18 Kasım 2022

,

Jacques Sadoul Vakası

Şimdi Jacques Sadoul vakasına bir bakalım. Telgraflarda sürekli tekrarlanması sayesinde Yüzbaşı Jacques Sadoul’un ismini artık tüm dünya biliyor. Bu isim o kadar da kötü anılmıyor ama. O, kendi döneminin insanlarından daha fazla ilgiyi ve dikkati hak ediyor.

Henri Barbusse’e göre o, “kendi çağının en parlak simalarından biri.” Ateş romanının yazarına göre Sadoul, en çok sevmemiz gereken savaşçılardan birisi. Savaş Konseyi karşısında onu savunan avukatı André Barthon ise Sadoul’un “insandaki vicdanın ulaştığı en önemli zirve” olduğuna inandığını söylüyor.

Ekim 1919’da Savaş Konseyi, Sadoul’u ölüme mahkûm etti. Aynı konsey, 1925’te kendisini serbest bıraktı. Ama Sadoul, meclisteki çoğunluk eliyle affedilen Caillaux gibi affedilmedi. Aynı askerî mahkeme, onu bir gün önce suçlu bulurken, ertesi gün suçsuz buldu. Sadoul’u ıslah etme çalışması, Caillaux’yu ıslah etme çalışmasından daha eksiksiz ve daha kusursuz işledi.

Peki Sadoul’un “suç”u neydi?

Sadoul, Orleans’daki askerî hakimlere şunu söylemişti: “Benim tek suçum, üstüm olan Noulens’e doğruları tüm çıplaklığıyla söylemiş olmamdır.” Onun tek suçu, hakikati söylemiş olmasıydı.

Sadoul, 1917’de Kutsal Birlik hükümetine bağlı levazımat ve teçhizat bakanı Albert Thomas’ın dostu ve yardımcısı olarak Rusya’ya gönderildi. O günlerde Kerenski hükümeti, son günlerini yaşıyordu. Kerenski’nin kaderi, Müttefik güçlerin asli meselelerinden biriydi. O, devrim sürecine hükmetme ve onu yönetme konusunda gerekli kudretten yoksun olduğunu ispatlamıştı. Dolayısıyla Kerenski’nin Rus cephesini yeniden organize edip canlandırması imkânsızdı.

Noulens’in elçi olarak görev yaptığı Fransız büyükelçiliği, esasen dünya insanı olan, kariyerlerini diplomat olarak inşa etmiş isimlerden meydana geliyordu. Düzenlenen balolarda ışıl ışıl parıldayan, ortama iyi ayak uyduran bu insanlar, devrimin biçimlendirdiği bir ülkeye pek yakışmıyorlardı. Dolayısıyla elçilik, yeni ruhla kuşanmış, aklı zihni gayet huzursuz, başkalarını etkileyecek fikirler ortaya atan insanlara ihtiyaç duyuyordu. Bu insanlar, kalabalıkların ruh hâlini anlamalı, sezmeliydi. Onlar, halka sıcak olan, alanlarda dolaşabilen, devrimin insanları ve fikirleriyle baş etmeyi bilen biri olmalıydı.

Ilımlı fikirlere sahip bir sosyalist olarak Yüzbaşı Jacques Sadoul, bu koşulları yerine getiren bir isimdi. Kendisi, Sosyalist Parti’nin üyesiydi. Fakat o dönemde Sosyalist Parti, bakanlar kurulu içerisinde belirli bir güce ve yere sahipti. Burjuvaziyle işbirliği içerisine girmiş çok sayıda insan yetiştirmiş olan bu Sosyalist Parti okulunda Sadoul gibi entelektüeller de yetişmişti. Aslen avukat olan Sadoul, askerlik mesleğini ifa ediyordu. Bu sebeplere bağlı olarak Fransız hükümeti, elçilikte çalışacak politik ataşe görevi için Sadoul’un gayet uygun olduğuna hükmetti.

Ama sonra Ekim Devrimi gerçekleşti. O günden sonra Sadoul, Kerenski türünden ölçülü hareket eden demokrat isimlere değil, Lenin ve Trotskiy gibi cüretkâr ve güçlü isimlere yakın durdu. Oysa bu isimler, eski rejime dost olan, onun salonlarından çıkmayan elçiliğin nefret ettiği kişilerdi.

Noulens ve diğer elçilik görevlileri, o dönemde Rus aristokrasisiyle anlaşma içerisindeydiler. Bu insanlar, sovyet hükümetinin kısa süre içerisinde iktidardan uzaklaşacağını düşünüyorlardı. Bunlara göre Ekim Devrimi, Rusların sağduyusuyla yarattıkları, ama İtilaf Devletleri’nin yürüttüğü diplomasi sayesinde yalnızlaşıp dinecek bir fırtınadan ibaretti.

Bu süreçte Sadoul, elçiliği bilgilendirmek için boş yere çaba harcadı. Büyükelçi Noulens, Bolşeviklerin yeni Rus rejiminin yaratıcıları olduklarını görmüyor, göremiyordu. Sadoul, Rusya’nın Almanya’yla ayrı bir anlaşma imzalamasına mani olmak adına, Sovyetler’le bir anlaşma yolu bulmaya çalışırken, Noulens, en aptal ve olur olmaz vaatlere kanmış karşı-devrimcileri kurdukları komploları uygulama konusunda cesaretlendirmeye çalışıyordu. Kanaatine göre, İtilaf Devletleri’nin Bolşeviklerle müzakere süreci içerisine girmemesi gerekiyordu. Oysa kendi hükümetlerinin dağılma ve çöküş sürecine girdiği İtilaf Devletleri’nin derdi, o hükümetleri güçlendirecek kişilere yardım etmekti.

Brest Litowsk Anlaşması’nın arifesinde Sadoul, büyükelçisini Sovyetler’e savaşa devam etmesi için gerekli ekonomik ve teknik araçları sunması konusunda ikna etmek için uğraştı. Yerinde ve zamanında söylenmiş tek bir söz, Almanlarla imza edilecek ayrı barış anlaşmasını durdurabilirdi. Bolşevik liderler, Almanların belirledikleri ağır şartlara mecburen teslim oldular. Oysa başka bir ihtimal olsa, savaşan kesimler arasında imza edilecek âdil bir barış anlaşması için mücadele yürütmeyi tercih ederlerdi.

Her şeyin ötesinde Trotskiy, Sadoul’un savunduğu anlaşmanın imzalanmasından yanaydı. Ama o ahmak büyükelçi, bu durumu anlayacak, algılayacak durumda değildi. Bolşevik devrimin, iyi ya da kötü, tarihsel bir gerçek olduğunu görmedi. Sadoul’un ülkeye gönderdiği raporların hükümeti etkilemesinden korkan Büyükelçi Noulens, bu raporların telgraf yoluyla Fransa’ya gönderilmesine mani oldu.

Ama Sadoul’un raporları, Fransa’ya gene de ulaştı. Sadoul, Bakan Albert Thomas’la ayrıca Longuet, Lafont ve Pressemane gibi sosyalist vekillerle sık sık yazışıyordu. Üstelik bu mektuplardan Başbakan Clemenceau da haberdardı. Buna karşılık, söz konusu mektuplar, başbakanın Sovyetler’e yönelik düşmanlığını zerre azaltmadı. Neticede Clemenceau da Büyükelçi Noulens ile aynı kanaatteydi. Buna göre, Bolşeviklerin iktidarda kalması mümkün değildi. Kaybetmek, onların alınyazısıydı, zaruriydi ve acilen gerçekleşmesi gereken bir neticeydi.

Clemenceau, Büyükelçi’yle anlaştı. Sadoul, bu anlaşma sonrası iktidarın tüm gazabını üzerine çekti. Elçilik, ondan kurtulmak için Sadoul’u görevli olarak Sibirya’ya göndermeyi düşündü. Elçiliğin amacı, Sadoul’un bağımsız bir insan olarak yaptığı samimi değerlendirmeleri cezalandırmaktı. İçinde bulunulan ağır koşullar emretmese bile o, gene aynı şeyi yapardı.

Yüzbaşı Sadoul, Bolşevik fırtınanın ortasında bir paratoner işlevi gördü. Elçilik, onun gölgesinde, onun arkasına saklanarak, yeni rejime karşı manevra yapma imkânı buldu. Bolşevikler karşısında bir tür güvence hâlini alan Sadoul, önemli hizmetlerde bulundu. Ama oynanan oyun, sonradan ortaya çıktı. Elçilik, Rusya’yı terk etmek zorunda kaldı.

Bu esnada devrim, Sadoul’u iyiden iyiye ele geçirdi. İlk baştan beri Sadoul, devrimin tarihsel bağlamının bilincindeydi. Hâlen daha demokrat olan ve bu ideolojiye göre hareket eden Sadoul, devrimin yöntemini kabule hazır değildi.

Müttefik ülkelerdeki demokrasilerin Sovyetler’e yönelik yaklaşımı, Sadoul’daki demokrasiye dair o son yanılsamaları da dağıttı. Ona göre, eskiden Çar’ın Asyatik despotizmine müttefik olan cumhuriyetçi Fransa ve liberal İngiltere, proletaryanın devrimci diktatörlüğüne öfke kusuyordu.

Devrimin liderleriyle temas kurması, onların cesaretini ölçmesini sağladı. Medeniyetin redde tabi tuttuğu Lenin ve Trotskiy, Sadoul’un gözünde ve vicdanında istisnai önemi haiz iki adamdı. Rusların ruhunu sarsmış olan hissiyata kendisini kaptıran Sadoul, zaman içerisinde devrime teslim oldu.

Temmuz 1918’de dostları Longuet, Thomas, Barbusse ve Romain Rolland’a şunları yazıyordu:

“Birçok Fransız yoldaşımız gibi ben de savaştan önce reformist bir sosyalisttim, akıllı bir evrim sürecine sıcak bakan biriydim, tek tek işçilerin durumunu iyileştirecek, maddi ve manevi kaynaklarını artıracak, onların örgütlerini takviye edip gücüne güç katacak reformların kararlı bir destekçisiydim. Birçokları gibi ben de toplumsal barışın içerisinde (kapitalist bir rejimde toplumsal barıştan bahsetmek ne kadar mümkünse artık!), kaçınılmaz olarak kaotik, maliyetli ve kanlı, kötü bir biçimde yürütülmüş devrimci bir krizin yenilmeye mahkûm olduğunu düşünüp, devrimcilik denilen sorumluluğa hep tereddütle yaklaşırdım. Her şeyden önce, şiddetin düşmanı olarak biz, zaman içerisinde o alabildiğine makul olan Marksist geleneklerden uzaklaştık. Bizdeki pişmanlık nedir bilmeyen evrimcilik, bizi araçlarla amaçları, yani reformla üretim ve mübadele araçlarının genel manada toplumsallaştırılmasını birbirine karıştırmamıza neden oluyordu. Bu sebeple, kendimizi yegâne kabul edilebilir sosyalist taktik olan devrimci taktikten uzak tutup, onu görmeyecek bir yere savrulduk. Artık yaptığımız hataları düzeltmenin vaktidir.”

Noulens ve yardımcıları, Fransa’da Sadoul’u sadakatsiz bir memur olarak görüp eleştirdiler. Artık onun elini kolunu kesmek, Fransa’yı idraksizlikle suçlayan kişi olarak gösterip hükümsüz kılmak gerekiyordu. Clemenceau, mahkemenin kurulmasını emretti. Bu noktada Sosyalist Parti, Sadoul seçimlerde vekil adayı yaptı. Böylelikle halk, suçlanan kişinin affedilmesini sağlayacak çalışmaya davet edildi. Seçimde insanlar coşkuyla oy kullandılar. Başbakan, bunun üzerine Sadoul’un yetkilerini elinden almaya karar verdi. Askerî mahkeme, kendisini isyankârlıkla suçladı ve 7 Kasım 1919 günü ölüme mahkûm etti.

Sadoul, Rusya’da kalmak durumundaydı. Başbakan Herriot’nun çıkarttığı af, senatoda tartışıldı ve kapsamı daraltıldı. Caillaux ve Marty gibi isimleri etkileyen af, Sadoul’un hayrına olmadı. Sadoul, boynundaki idam yaftasıyla dolaşmaya devam etti. Ama her şeye rağmen, artık Fransa’ya dönme vaktinin geldiğini düşündü. Davası konusunda yeterli bilgiye sahip olan halkın kendisini savunacağına inanıyordu.

Paris’e geldiğinde, polis peşine düştü. Tutuklandı. Sol, bu gelişmeyi gösterilerle protesto etti. Bunun üzerine hükümet, Sadoul’un af kapsamında olmadığını söyledi. Ardından Sadoul, davasının yeniden görülmesini istedi. Geçen Ocak ayında askerî mahkemeye çıkan Sadoul, bir duruşmada kendisinin davalı değil, davacı olduğunu söyledi. Savunma yerine taleplerini sıraladı.

Peki yanlış yapan kimdi? Şurası muhakkak ki yeni Rus rejiminin kaya gibi sağlam olduğunu öngören, kısa sürede çökmeyeceğini önceden dile getiren, Fransa-Rusya arasında kurulacak işbirliğini savunan, her iki halkın kendi hükümetlerini seçme hakkına saygı duyan, diplomatik ilişkilerin bir an önce başlaması gerektiğini söyleyen Sadoul değildi yanılan.

Yanlış olan, Sadoul değil, Noulens’di. Sadoul davası, bir şekilde Noulens davasına dönüştü. Savaş Konseyi, davayı yeniden açmayı ve Sadoul’u kefaletle serbest bırakmayı kabul etti. Ardından da beraat ettiğini, aklandığını duyurdu. Tarih, bu kararı zaten çok önceden vermişti.

José Carlos Mariátegui
1925
Kaynak

0 Yorum: