26 Kasım 2022

, ,

Fidel ve Din


Hıristiyanlık ile Marksizm arasında kurulacak diyalog açısından Fidel and Religion [“Fidel ve Din”] önemli ve etkileyici bir çalışma. Fidel Castro ile Dominikan Tarikatı mensubu Keşiş Betto [Carlos Alberto Libâno Christo] arasında gerçekleşen sohbetleri bir araya getiren çalışma, birçok başlığı içeriyor. Kitapta Hıristiyanlık ve Marksizm konusunda her zaman sorulan “Ateizm ve materyalizm meselesi ne olacak? Komünizm dini ezmek zorunda mı, o da kendi tarihsel hatalarını kabullenebilecek mi? Hıristiyanlar Marksist olabilirler mi? Hıristiyanlarla Marksistler arasında kurulacak hakiki bir işbirliği ne tür bir niteliğe sahip olacak?” gibi sorular gündeme getiriliyor.

Bu tür sorular Küba’nın devrimci tarihi bağlamında yeni bir anlama kavuştular. Castro, budünyayı terk etti, ama Betto, Küba’daki o kırılgan, ama cesur sosyalizm deneyimini savunmaya devam ediyor. Bu deneyim, üstelik dünyadaki en büyük kapitalist ekonominin yüz küsur kilometre ötesinde gerçekleşiyor. Adanın pandemi ve yasa dışı yaptırımların hâlen daha yol açtığı şiddet ortamında bir dizi yeni güçlükle boğuştuğu bir dönemde Fidel ve Din isimli bu klasikleşmiş çalışmayı yeniden okumak gerekiyor. Kitabın iki ayrı baskısı mevcut. Eski baskıda takdim yazısını Harvey Cox, yeni baskıda da Betto’nun kendisi kaleme almış. Yeni baskıda önsözü Armando Hart yazmış. Her ne kadar iki takdim yazısı da okumaya değer olsa da Cox’un yazısının daha kapsamlı bir analiz sunduğunu söylemek gerekiyor.

Kitap, sadece içeriği değil, sohbetin tarafları açısından da ilgi çekici. Brezilya’da yürüttüğü politik mücadelesinin yanında, gazeteci ve yazar olarak önemli bir deneyime sahip olan Betto’nun, söyleşiyi gerçekleştiren kişi olarak Castro’ya hayran olduğu görülüyor, ama öte yandan o, komutana zor sorular yöneltmeyi de biliyor. Görebildiğimiz kadarıyla Castro da Betto’dan, kurtuluş teolojisini geliştiren katkılarından, her şeyin ötesinde elde ettiği devrimci başarılardan etkilenmiş. Betto, dünyaya dair merakı, yeni gelişmelere açıklığı ve çok kitap okuyan biri olarak öne çıkıyor.

Burada kitapla ilgili tüm fikirlerimi aktarmayacağım. Sadece sohbet boyunca Castro’nun dile döktüğü, benim not aldığım sözleri aktaracağım.

Hıristiyanların komünist partiye üye olmalarına izin verilmemesi hakkında

“Kiliseyi tekellerine almış olan tüm imtiyazlı toplumsal sınıflar devrime karşılardı, dolayısıyla biz partiyi organize ederken, Tanrı’ya inananları partinin dışında tuttuk. Bu insanları parti dışında tutmamızın sebebi, Katolik olmaları değil, karşı-devrimci olma potansiyeline sahip olmalarıydı. Burada tabii ki tüm Katoliklerin karşı-devrimci olduklarını düşünmüyorduk. […] O dönemin şartları neticesinde bu kural belirlendi. Bugün bana ‘böyle olmak zorunda mıydı?’ diye sorsanız, ‘hayır değildi’ cevabını veririm. Böyle olmak zorunda değildi. Tarihsel açıdan böyle bir zorunluluk yoktu.”

Hıristiyanlarla Komünistler arasında kurulacak işbirliği hakkında

“Daha önce dediğim gibi, Hıristiyanlar ve komünistler barış içerisinde bir arada olmanın ötesine geçmeli. Aramızda daha sıkı ve daha iyi ilişkiler kurulmalı. Hatta devrimle kiliseler işbirliği içine girebilmeli, çünkü kiliseler, toprak sahiplerini, burjuvaları ve zenginleri artık temsil edemezler. […] Bu işbirliği kurulmadı diye kendimi eleştirebilirim, ama aynı şekilde kiliseler de eleştirilmeli. Geçmişte bu yönde bir çalışma içine girmediğimiz, sadece birlikte varolma ve karşılıklı saygı ile yetindiğimiz için kendimizi eleştirmeliyiz.”

“Devrimlerle dinî inançlar ne vakit karşı karşıya gelseler, gericilik ve emperyalizm, bu dinî inançları devrimlere karşı bir silâh olarak kullanabiliyor. Bir işçinin, köylünün, yoksulun dinî inançlarının devrime karşı bir silâh olarak kullanılmasını kolay kılacak adımları biz niye atalım? Bu, politik açıdan yanlış bir yaklaşım. […] Burada mesele, sadece politik taktikler değil. Ben, her bir yurttaşın sağlık, hayat ve özgürlük gibi kendi dinine inanma hakkına da saygı duyulması gerektiğini düşünüyorum. Yani ben, bireyin kendi felsefi düşüncelerine ve dinî inançlarına sahip olma veya olmamasının devredilemez bir hak olduğuna inanıyorum.”

“Kişisel olarak Keşiş Betto’ya saygı duymama en çok sebep olan şey, sizdeki o derin muhakeme ve dinî inançtı. Bu tür meseleleri dert edinmiş olan diğer kilise mensuplarının da sizin gibi olduğuna eminim. Eğer biz devrimciler, sizin samimi olduğunuzu düşünmeseydik, örneğin Nikaragua’da belirttiğim gibi, Hıristiyanlarla Marksistler arasında kurulacak ittifak, hatta birlikle ilgili görüşümüzü dillendirmenin de tartışmanın da bir anlamı kalmazdı. Çünkü gerçek bir Marksist, sahte bir Hıristiyan’a güvenemeyeceği gibi gerçek bir Hıristiyan da sahte bir Marksiste güvenemez. Sağlam ve kalıcı bir ilişki, ancak iki tarafın birbirine duyduğu inanç üzerine kurulabilir.”

Hıristiyanlara Yönelik Ayrımcılık Hakkında

“İlkesel düzeyde hiçbir ayrımcılık biçimi kabul edilemez. Bunu açık yüreklilikle ifade ediyorum. Bana Hıristiyanlara karşı ayrımcılık yapıldı mı diye sorarsanız, samimi cevabım şu şekilde olacak: ‘Evet.’ Bu ayrımcılık meselesi, henüz aşılabilmiş değil. Bu belirli bir programa ve niyete bağlı olarak yürütülen, kasti bir uygulama değil. Bu ayrımcılık vaki ve ben, bu aşamanın üstesinden gelmek zorunda olduğumuza inanıyorum. Bu konuda gerekli koşullar oluşturulmalı, emperyalizm bizi hâlen daha tehdit ediyor olsa da, dini karşı-devrimci bir ideolojiye dönüştüren imtiyazlı sınıfların mensupları, o eski burjuvalar, toprak sahipleri varlıklarını koruyor olsalar da aradaki güven bir biçimde tesis edilmelidir.”

Son olarak da Fidel’in politik teolojisine dair bir pasaj aktaralım:

“Zaman zaman İsa Mesih’in mucizelerinden ben de bahseder, şu türden sözler dile getirirdim: ‘İsa, halkın karnını doyurmak için balıkları ve ekmek somunlarını çoğaltandı. Biz de tam olarak O’nun yaptığını devrim ve sosyalizmle yapmak istiyoruz. Halkın karnını doyurmak için balıkları ve ekmek somunlarını, okulları, öğretmenleri, hastaneleri ve doktorları, fabrikaları, ekilebilir tarlaları, iş imkânlarını, sanayi ve tarımdaki üretkenliği, araştırma merkezlerini ve aynı amaç doğrultusunda çalışan bilimsel araştırma projelerinin sayısını artırmak istiyoruz.’ Bazen ben de birkaç işçi çalıştıran zengin adamla ilgili meseli anlatıyorum: Adam, tam gün çalışan işçilere bir lira, yarım gün çalışanlara bir lira, öğleden sonra birkaç saat çalışana da bir lira vermiş. Bu mesel, paranın bu şekilde dağıtılmasına karşı çıkanları eleştiriyor. Ben, bunun komünist bir formül olduğuna inanıyorum. Burada sosyalizmin ötesine geçen bir uygulama var, çünkü sosyalizmde her bir kişiye kapasitesine ve yaptığı işe göre ödeme yapılması gerekiyor, komünist formül ise herkese kendi ihtiyaçlarına göre ödeme yapılmasını öngörüyor. Gün içerisinde çalışan işçilere bir lira ödenmesi, komünist bir formül üzerinden ihtiyaçları göz önüne alan bir dağıtıma işaret ediyor.”

Burada sadece yüzeysel bazı alıntılar yaptım. Kitap bir altın madeni gibi. Üstelik kitapta sadece Castro’nun görüşlerine yer verilmiyor. Betto da sosyalizm ve kurtuluş teolojisi konusunda önemli kimi görüşler aktarıyor. İki isim, kilisenin tarih boyunca yaptığı zulümler, sosyalizmin yüzleştiği güçlükler ve sunduğu vaatler konusunda görüş alışverişinde bulunuyor. Castro’nun sevgiden, nefretten ve sınıf mücadelesinden söz ettiği yerler çok önemli.

Düşünsel ve teolojik söylemin yanında, kitabın yaptığı diğer önemli bir katkı da Küba’daki devrimci toplumun dine yönelim açısından yaşadığı hikâyeyi ele alan kısmı. 26 Temmuz Hareketi’ne buradan bakmak, gerçekten heyecan verici. Kitapta yeni gelişen hareketin ayakları üzerinde nasıl doğrulduğuna, nasıl kitleselleştiğine dair çok önemli tespitlere yer veriliyor.

Ama öte yandan kişisel bir değerlendirmeyi içerdiği için kitap bazı eksiklerle malul. Örneğin Castro, devrimci hareketin kiliseye yönelik yaklaşım konusunda yanlışlar yaptığını kabul ediyor, ama belirli noktalarda devletin Katoliklere karşı aldığı disipline etme amaçlı tedbirleri görmezden geliyor.

Ülke içerisinde ve dışında birçok Katolik, hem dinle hem de devrimle bağ kurdu. Bu konuda Dorothy Day, ilginç ve şaşırtıcı bir isim. Küba ziyareti sonrası Catholic Worker gazetesine yazılar yazan Day, devrimci süreçte disipline etme amacı güden tedbirleri aktarıyor. Aynı zamanda kilisenin burjuvaziden yana saf tutma kararına dair yazılar yazıyor. Bu karar, Castro’nun Betto ile gerçekleştirdiği sohbette üzerinde durduğu bir konu. Ama Castro, bazen hafızadan silinmesi sebebiyle, bazen devrim nostaljisi neticesinde, bazen de politik açıdan örtbas etme girişimine bağlı olarak, bu tür meselelere değinmiyor. Ama neticede kitap bir sohbetin kaydı, araştırma üzerine kurulu bir çalışma veya arşivden beslenen bir proje çalışması değil. Kitapta Castro’nun açıklamaları, bu gerçeklik göz önünde bulundurularak yorumlanmalı.

Ben, kitabı Marksizm ve Hıristiyanlık adını taşıyan bir derste öğrencilere okutuyorum. Kitabı okuyanların dile getirdiği fikirlerin beni hep büyülediğini söylemeliyim. Bazıları, sahnenin özgüllüğüne bakıyor, Brezilya’daki askeri diktatörlüğün hapiste çürüttüğü rahibe ve kendi ülkesindeki diktatöre karşı yürüyen devrimci mücadeleyi zafere taşıyan devrimciye odaklanıyorlar. Metin, herkesi kucaklayan, kendisine bağlayan bir dile sahip. Okurken, iki devrimcinin ilk dönem Hıristiyanlıktaki ilkel komünizmi veya Küba Devrimi’nin sancılı günlerini tartışırken içtikleri puroların kokusunu duyuyorsunuz.

Bazı öğrencilerse kitapta kendi hayatını ve inancını paylaşan bir komünist lider buluyorlar. Bir öğrencinin çıkıp sınıfta kitabın gözlerindeki perdeyi yırttığını söylediği an, beni çok etkilemişti. Birçok öğrenci, kitap sayesinde Castro, Küba ve sosyalizm konusunda daha derinlikli bir bilgiye sahip olduklarını söylediler. Castro’nun zekâsıyla ve duruşuyla ilk kez tanışma imkânı buldular.

Fidel ve Din, özel bir kitap. Öyle ki kitabın ardından Küba Komünist Partisi sonrasında dindar insanları partiye üye olarak kaydetmeye başladı. Kitabın yirmi yıl sonra yapılan yeni baskısına yazdığı yazıda Betto, Regis Debray’nin Küba Devrimi ile ilgili o ünlü kitabına atıfta bulunarak, kitaplarının “devrim içerisinde hakiki bir devrime sebep olduğunu” söylüyor.

Kitap, zamanla Latin Amerika genelinde önemli bir vaka hâlini aldı. Çok satan kitabın binlerce korsanı basıldı. Betto’nun da dile getirdiği biçimiyle, “tarihte ilk kez görevi başında bulunan bir komünist lider, dine dair olumlu laflar etti ve dinin de gerçekliğin değiştirilmesine katkıda bulunabileceğini, bir ülkeyi devrimcileştirebileceğini, zulmün kalelerini yıkıp adaleti tesis edebileceğini kabul etti.”

İsviçre’de Castro ile Betto arasında gerçekleşen bu sohbetten yola çıkarak bir tiyatro oyunu kaleme alındı. Kitabın hazırlık süreciyle ilgili bir belgesel çekildi.

Betto’nun da dile getirdiği biçimiyle, kitap sayesinde bazı komünist hükümetler, Betto’yu ülkelerine davet edip kendi toplumlarını din üzerinden düşünme konusunda ona danıştılar. Castro ve Küba Komünist Partisi kitabı, politika ve uygulamadaki önemli değişikliklerin girizgâhı olarak değerlendirdi. Bunun yanında, devletle Katolik Kilisesi içerisindeki kimi yetkili isimler arasında sıcak ilişkiler kuruldu.

Fidel ve Din, sadece iki insan arasında cereyan eden özgün bir ideoloji alışverişi veya tarihsel anlatıya dair ilginç yorumları içeren bir çalışma değil, ayrıca Hıristiyan toplumu ile komünist cenah içerisinde gerçek değişimleri tetikleyen bir kitap olduğu için de okunmalı. Herhangi bir dine inansın ya da inanmasın, tüm komünistler açısından kitap, bugün solun belirli kesimlerinde mevcut olan kâmil bir ateizmin örneğini içeriyor, aynı zamanda devrim açısından dinin yol açtığı tehlikelere ve sunduğu fırsatlara dair özel bir pencere açıyor.

Hıristiyanlar açısından kitap, dinin politik boyutlarını ve işbirliği imkânlarını yeniden düşünmeye davet ediyor. Sohbet boyunca Castro samimi Marksistlerin, Betto da samimi Hıristiyanların temsilcisi olarak karşımıza çıkıyor, ama aynı zamanda bu insanlar, samimiyetin aradaki sınırları silikleştirdiği mücadele dâhilinde birliğe doğru uzanan yola işaret ediyorlar.

Dean Dettloff
18 Şubat 2021
Kaynak

0 Yorum: