayan, bitmek bilmez düşlere sahip, eski tarzda resmi eğitim almış, kelimelerini dikkatle seçen, hareket tarzı basit olan, sıradan olanı esas almayan hiçbir fikre ikna olamayan biri.”[5]

Marquez, seni şu sözlerle tasvir ediyordu:

“O, bilim insanlarının kansere çare bulacağı günlerin hayalini kuruyor. Asıl düşmanından 84 kat daha küçük olan, içme suyunun bulunmadığı bir adada, dünyada yürüttüğü dış politikayla güç olmayı bilen bir ülke yarattı.”[6]

Yoldaş, Moskova’da, göklere çıkartılan perestroyka siyasetinin beyaz bayrağının dalgalandığı o zor günleri hiç unutmadık. O bayrak, emekçilerin düşmanlarınca gerçekleştirilmiş ihanetin simgesiydi. Sen, Raul ile birlikte, bize düşmanlıkla yoğrulmuş günlerde kararlı bir duruş sergiledin. Sen ve Küba halkı, yenilmişlik hissiyle hareket etmediniz, teslimiyetçi çizgiyi reddettiniz, döneklerden farklı bir konum aldınız. Aldığın bu konum, dünyanın sömürülenleri olarak bizi onurlandırdı. Havana semalarındaki yıldız, seninle parladı. Dostun Hemingway’in dünyaca ünlü sözünü dilinden hiç eksik etmedin: “İnsan, yenilmek için gelmez dünyaya. Bir insan yok edilebilir, ama yenilemez.”

Yoldaş, biz senin dünya barışından, nükleer silâhlardan arınmış bir dünyadan yana olduğunu biliyoruz.

Yoldaş, Afrika ve Latin Amerika’daki ülkelerde mücadele eden halklara verdiğin kesintisiz desteği hiç unutmadık. ABD’nin Irak’ı işgal ettiği günlerde Bağdat’ı terk eden son diplomatların Kübalı diplomatlar olduğu gerçeği aklımızdan hiç çıkmadı. Sen, halkların nasıl kardeş olabileceğini gösterdin. Kübalı doktorlar, Haiti’den Pakistan’a birçok ülkenin sokaklarını arşınladı, Küba halkının desteklediği bu insanlar, senin öğretilerinle hareket ettiler. Sağlık hizmetleri, tıbbi araştırmalar, eğitim, ekolojik tarım gibi alanlarda gösterdiği başarılarda Küba’ya gene sen rehberlik ettin. Dünya, düşman güçler karşısında onurlu bir mücadele vermenin mümkün olduğunu Küba’dan öğrendi.

Bugün karşımızda kapitalistler arası çelişkilerin ve rekabetin yoğunlaştığı bir dünya var. Kapitalist kamp çöküş sürecinde. Bu da söz konusu kampı daha kibirli ve daha acımasız yapıyor. Kamp müdahalelerle ve cinayetlerle yaşayabileceğini biliyor. Kendilerine düşman gördükleri insanları izlemek, akıllarına gelen ilk şey. Bu gerçeklik, bize senin açtığın yolun tek yürünecek yol olduğunu gösteriyor.

Fidel, sevgili yoldaşım, hayatınla ve mücadelenle sömürülenlerin, yoksul halk kitlelerinin mücadelesine hiçbir zaman sırtını dönmedin, hep özgür hayat mücadelesinin içinde oldun, onursuzluğu ve şerefsizliği hiçbir vakit kabullenmedin, bu hâlinle tüm insanlığı onurlandırdın. Dolayısıyla sen özgür toplumun liderisin. İnsanlık, seni hiçbir zaman unutmayacak. Yürüttüğümüz tüm mücadelelerde varlığın her daim hissedilecek. Varlığın daha çok hissedildikçe mücadelelerimiz daha fazla yere ulaşacak ve daha da yoğunlaşacak.

Evet yoldaş, komutanım, kızıl selam, kızıl selam sana.

Farooqe Chowdhury
26 Kasım 2016
Kaynak

Dipnotlar:
[1] Fidel Castro, “Letters from prison, 1953-1955”, My Early Years, yayına hazırlayanlar: Deborah Shnookal ve Pedro Alvarez Tabio, Ocean Press, Melbourne, New York, 2005.

[2] Aktaran: Herbert Matthews, The Cuban Story, New York 1961, George Braziller, Inc.

[3] Fidel Castro, a.g.e.

[4] I Lavretsky, Ernesto Che Guevara, Progress Publishers, Moscow, erstwhile USSR, 1976.

[5] Gabriel Garcia Marquez, “A personal portrait of Fidel.”

[6] Marquez, a.g.e.

24 Kasım 2022

, ,

Mektuplar

Dünkü yazımda, Küba Cumhuriyeti Kahramanları unvanını ve prestijli bir ödül olan Playa Giron Ödülü’nü alan beş hemşehrimle yaptığım toplantıyı izah ediyordum. Onların serbest kaldıktan sonra ülkeye gelmelerinin üzerinden tam yetmiş üç gün geçmiş. Benim açımdan en önemli şey, bu yoldaşların aileleriyle bir araya gelmeleri ve çocuk, erkek, kadın, genç, yetişkin veya yaşlı herhangi bir kişinin hayatına mal olabilecek terörist eylemlere mani oldukları için adalete aykırı bir biçimde suçlanıp cezalarını çektikleri, emperyalizme ait o korkunç zindanlarda kaldıktan sonra tıbbi bakım ve çekap hizmetinden istifade edebilmiş olmalarıdır.

Benim asıl meselem, hayatımızın özünü teşkil eden fikirlerin ve devrimci deneyimlerin değiş tokuş edilebilmesi için gereken zamanı yaratabilmekti.

Belli ölçüde başka meseleler toplantımızın gecikmesine neden olmuştu. Hâlen daha hapiste olan üç yoldaşımız, 17 Aralık günü vatanlarına ayak bastı.

11 Ocak günü Maradona, kendisine gönderdiğim bir mektuptan söz etti ve herkesi meraklandıran belgeyi gösterdi, ama detaylardan hiç bahsetmedi. Geçen hafta sonu Telesur televizyonuna çıkıp bu mektuptan tekrar bahsetti. Olan biteni net bir biçimde ortaya koymak adına, Maradona’yla yaptığımız yazışmalara ait metinlerin tamamını buraya ekliyorum.

Fidel Castro Ruz
2 Mart 2015
Saat 21:53

* * *

Sevgili Maradona,

Ocak 2015’in ilk haftaları boyunca o büyüleyici spor maceranı seninle paylaşan muhteşem yoldaşınla birlikte Küba’da olacak olmana çok sevindim.

Elimde, sahip oldukları üretim kapasiteleri ve yürüttükleri ihracat politikalarına göre petrol üretip ihraç eden ülkelerin listesi var. Bu liste, petrol üretiminin insanlığın geleceğini ciddi ölçüde tehdit ettiği bir dönemde hazırlanmış. Başka ülkeler, farklı sebeplere bağlı olarak üretimde bulunuyor.

Suudi Arabistan: günlük 11.730.000 varil;

ABD: 11.110.000;

Rusya: 10.440.000;

Çin: 4.155.000;

Kanada: 3.856.000;

İran: 3.594.000;

Birleşik Arap Emirlikleri: 3.213.000;

Listede yirminci sıraya kadar olan ülkeler, örneğin İngiltere, kendi topraklarında günlük bir milyon varilin üzerinde petrol çıkartıyor.

Üretim ve eldeki rezervler açısından bu ülkeler listenin başında yer alıyorlar.

Küba’yı ziyaret edeceğini öğrendim. Bu, beni çok mutlu etti. O unutulmaz dostumuz Hugo Chavez’le geçirdiğimiz o en güzel yıllarda seninle yaptığımız sohbetler için sana teşekkür ederim. O Mar del Plata’daki buluşmamızı hiç unutamadım. O sohbette Hugo, ABD’ye başka bir Amerika olduğunu hatırlatmıştı.

Bana gelince, ben Gerardo, Antonio ve Ramon’la yapılmış mülâkatı ikinci kez seyrediyordum. Senin de bildiğin gibi, küçük Gema’ya çiçek göndermiş olsam da henüz onları tebrik etme şansı bulamadım. Gema da ne güzel isim öyle!

Duyduğuma göre saat 17:30’da uçağa binecekmişsin. Saat kesinleşti mi?

Son Orta Amerika ve Karayipler Şampiyonası’nda bir hakem, futbol gibi önemli bir spor dalı için oldukça keyfi sayılabilecek bir penaltı verdi bize. Bu penaltı hiç de adil değildi. Para zenginler, penaltılar fakirler için demek ki.

Senin de gördüğün gibi tarafsız kalmak istiyorum, ama seni temin ederim, bu iş çok zor.

En iyi dileklerimle Üstat!

Fidel Castro Ruz
11 Ocak 2015
Saat 19:25

* * *

Sevgili Fidel,

11 Ocak günü, senin iyi olduğunu bilmenin verdiği mutlulukla ve bir kez daha, dünya sorunlarını dert edinen, benim ebedi dostum olarak ilettiğin mesajı taşıma onuruyla ayrıldım Havana’dan.

Şili’de düzenlenecek olan Amerika Kupası için ilk özel program çekimlerini Havana’da yapan Telesur televizyonunun De Zurda isimli programının ikinci sezonuna başlayabilmem için bu mutluluğu yaşamaya ihtiyacım vardı.

Senin gibi devasa bir isim olan, ortak dostumuz, unutulmaz komutan Hugo Chavez’in çizdiği, zafer yolunu yürüsün diye Venezuela için ortaya koyduğun çabaların müstesna şahitlerinden biri olarak ben, 28 Şubat ve 1 Mart günleri De Zurda Viajero [“Solak Seyyah”] isimli programın Venezuela’nın başkenti Karakas’tan yayınlanacağı konusunda seni bilgilendirmek isterim. Kesin olarak söyleyebilirim ki bu iki oldukça etkileyici programda tek konu başlığı futbol olmayacak.

Fidel, seninle kurduğum o samimi ve güzel dostluğumuza tanık olan yıllar, bana sadakatin hiçbir karşılığının olmadığını, bir dostun dünyadaki tüm altınlardan daha değerli olduğunu, fikirlerin asla paraya tahvil edilemeyeceğini öğretti. De Zurda isimli programda dostluğumuzdan saygıyla söz edilmesinin sebebi budur.

“Tarihsel” hedeflerine aşina olan biri olarak ben, senin mutlu olduğunu görmemi sağlayan o mektubu gönderdiğin için sana teşekkür etmek istiyorum. Bir aydan fazla bir zaman geçti ve birçok insan, o mektubun içeriğini öğrenmek istiyor. O alıştığımız nezaketinle sen, mektubu ancak benim açıklamaya karar vermem durumunda kamuoyuna açıklanacağı konusunda güvence vermiştin. Sadece mektubun içeriğinin bilinmesini değil, aynı zamanda cevabımın da herkesle paylaşılmasını istiyorum.

Komutanıma ve dostuma, en iyi dileklerimle.

Diego Armando Maradona
Dubai, 16 Ocak 2015
Kaynak

28 Temmuz 2022

,

26 Temmuz

“26 Temmuz Hareketi, aşağıdakilerin aşağıda olan insanlar için kurduğu,
onlara ait bir devrimci örgüttür.”
[Fidel Castro]


Fidel Castro’nun 26 Temmuz 1961 günü Havana’daki Jose Marti Devrim Meydanı’nda düzenlenen, Moncada Kışlası’na yönelik saldırının sekizinci yıldönümünü anma töreninde yaptığı konuşma.

* * *

26 Temmuz, emperyalizm için üzücü bir gündür.

26 Temmuz, Yanki emperyalistleri, yabancı tekeller, büyük toprak sahipleri, sanayinin ve finans kuruluşlarının başındaki büyük patronlar, büyük spekülatörler, büyük kumarbazlar ve devrim karşıtı çeteler için acı bir gündür.

26 Temmuz, siyasetçiler için acı ve üzücü bir gündür.

Büyük suçlular, tüm halk düşmanları için acı ve üzücü bir gündür.

Ve tabii devrim, asıl getirilen kanunlarla imtiyazlarını yitiren herkes için acı ve üzücü bir olaydır. 26 Temmuz, esas onları endişelendirmektedir.

Fidel Castro
26 Temmuz 1961
Kaynak

11 Eylül 2021

, , ,

Salvador Allende

Salvador Allende, yüz yıl önce 26 Haziran 1908 günü Şili’nin güneyindeki Valparaiso kentinde dünyaya geldi. Hem avukatlık hem de noterlik yapan babası, Şili Radikal Partisi’nin üyesiydi. Ben doğduğumda Salvador 18 yaşında idi. Doğduğu şehirdeki lisede ders görüyordu.

Sonraki yıllarda Juan Demarchi adındaki yaşlı bir İtalyan anarşist, onu Marx’ın kitaplarıyla tanıştırdı.

Okulundan yüksek notlarla mezun oldu. Spor yapmayı da izlemeyi de severdi. Gönüllü olarak askere yazıldı ve Viña del Mar Zırhlı Süvari Alayı’na katıldı. Kendisine Tacna Mızraklı Süvari Alayı’na gitmesi söylendi. Ülkenin kuzeyindeki kurak ve yarı çöl olan Tacna, sonradan Peru ismini aldı. Askerliğini yedek subay olarak tamamladı. O günlerde sosyalist olmuş, Marksist fikirleri benimsemişti. Zayıf, karaktersiz bir genç değildi. Sanki bir gün zihninde şekillenmeye başlayan görüşleri savunurken ölümüne dövüşeceğini o vakitler hissetmişti.

Şili Üniversitesi’nde tıp okumaya karar verdi. Orada Marksist çalışmaları okuyup tartışan bir grup öğrenciyle toplantılar düzenledi. 1929’da İlerleme grubunu kurdu. 1930’da Şilili Öğrenciler Federasyonu’nun başkan yardımcılığına getirildi ve Carlos Ibáñez diktatörlüğüne karşı yürütülen mücadelelere aktif olarak katıldı.

1929’da borsanın çökmesi ardından büyük buhran yaşandı. Küba’da Machado diktatörlüğüne karşı mücadele devam etmekteydi. Mella öldürülmüştü. Kübalı işçiler ve öğrenciler baskılarla karşılaşıyorlardı. Martínez Villena’nın öncülüğünde komünistler bir genel grev örgütlediler. Villena, o dönemde yazdığı şiirde şunu söylüyordu: “Bize bir hücum işareti lazım ki bu hainlerden kurtulalım, devrim işini tamamlayalım.” Anti-emperyalist duygularla yüklü bir adam olan Guiteras, diktatörlüğü silâhlı ayaklanma yoluyla devirmeye çalıştı. Ülke geneline yayılan isyanları kontrol edemeyen Machado yıkıldı, ama sonra ABD, çok da fazla çaba sarf etmeden, demir yumruğuyla devrimi birkaç ay içinde ezdi ve adayı 1959’a dek kontrolünde tuttu.

İşçiler, ülke kültürü ve doğal kaynaklar üzerinde emperyalist hâkimiyetin zorla tesis edildiği bir ülkede Salvador Allende, devrimci faaliyetlerini tereddüt etmeden sürdürdüğü o mücadelesi dâhilinde, ideallerine hep sadık kaldı.

1933’te doktor oldu. Şili Sosyalist Partisi’nin kuruluş çalışmalarına katıldı. 1935’te Şili Tabipler Birliği’nin başkanı oldu. Altı ay kadar hapis yattı. Halk Cephesi’nin kurulması için yoğun çaba sarf eden Allende, 1936’da Sosyalist Parti’nin genel sekreter yardımcısı oldu.

Eylül 1939’da Halk Cephesi hükümetinde sağlık bakanı oldu. Toplumsal tıp üzerine bir kitap yazdı. İlk konut fuarını organize etti. 1941’de ABD’de düzenlenen Amerika Tıp Derneği toplantısına katıldı. 1942’de Şili Sosyalist Partisi genel sekreteri oldu. 1947’de senatoda oylanan, baskıcı niteliğinden dolayı “Lanetli Kanun” da denilen Demokrasinin Kesintisiz Savunulması Kanunu’na karşı çıktı. 1949’da Şili Tıp Okulu’nun rektörü oldu.

1952’de Halk Cephesi, kendisini cumhurbaşkanı adayı yaptı. Henüz 44 yaşında olan Allende, o seçimi kazanamadı. Senatoya bakır madenlerinin millileştirilmesi ile ilgili bir kanun tasarısı sundu. 1954’te Fransa’ya, İtalya’ya, Sovyetler Birliği’ne ve Çin Halk Cumhuriyeti’ne seyahat etti.

Dört yıl sonra, 1958’de Halkın Sosyalist Birliği Partisi’nin, Şili Sosyalist Partisi’nin ve Komünist Parti’nin bir araya gelip kurduğu Halkın Eylem Cephesi tarafından cumhurbaşkanlığına aday gösterildi. Seçimi, muhafazakâr bir isim olan Jorge Alessandri kazandı.

1959’da Allende, o güne dek solcu ve devrimci isim olarak bilinen Venezuela Cumhurbaşkanı Rómulo Betancourt’un göreve başlama törenine katıldı.

Aynı yıl Havana’ya gelip Che ve benimle bir araya geldi. 1960’ta üç ayı aşkın bir süredir grevde olan Şilili kömür madeni işçilerine destek verdi.

1961’de Uruguay’ın Punta del Este kentinde Amerikan Devletleri Örgütü’nün (OAS) demagojik yaklaşımlarını Che ile birlikte eleştirdi.

Bir kez daha cumhurbaşkanı adayı oldu. 1964’teki seçimi hâkim sınıfların tam desteğini alan ve ABD senatosunun gizliliğini kaldırdığı belgelere göre CIA’den kampanya için para temin eden Hristiyan Demokrat aday Eduardo Frei Montalva kazandı. Montalva görevde kaldığı süre boyunca emperyalizm, Küba Devrimi’ne ideolojik bir cevap niteliği taşıyan ve “Özgürlükte Devrim” olarak nitelendirilen hareketi inşa etmek için uğraştı. Bu çalışma, faşist bir diktatörlükten başka bir şeyle sonuçlanmadı. O seçimde Allende, bir milyondan fazla oy almıştı.

1966’da Havana’da düzenlenen Üç Kıta Konferansı’na katıldı. Ekim Devrimi’nin ellinci yıl dönümü vesilesiyle Sovyetler Birliği’ni ziyaret etti. Ertesi yıl, 1968’de Demokratik Kore Cumhuriyeti’ne ve Demokratik Vietnam Cumhuriyeti’ne ziyaretler gerçekleştirdi. Vietnam’da ülkenin lideri Ho Chi Minh’le sohbet etme ve toplantı düzenleme imkânı buldu. Bu seyahati esnasında Kamboçya ve Laos’a da uğradı ki buralar, o dönemde devrimci duyguların yoğun olarak yaşandığı yerlerdi.

Che’nin ölümü sonrası Bolivya’da Che’nin yanında olan, sonrasında Şili’ye geçen Üç Kübalı gerillayı bizzat Tahiti’ye götürdü.

Komünistlerden, sosyalistlerden, radikallerden, Halkın Birliği Eylem Partisi’nden, Ulusal Demokratik Parti’den ve Bağımsız Halk Eylem Partisi’nden oluşan Halkın Birliği Partisi, 22 Ocak 1970’teki seçimlerde Allende’yi aday gösterdi. 4 Eylül günü seçimleri kazandı.

Allende, sosyalizmin barışçıl yollardan kurulmasını öngören mücadelenin gerçek ve örnek bir ismiydi.

Richard Nixon’ın başını çektiği ABD yönetimi, seçim zaferi sonrası hemen harekete geçti. Şili Genelkurmay Başkanı General René Schneider’a 22 Ekim günü suikast düzenledi, suikasttan üç gün sonra general öldü. Paşa, emperyalistlerin darbeye öncülük etme isteklerine boyun eğmemişti. Böylelikle Halkın Birliği Partisi’nin hükümet kurmasına mani olunamadı.

Allende, cumhurbaşkanlığı koltuğuna hukuken 3 Kasım 1970 günü tüm o saygınlığı ile oturdu. Göreve gelir gelmez değişim için verdiği mücadeleye ve faşizme karşı kavgasına devam etti. Henüz 62 yaşındaydı. Küba Devrimi’nin zafere ulaştığı günden sonra 14 yıl süreyle kendisiyle omuz omza emperyalizmle mücadele etme onuruna nail oldum.

Mart 1971’deki belediye seçimlerinde Halkın Birliği Partisi, oyların çoğunu (yüzde 50,86) aldı. 11 Temmuz’da Cumhurbaşkanı Allende, bakır madenlerinin millileştirilmesini öngören kanunu yürürlüğe koydu ki bu, kendisinin 19 yıl önce Senato’ya sunduğu bir görüştü. Kongre’de oybirliğiyle kabul edilen kanuna kimse karşı çıkma cesareti gösteremedi.

1972’de, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu öncesi Allende, ülkesine yönelik uluslararası saldırıyı kınadı. Kurulda dakikalarca alkışlandı. Aynı yıl Sovyetler Birliği’ni, Meksika’yı, Kolombiya’yı ve Küba’yı ziyaret etti.

Mart 1973’teki meclis seçimlerinde Halkın Birliği Partisi, oyların yüzde 45’ini alıp meclisteki koltuk sayısını artırdı.

Cumhurbaşkanının görevden alınması için yankilerin mecliste ve senatoda ortaya koydukları çabalar başarısızlıkla sonuçlandı. Emperyalizm ve sağ güçler, Halkın Birliği hükümetine karşı yürüttükleri topyekûn savaşı yoğunlaştırdılar ve ülke genelinde terör eylemleri yapmaya başladılar.


[…]

Pinochet, Carlos Rafael ile görüştü. Halkın Birliği hükümetinin genelkurmay başkanı olan Carlos Prats’e sadıkmış gibi davrandı. Sonrasında oligarşi ve emperyalizm, onurlu bir adam olan Pratts’i yol açtıkları kriz üzerinden istifaya zorladı. Ardından da 1973’teki faşist darbe sonrası, Arjantin’de Ulusal İstihbarat Müdürlüğü’ne (DINA) bağlı iki kişi tarafından öldürüldü.

Allende’nin Şili ziyaretimde bana hediye olarak verdiği jeopolitika ile ilgili kitabı okuduğumdan beri Pinochet’yi güvenilmez biri olarak görüyordum. Sonra onu yakından izleme fırsatı buldum, sağcıların Allende’yi Santiago şehrinin kuşatma altına alınması yönünde karar almaya ittiği günlerde genelkurmay başkanı olarak Pinochet’nin yaptığı açıklamaları, başvurduğu yöntemleri inceledim. Nedense aklıma Marx’ın 18 Brumaire’de yaptığı uyarılar geldi.

Birçok kez farklı bölgelerde çalışan komutanların ve generallerin beni gördüklerinde yanıma gelip kurtuluş savaşı ve 1962’deki füze krizi konusunda sorular sorduğuna şahit olmuşumdur. Sabah başlayan ve saatlerce süren o toplantılarda Allende’ye yardım etmek istediğimi söylüyordum. Ayrıca sosyalizmin silâhlı kuvvetlerin düşmanı olmadığından bahsediyordum. Bir komutan olarak Pinochet de o toplantılara katılırdı. Allende bu toplantıları faydalı bulurdu.

Allende, 11 Eylül 1973’te La Moneda Başkanlık Sarayı’nı yiğitçe savunurken öldü. Son nefesine dek bir kaplan gibi dövüştü.

Faşist saldırıya karşı koyan devrimciler, onun son anlarıyla ilgili inanılmaz hikâyeler naklettiler. Sarayın farklı kısımlarında çarpıştıkları için aralarında belirli konularda uzlaşma sağlanamıyordu. Ayrıca en yakınındaki isimler de öldürülmüş ya da eşitsiz koşullarda, tüm yoğunluğu ile süren o muharebede idam edilmişlerdi.

Tanıklara göre Allende, ya tutsak düşmemek için son kurşunu kendisine sıkmıştı ya da düşman kurşunuyla ölmüştü. Hiçbir direnişle karşılaşmayacağını düşündükleri için kolay bir görev olarak ifa edeceklerini zannettikleri darbeyi yapmak adına tanklarla ve uçaklarla gerçekleştirilen saldırılar sonucu saray yangın yerine döndü. Tanıklar kendisini öldürdüğünü söylese de bunda çelişkili bir yan yoktu aslında. Sonuçta bizim bağımsızlık savaşımızda da birçok savaşçımız, yenilginin yakın olduğunu anladığında tutsak düşmemek için kendi canlarına kıymıştı.

Allende için yapmak istediklerimiz konusunda söyleyeceğimiz daha çok şey var elbette. Bazıları bundan bahsetti, dolayısıyla bu mesele, bu yazının konusu değil.

Allende, yüz yıl önce bugün doğdu. Dünyaya sunduğu örneklik, hâlâ capcanlı.

Fidel Castro Ruz
26 Haziran 2008
Kaynak



31 Aralık 2020

, ,

Radio Rebelde


Spiker: Burası İsyan Radyosu, yayınımızı Santiago de Cuba’nın girişinden yapıyoruz, 26 Temmuz Hareketi ve İsyan Ordusu adına konuşuyoruz.

Küba halkı, başımızdaki zalim ülkeyi terk etti, etrafındaki katilleri İsyan Ordusu’nun karşı konulamayan ilerleyişi karşısında kaçmak zorunda kaldı, eskiden zalim diktatörü destekleyen aynı kişiler, bugün onun yerini almaya çalışıyorlar.

Bunlar, askerî cunta ile iktidarı ele geçirdiler. Şimdi halkımız, her zamankinden daha fazla tetikte olmalı, devrimle omuz omuza hareket etmeli, talimatlar yayınlanır yayınlanmaz devrimci bir genel grev ilân etmek için gerekli hazırlıkları yapmalı.

Asla askerî cuntadan yana olmayacağız!

Çok kısa bir süre içerisinde devrimin lideri ve İsyan Ordusu’nun başkomutanı Küba halkına seslenecek ve önemli açıklamalarda bulunacak.

Havana’daki tüm radyolar ayarlansın, İsyan Radyosu’ndaki yayın dinlensin.

İsyan Ordusu ve 26 Temmuz Hareketi bu sürece göre hareket edecektir.

Kimse devrimi çalamayacak. Şuan devrim her zamankinden daha güçlüdür.

Fidel Castro konuşacak, lütfen radyonuzun başından ayrılmayın.

Spiker: Burası İsyan Radyosu, Santiago de Cuba’nın girişinden yapıyoruz yayınımızı. Dikkat! Burası çok önemli, Küba Devrimi’nin lideri Dr. Fidel Castro Ruz, çok önemli bir açıklama yapmak için mikrofonumuzun başına geçecek.

Küba halkı, şuan konuşan Dr. Fidel Castro’dur.

Binbaşı Fidel Castro: İsyan Ordusu’nun tüm binbaşılarına ve halkımıza talimatımdır.

Başkentten ne tür haberler geliyor olursa olsun askerlerimiz ateş kesmeyecek, ne olursa olsun parmaklar tetikte olacak. Güçlerimiz, savaşın her cephesinde düşmana karşı yürüttüğü operasyonlara devam edecek. Ateşkesi ancak garnizonlar teslim olmak istediklerinde kabul edebiliriz.

Görünüşe göre şuan başkentte bir darbe gerçekleşiyor. Darbeyle bağlantılı olaylar, İsyan Ordusu’nun bilgisi dâhilinde değil. Halk tetikte olmalı ve sadece Genel Komutanlık’ın talimatlarına göre hareket etmeli.

Son birkaç haftadır aldığı ezici mağlubiyetler sonucu diktatörlük tuzla buz olmuşsa da bu, devrimin muzaffer olduğu anlamına gelmiyor.

Askerî operasyonlar, hiçbir değişiklik yapılmaksızın devam edecek, Genel Komutanlık aksi yönde bir talimat vermiş değil. Operasyonların durdurulması talimatı, ancak devrimci liderliğe karşı ayaklanmış askerî unsurların teslim olmaları durumunda verilecektir. Devrime evet, askerî darbeye hayır!

Halka sırtını dönmüş bir askerî darbeye de devrime de hayır. Böylesi bir darbe ve devrim, sadece savaşın uzamasına hizmet eder.

Batista ve tüm o suçlu büyük başların kaçmasına yardım eden askerî darbeye hayır, böylesi bir darbe, sadece savaşın uzamasına hizmet eder.

Batista’yla işbirliği içerisindeki bir askerî darbeye hayır! Böylesi bir darbe, sadece savaşın uzamasına hizmet eder.

Zaferin halkın elinden çalınmasına hayır! Böylesi bir darbe, sadece savaşın halkın nihai zaferine dek uzamasına hizmet eder. Yedi yıllık mücadelenin ardından halkın demokratik zaferi tamama erdirilmeli, böylelikle vatanımız, 10 Mart’ı bir daha yaşamamalıdır.

Kimsenin kafası karışmasın, kimse yanlış bir yola girmesin. Bugünün parolası “tetikte kalmak”tır.

Halkımız, bilhassa cumhuriyetimizin tüm işçileri İsyan Radyosu ile bağını kopartmamalı, talimat gelir gelmez genel grev ilân etmek için her bir işyerinde gerekli hazırlıkları yapmalı, gerektiğinde karşı-devrimci darbe girişimlerini önlemelidir.

Halkımız ve İsyan Ordusu, birliğini her zamankinden daha fazla kaim kılmalı, sağlam durmalı, böylelikle uğruna çok kan kaybettiği zaferi muhafaza edebilmelidir.

Spiker: Burası İsyan Radyosu, yayınımızı Santiago de Cuba girişinden yapıyoruz. Şuan İsyan Radyosu’nun mikrofonunun başında başkomutanımız Dr. Fidel Castro bulunuyor. Kendisi Santiago de Cuba halkına önemli açıklamalar yapıyor.

Dr. Fidel Castro.

Binbaşı Fidel Castro: Santiago halkı, Santiago de Cuba garnizonu, güçlerimiz tarafından kuşatıldı. Bugün akşam saat altıda silâhlarını bırakmazlarsa, askerlerimiz şehre girecek ve düşmanın tüm mevzilerini dümdüz edecek.

Bugün akşam saat altı itibarıyla şehirde her türlü hava ve deniz aracı ile seyahat yasaklanacaktır.

Birçok genç evladımızı katleden çeteler elimizden kurtulamayacak. Batista ve büyük başları ise geçen akşamki hain darbeye öncülük eden subayların işbirliğiyle kaçtı.

Santiago halkı, henüz özgür değilsiniz. Yedi yıldır size zulmedenler, yüzlerce evladınızı katledenler, hâlen daha sokaklarınızda rahatça dolaşıyorlar. Savaş henüz bitmedi, zira katiller hâlen daha silâhlı.

Darbeci askerler, isyancıların Santiago de Cuba’ya girmesine mani olmaya çalışıyorlar. Diğer şehirleri ele geçirdiğimiz için savaşçılarımızın cesaretiyle bu şehre girmemize yasak getirmeye çalışıyorlar. Vatanımızı özgürleştirenlerin Santiago de Cuba’ya girişine mani olmak için uğraşıyorlar. 1895’deki bağımsızlık savaşımızda yaşananlar bu sefer yaşanmayacak, kurtuluş savaşının o gerillaları, Mambiler, bu kez Santiago de Cuba’ya girecek!

Santiago halkı, özgür olacaksınız, çünkü siz özgürlüğü diğer şehirlerden daha fazla hak ediyorsunuz, çünkü zulmü savunanların sokaklarınızda dolaştığını görmek, size yapılmış bir hakaret.

Santiago de Cuba, sizin desteğinize güveniyoruz!

Bugün öğleden sonra üçte tüm şehir durmalı. Herkes çalışmayı bırakmalı, şehri kurtarmak için dövüşen savaşçılarla dayanışma içinde olunmalı. Sadece elektrik santrali çalışmalı ki halk radyodan talimatlarımızı alabilsin.

Santiago halkı, tekrar ediyoruz: Özgür olacaksınız, çünkü siz özgür olmayı hak etiniz, çünkü devrimcilerin kanına bulanmış çizmeleriyle o zalim diktatörün askerlerinin hakkı değil sizin sokaklarınızı arşınlamak.

1 Ocak 1959

[Kaynak: Fidel Over Radio Rebelde, Granma, Havana, 18 Mart 1973, s. 29.]