06 Kasım 2022

Lenin, Komünistler ve Göç

L’Humanité gazetesinin yayın yönetmenine,

Değerli yoldaş,

Jean Bruhat’nın komünistler açısından aciliyet arz eden aktüel bir sorun konusunda hep birlikte düşünme imkânı sunan “Göçmen İşçiler Üzerine” isimli tarihsel makalesini ben de L’Humanité okurlarıyla birlikte okuma fırsatı buldum. Bu sebeple sizden, gazetenizde bu konuyla ilgili açıklamalarımı aktarma imkânı sunmanızı istiyorum.

Öncelikle Bruhat’nın makalesini, niteliği ve politik yönelimi konusunda methetmeme izin verin. İşçi hareketinin tarihini mücadele açısından ele alma cüreti gösteren Bruhat, bize mevcut durumu anlama konusunda oldukça önemli olan bilgiler sunuyor. Bruhat yazısında, Marksist ve Leninist eleştirel analizin izleyeceği yolu ve işçi hareketi tarihi içinde etkin olan eğilimleri göstermek suretiyle, hâlihazırda devam etmekte olan politik eğitimimize örnek teşkil edecek bir katkı sunuyor.

Göçmen işçiler meselesine geri dönecek olursak: Bruhat, olgular üzerine kurulu araştırmasını sanayi kapitalizminin ilk dönemiyle, yani uluslararası işçi hareketinin oluşumuna denk düşen dönemle kısıtlıyor. Bu bağlamda yazar, göçmen işçi meselesinin o günden bugüne aldığı yeni biçimleri irdeliyor. Bu çalışması dâhilinde Bruhat’nın alıntı yaptığı metinlere Lenin’in yazılarını da ekleyebiliriz.

Lenin ve Göç

Ekim 1913’de Lenin, pek fazla bilinmeyen “Kapitalizm ve İşçilerin Göçü” isimli makalesini yayımladı. Orada Lenin şunları söylüyordu:

“Kapitalizm, göç eden insan sayısının milletlerin belirli bir biçim altında gerçekleşen göç süreci dâhilinde artmasına sebep oldu. Makineleri kapsamlı bir biçimde kullanan ve dünya pazarından geri kalmış ülkeleri kovan, bu süreçte hızla gelişme kaydeden sanayileşmiş ülkeler, kendi içlerinde ücretleri ortalama düzeyin üzerine çıkartıyorlar ki geri kalmış ülkelerden daha fazla işçiyi çekebilsinler. Bu sebeple, yüz binlerce işçi, yüzlerce binlerce kilometre yol kat etmek durumunda kalıyor. İleri kapitalizm, bu işçileri zorla yörüngesine sokuyor, yaşadıkları o geri kalmış bölgelerden kopartıyor, onları dünya açısından tarihsel öneme sahip harekete dâhil ediyor, bu işçileri güçlü, birlik içinde hareket eden beynelmilel fabrika sahipleri sınıfının karşısına dikiyor.”[1]

Bu tespit üzerinden Lenin aynı yazıda şu değerlendirmeyi yapıyor:

“Hiç şüphe yok ki insanları kendi özyurtlarından ayrılmaya o ağır sefalet koşulları mecbur ediyor, kapitalistler, göçmen işçileri en utanmaz arlanmaz hâlleriyle sömürüyorlar. Milletlerin bugün gerçekleştirdiği göçün ilerici bir anlama sahip olduğu gerçeğine gözlerini ancak gericiler kapatabilir. Sermayenin boyunduruğundan, kapitalizm gelişmeden, bu gelişimi temel alan sınıf mücadelesi verilmeden kurtulmak mümkün değildir. Kapitalizm de tüm dünyanın emekçi kitlelerini tam da bu mücadelenin içine çekmekte, o kitleler, kendi ülkelerindeki köhne ve eskimiş alışkanlıklarından bu sayede kopmakta, ulusal engellerden ve önyargılardan bu sayede kurtulmakta, tüm ülkelerden gelen işçiler, Amerika ve Almanya gibi ülkelerin büyük fabrikalarında ve madenlerinde bu süreç dâhilinde bir araya gelebilmektedir.”[2]

Ardından Lenin, göçün kapitalizmin eşitsiz gelişiminin meydana getirdiği ekonomik temeli inceliyor. ABD ve Almanya’daki göç istatistiklerini aktara Lenin, göç eden işçi sayısının sürekli arttığını, 1880-1890 dönemini takip eden on yıllık kesitle birlikte göçün niteliğinin değişmeye başladığını ortaya koyuyor. Takip eden dönemde Avrupa’dan göç eden insanlar, esas olarak İngiltere ve Almanya gibi kapitalizmin en hızlı şekilde geliştiği “eski medeni ülkeler”den gelirken, artık başta Doğu Avrupa ülkeleri olmak üzere “en geri ülkeler” Amerika ve diğer “gelişkin” kapitalist ülkelere giderek artan sayılarda vasıflı işçi temin ediyorlar. Bu koşullarda, “eski dünyadaki en geri kalmış ülkeler, toplumsal hayatın her veçhesinde feodalizmi başka ülkelere göre daha fazla tecrübe eden ülkeler, medeniyet konusunda zorunlu bir eğitimden” geçiyorlar.[3]

Ardından, ekonomik düzeyden politik düzeye geçiş yapan Lenin, Rus işçilerinin en geri kalmış işçiler olduklarını, ama öte yandan onların işçileri ırklara göre bölme girişimlerine karşı yürütülen mücadelede en ileri düzeyde işçiler olduklarını söylüyor:

“Öte yandan nüfusun geri kalan kısmıyla kıyaslandığında, Rusya’dan gelen işçiler geri kalmışlık ve barbarlık hâlinden diğer ülkelerin işçilerine kıyasla daha fazla uzaklaşıyor, kendi özyurtlarına ait bu “hoş” özelliklerle herkesten daha fazla mücadele ediyor, özgürleşme pratiğinin oluşturduğu tek beynelmilel güç içerisinde diğer tüm ülkelerin işçileriyle birleşmeye herkesten daha fazla yakın duruyor.”[4]

Göç ve Emperyalizm

Lenin’in makalesinden uzun bir alıntı yapmamın sebebi, göçün yol açtığı iki önemli sorunu daha iyi ortaya koymak istemem: ilk sorun, göçün ekonomik sebepleri ve bu sebeplerin kapitalizmin tarihi dâhilinde yaşadığı dönüşümle, ikinci sorunsa, göçün proleter mücadele üzerinde yol açtığı politik etkilerle alakalı.

Bu sorunların ne kadar önemli olduğunu görmek için Emperyalizm: Kapitalizmin En Yüksek Aşaması isimli çalışmayı yeniden okumak kâfi gelecektir. Bu çalışmasında Lenin, kapsamlı bir yaklaşım dâhilinde, emperyalizmin temel yönü olarak işçilerin göçünü terse çevirişini analize tabi tutar: “Kapitalizmin asalak ve çürüyen yanının belirginleştiği bu dönemde üretici güçlerdeki ilerlemeye, üretici sayılarındaki nispi düşüşün ve “işçi aristokrasisi”nin oluşumunun damga vurduğu, emperyalist ülkelerdeki sınıfsal yapıda yaşanan dönüşüm eşlik eder. Birbiriyle arasında doğal bağlar bulunan bu türden özellikler üzerinden Lenin, bu özelliklerin politik sonuçları üzerinde bir kez daha durur ve bunları olumsuz sonuçlar olarak ele alır (bu olumsuz sonuçlar, emperyalizmin işçileri bölme, işçiler içerisindeki oportünizmi güçlendirme ve işçi sınıfı hareketi bünyesinde geçici bir çürümeye sebep olma eğilimiyle ilgilidirler.)[5]

Lenin, teorik ve pratik sorunlara net çözümler sunmasa bile, bu sorunları gündeme getirerek yerinde ve zamanında kaleme alınmış bir analize imza atıyor. Bu analiz, göçmen işçilerin yaşam ve çalışma koşullarını, toplam olarak göç meselesini bizi göçü anlamak için sahip olmamız gereken emperyalizm teorisinden başlayarak düşünmeye mecbur ediyor. Göç meselesinin sebep ve sonuçlarına dair somut bir bilgiye sahip olmanın, bize emperyalizmi, yani kapitalizmin bugünkü aşamasını anlama konusunda gerekli ipucunu sağlayacağını görmek gerekiyor.

Yazısında Marx’a atıfta bulunan Jean Bruhat, sanayi kapitalizminin doğduğu günden beri işçiler arasında rekabetin oynadığı önemli role işaret ediyor. Ama bu rekabetin gelip geçici veya tali bir olgu olmadığını, onun tek tek her bir emekçiyi, işgücünü “özgürce” satan insanı üretim araçlarını ellerinde giderek daha fazla toplayan mülk sahiplerinin karşısına çıkartan kapitalist üretim ilişkilerinin ana zemini olduğunu görmüyor. Rekabet, işgücünün sömürülme tarzı olarak ücretin ana zeminidir ve o, ancak yeni üretim ilişkilerinin devrimci gelişimi, yani komünist üretim ilişkileri üzerinden, o ücretle birlikte yok olur.

Bu rekabetin aldığı muhtelif biçimlerin tarihsel düzlemde dönüştüğüne hiç şüphe yok tabii ki, ama bu dönüşüm, “ulusal ücret oranı”nın düşük olduğu komşu ülkelerde dönemsel işe alım uygulamalarına bağlı olarak[6], bazı işçilerin vasıflılık düzeyleri açısından eşit olmadığı koşullarda yan yana geldiği, bazen de karşı karşıya konumlandığı emek piyasasının karmaşık, fiilen beynelmilel bir nitelikle “örgütlendiği ortamı meydana getirir. Bu dönüşüm, ancak kapitalist üretim ilişkilerinin gelişimi neticesinde yaşanabilir.

İşçi sınıfı mücadeleleri ve örgütlerindeki büyüme, elbette rekabetin sonuçlarına karşı koyma ve burjuvazinin elindeki yegâne araç olan sermayeyi sürekli işe alım, işçi seçimi, emekten istifade etme yöntemleri ve yeni işgücü kaynağı aramaya zorlar. Başka bir ifadeyle, kapitalist üretim ilişkilerindeki gelişme, temelde her gün verilen ve devam eden sınıf mücadelesinin bir sonucudur.

Göç ve Teknolojik Devrim

Ancak bu noktada bir adım ileri atmak gerekmektedir: Bruhat’nın da dile getirdiği biçimiyle, ücretler etrafında dönen mücadele (kimi işçilerin ücretlerinin düşürülmesi, kimi işçilerin ücretlerinin korunması ile ilgili mücadele) temel gerçekliğimizdir. Ama bir yandan da kapitalist sömürüdeki gelişme, ücretleri baskılar, çalışma saatlerini uzatır, üretim tarzı teknolojik açıdan dönüştürülür, böylelikle hem üretkenlik hem de emeğin yoğunluğu artar. Tam da bu noktada bugün acilen gündeme getirilmesi gereken şu soruyu sormak gerekmektedir: “Kapitalizmin kesintisiz süren sanayi devrimi, mekanik ve elektronik sanayi kollarında çalışan bilhassa vasıfsız göçmen işçilerin emeğini nasıl etkilemektedir.”

Bu, önemli bir meseledir: emeğin parçalanması, işin makineleşmesi, emek süreçlerindeki yoğunlaşma ile bağlantılı olan sömürünün bugün aldığı biçimlerle, göçle birlikte işçiler arasında cereyan eden uluslararası rekabetle bağlantılı biçimler, birlikte incelenmelidir. Bu biçimler, birbirlerini karşılıklı olarak koşullamaktadırlar. Son dönemde verilen mücadelelerin de ispatladığı biçimiyle, bugün lazım gelen, ekonominin belirlediği sürecin farklı biçim ve yönlerine dair değerlendirmedir. Önemli emperyalist ülkelerin büyük bir kısmında göçmen emekçilerin ekseriyetinin imalat sektöründe ve montaj hatlarında, inşaatlarda, bayındırlık işlerinde, yani işgücünün yoğun olarak sömürüldüğü, korkunç bir hızla istifade edildiği, işçi sirkülasyonuna sürekli ihtiyaç duyduğu alanlarda çalışıyor olması, asla tesadüf değildir. Etkileyici bir inceleme kaleme alan (daha doğrusu, işçilerin kendilerini anlatmalarına imkân sağlayan) Jacques Frémontier’nin de ortaya koyduğu biçimiyle, vasıflı işçilerle yarı vasıflı işçiler arasındaki ayrım, profesyonel mesleklerde, hatta çalışma koşulları düzleminde silikleşmekte veya suni bir nitelik arz etmektedir. Bu ayrım, daha çok yerli ve yabancı işçi arasında yapılan ayrımın bir sonucudur. Politik veya kültürel mesafeler, söz konusu ayrımı pekiştirmekte ve daimi kılmaktadır.[7]

Buradan bakıldığında, uluslararası üretim ilişkileri düzeyinde emperyalizme ait özelliklerin üretim sürecine nasıl yansıdığını anlamak, kapitalizmin mevcut üretim güçlerini, üretimin tam da merkezinde yaşanan karmaşık sınıf mücadeleleri biçimini dönüştürme yolları üzerine kafa yormak gerekmektedir.

Komünistler ve Göç

Bu açıklamalar kısa olsa da proletarya ve örgütleri açısından göç sorununun sahip olduğu politik önemi anlamak için önemli ipuçları sunmaktadır.

İçinde bulunduğumuz dönemin dayattığı yeni koşullar dâhilinde göçmen emekçiler ve verdikleri mücadeleler, Marx ve Lenin’in sürekli izah edip savundukları görüşlerde de görüldüğü üzere, işçilerin kurtuluşu için verilen mücadelelerin ana koşuludurlar: Marx ve Lenin’in iddiasına göre bu enternasyonalizm, kendisini her daim en somut ve doğal araçlar üzerinden ortaya koymaktadır. Tüm ülkelerdeki işçilerin geleceği, bu enternasyonalizme bağlıdır. Bu sebeple tek tek ülkelerdeki işçiler, sadece kendileri için, birbirine paralel seyreden mücadele süreçleri dâhilinde, aynı düşmanla dövüşemezler, işçiler, her yerde tek, birleşik, kaynaşmış bir gücün “birlik”lerini kurmak zorundadırlar. Bu anlamda emperyalizmdeki gelişme, işçi hareketinin tarihinde yeni bir aşamaya geçilmesini sağlamış, enternasyonalizmi yeni ve üst bir seviyeye taşımıştır.

Dahası, dikkatlerimizi işçi mücadeleleri karşısında sermayenin başarılı olmasını sağlayan, işçilerin sömürüsünün temeli olarak işçiler arasındaki rekabeti körükleyen yöntemlere çekmek suretiyle göç meselesi, bize işçi hareketinin sendika mücadelesini vazgeçilmez ve tek geçerli mücadele olarak gören ekonomizme karşı somut bir zeminde neden sürekli mücadele vermesi gerektiği sorusuna cevap sunuyor. Göç meselesini ele alan değerlendirmeler, bize bir yandan da ulusun kendi işçilerinin ve göçmen işçilerin sömürünün tüm biçimlerini yok edeceğimiz yolu tek başına açacak olan sosyalist devrim için birlikte politik mücadele vermelerinin zaruri olduğunu ortaya koyuyor.

Lenin’den son bir alıntı daha yapalım. Bu seferki, Ekim 1917’de kaleme alınmış olan, Bolşevik parti programının gözden geçirilmesi ile ilgili çalışmadan:

“Yoldaş Sokolnikov’un taslağına ait analizimizi tamamladık. Bu noktada kanaatimce benimsenmesi hatta geliştirilmesi gereken, çok kıymetli bulduğum önerilerinden birinden bahsetmek zorundayım. Kadın ve çocuk emeğinin daha fazla istihdam edilmesi ve teknik ilerleme meselesini ele alan paragrafta Sokolnikov, bu ifadeye ‘geri kalmış ülkelerden ithal edilmiş olan vasıfsız yabancı işçilerin emeği’ ibaresini de eklemeyi öneriyor. Bu ekleme, hem kıymetli hem de gereklidir. Geri kalmış ülkelerden gelip çok düşük ücret alan işçilerin sömürüsü, emperyalizme has bir özelliktir. Bir yandan kendi işçilerine rüşvet veren bir yandan da yabancı işçilerin ‘ucuz’ emeğini utanmadan, sınırsızca sömüren zengin emperyalist ülkelerin asalaklığı, belli ölçüde bu sömürüye dayanır. ‘Düşük ücret’ ibaresi programa eklenmeli, aynı zamanda bunun yanında ‘haklardan sıklıkla mahrum kalan’ ibaresine yer verilmelidir. Zira ‘medeni’ ülkelerde sömürücüler, her zaman haklarından mahrum kalmış, dışarıdan ithal edilmiş olan yabancı işçilerden istifade ederler. Almanya’da Rusya’dan getirilen işçiler, İsviçre’deki İtalyan işçiler, Fransa’daki İspanyol ve İtalyan işçiler şahsında yaşanan, bundan başka bir şey değildir.”[8]

Lenin’in bu tespiti, bize tüm milliyetlerden işçilerin o zaruri olan birliği ancak politik mücadele ve örgütlenme alanı dâhilinde inşa edebileceklerini söylüyor. Fakat bu birlik bir anda kurulmuyor, onun emperyalizmin geliştirdiği sömürü ilişkileriyle mücadele etmek suretiyle, farklı politik ve ideolojik mücadelenin karşılığı olarak kazanılması gerekiyor. Marx’ın sözüyle, “farklı ülkelere mensup proleterlerin ulusal mücadelelerinin tüm milliyetlerden bağımsız ve tümüyle proletaryaya ait olan ortak çıkarlara işaret eden ve bunları öne çıkartan” komünistlerin asli hedefi, tam da budur. Çünkü “işçi sınıfının burjuvaziye karşı verdiği mücadelenin geliştirdiği farklı aşamalarda komünistler, her zaman ve her yerde bir bütün olarak hareketin çıkarlarını temsil ederler.”[9]

Yeni gelişen biçimi dâhilinde ve tüm o güçlükleriyle birlikte göçmen işçilerin verdikleri mücadelelerin gelişimine tanık olduğumuz koşullarda “sol oportünizm”, göç meselesinde “hakiki” proletaryayı, proletarya denilen miti esas alan fikrin somutlaştığı bedeni buluyor. Bu hâliyle “sol oportünizm”, işçiler arasındaki ayrışmaları yüceltiyor ve bunları nihayetinde sermayenin çıkarına olacak şekilde besliyor. “Sağ oportünizm” bu ayrımların fiili gerçekliğini ve işçi sınıfı içerisinde emperyalizmin geliştirdiği çelişkileri inkâr ediyor, bu anlamda, ya göçmenleri kendi kaderlerine bırakıyor ya da onları basit bir ekonomik, hukuki ve toplumsal eşitsizlik meselesi olarak görerek, en “dezavantajlı” kesimlerin koşullarının iyileştirilmesi yönünde çağrıda bulunmakla yetiniyor.

Biz komünistlerse, gözümüzün önünde yaşanan çelişkilere, her bir eylemimizle aşmaya çalıştığımız, o çelişkilere ait nesnel sebepleri ve sınırları tanımlamak için bakıyoruz. Biz, tüm işçi sınıfının bu sayede o muazzam devrimci enerjisini açığa çıkartacağını, kurtuluşa doğru büyük bir atılım gerçekleştireceğini biliyoruz.

Étienne Balibar
8 Haziran 1973
Kaynak

Dipnotlar:
[1] V. I. Lenin, “Capitalism and Workers’ Immigration,” Collected Works içinde, Cilt 19: Mart-Aralık 1913 (Moskova: Progress Publishers, 1963), s. 454-57.

[2] Lenin, “Capitalism and Workers’ Immigration,” s. 454.

[3] Lenin, “Capitalism and Workers’ Immigration,” s. 455.

[4] Lenin, “Capitalism and Workers’ Immigration,” s. 457.

[5] V. I. Lenin, Imperialism: The Highest Stage of Capitalism: A Popular Outline, Collected Works içinde, Cilt. 22: Aralık 1915-Temmuz 1916 (Moskova: Progress Publishers, 1964), s. 185-304.

[6] Bkz.: Karl Marx, Capital, Cilt. 1, Çeviri: Ben Fowkes (Londra: Penguin, 1976), “Ücretlerdeki Ulusal Farklılıklar” ile ilgili 22. Bölüm, s. 701-706.

[7] Jacques Frémontier, La forteresse ouvrière. Renault: une enquête à Boulogne-Billancourt chez les ouvriers de la Régie (Paris: Fayard, 1971).

[8] V. I. Lenin, “Revision of the Party Programme,” Collected Works içinde, Cilt 26: Eylül 1917-Şubat 1918 (Moskova: Progress Publishers, 1972), s. 168.

[9] Karl Marx ve Friedrich Engels, The Communist Manifesto, Marx & Engels Collected Works içinde, Cilt 6: Marx and Engels 1845-48 (Londra: Lawrence & Wishart, 1975), s. 497.

0 Yorum: