2015’te
internette bolca izlenen bir videoda, Afrikalı-Amerikalı rap ve sinema yıldızı
Tyrese Gibson, bir yandan kendi filmi Hızlı ve Öfkeli film serisinin yedinci
bölümünü tanıtıyor, bir yandan da Birleşik Arap Emirlikleri’nde kaldığı süre
boyunca kendisine gösterilen sevginin yoğunluğundan bahsediyor. Dubai
emirliğinin başındaki Maktum ve Abu Dabi emirliğinin başındaki Zayid ailesinin “hayalperest”
olduklarını söyleyen Gibson, bu sözleriyle BAE’nin ilericiliğin kalesi olduğuna
dair düşünceye onay veriyor.
Aşırı
zengin birinin böylesi görüşlere sahip olmasını anlayışla karşılamak gerek. Her
şeyden önce BAE, kapitalist safa pezevenkliğinin kutsal mekânı olarak inşa edilmiş
bir yer. Tyrese, ülkeye sürekli suiistimallerle yüzleşen binlerce göçmen
işçiden biri olarak giriş yapmış olsaydı, böylesi görüşlere sahip olmayacaktı,
burası kesin.
O
parlak ve ışıl ışıl sahnenin gerisinde BAE, terörle mücadele sürecinde önemli bir
rol oynuyor. O, hiçbir şekilde belgelenmeyen birçok saldırının ayrılmaz
parçası.
Kanaatimce
BAE, ABD öncülüğünde yürütülen terörle mücadeleye destek veren bir ülke olarak,
Arap dünyasında diğer tüm ülkelerden daha fazla önemli bir yerde duruyor. Bu ülke,
bir yandan da Müslüman bireylere ve toplumlara yönelik İslam düşmanlığı ateşine
benzin döküyor. Bu durum, ilk bakışta çelişkiliymiş gibi gelebilir. Neticede BAE,
Müslüman çoğunluktan oluşuyor. Buna karşın, ülke, yürüttüğü siyaset gereği,
terörle mücadele süreci boyunca ortaya konulan şiddetin süreklileşmesinde önemli
bir ağırlığa sahip.
Şiddete
Dayalı Aşırıcılıkla Mücadele gibi ayrımcılık politikalarının sonuçlarına tanık
olmuş olan BAE, destekledikleri politikaların sıradan Müslümanlar üzerinde
derin ve kalıcı etkilere yol açtığını görmeli. Özü itibarıyla şiddet aracı
olarak kullanılan bu politikaların geliştirilmesinin amacı, mevcut küresel
jeopolitika anlayışını desteklemek, hatta kâr derdinde olan güçlerin kârını
artırmak.
Ta
11 Eylül’den önce BAE, batılı hükümetlerin ulusal güvenlikle ilgili
sıkıntılarını gidermek adına, bir tür gözaltı merkezi hâline gelmişti. Örneğin 1999’da
Ferid Hilali, BAE tarafından tutuklanmıştı. Emirlik yetkilileri, Hilali’ye
hiçbir suç isnat etmedi, ama sonrasında yetkililer, İngiliz istihbaratını zaten
işkenceden geçmiş olan Hilali’yi sorgulasın diye ülkeye davet etti. Hilali’nin
gözaltı süreci, başka isimler için de kimi sonuçlara yol açtı. Ondan işkence
yoluyla alınan ifade üzerinden Muazzam Bey gibi masum insanlar, 11 Eylül
sonrası güvenlik risklerine karşı çalışmalar kapsamında, tutuklandı. Bu süreçte
MI5, Hilali’den zorla alınan ifadeyi Muazzam Bey’e yönelik şüpheleri
temellendirmek için kullandı. Hilali örneğinde de görüldüğü üzere, Emirlikler,
terörle mücadele bağlamında işlenen insan hakları ihlallerine suç ortaklığı
yaptı.
BAE’nin
11 Eylül öncesinde gözaltına aldığı en önemli isim, Cemil Begal’di. Aslen Cezayirli
olan, Fransız vatandaşı Begal, 29 Temmuz 2001 günü Abu Dabi’de gözaltına alındı.
Aynı gün hem CIA hem de Fransa’daki muadili Dış Güvenlik Genel Müdürlüğü (DGSE)
bu konuda bilgilendirildi. Emirlik yetkilileri, Begal’i gözaltına alıp kendisine
işkence ettiler. Falakayla, tecavüzle, duyguları tahrip eden müdahalelerle, uykusuz
bırakma pratikleriyle, su işkencesiyle, tırnak çekmeyle ve diğer işkence yöntemleriyle
geçen haftaların ardından, Begal’in ifadesi alındı. En önemlisi de 21 Eylül 2001
günü, 11 Eylül saldırısından on gün sonra, Fransız hâkim Jean-Louis Bruguière’nin
Begal’i sorgulamak için BAE’ye gelmesiydi. Begal’le bir araya gelemese de
ertesi gün Bruguière’nin önüne imzalı bir itiraf konuldu. İşkence uygulandığı,
ifadenin zorla alındığına dair iddialar bugüne dek hiçbir şekilde soruşturulmadı.
Begal, bu ifade üzerinden yargılandı.
Irak
savaşı, İbn Şeyh Libi’den işkenceyle alınan ifadeyi temel almıştı. Afganistan
savaşı da Begal’den alınan ifade üzerinden başlatıldı. 4 Ekim 2001’de BBC,
Usame bin Ladin ile ilgili olarak hükümetin hazırladığı tüm dosyayı yayımladı
ve müdahale, bu haber üzerinden gerekçelendirildi. İlginç olan şu ki söz konusu
dosya, aşağıdaki tekzip ifadesiyle başlıyordu:
“Bu belge, bir hukuk
mahkemesinde Usame bin Ladin’e açılmış, soruşturma süreci üzerine kurulu bir
dava üzerinden temin edilmemiştir. Kabul edilirlikle ilgili katı kurallar ve
kaynakların güvenliğinin korunması ihtiyacına binaen, eldeki bilgiler kanıt
olarak kullanılamazlar.”
İngilizler,
bin Ladin aleyhine olan kanıtların hukuken karşılığı olup olmadığı konusunda
tek kelime etmediler. Bu aşamada Begal’in sorgusuna katılmış olan İngilizler, Begal’den
alınan kanıtların işkence yoluyla temin edildiğinin gayet net farkındaydılar.
İngiliz medyası, Begal’in saldırılarda yer aldığını kabul ettiğini duyurdu,
oysa bu bilgi, BAE’nin itirafı sonucu elde edilmişti. Begal, Fransa’ya eski bir
dava sebebiyle teslim edilince, tüm iddiaları reddetti, ama savcılar, ondan
zorla alınan kanıtları temel aldılar.
BAE,
uzun zamandır ABD’nin gözaltı ve işkence merkezi olarak iş görüyor. 11 Eylül’ün
fikir babası olduğu iddia edilen Halid Şeyh Muhammed’in kayınbiraderi, BAE’de
gözaltına alındı ve burada işkenceye tabi tutuldu. Ama hiçbir suçlamayla yüzleşmeden,
serbest bırakıldı. Aynı şekilde, Sam Raphael, Ruth Blakely ve Crofton Black’in yeni
yaptığı habere göre, Guantanamo’da tutuklu olan Abdurrahim Naşiri ve Senedü’l Kazımi,
ilkin Emirlikler’de gözaltına ve işkence odasına alındı. Emirlikler, yasadışı
olarak işletilen “İade, Gözaltı ve Sorgu” programının bir parçası olarak CIA’yle
birlikte çalışma yürüttü.
Birleşik
Arap Emirlikleri, vakitlerini terörle mücadele kapsamında gündeme gelen keyfi
tutuklama ve işkence pratiklerinin sergilendiği yerlerde geçirmiyorlar. 7
Temmuz 2005’te Londra’da patlayan bombaların ardından, Dubai’ye tatile giden
iki iş insanı, Dubai polisince tutuklanıp kimseyle görüştürülmedikleri bir
hücreye konuldu. Neden tutuklandıklarını bilmeyen Âlem Gaffur ve Muhammed Refik
Sıddıki, İngilizler BAE yetkililerine gözaltına alınıp soruşturulmalarına
ilişkin talimatı iletene kadar o hücrede tutuldu:
“İngiliz yurttaşı olduğumu
söyleyince dikkat kesildiler, ama gene de bana ‘sen kimsin ki? Sonuçta Tony
Blair değilsin. Burada olduğunu biliyorlar ve bu, hiç kimsenin umurunda değil’
dediler. ‘Neden buradayım?’ diye sorduğumda, ‘İngiliz istihbaratı bize sizi
almamızı söyledi’ dediler.”
Bugün
BAE, CIA’in terörle mücadelesine ortaklık etmeyi sürdürüyor. Kısa süre önce ABD
Yurtiçi Güvenliği Bakanlığı ajanlarına ABD’ye uçakla gelen yolcuları Emirlik’te
uçaklar havalimanlarından ayrılmadan öncesinde izlemesine izin vererek
egemenliğini ABD’ye teslim etti. Güvenlikçi politikalar kültürü belirledi,
böylece BAE, potansiyel tehdit olarak görülen Müslümanların soruşturulması
sürecinin hem suç ortağı hem de aktif bileşeni hâline getirildi.
Küresel
terörle mücadele üzerinden BAE’nin güvenlikçi politikalar dâhilindeki rolü, 2011’de
Arap Baharı sürecinin başlamasıyla birlikte daha da arttı. Civar ülkelerdeki anayasa
reformu pratiklerini ciddiye almak yerine Emirlikler, reform yanlısı 132
aktivistin içerisinde yer alan ve ülkedeki reform hareketi Davetü’l Islah ile
bağlantılı olduğu iddia edilen 94 ismi gözaltına aldı. Dubai emniyet müdürü bu
gözaltıları değerlendirirken, terörle mücadele sürecinde sıkça başvurulan
sözlere sığındı ve Mısır’da faal olan İhvan’ın ve onun uzantısı olan Davetü’l
Islah’ın Emirlik toplumunun varoluşunu tehdit eden unsurlar olduğunu,
dolayısıyla bu harekete yönelik baskıların ulusal güvenliğin hayrına olduğunu
söyledi. BAE bu kararları, İhvan’ın Mısır’da seçim kazandığı süreç dâhilinde
aldı. Sonrasında Emirlikler, Suudi Arabistan ve Bahreyn, Mısır’ın yeni gelişen
demokrasinin altını oymak için çalıştı.
2011’de
Cezayir, Avustralya, Kanada, Çin, Kolombiya, Danimarka, Mısır, AB, Fransa, Almanya,
Hindistan, Endonezya, İtalya, Japonya, Ürdün, Fas, Hollanda, Yeni Zelanda,
Nijerya, Pakistan, Katar, Rusya, Suudi Arabistan, Güney Afrika, İspanya,
İsviçre, Türkiye, Birleşik Arap Emirlikleri, ABD ve İngiltere bir araya gelerek,
Birleşmiş Milletler’in etki alanı dışında faaliyet yürütecek, Küresel Terörizmle
Mücadele Forumu isimli uluslararası kurumu meydana getirdi. Bu yapının kurulmasından
hemen sonra, 2012 yılında Abu Dabi, Şiddete Dayalı Aşırıcılıkla Mücadele başlıklı
ilk toplantıya ev sahipliği yaptı, ayrıca Küresel Terörizmle Mücadele Forumu
Şiddete Dayalı Aşırıcılıkla Mücadele Çalışma Grubu’nun başkanlığını İngiltere
ile birlikte üstlendi.
Çalışma
grubu sayesinde BAE, politik baskı programını sürdürmek ve ülkede anayasa
reformu taleplerini hükümsüz kılmak için gerekli zemine kavuştu. Bu noktada
BAE, gerekçe olarak sıklıkla güvenlikçi politikaların önemine işaret etti. Arun
Kundnani ve Ben Hayes’in ifadesiyle,
“İngilizlerin ‘Önleme’
stratejisi, başından itibaren bir meşruiyet kriziyle maluldü. Öte yandan, BAE’nin
şiddete dayalı aşırıcılıkla mücadele çalışmalarına, rejime muhalif
siyasetçilerin yasaklaması, İhvan karşıtı adımlar, Şiilerin toplu olarak sınır
dışı edilmesi gibi adımlar eşlik etti.”
BAE,
güvenlikçi politikalara bağlılığını sürdürdü. Bu bağlamda, 2012’de Hidayet
adında milyonlarca dolar akıttığı şiddete dayalı aşırıcılıkla mücadele merkezi
kurdu. Bunun neticesinde ülkede politik muhaliflere yönelik baskılar arttı.
26
Şubat 2013 günü Katarlı doktor Mahmud Cayda, Davetül’ Islah’la bağlantılı
olduğu iddiasıyla kaçırılıp bir hücreye kapatıldı. İşkenceyle alınan ifadesinde,
kendisinin BAE’yi istikrarsızlaştırma çabası içinde olduğuna dair sözlere yer
verildi. Cayda, bir yıl sonra “ulusal güvenlik suçları” kapsamında hapse
atıldı.
BAE,
iç ve dış siyasette terörle mücadelede sıkça duyduğumuz sözleri yineleyip
durdu. Sürekli ulusal güvenlikten ve terörizmden dem vuran ülke, uluslararası
insan hakları ve konuyla ilgili standartlarla çelişen konumlarını bu şekilde
meşrulaştırmaya çalıştı.
5
Mart 2014 günü BAE, Suudi Arabistan’la birlikte İhvan’ı “terörist örgüt” ilân
etti. Bu karar uyarınca, General Abdülfettah Sisi’nin 2013’teki darbesi
esnasında Mısır’da yaşanan Rabia katliamının sonucunda gündeme gelen sembolü
kullanmak gibi tüm destek ifadelerine ve açıklamalarına yasak getirildi.
BAE’nin
dış siyaset sahasında aldığı kararlar da askerileşme sürecini hızlandırdı.
Emirlikler, bu süreçte Libya ve Mali’nin bombalanması konusunda batılı
müttefiklerine destek sağladılar, ayrıca Afrika Burnu’nda askeri üsler
kurdular. Yumuşak güç bağlamında attıkları adımların yanında Emirlik, ABD’deki
elçisi Yusuf Uteybe aracılığıyla İsrail’le ilişkileri normalleştirme yönünde
çabalar ortaya koydu. Ayrıca ülke, sert gücünü göstermekten de imtina etmedi. Örneğin
dünyadaki kimi çatışma bölgelerine asker gönderdi. Bu tür adımların en önemlisi
de Yemen’in bombalanmasıydı.
Ülke,
terörle mücadele sürecinde güvenlikçi politikalara teslim oldu. Bu da ülkenin
baskı üzerine kurulu “barış” ortamını muhafaza etmek adına, hak ihlallerini
olağan karşılayan bir yaklaşımı benimsemesini sağladı. Abu Dabi prensi Muhammed
bin Zayid, Çin’in Çinli Müslümanları terörizmle ve aşırıcılıkla mücadele
kapsamında enterne etme politikasını övdü, ayrıca kısa süre önce, Hindistan
devletinin işgal altında tuttuğu Keşmir’i orduyla ezmesine rağmen, Zayid’in emriyle
Hindistan başbakanı Nanendra Modi’yi ağırladı.
BAE’nin
iç ve dış siyaseti, bize ülkenin sadece terörle mücadele sürecine suç ortaklığı
yapmakla kalmadığını, ayrıca onun, Müslüman toplumların giderek daha fazla
askeri ve güvenlikçi politikalara maruz kaldığı sürecin aktif bir bileşeni
hâline geldiğini ortaya koyuyor.
BAE,
Batı’daki Müslüman azınlıklara yönelik terörizmle mücadele kanunlarının
ağırlaştırılmasını istedi, ayrıca Müslümanların çoğunlukta olduğu ülkelerde
Müslümanların politik arzularının ortadan kaldırılmasına dönük çabalara destek
sundu.
BAE,
dünya genelinde birçok Müslüman liderden ve âlimden destek alıyor. Bu da BAE
gibi hükümetlerle uğraşırken ve onları etkilerken, hangi araçların kullanılacağı
konusunda bizi düşünmeye sevk edecek bir durum. Ayrıca politik eylemlilik bağlamında
farklı Müslüman pratiklerine rastlanıyor. Bu konudaki anlaşmazlık, önemli bir
sorun. Bu tür sorunlara doğru yaklaşırsak, her şeyi iyiye doğru değiştirmek
mümkün olacaktır.
Maalesef
bugün dünyada kullanılan dil zehirli. Müslüman pratikler arasındaki farklılıklar,
parıltılı sözlerin gölgesinde kalıyor. Anlamlı ve makul adımlar atılamıyor. Ayrıca
Müslüman âlemdeki düşünce liderleri ve âlimler, adalet, yönetim, doğru eylemlilik
konusunda farklı şeyler söylüyorlar. Bu da bugün sahada Müslüman toplumların yüzleştiği
saldırılara zemin hazırlamaya devam ediyor.
BAE,
terörle mücadelenin kalıcı kılınması için uyguladığı baskı ile Müslüman
dünyadan büyük ölçüde koptu. Bugün sadece sadık bir unsur olarak, ABD gibi
Batılı ülkelerin konumunu taklit etmekle yetiniyor. Bu hâliyle, ülkenin
başındaki hükümete bilhassa aktif mücadele konumunda olan öncü Müslümanlar
tarafından daha kararlı bir şekilde karşı konulması ve büyük bir gayretle ona
karşı direnç geliştirilmesi gerekiyor.
Asım Kureyşi
5
Eylül 2019
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder