22 Kasım 2022

,

BAE’nin Rolü


2015’te internette bolca izlenen bir videoda, Afrikalı-Amerikalı rap ve sinema yıldızı Tyrese Gibson, bir yandan kendi filmi Hızlı ve Öfkeli film serisinin yedinci bölümünü tanıtıyor, bir yandan da Birleşik Arap Emirlikleri’nde kaldığı süre boyunca kendisine gösterilen sevginin yoğunluğundan bahsediyor. Dubai emirliğinin başındaki Maktum ve Abu Dabi emirliğinin başındaki Zayid ailesinin “hayalperest” olduklarını söyleyen Gibson, bu sözleriyle BAE’nin ilericiliğin kalesi olduğuna dair düşünceye onay veriyor.

Aşırı zengin birinin böylesi görüşlere sahip olmasını anlayışla karşılamak gerek. Her şeyden önce BAE, kapitalist safa pezevenkliğinin kutsal mekânı olarak inşa edilmiş bir yer. Tyrese, ülkeye sürekli suiistimallerle yüzleşen binlerce göçmen işçiden biri olarak giriş yapmış olsaydı, böylesi görüşlere sahip olmayacaktı, burası kesin.

O parlak ve ışıl ışıl sahnenin gerisinde BAE, terörle mücadele sürecinde önemli bir rol oynuyor. O, hiçbir şekilde belgelenmeyen birçok saldırının ayrılmaz parçası.

Kanaatimce BAE, ABD öncülüğünde yürütülen terörle mücadeleye destek veren bir ülke olarak, Arap dünyasında diğer tüm ülkelerden daha fazla önemli bir yerde duruyor. Bu ülke, bir yandan da Müslüman bireylere ve toplumlara yönelik İslam düşmanlığı ateşine benzin döküyor. Bu durum, ilk bakışta çelişkiliymiş gibi gelebilir. Neticede BAE, Müslüman çoğunluktan oluşuyor. Buna karşın, ülke, yürüttüğü siyaset gereği, terörle mücadele süreci boyunca ortaya konulan şiddetin süreklileşmesinde önemli bir ağırlığa sahip.

Şiddete Dayalı Aşırıcılıkla Mücadele gibi ayrımcılık politikalarının sonuçlarına tanık olmuş olan BAE, destekledikleri politikaların sıradan Müslümanlar üzerinde derin ve kalıcı etkilere yol açtığını görmeli. Özü itibarıyla şiddet aracı olarak kullanılan bu politikaların geliştirilmesinin amacı, mevcut küresel jeopolitika anlayışını desteklemek, hatta kâr derdinde olan güçlerin kârını artırmak.

Ta 11 Eylül’den önce BAE, batılı hükümetlerin ulusal güvenlikle ilgili sıkıntılarını gidermek adına, bir tür gözaltı merkezi hâline gelmişti. Örneğin 1999’da Ferid Hilali, BAE tarafından tutuklanmıştı. Emirlik yetkilileri, Hilali’ye hiçbir suç isnat etmedi, ama sonrasında yetkililer, İngiliz istihbaratını zaten işkenceden geçmiş olan Hilali’yi sorgulasın diye ülkeye davet etti. Hilali’nin gözaltı süreci, başka isimler için de kimi sonuçlara yol açtı. Ondan işkence yoluyla alınan ifade üzerinden Muazzam Bey gibi masum insanlar, 11 Eylül sonrası güvenlik risklerine karşı çalışmalar kapsamında, tutuklandı. Bu süreçte MI5, Hilali’den zorla alınan ifadeyi Muazzam Bey’e yönelik şüpheleri temellendirmek için kullandı. Hilali örneğinde de görüldüğü üzere, Emirlikler, terörle mücadele bağlamında işlenen insan hakları ihlallerine suç ortaklığı yaptı.

BAE’nin 11 Eylül öncesinde gözaltına aldığı en önemli isim, Cemil Begal’di. Aslen Cezayirli olan, Fransız vatandaşı Begal, 29 Temmuz 2001 günü Abu Dabi’de gözaltına alındı. Aynı gün hem CIA hem de Fransa’daki muadili Dış Güvenlik Genel Müdürlüğü (DGSE) bu konuda bilgilendirildi. Emirlik yetkilileri, Begal’i gözaltına alıp kendisine işkence ettiler. Falakayla, tecavüzle, duyguları tahrip eden müdahalelerle, uykusuz bırakma pratikleriyle, su işkencesiyle, tırnak çekmeyle ve diğer işkence yöntemleriyle geçen haftaların ardından, Begal’in ifadesi alındı. En önemlisi de 21 Eylül 2001 günü, 11 Eylül saldırısından on gün sonra, Fransız hâkim Jean-Louis Bruguière’nin Begal’i sorgulamak için BAE’ye gelmesiydi. Begal’le bir araya gelemese de ertesi gün Bruguière’nin önüne imzalı bir itiraf konuldu. İşkence uygulandığı, ifadenin zorla alındığına dair iddialar bugüne dek hiçbir şekilde soruşturulmadı. Begal, bu ifade üzerinden yargılandı.

Irak savaşı, İbn Şeyh Libi’den işkenceyle alınan ifadeyi temel almıştı. Afganistan savaşı da Begal’den alınan ifade üzerinden başlatıldı. 4 Ekim 2001’de BBC, Usame bin Ladin ile ilgili olarak hükümetin hazırladığı tüm dosyayı yayımladı ve müdahale, bu haber üzerinden gerekçelendirildi. İlginç olan şu ki söz konusu dosya, aşağıdaki tekzip ifadesiyle başlıyordu:

“Bu belge, bir hukuk mahkemesinde Usame bin Ladin’e açılmış, soruşturma süreci üzerine kurulu bir dava üzerinden temin edilmemiştir. Kabul edilirlikle ilgili katı kurallar ve kaynakların güvenliğinin korunması ihtiyacına binaen, eldeki bilgiler kanıt olarak kullanılamazlar.”

İngilizler, bin Ladin aleyhine olan kanıtların hukuken karşılığı olup olmadığı konusunda tek kelime etmediler. Bu aşamada Begal’in sorgusuna katılmış olan İngilizler, Begal’den alınan kanıtların işkence yoluyla temin edildiğinin gayet net farkındaydılar. İngiliz medyası, Begal’in saldırılarda yer aldığını kabul ettiğini duyurdu, oysa bu bilgi, BAE’nin itirafı sonucu elde edilmişti. Begal, Fransa’ya eski bir dava sebebiyle teslim edilince, tüm iddiaları reddetti, ama savcılar, ondan zorla alınan kanıtları temel aldılar.

BAE, uzun zamandır ABD’nin gözaltı ve işkence merkezi olarak iş görüyor. 11 Eylül’ün fikir babası olduğu iddia edilen Halid Şeyh Muhammed’in kayınbiraderi, BAE’de gözaltına alındı ve burada işkenceye tabi tutuldu. Ama hiçbir suçlamayla yüzleşmeden, serbest bırakıldı. Aynı şekilde, Sam Raphael, Ruth Blakely ve Crofton Black’in yeni yaptığı habere göre, Guantanamo’da tutuklu olan Abdurrahim Naşiri ve Senedü’l Kazımi, ilkin Emirlikler’de gözaltına ve işkence odasına alındı. Emirlikler, yasadışı olarak işletilen “İade, Gözaltı ve Sorgu” programının bir parçası olarak CIA’yle birlikte çalışma yürüttü.

Birleşik Arap Emirlikleri, vakitlerini terörle mücadele kapsamında gündeme gelen keyfi tutuklama ve işkence pratiklerinin sergilendiği yerlerde geçirmiyorlar. 7 Temmuz 2005’te Londra’da patlayan bombaların ardından, Dubai’ye tatile giden iki iş insanı, Dubai polisince tutuklanıp kimseyle görüştürülmedikleri bir hücreye konuldu. Neden tutuklandıklarını bilmeyen Âlem Gaffur ve Muhammed Refik Sıddıki, İngilizler BAE yetkililerine gözaltına alınıp soruşturulmalarına ilişkin talimatı iletene kadar o hücrede tutuldu:

“İngiliz yurttaşı olduğumu söyleyince dikkat kesildiler, ama gene de bana ‘sen kimsin ki? Sonuçta Tony Blair değilsin. Burada olduğunu biliyorlar ve bu, hiç kimsenin umurunda değil’ dediler. ‘Neden buradayım?’ diye sorduğumda, ‘İngiliz istihbaratı bize sizi almamızı söyledi’ dediler.”

Bugün BAE, CIA’in terörle mücadelesine ortaklık etmeyi sürdürüyor. Kısa süre önce ABD Yurtiçi Güvenliği Bakanlığı ajanlarına ABD’ye uçakla gelen yolcuları Emirlik’te uçaklar havalimanlarından ayrılmadan öncesinde izlemesine izin vererek egemenliğini ABD’ye teslim etti. Güvenlikçi politikalar kültürü belirledi, böylece BAE, potansiyel tehdit olarak görülen Müslümanların soruşturulması sürecinin hem suç ortağı hem de aktif bileşeni hâline getirildi.

Küresel terörle mücadele üzerinden BAE’nin güvenlikçi politikalar dâhilindeki rolü, 2011’de Arap Baharı sürecinin başlamasıyla birlikte daha da arttı. Civar ülkelerdeki anayasa reformu pratiklerini ciddiye almak yerine Emirlikler, reform yanlısı 132 aktivistin içerisinde yer alan ve ülkedeki reform hareketi Davetü’l Islah ile bağlantılı olduğu iddia edilen 94 ismi gözaltına aldı. Dubai emniyet müdürü bu gözaltıları değerlendirirken, terörle mücadele sürecinde sıkça başvurulan sözlere sığındı ve Mısır’da faal olan İhvan’ın ve onun uzantısı olan Davetü’l Islah’ın Emirlik toplumunun varoluşunu tehdit eden unsurlar olduğunu, dolayısıyla bu harekete yönelik baskıların ulusal güvenliğin hayrına olduğunu söyledi. BAE bu kararları, İhvan’ın Mısır’da seçim kazandığı süreç dâhilinde aldı. Sonrasında Emirlikler, Suudi Arabistan ve Bahreyn, Mısır’ın yeni gelişen demokrasinin altını oymak için çalıştı.

2011’de Cezayir, Avustralya, Kanada, Çin, Kolombiya, Danimarka, Mısır, AB, Fransa, Almanya, Hindistan, Endonezya, İtalya, Japonya, Ürdün, Fas, Hollanda, Yeni Zelanda, Nijerya, Pakistan, Katar, Rusya, Suudi Arabistan, Güney Afrika, İspanya, İsviçre, Türkiye, Birleşik Arap Emirlikleri, ABD ve İngiltere bir araya gelerek, Birleşmiş Milletler’in etki alanı dışında faaliyet yürütecek, Küresel Terörizmle Mücadele Forumu isimli uluslararası kurumu meydana getirdi. Bu yapının kurulmasından hemen sonra, 2012 yılında Abu Dabi, Şiddete Dayalı Aşırıcılıkla Mücadele başlıklı ilk toplantıya ev sahipliği yaptı, ayrıca Küresel Terörizmle Mücadele Forumu Şiddete Dayalı Aşırıcılıkla Mücadele Çalışma Grubu’nun başkanlığını İngiltere ile birlikte üstlendi.

Çalışma grubu sayesinde BAE, politik baskı programını sürdürmek ve ülkede anayasa reformu taleplerini hükümsüz kılmak için gerekli zemine kavuştu. Bu noktada BAE, gerekçe olarak sıklıkla güvenlikçi politikaların önemine işaret etti. Arun Kundnani ve Ben Hayes’in ifadesiyle,

“İngilizlerin ‘Önleme’ stratejisi, başından itibaren bir meşruiyet kriziyle maluldü. Öte yandan, BAE’nin şiddete dayalı aşırıcılıkla mücadele çalışmalarına, rejime muhalif siyasetçilerin yasaklaması, İhvan karşıtı adımlar, Şiilerin toplu olarak sınır dışı edilmesi gibi adımlar eşlik etti.”

BAE, güvenlikçi politikalara bağlılığını sürdürdü. Bu bağlamda, 2012’de Hidayet adında milyonlarca dolar akıttığı şiddete dayalı aşırıcılıkla mücadele merkezi kurdu. Bunun neticesinde ülkede politik muhaliflere yönelik baskılar arttı.

26 Şubat 2013 günü Katarlı doktor Mahmud Cayda, Davetül’ Islah’la bağlantılı olduğu iddiasıyla kaçırılıp bir hücreye kapatıldı. İşkenceyle alınan ifadesinde, kendisinin BAE’yi istikrarsızlaştırma çabası içinde olduğuna dair sözlere yer verildi. Cayda, bir yıl sonra “ulusal güvenlik suçları” kapsamında hapse atıldı.

BAE, iç ve dış siyasette terörle mücadelede sıkça duyduğumuz sözleri yineleyip durdu. Sürekli ulusal güvenlikten ve terörizmden dem vuran ülke, uluslararası insan hakları ve konuyla ilgili standartlarla çelişen konumlarını bu şekilde meşrulaştırmaya çalıştı.

5 Mart 2014 günü BAE, Suudi Arabistan’la birlikte İhvan’ı “terörist örgüt” ilân etti. Bu karar uyarınca, General Abdülfettah Sisi’nin 2013’teki darbesi esnasında Mısır’da yaşanan Rabia katliamının sonucunda gündeme gelen sembolü kullanmak gibi tüm destek ifadelerine ve açıklamalarına yasak getirildi.

BAE’nin dış siyaset sahasında aldığı kararlar da askerileşme sürecini hızlandırdı. Emirlikler, bu süreçte Libya ve Mali’nin bombalanması konusunda batılı müttefiklerine destek sağladılar, ayrıca Afrika Burnu’nda askeri üsler kurdular. Yumuşak güç bağlamında attıkları adımların yanında Emirlik, ABD’deki elçisi Yusuf Uteybe aracılığıyla İsrail’le ilişkileri normalleştirme yönünde çabalar ortaya koydu. Ayrıca ülke, sert gücünü göstermekten de imtina etmedi. Örneğin dünyadaki kimi çatışma bölgelerine asker gönderdi. Bu tür adımların en önemlisi de Yemen’in bombalanmasıydı.

Ülke, terörle mücadele sürecinde güvenlikçi politikalara teslim oldu. Bu da ülkenin baskı üzerine kurulu “barış” ortamını muhafaza etmek adına, hak ihlallerini olağan karşılayan bir yaklaşımı benimsemesini sağladı. Abu Dabi prensi Muhammed bin Zayid, Çin’in Çinli Müslümanları terörizmle ve aşırıcılıkla mücadele kapsamında enterne etme politikasını övdü, ayrıca kısa süre önce, Hindistan devletinin işgal altında tuttuğu Keşmir’i orduyla ezmesine rağmen, Zayid’in emriyle Hindistan başbakanı Nanendra Modi’yi ağırladı.

BAE’nin iç ve dış siyaseti, bize ülkenin sadece terörle mücadele sürecine suç ortaklığı yapmakla kalmadığını, ayrıca onun, Müslüman toplumların giderek daha fazla askeri ve güvenlikçi politikalara maruz kaldığı sürecin aktif bir bileşeni hâline geldiğini ortaya koyuyor.

BAE, Batı’daki Müslüman azınlıklara yönelik terörizmle mücadele kanunlarının ağırlaştırılmasını istedi, ayrıca Müslümanların çoğunlukta olduğu ülkelerde Müslümanların politik arzularının ortadan kaldırılmasına dönük çabalara destek sundu.

BAE, dünya genelinde birçok Müslüman liderden ve âlimden destek alıyor. Bu da BAE gibi hükümetlerle uğraşırken ve onları etkilerken, hangi araçların kullanılacağı konusunda bizi düşünmeye sevk edecek bir durum. Ayrıca politik eylemlilik bağlamında farklı Müslüman pratiklerine rastlanıyor. Bu konudaki anlaşmazlık, önemli bir sorun. Bu tür sorunlara doğru yaklaşırsak, her şeyi iyiye doğru değiştirmek mümkün olacaktır.

Maalesef bugün dünyada kullanılan dil zehirli. Müslüman pratikler arasındaki farklılıklar, parıltılı sözlerin gölgesinde kalıyor. Anlamlı ve makul adımlar atılamıyor. Ayrıca Müslüman âlemdeki düşünce liderleri ve âlimler, adalet, yönetim, doğru eylemlilik konusunda farklı şeyler söylüyorlar. Bu da bugün sahada Müslüman toplumların yüzleştiği saldırılara zemin hazırlamaya devam ediyor.

BAE, terörle mücadelenin kalıcı kılınması için uyguladığı baskı ile Müslüman dünyadan büyük ölçüde koptu. Bugün sadece sadık bir unsur olarak, ABD gibi Batılı ülkelerin konumunu taklit etmekle yetiniyor. Bu hâliyle, ülkenin başındaki hükümete bilhassa aktif mücadele konumunda olan öncü Müslümanlar tarafından daha kararlı bir şekilde karşı konulması ve büyük bir gayretle ona karşı direnç geliştirilmesi gerekiyor.

Asım Kureyşi
5 Eylül 2019
Kaynak

0 Yorum: