Pelo
Anti-Imperialismo
3
Nisan 2019
Komünist
Teşkilât [Kommunistische Organisation, KO] Haziran 2018’de kuruldu. Yeni
bir komünist teşkilât meydana getirmeyi neden gerekli gördünüz? Ayrıca neden
bir komünist parti kurmayı tercih etmediniz?
Üyelerimizin
önemli bir bölümü, 2017’ye kadar Alman Komünist Partisi ve onun gençlik örgütü
olan SDAJ’ın üyesiydi. 2017’de her iki örgütten küçük bir hizip ayrıştı. Başka
komünistlerle birlikte Haziran 2018’de Komünist Teşkilât’ı kurmaya karar
verdiler. Onun öncesinde, Alman Komünist Partisi ve Sosyalist Alman İşçi
Gençliği (SDAJ) içerisinde Almanya’da komünist hareketin ve işçi hareketinin
yeniden inşası ile ilgili bir dizi önemli konuya dair tartışma yürütmeye
çalıştık. Partinin 1968’de kurulmasından beri benimsediği, sosyalizm
mücadelesinde bir ara aşamanın olması gerektiğini söyleyen “tekel karşıtı
demokrasi” stratejisine karşı eleştirilerimizi sunduk. Bu tartışmanın önemine
vurgu yapmamızın sebebi, tartışmanın bugünkü mücadelemizle oldukça alakalı
olduğunu düşünüyor olmamızdı.
Bizim
görüşümüze göre, komünist partinin hedefi sosyalizm olmalı. Ayrıca burjuvazinin
hâlen daha iktidarda olduğu koşullarda komünist partilerin hükümete dâhil
olması gerektiğini söyleyen anlayışların yalan ve yanılsama üzerine kurulu
olduğunu, işçi sınıfını yenilgiye sürükleyeceğini düşünüyoruz. Deneyimlerimizin
de ortaya koyduğu biçimiyle, “solun birliği” sloganı, özellikle komünistlerin
her türden sosyal demokrasiyle işbirliğine gitmesi gerektiğine dair tüm laflar,
hareketi güçlendirmek şöyle dursun, mücadeleyi rotasından çıkartıyor ve
işçileri yanılsamaların, vehimlerin tuzağına düşürüyor.
Başka
meseleler de var elbette: Biz, komünist partinin sınıf mücadelesinin
ihtiyaçlarına göre organize olması gerektiğine inanıyoruz. İşyerlerinde ve
mahallelerde işçi sınıfı hareketinin yeniden örgütlenmesi ile ilgili
mücadelemizde yüzleştiğimiz, alabildiğine karmaşık olan görevlerin üstesinden
ancak işçi sınıfı ve halk kitleleriyle doğrudan temas içerisinde olan, yüksek bir
politik bilince sahip devrimci kadroların meydana getirdiği disiplinli ve
verimli bir çalışma yürüten bir örgüt gelebilir. Bu sebeple, komünist parti
işçi sınıfının ve diğer halk katmanlarının en ileri kesimlerini kazanma,
örgütleme ve eğitme hedefi uyarınca hareket etmelidir. Bu görüş, hareket zayıf
diye parti saflarına herkesi kabul etmek zorunda olduğumuzu söyleyen,
Almanya’daki birçok Marksist örgüt gibi komünist kadroların ideolojik-politik
formasyonlarına çok az dikkat göstermeyi öngören görüşle çelişen bir görüştür.
Biz,
bu tür görüşler temelinde parti ve gençlik kolu içerisinde yıllarca bu ve
benzeri konuları tartıştırmaya çalıştık. Ama sonra gördük ki her iki örgütün
üyeleri ve liderleri bu tartışmayla ilgilenmiyorlar. Bize göre, mevcut örgütler
içerisindeki politik, ideolojik ve örgütsel krizden kurtulmamızı sağlayacak
güçler korelasyonuna ulaşma ihtimalimiz sıfır. Dolayısıyla, yeni bir örgüt
kurmak dışında elimizde başka bir seçenek yoktu.
“Komünist
Teşkilât” adını verdiğimiz yeni örgüt, hem komünist hareketin yüzleştiği
ihtilaflı konularla ilgili bilimsel bir tartışmanın gerçekleştirilebilmesi için
bir netleştirme süreci başlatmak hem de sistematik ve bilimsel bir zeminde işçi
sınıfı içerisinde yürütülen komünist çalışmayı yeniden organize etmek için
kolları sıvadı. Başka bir ifadeyle Komünist Teşkilât, bugün bilimsel sosyalizmi
işçi hareketiyle yeniden birleştirmek için uğraşıyor.
Bu
momentte biz, Almanya’da komünist partinin kurulması için gerekli koşulların
henüz mevcut olmadığına inanıyoruz. Elbette en başta kendimizi komünist parti
olarak adlandırabilirdik, fakat o vakit “komünist parti” etiketini anlamından
bağımsız olarak kullanmış olacaktık. Bir komünist parti programı yazmak için
Marksizm-Leninizmi mevcut duruma uyarlama çabasını temel alan ve somutta
belirli bir düzeye gelmiş olan bir ideolojik birliğe ihtiyaç vardır. Önce
birçok soruya cevap verilmek ve bu sorular dikkatle incelenmek zorundaydı. En
azından kitle çalışmanızın, işçi sınıfı içerisine dönük politik müdahalenizin
temelini teşkil etmeden kendinizi komünist parti olarak adlandıramazsınız. Biz,
bir yandan da teşkilâtın kuruluşunun ileride kurulacak parti için gerekli
koşulları hazırlama sürecine katkı sunacağını düşünüyoruz. Bu, bugünün görevi
değil, ama birkaç yıl içerisinde bu partinin kurulmasını umuyor, onun bu süre
zarfında kurulabileceğini düşünüyoruz.
Netleştirme
sürecine dönük ihtiyaçtan bahsettiniz. Burada neyi kastettiğinizi açıklayabilir
misiniz?
Yaptığımız
analize göre, beynelmilel komünist hareketin krizi otuz yıldır sürüyor, çünkü
hareket, kimi temel politik ve ideolojik meseleleri gerektiği şekilde ele
almadı. Kitleleri yanılsamalara mahkûm eden sloganlar ve komünistlerin burjuva
hükümetler içerisine yer alması gerektiğini söyleyen stratejik yönelimler, burjuva
ve oportünist politik güçlerle “geniş ittifaklar” kurulmasına dair fikirler,
Rusya’nın antiemperyalist bir devlet olduğunu veya Çin’in sosyalizmi
geliştirdiğini söyleyen görüşler, komünist partilerin itibarını sarsıyor,
onların işçi sınıfı içine girip işçi sorunları için çözüm önerileri sunma
becerisini azaltıyor.
Biz
de bu sebeple ideolojik netleşme meselesini en önemli mesele olarak görüyoruz. Teşkilâtımız
bir kopuşun neticesinde ortaya çıkmış olsa da biz, esasen komünistlerin
birliğini sağlamak için uğraşıyoruz. Fakat birliğin önemli meselelere dair
müşterek fikirleri temel alması gerektiğini, aksi takdirde birliğin biçimsel
kalacağını biliyoruz. Farklı güçler ortak bir örgütsel çerçeve içine alınsalar
da elindeki kaynakları işçi hareketine teksif edebilen, iç yapısı sağlam bir
politik güç yoksa, bu tür çalışmalar bir sonuç vermiyor.
Bizim
içine girdiğimiz netleşme süreci, herkesin davet edildiği, herkese açık bir
tartışma süreci. Biz, kendi önerilerimizi ve tezlerimizi açık bir biçimde
tartışmaktan korkmuyoruz. Başka politik güçlerle yürütülecek bir açık
tartışmanın yanlış konumları benimsemekle neticeleneceğini düşünmüyoruz.
Bilâkis, bu tür bir tartışma, argümanlarımızın netlik kazanmasını sağlayacak,
gerçekten cevap arayanların birleşmesini sağlayacaktır.
Açık
tartışma yürütüyor olmamız, bizim belirli konumlarımız olmadığı anlamına
gelmiyor. Müşterek bir programatik temel yoksa güçlü bir örgüt inşa edilemez.
Kuruluş
kongremizde programatik tezlerimizi belirledik [Tezler). Bu tezlerde netleşme süreciyle
ilgili sorduğumuz kimi önemli, ucu açık sorulara ve aldığımız konumlara dair
tespitlere yer verdik. Netleşme süreci, bu belirlediğimiz öncüller üzerinden
işledi. Bu anlamda, teşkilâtımıza iştirak etmek isteyen herkes, önce
programatik tezlerimizi benimsemek zorunda. Ama bu, netleşme sürecine dâhil
olamayacağınız anlamına gelmiyor.
Bu
süreç, örgütsel düzlemde yedi çalışma grubu üzerinden yürüyor: bilimsel
temeller, emperyalizmin politik ekonomisi, devrimci işçi hareketi ve komünist
partisi, devlet, faşizm ve sosyal demokrasi, sosyalist toplum, sınıf analizi ve
Alman emperyalizmi gibi isimlere sahip olan bu çalışma grupları, geçen aylar boyunca
onlarca tartışma yürüttü, komünist hareket, devrimci hareket ve işçi hareketi
içerisinde dağıtılan yayınlar çıkarttı. Bu tartışmalar neticesinde literatürü
toparladık ve cevaplamak zorunda olduğumuz soruları belirledik. Ortaya çıkan
bilgi birikimi, netleşme sürecinin temelini ve geliştireceğimiz bilimsel
aygıtın temelini teşkil ediyor. Elde ettiğimiz sonuçları internet sitemizde yayınladık. Sitedeki içeriğe
herkes erişebilir. Böylece sistemli bir tartışmanın önü açıldı. Netice
itibarıyla Haziran 2018’de kurulduğumuzdan beri önemli adımlar attık. Bu yönde
çalışma yürütmeye devam edeceğiz.
Almanya’daki
işçi sınıfının durumunu tarif edebilir misiniz?
Öncelikle
işçi sınıfının ve halk kitlelerinin yaşam standartlarının AB’deki birçok ülkede
ve tüm dünyada hâlen daha yüksek olduğunu söylememiz gerekiyor. Bunun birkaç
sebebi var: bir yandan Alman burjuvazisi ve devleti yaşam standartlarını
yükseltmek, işçi ücretlerini artırmak, onlara haklarını vermek zorunda kaldı,
çünkü ortada Demokratik Alman Cumhuriyeti vardı. Proleter devlet, Federal Alman
Cumhuriyeti’ndeki işçilerin maruz kaldıkları kapitalist barbarlık karşısında
güçlü bir seçenek olarak varoldu.
Bir
yandan da Alman kapitalist devleti, “böl ve yönet” siyasetini uygulama
konusunda muazzam bir deneyime sahip. Fazla kârları kullanarak işçi sınıfının
büyük bir kısmını pasifize etmeyi bildi, ayrıca işçi hareketini zayıflattı.
Ülkede hâlen daha güçlü bir işçi aristokrasisi mevcut. Buna ek olarak, yaşam
standartları duvar yıkıldığından beri daha da kötüye gitmiş olan Doğu Alman
işçileri ile göçmen işçiler de önemli bir ağırlığa sahipler.
Doğu
Almanya’nın ilhakı ve toplumsallaşmış olan mülke el konulması sonrası Alman
burjuvazisi, tüm piyasaya ve işgücüne hâkim oldu. Doğu Almanya tehdidi ortadan
kalktığı için işçi sınıfının yaşam standartlarını artırmaya da gerek kalmadı.
Bu sebeple burjuvazi, işçi sınıfının elindeki haklara ve yaşam standartlarına
büyük bir saldırı gerçekleştirmeye başladı. Yirmi birinci yüzyılın başlarında
“2010 Ajandası” olarak bilinen, özellikle “Hartz reformları” adı altında
devreye sokulan sosyal güvenlik sistemiyle birlikte, işçi sınıfının
yoksullaştırılacağı süreçte önemli bir adım atıldı. O günden beri her yıl işçi
sınıfına yönelik saldırılar daha da ağırlaşıyor.
Burada
bu saldırıların her birini anlatmaya imkân yok. Bizim netleşme sürecimizin
önemli bir kısmını da bugün Alman işçi sınıfının mevcut durumunu analiz etme ve
anlama çabası oluşturuyor. Belirli bir anlayışa kavuşabilmek adına, bu noktada
Alman işçi sınıfı içerisindeki ana ayrışma noktalarına kimi örnekler
verebiliriz:
Kadın-erkek
ayrışması: AB üyesi devletlerle kıyaslandığında, Almanya en yüksek
cinsiyetlerarası eşitsizlik düzeyine sahip ülke. Kadına ödenen ücretle erkeğe
ödenen ücret arasındaki mesafe, yüzde 21 civarında.
Batı
Alman işçileri ile Doğu Alman işçileri arasındaki ayrışma: Doğu
Almanya’da ücretler daha düşük, yaşam standartları da aynı şekilde düşük.
Göçmen
işçilerle Alman işçileri arasındaki ayrışma: Lise ve üniversite
eğitimi alamayan göçmen işçilerin çocuklarının sayısı, Alman işçi ailelerindeki
sayıdan daha fazla.
Kalıcı
iş sözleşmelerine sahip tam zamanlı çalışan işçilerle esnek çalışmaya tabi olan,
bilhassa geçici işlerde çalışan işçiler arasındaki ayrışma:
Sendikalardaki sosyal demokratların desteği sayesinde “atipik” denilen
işyerlerinin sayısı büyük ölçülerde arttı. Bugün aktif işçilerin yaklaşık yüzde
40’ı ya geçici işlerde, ya yarı zamanlı işlerde ya da “küçük ölçekli istihdam”
olarak tarif edilen sahalarda çalışıyor. Bu durum, tüm ekonomi için geçerli.
Çalışanların büyük bir kısmını devlet istihdam ediyor.
Eğitim,
sağlık hizmetleri, ücretler, barınma, gıda fiyatları kademeli olarak, bazen de
hızla kötü bir hâl alıyor. İşçi hareketi çok zayıf, fazla parçalı ve politik
açıdan burjuvazinin saldırılarına karşı sınıfı koruyacak düzeyde değil.
İşçi
sınıfı bu hâldeyse, Alman işçi hareketinin gücü ne düzeyde? İşçi hareketi
içerisindeki güç korelasyonu ne durumda, Alman Sendikaları Konfederasyonu (DGB)
bu süreçte nasıl bir rol oynuyor?
Programatik
tezlerimizde tarif ettiğimiz biçimiyle, Almanya’da işçi hareketi son otuz
yıldır savunma pozisyonunda. Doğu Almanya’daki karşı-devrim, sadece milyonların
hayatlarını ve ümitlerini yok etmekle kalmadı, aynı zamanda Batı Almanya’daki
işçi hareketini de parçaladı. Yüz binlerce insan, sendikalardan, binlercesi
Alman Komünist Partisi’nden koptu.
Öte
yandan, işçi hareketindeki zayıflığı karşı-devrime bağlamak kolaycılık olur.
Karşı-devrim, niteliksel bir sıçramanın değil, otuz kırk yıl içerisinde işçi
hareketinde yaşanan kademeli zayıflamanın bir eseriydi. Alman Sendikalar
Konfederasyonu (DGB), kendisine üye olan sendikaları “birlikten yana
sendikalar” olarak görüyor. Onlar, komünistlerin, sosyal demokratların vs.
dâhil olduğu ve çalıştığı sendikalar değil. DGB, aynı zamanda komünistlerin
faşizmin yenilgisinden çıkarttıkları ders uyarınca sosyal demokratlarla
imzaladıkları anlaşmayı temel alıyor. Oysa bu doğru değil. DGB, ta başından beri
Sovyetler’in ele geçirdiği bölgede kurulan Özgür Alman Sendikaları
Konfederasyonu’nun (FDGB) ve Alman Komünist Partisi’nin teşkil ettiği işçi
hareketinin birlik çalışmalarına karşı koymak için yürürlüğe koyduğu bir proje.
Zaten bu yüzden DGB’nin ilk yürütme kurulu, sadece sosyal demokratlardan
oluşuyordu, üstelik içinde bir de faşist bir isim yer alıyordu.
Komünistler,
İkinci Dünya Savaşı sonrasında, sendikaların içerisindeki güç korelasyonuna
karşı koyabilme imkânını hiçbir zaman bulamadılar. Bu olumsuz güç korelasyonunun
sebeplerini analiz edip anlamak, Almanya’daki işçi hareketinin başarılı bir
biçimde yeniden organize etmek için gerekli önkoşul ve temel görevdir. İşçi
hareketi, dünyanın geri kalanından kopuk değil. Başka ülkelerde de benzer
gelişmeler yaşanıyor. Bize göre, uluslararası komünist hareketin strateji
açısından yanlış yönlere savrulması, yaşanan gelişmelerin ana sebebidir. Asıl
sebepse, Alman sendikalarının tarihi ve kapitalist devletle kurduğu ilişkidir.
Almanya’daki sendikaların yapısını ve işlevini anlamadan, sosyal demokrasinin
rolünü ifşa edemeyiz, işçi hareketi içerisindeki güç korelasyonunu
değiştiremeyiz.
Ayrıca
Almanya’da komünist hareket, faşizm döneminde ağır baskılarla yüzleşti ve ciddi
bir darbe aldı. İkinci Dünya Savaşı sonrası hareket, epey zayıfladı ve
sendikalardaki eski nüfuzuna kavuşma imkânı bulamadı.
Diğer
yandan, işçi hareketi içerisinde hâkim olan sosyal demokrasi ve işbirlikçi
tavrı birçok işçinin sendikal faaliyetlere yabancılaşmasına neden oldu. Bugün
Almanya’da işçilerin sadece altıda biri sendikalı. Ayrıca “esnek” işçiler,
göçmen işçiler ve işsizler zaten sendikalı olmuyorlar, onların kendilerini
temsil ettiklerini düşünmüyorlar.
Toplamda
şunu söylemek mümkün: Almanya’da, özellikle Batı Almanya’da işçi sınıfı
kahramanlıklarla yüklü geleneğine dair hafızasını yitirdi. Bugün bağımsız bir
işçi sınıfı örgütü yok ülkede. Aynı durum, kültür, spor ve mahalle yaşamı
alanında da geçerli. Neticede işçilerin önemli bir kısmı, ya küçük burjuvanın
ya da devletin güdümündeki kulüplerin, kültürel organizasyonların vs. çatısı
altında bir araya geliyor, kalan kısmı da ailelerinden başka bir çevreyle
ilişki kurmuyorlar.
İşçi
sınıfını örgütleme meselesine pratikte nasıl yaklaşıyorsunuz?
Yerelliklerdeki
örgütlerimiz üzerinden bir kitle çalışması yürütmeye çalışıyoruz. Bu çalışmanın
odağında işçi sınıfı duruyor. Biz, komünistlerin görevinin işçi sınıfını
işyerlerinde örgütlemek olduğunu düşünüyoruz. Fakat işçi sınıfı, sadece
işyerlerinde örgütlenmez. İşçilerin sadece ekonomik ihtiyaçları yoktur,
toplumsal ve kültürel ihtiyaçları da vardır. İşçiler sadece çalışmazlar,
hayatlarını da yaşarlar. Mahallelerde de sorunlarla yüzleşirler. Fabrikada
birkaç yoldaşınız yoksa “dışarıdan” fabrikalarda hücre kurmak çok zor.
Dolayısıyla biz, tüm zamanımızı ve enerjimizi sadece işyerleri ve
sendikalardaki çalışmaya yoğunlaştırmıyoruz. İşyerlerinde politik çalışma
yürütme imkânı bulunan yoldaşlar, bu işi tabii ki yapmalı. Biz, onların
deneyimini biriktirip değerlendiriyoruz, işyeri örgütlenmesinin, sendikaların
ve Almanya’daki “işçiler”in temsil edildiği sistemin sorunlarına dair doğru bir
yaklaşımı bu değerlendirme temelinde geliştirmeye çalışıyoruz. İşyerlerinde
işçi sınıfının örgütlenmesinin sınıf mücadelesi içerisinde stratejik açıdan en
önemli görev olduğuna hiç şüphe yok.
Biz,
aynı zamanda mahallelerde de çalışma yürütüyoruz. Burada işçilere ulaşmak,
işyerlerinde ulaşmaktan daha kolay. Bu kitle çalışması birçok biçim alabiliyor.
Örgütlemeye çalıştığımız insanların ihtiyaçları bu biçimi tayin ediyor. İşçilere
ait spor kulüpleri, kültürel faaliyetler, karşılıklı yardımlaşma ve işçi
sorunları konusunda tavsiyelerde bulunma, yüksek kira protestoları, Filistin’le
dayanışma, ırkçılıkla mücadele gibi kitle çalışmaları yürütülüyor.
Burada
önemli olan, tutarlılık. İşçi sınıfının çıkarları sermayeye karşı tutarlı bir
biçimde savunulmalı. Yürütülen çalışma, burjuva kurumlardan ve partilerden tümüyle
bağımsız olmalı ve demokratik bir içerikle yürütülmeli. Ayrıca bizden de
bağımsız olabilmeli! Biz, kitle örgütlerinin komünist partiye veya bizim
teşkilâtımıza ait volan kayışları olmasını istemiyoruz. Bu türden çokça bağımsız
kitle örgütü var. Hedefimiz, olabildiğince çok işçiyi örgütleyip harekete
geçirebilmek. Bu çalışmalara komünistler olarak dâhil oluyoruz ve politik
görüşlerimizi, hedeflerimizi hiçbir şekilde gizlemiyoruz. Tabii sendikalarda bazen
dikkatli davranmak zorunda kalabiliyoruz.
Biz,
hedeflerimizi idari araçları ele geçirerek dayatmaya çalışmıyoruz. Yanlış olduğunu
düşünsek bile kitle örgütlerinde demokratik bir kararın alınabileceğini kabul
ediyoruz. Bu, bizim proleter devrime dair bakış açımız konusunda da çok şey
söylüyor: Biz, iktidarı komünist partinin değil, işçi sınıfının alacağını
düşünüyoruz. Sınıf mücadelelerinde parti öncü bir rol oynamazsa, devrim tabii
ki başarılı olamaz. Ama bu, başka bir mesele.
Komünistlerin
öncü rolüne dair Leninist anlayış uyarınca biz, tüm kitle örgütlerinde ve mücadelenin
tüm cephelerinde antikapitalist ve antiemperyalist bir hattı açmaya çalışıyoruz.
Ama bu hattı, pratikte kadrolarımızın öncü rolü ve işçi sınıfının sorunları
konusunda geliştirdiğimiz bilimsel yaklaşım ve kolektif deneyimimiz üzerinden
açmak için uğraşıyoruz.
Bu
açıdan, biz politik ittifaklar meselesine de çok farklı yaklaşıyoruz. Biz, olağan
koşullarda diğer örgütlerle ittifak kurma çabası içerisinde değiliz. Esasında biz,
bu politik ittifak anlayışını sorunlu buluyoruz. Komünist hareketin farklı gruplara
ait güçleri aritmetik olarak toplayıp güç kazanacağını söyleyen düşünce, bizce
tümüyle yanlış. Yukarıda da dile getirdiğimiz gibi, biz birliğe karşı değiliz. Ama
gücün de ideolojik netlikle ve kitle çalışması konusunda geliştirilecek doğru
yaklaşımla inşa edileceğini düşünüyoruz.
Ayrıca
biz, ittifakların farklı politik güçler arasında ortak bir ad altında kurulması
gerektiğine dair anlayışa da karşı çıkıyoruz. Örneğin Almanya’da sadece sırf savaşa
karşı çıkıyor diye Sol Parti ile ittifak kurmayız. Çünkü biz, yakından baktığımızda,
bu partinin savaşa karşı net ve ilkeli bir tavır içerisinde olmadığını,
emperyalist Avrupa Birliği’ni desteklediğini, ayrıca NATO konusunda açık bir
konum almadıklarını görüyoruz. Onlarla ittifak kurarsak, onların oynadığı rolü sırf
ittifaka zarar verecek diye ifşa edemeyiz. Pratikte ittifak politikasının
komünistlerin halka gerçekleri söyleme göreviyle çelişmesinin temel sebebi bu.
Özetlersek;
biz de bir ittifak politikasına sahibiz, ama biz, bu ittifakların politik
partilerin liderleri veya örgütler eliyle yukarıdan değil de aşağıdan, emekçi
halk eliyle inşa edilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Genel yaklaşımımızı bu
şekilde özetlemek mümkün. Bu meseleler, Temmuz’da toplayacağımız ulusal
kongremizin odaklanacağı ana konu başlıklarını oluşturuyor.
Komünist
Teşkilât için proleter enternasyonalizm ne kadar önemli?
Komünist
hareket, her zaman beynelmilel bir hareket olagelmiştir. Başka türlüsü mümkün
değildir. Biz, ulusların kendi özelliklerine ve özgül yanlarına bağlı olarak
her ülkenin komünistlerinin kendi yolunu bulması gerektiği fikrine karşı
çıkıyoruz. Kendi ülkendeki durumu dikkate almadan, sadece diğer partilerin
konumlarını kopyalamak tabii ki yanlış. Ama biz, öte yandan emperyalizmin
küresel bir sistem olduğunu, işçi sınıfının düşmanının her yerde aynı olduğunu
düşünüyoruz. Farklı ülkelerdeki durumlar sürekli kıyas edilmeli.
Bu
sebeple komünist partiler, sadece eylemlerini koordineli kılmaya çalışmakla
yetinmemeli, ayrıca kapsamlı politik-ideolojik birlik hedefine ulaşmak için partilerin
görüş ve analizlerini tartışabilmeli. Bizce 1919’da Komintern’in kuruluşu büyük
bir başarı ve kazanım. Aynı şekilde, 1943’te Komintern’in, 1956’da Kominform’un
dağıtılmasının beynelmilel komünist hareket için önemli bir başarısızlığı ifade
ettiğini görmek gerekiyor. Bu kurumların dağıtılmasıyla emperyalizmle mücadele
konusunda ortak bir stratejik geliştirme imkânından mahrum kalındı. Bunun yanı
sıra, tüm partiler oportünizmin etkilerine açık hâle geldiler.
Komünistlerin
uzun vadeli hedefi, yeni bir komünist enternasyonalin inşası olmalı. Bu noktada
bu ihtimalin ne kadar uzak olduğunun bir önemi yok. Bu hedefe yaklaşmak için
biz, komünist partilerin beynelmilel dayanışmayı temel alan açık ve samimi bir
tartışma içine girmeleri gerektiğine inanıyoruz.
Bu
sebeple, biz dünya genelinde işçilerle ve komünistlerle sağlam bir dayanışma
ilişkisi kurmak için gayret ediyoruz. Başka ülkelerdeki önemli gelişmeleri
analiz ediyor, bu konuda belirli pozisyonlar almaya çalışıyoruz. Son aylarda
Yemen’deki savaş, Çin-Amerika arasındaki ticaretle ilgili gerilim, Brezilya,
İsrail/Filistin, Fransa, Nikaragua ve Venezuela’daki politik gelişmeler gibi
meselelere dair konumlarımızı aktardığımız çalışmaları yayımladık. Bu konularla
ilgili belirli bir tavır geliştirirken, işçi sınıfının genel çıkarlarını ve dünya
genelinde emperyalizmle mücadelenin ihtiyaçlarını dikkate aldık. Bu metinleri
insanlarla temas kurmak ve farklı şekillerde yürüyecek politik tartışma için
gerekli zemini teşkil etmek için kullanıyoruz. Henüz ulusal ve uluslararası düzeyde
yaşanan tüm gelişmelere dair yorumlarımızı aktarabilmiş değiliz. Bunu bir hedef
olarak önümüze koymuş durumdayız.
Parti
kurduğumuzda, beynelmilel komünist hareketle ilişkiler kurmaya çalışacağız.
Henüz
parti olmasak bile Komünist Partiler ve İşçi Partileri Uluslararası
Toplantıları (IMCWP) veya Avrupalı Komünist Gençlik Örgütleri Toplantıları
(MECYO) gibi çalışmalar üzerinden beynelmilel komünist hareketin yeniden
inşasına dönük çalışmalara katılıyoruz.
Alman
Sosyal Demokrat Partisi, dünya sosyal demokrasisinin merkezi. Friedrich Ebert Vakfı,
Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’i katleden, Alman sovyetlerini yok eden
kişinin adını taşıyor. Portekiz Sosyalist Partisi, bu Ebert Vakfı’nın genel merkezinde
kuruldu. Yetmişlerde Portekiz’de yaşanan devrimci ayaklanmayı ezmek için bu
vakfın paraları kullanıldı. Buna karşın Troçkistler, Alman Sosyal Demokrat Partisi
ile ittifak kursaydı komünistlerin Nazilerin yükselişine mani olabileceğini
söyleyerek Alman Komünist Partisi’ne suçlamada bulunuyorlar. Bu konuya dair
görüşleriniz nelerdir? Hem bugünden hem de tarihsel gerçekler üzerinden
baktığınızda, bu ilişkiye dair neler söyleyebilirsiniz?
Alman
Komünist Partisi’nin antifaşist mücadelesi, bizim için önemli bir referans
noktasıdır. Komintern’in 1935’te düzenlediği yedinci kongreden, bilhassa savaşın
bittiği tarih olan 1945’ten itibaren Almanya’daki komünist hareket (hem KPD hem
de 1968’den sonra DKP) komünistlerin Nazi iktidarı öncesi Weimar döneminde
sosyal demokratlarla ittifak yapamamış olması sebebiyle, faşistlerin iktidara
geldiğine dair söylemi bir biçimde benimsedi. Bu görüşü sadece Troçkistler
dillendirmiyorlar. Sosyal demokratlar da aynı şeyi söylüyorlar. Hatta onlar,
komünistlerin Nazilerin zafere ulaşması denilen suça ortaklık ettikleri
iddiasındalar. Çünkü komünistlerin faşizm yerine burjuva demokrasisine saldırmayı
tercih ettiğini söylüyorlar. Bu, tabii düpedüz yalan, çünkü komünistler, Weimar
Cumhuriyeti içerisinde faşizme karşı tutarlı bir mücadele yürüten yegâne güçtü.
Alman sosyal sosyal demokratları (SPD) ise faşizmin yükseliş sürecine birçok
yönden katkı sundular.
Biz,
bu meselenin karmaşık olduğunu, daha fazla incelenmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Bugün bile eldeki tarihsel değerlendirmeler hatalı. Weimar Cumhuriyeti,
karşı-devrimci ve kral yanlısı SPD liderlerinin gönüllü askerlerden oluşan
gerici güç Hür Müfreze (Freikorps) ile kurduğu işbirliği üzerinden
kuruldu. Weimar Cumhuriyeti dönemi boyunca SPD iktidardayken, işçi sınıfının
bilinçlenmesine mani olmak ve sosyalizmin ancak parlamentoda alınacak kararlar
üzerinden kurulacağına dair yalanı yaymak için elinden geleni yaptı. Sosyal demokrasi,
Mayıs 1929’da yaşandığı üzere, işçi hareketini en ağır şekilde ezen saldırılara
destek verdi. O Mayıs ayında Berlin kentinin sosyal demokrat cumhurbaşkanına bağlı
emniyet müdürü Karl Zörgiebel, şehirde 33 işçinin öldürülmesi talimatını verdi.
Kızıl Cephe Savaşçıları (Roter Frontkämpferbund) isimli devrimci savunma
teşkilâtı, bizzat sosyal demokrat içişleri bakanı Carl Severing tarafından
yasaklanırken, bu süreçte faşistlere ait paramiliter örgüt Fırtına Müfrezesi’ne
(Sturmabteilung’a) hiç dokunulmadı.
Faşist
diktatörlüğün tesis edildiği dönemde, 1 Mayıs 1933 günü komünistler toplama kamplarına
gönderildiklerinde, sosyal demokrat sendikaların liderleri Nazilerle birlikte ortak
yürüyüş gerçekleştirdiler. SPD’nin, Alman sosyal demokratlarının faşizmin yükselişine
sundukları katkı herkesin malumu olmasına rağmen, Alman Komünist Partisi
Nazilere karşı ortak mücadele hattı oluşturulması için SPD’ye bir dizi teklif
sundu.
Dolayısıyla,
faşizmin iktidar oluşunun sebebi, komünistlerdeki “sekterlik” değil, burjuva ve
sosyal demokrat partilerin faşizmle iş tutması, birlikte kapitalist sömürü
düzenini savunmaya ahdetmeleri. Bu, komünistlerin taktiksel hatalar
yapmadıkları anlamına gelmiyor elbette. Partinin sosyal demokrat işçilere
yönelik yaklaşımları incelenmeyi hak ediyor. Antikomünist tarih aktarımlarının
yalan olduğunu görmek gerekiyor.
Faşizmle
sosyal demokrasi arasındaki ilişki, bugünkü durum bağlamında da incelenmeli. Bize
göre bugün ırkçı, milliyetçi, hatta açıktan faşist olduğunu söyleyen güçlerin
tüm Avrupa genelinde yükselişe geçmiş olması, özelde Almanya’da Almanya İçin
Alternatif (AfD) isimli partinin güçlenmesi meselesi, kapitalizmin gelişimi ve
burjuva politikası temelinde anlaşılmalı. Emperyalizmin yürürlüğe koyduğu stratejilerde
sosyal demokratlar hep en önde oldular. İşçi sınıfının büyük bir kısmını kalıcı
yoksulluğa sürükleyen “2010 Ajandası” denilen reformları SPD, Yeşiller Partisi
ile birlikte yürürlüğe koydu. Sermayenin güvencelerden yoksun çalışma
koşullarını hâkim kılıp milyonlarca işçiye düşük ücretler verildiği düzeni
tesis etmesine sosyal demokrat sendikaların liderleri izin verdi.
Almanya’nın
ikinci büyük sosyal demokrat partisi olan Sol Parti, birçok bölgesel hükümet
içerisinde işçi sınıfına yönelik saldırılara ortaklık etti. Tüm bu gelişmeler
ve hareketler, halkın yüzünü aşırı sağa dönmesine neden oldu. Halk, müesses
nizama ait partilere ancak aşırı sağın sunduğu düzlemden itiraz edebilme imkânı
buldu. Yalanları sosyal demokratlar yaydı, halka onlar ihanet etti, faşistler
de küçük burjuvazinin ve işçi sınıfının geri kesimlerindeki hayal
kırıklıklarını ve korkuları istismar etti. Bu açıdan faşizmle sosyal demokrasi
aynı madalyonun iki yüzü.
Alman
Demokratik Cumhuriyeti ile ilgili görüşleriniz nelerdir. Doğu Almanya’da
politik çalışma yürütüyor musunuz?
Bize
göre, Doğu Almanya Alman işçi hareketinin en önemli başarısıdır. Burası insanın
insanı sömürmediği bir devletti. Toprak sahipleri, büyük sanayiciler ve
bankalar Nazi rejiminin toplumsal dayanakları olarak mülksüzleştirildiler. Üretim
araçları halka aitti. Naziler, tüm önemli mevkilerden uzaklaştırıldılar. Batı Almanya’da
ise birçok Nazi mevkilerini korudu, ordunun, polis gücünün, mahkemelerin ve
gizli servislerin yeniden inşa sürecine katkı sundu. Doğu Almanya’da işsizlik,
evsizlik, yoksulluk gibi sorunlar bilinmezdi. Hükümet enternasyonalist bir dış
politika yürütüyordu. Vietnam, Nikaragua, Angola gibi ülkelerde kurtuluş
mücadelelerine destek sunuyordu. Öte yandan başka bir ülkedeki savaşa asker
göndermiyordu. Tabii ki analiz edilmesi gereken kimi yanlışları ve kusurları
vardı. Bu anlamda revizyonizmin Sosyalist Birlik Partisi içerisindeki nüfuzu
incelenmeli. Ama bu gerçekler, Doğu Alman Cumhuriyeti’nin bizim, işçilerin ve
köylülerin, faşist toplama kamplarında çile çekmiş antifaşist direniş
savaşçılarının ve Alman komünistlerinin, 1936-1939 arası dönemde İspanya’da savaşmış
olanların, kendi vatanını faşizmden kurtarmak için savaşa Kızıl Ordu yanında
girenlerin devleti olduğu gerçeğini değiştirmez.
Bu
konu, bizim politik çalışmamızla da yakından bağlantılı. İnsanlarla birlikte
çalışma yürütürken, sosyalizm hedefinden bahsettiğinizde, Doğu Almanya ve Sovyetler
Birliği hemen gündeme geliyor. İnsanlar, komünistlerin bu konularda ne
söylediklerini öğrenmek istiyorlar. Burjuva medyası ve eğitim sistemi, Doğu
Almanya konusunda olumsuz bir resim sunmak için muazzam bir çaba ortaya
koyuyor. Burada Doğu Almanya hükümeti, tüm ülkeyi devasa bir hapishaneye
çevirmiş, kendi yurttaşlarını sürekli izleyen zorba bir diktatörlük olarak
resmediliyor. Doğu Almanya, “ikinci Alman diktatörlüğü” olarak takdim ediliyor
ve milyonlarca insanı katletmiş olan Nazi faşizmiyle bir tutuluyor. Bu da bize
gösteriyor ki egemen sınıf, Almanya’da sosyalizmden hâlen daha korkuyor. Bu sebeple
halkın zihnini antikomünist yalanlarla zehirlemeye çalışıyor. Doğu Almanya’ya dair
bu antikomünist propaganda Batı Almanya halkını Doğu Alman halkından daha fazla
etkiliyor. Zira Doğu Almanlar en azından anne babalarının sosyalizme dair
hatırasına aşina. Bu anlamda, kitle iletişim araçları veya okullar üzerinden yürütülen
propaganda faaliyetlerinde dile getirilenlerle gerçekleri kıyaslama imkânına
sahipler. Doğu Alman işçi sınıfı Doğu Almanya’yı genelde olumlu sözlerle yad ediyor,
bu da buradaki birimlerde halka kapitalizmi ve sosyalizmi anlatan komünistlerin
işini kolaylaştırıyor.
2019
hem 1949’da kurulan Doğu Alman Cumhuriyeti’nin kuruluş yıl dönümü hem de 1989’daki
karşı-devrimin yıl dönümü. 5 ve 6 Ekim’de Alman Komünist Partisi’nin bu konuyu
ele alacağı kongresine bir dizi katkıda bulunacağız. Bu konuda söyleyecek çok
şeyimiz var. Bu sebeple, bu yıl boyunca Doğu Alman Cumhuriyeti’yle ilgili bir
dizi çalışmaya ve yayına imza atacağız.
0 Yorum:
Yorum Gönder