11 Eylül 2021

, ,

Salvador Allende

Salvador Allende, yüz yıl önce 26 Haziran 1908 günü Şili’nin güneyindeki Valparaiso kentinde dünyaya geldi. Hem avukatlık hem de noterlik yapan babası, Şili Radikal Partisi’nin üyesiydi. Ben doğduğumda Salvador 18 yaşında idi. Doğduğu şehirdeki lisede ders görüyordu.
Sonraki yıllarda Juan Demarchi adındaki yaşlı bir İtalyan anarşist, onu Marx’ın kitaplarıyla tanıştırdı.
Okulundan yüksek notlarla mezun oldu. Spor yapmayı da izlemeyi de severdi. Gönüllü olarak askere yazıldı ve Viña del Mar Zırhlı Süvari Alayı’na katıldı. Kendisine Tacna Mızraklı Süvari Alayı’na gitmesi söylendi. Ülkenin kuzeyindeki kurak ve yarı çöl olan Tacna, sonradan Peru ismini aldı. Askerliğini yedek subay olarak tamamladı. O günlerde sosyalist olmuş, Marksist fikirleri benimsemişti. Zayıf, karaktersiz bir genç değildi. Sanki bir gün zihninde şekillenmeye başlayan görüşleri savunurken ölümüne dövüşeceğini o vakitler hissetmişti.
Şili Üniversitesi’nde tıp okumaya karar verdi. Orada Marksist çalışmaları okuyup tartışan bir grup öğrenciyle toplantılar düzenledi. 1929’da İlerleme grubunu kurdu. 1930’da Şilili Öğrenciler Federasyonu’nun başkan yardımcılığına getirildi ve Carlos Ibáñez diktatörlüğüne karşı yürütülen mücadelelere aktif olarak katıldı.
1929’da borsanın çökmesi ardından büyük buhran yaşandı. Küba’da Machado diktatörlüğüne karşı mücadele devam etmekteydi. Mella öldürülmüştü. Kübalı işçiler ve öğrenciler baskılarla karşılaşıyorlardı. Martínez Villena’nın öncülüğünde komünistler bir genel grev örgütlediler. Villena, o dönemde yazdığı şiirde şunu söylüyordu: “Bize bir hücum işareti lazım ki bu hainlerden kurtulalım, devrim işini tamamlayalım.” Anti-emperyalist duygularla yüklü bir adam olan Guiteras, diktatörlüğü silâhlı ayaklanma yoluyla devirmeye çalıştı. Ülke geneline yayılan isyanları kontrol edemeyen Machado yıkıldı, ama sonra ABD, çok da fazla çaba sarf etmeden, demir yumruğuyla devrimi birkaç ay içinde ezdi ve adayı 1959’a dek kontrolünde tuttu.
İşçiler, ülke kültürü ve doğal kaynaklar üzerinde emperyalist hâkimiyetin zorla tesis edildiği bir ülkede Salvador Allende, devrimci faaliyetlerini tereddüt etmeden sürdürdüğü o mücadelesi dâhilinde, ideallerine hep sadık kaldı.
1933’te doktor oldu. Şili Sosyalist Partisi’nin kuruluş çalışmalarına katıldı. 1935’te Şili Tabipler Birliği’nin başkanı oldu. Altı ay kadar hapis yattı. Halk Cephesi’nin kurulması için yoğun çaba sarf eden Allende, 1936’da Sosyalist Parti’nin genel sekreter yardımcısı oldu.
Eylül 1939’da Halk Cephesi hükümetinde sağlık bakanı oldu. Toplumsal tıp üzerine bir kitap yazdı. İlk konut fuarını organize etti. 1941’de ABD’de düzenlenen Amerika Tıp Derneği toplantısına katıldı. 1942’de Şili Sosyalist Partisi genel sekreteri oldu. 1947’de senatoda oylanan, baskıcı niteliğinden dolayı “Lanetli Kanun” da denilen Demokrasinin Kesintisiz Savunulması Kanunu’na karşı çıktı. 1949’da Şili Tıp Okulu’nun rektörü oldu.
1952’de Halk Cephesi, kendisini cumhurbaşkanı adayı yaptı. Henüz 44 yaşında olan Allende, o seçimi kazanamadı. Senatoya bakır madenlerinin millileştirilmesi ile ilgili bir kanun tasarısı sundu. 1954’te Fransa’ya, İtalya’ya, Sovyetler Birliği’ne ve Çin Halk Cumhuriyeti’ne seyahat etti.
Dört yıl sonra, 1958’de Halkın Sosyalist Birliği Partisi’nin, Şili Sosyalist Partisi’nin ve Komünist Parti’nin bir araya gelip kurduğu Halkın Eylem Cephesi tarafından cumhurbaşkanlığına aday gösterildi. Seçimi, muhafazakâr bir isim olan Jorge Alessandri kazandı.
1959’da Allende, o güne dek solcu ve devrimci isim olarak bilinen Venezuela Cumhurbaşkanı Rómulo Betancourt’un göreve başlama törenine katıldı.
Aynı yıl Havana’ya gelip Che ve benimle bir araya geldi. 1960’ta üç ayı aşkın bir süredir grevde olan Şilili kömür madeni işçilerine destek verdi.
1961’de Uruguay’ın Punta del Este kentinde Amerikan Devletleri Örgütü’nün (OAS) demagojik yaklaşımlarını Che ile birlikte eleştirdi.
Bir kez daha cumhurbaşkanı adayı oldu. 1964’teki seçimi hâkim sınıfların tam desteğini alan ve ABD senatosunun gizliliğini kaldırdığı belgelere göre CIA’den kampanya için para temin eden Hristiyan Demokrat aday Eduardo Frei Montalva kazandı. Montalva görevde kaldığı süre boyunca emperyalizm, Küba Devrimi’ne ideolojik bir cevap niteliği taşıyan ve “Özgürlükte Devrim” olarak nitelendirilen hareketi inşa etmek için uğraştı. Bu çalışma, faşist bir diktatörlükten başka bir şeyle sonuçlanmadı. O seçimde Allende, bir milyondan fazla oy almıştı.
1966’da Havana’da düzenlenen Üç Kıta Konferansı’na katıldı. Ekim Devrimi’nin ellinci yıl dönümü vesilesiyle Sovyetler Birliği’ni ziyaret etti. Ertesi yıl, 1968’de Demokratik Kore Cumhuriyeti’ne ve Demokratik Vietnam Cumhuriyeti’ne ziyaretler gerçekleştirdi. Vietnam’da ülkenin lideri Ho Chi Minh’le sohbet etme ve toplantı düzenleme imkânı buldu. Bu seyahati esnasında Kamboçya ve Laos’a da uğradı ki buralar, o dönemde devrimci duyguların yoğun olarak yaşandığı yerlerdi.
Che’nin ölümü sonrası Bolivya’da Che’nin yanında olan, sonrasında Şili’ye geçen Üç Kübalı gerillayı bizzat Tahiti’ye götürdü.
Komünistlerden, sosyalistlerden, radikallerden, Halkın Birliği Eylem Partisi’nden, Ulusal Demokratik Parti’den ve Bağımsız Halk Eylem Partisi’nden oluşan Halkın Birliği Partisi, 22 Ocak 1970’teki seçimlerde Allende’yi aday gösterdi. 4 Eylül günü seçimleri kazandı.
Allende, sosyalizmin barışçıl yollardan kurulmasını öngören mücadelenin gerçek ve örnek bir ismiydi.
Richard Nixon’ın başını çektiği ABD yönetimi, seçim zaferi sonrası hemen harekete geçti. Şili Genelkurmay Başkanı General René Schneider’a 22 Ekim günü suikast düzenledi, suikasttan üç gün sonra general öldü. Paşa, emperyalistlerin darbeye öncülük etme isteklerine boyun eğmemişti. Böylelikle Halkın Birliği Partisi’nin hükümet kurmasına mani olunamadı.
Allende, cumhurbaşkanlığı koltuğuna hukuken 3 Kasım 1970 günü tüm o saygınlığı ile oturdu. Göreve gelir gelmez değişim için verdiği mücadeleye ve faşizme karşı kavgasına devam etti. Henüz 62 yaşındaydı. Küba Devrimi’nin zafere ulaştığı günden sonra 14 yıl süreyle kendisiyle omuz omza emperyalizmle mücadele etme onuruna nail oldum.
Mart 1971’deki belediye seçimlerinde Halkın Birliği Partisi, oyların çoğunu (yüzde 50,86) aldı. 11 Temmuz’da Cumhurbaşkanı Allende, bakır madenlerinin millileştirilmesini öngören kanunu yürürlüğe koydu ki bu, kendisinin 19 yıl önce Senato’ya sunduğu bir görüştü. Kongre’de oybirliğiyle kabul edilen kanuna kimse karşı çıkma cesareti gösteremedi.
1972’de, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu öncesi Allende, ülkesine yönelik uluslararası saldırıyı kınadı. Kurulda dakikalarca alkışlandı. Aynı yıl Sovyetler Birliği’ni, Meksika’yı, Kolombiya’yı ve Küba’yı ziyaret etti.
Mart 1973’teki meclis seçimlerinde Halkın Birliği Partisi, oyların yüzde 45’ini alıp meclisteki koltuk sayısını artırdı.
Cumhurbaşkanının görevden alınması için yankilerin mecliste ve senatoda ortaya koydukları çabalar başarısızlıkla sonuçlandı. Emperyalizm ve sağ güçler, Halkın Birliği hükümetine karşı yürüttükleri topyekûn savaşı yoğunlaştırdılar ve ülke genelinde terör eylemleri yapmaya başladılar.
[…]
Pinochet, Carlos Rafael ile görüştü. Halkın Birliği hükümetinin genelkurmay başkanı olan Carlos Prats’e sadıkmış gibi davrandı. Sonrasında oligarşi ve emperyalizm, onurlu bir adam olan Pratts’i yol açtıkları kriz üzerinden istifaya zorladı. Ardından da 1973’teki faşist darbe sonrası, Arjantin’de Ulusal İstihbarat Müdürlüğü’ne (DINA) bağlı iki kişi tarafından öldürüldü.
Allende’nin Şili ziyaretimde bana hediye olarak verdiği jeopolitika ile ilgili kitabı okuduğumdan beri Pinochet’yi güvenilmez biri olarak görüyordum. Sonra onu yakından izleme fırsatı buldum, sağcıların Allende’yi Santiago şehrinin kuşatma altına alınması yönünde karar almaya ittiği günlerde genelkurmay başkanı olarak Pinochet’nin yaptığı açıklamaları, başvurduğu yöntemleri inceledim. Nedense aklıma Marx’ın 18 Brumaire’de yaptığı uyarılar geldi.
Birçok kez farklı bölgelerde çalışan komutanların ve generallerin beni gördüklerinde yanıma gelip kurtuluş savaşı ve 1962’deki füze krizi konusunda sorular sorduğuna şahit olmuşumdur. Sabah başlayan ve saatlerce süren o toplantılarda Allende’ye yardım etmek istediğimi söylüyordum. Ayrıca sosyalizmin silâhlı kuvvetlerin düşmanı olmadığından bahsediyordum. Bir komutan olarak Pinochet de o toplantılara katılırdı. Allende bu toplantıları faydalı bulurdu.
Allende, 11 Eylül 1973’te La Moneda Başkanlık Sarayı’nı yiğitçe savunurken öldü. Son nefesine dek bir kaplan gibi dövüştü.
Faşist saldırıya karşı koyan devrimciler, onun son anlarıyla ilgili inanılmaz hikâyeler naklettiler. Sarayın farklı kısımlarında çarpıştıkları için aralarında belirli konularda uzlaşma sağlanamıyordu. Ayrıca en yakınındaki isimler de öldürülmüş ya da eşitsiz koşullarda, tüm yoğunluğu ile süren o muharebede idam edilmişlerdi.
Tanıklara göre Allende, ya tutsak düşmemek için son kurşunu kendisine sıkmıştı ya da düşman kurşunuyla ölmüştü. Hiçbir direnişle karşılaşmayacağını düşündükleri için kolay bir görev olarak ifa edeceklerini zannettikleri darbeyi yapmak adına tanklarla ve uçaklarla gerçekleştirilen saldırılar sonucu saray yangın yerine döndü. Tanıklar kendisini öldürdüğünü söylese de bunda çelişkili bir yan yoktu aslında. Sonuçta bizim bağımsızlık savaşımızda da birçok savaşçımız, yenilginin yakın olduğunu anladığında tutsak düşmemek için kendi canlarına kıymıştı.
Allende için yapmak istediklerimiz konusunda söyleyeceğimiz daha çok şey var elbette. Bazıları bundan bahsetti, dolayısıyla bu mesele, bu yazının konusu değil.
Allende, yüz yıl önce bugün doğdu. Dünyaya sunduğu örneklik, hâlâ capcanlı.
Fidel Castro Ruz
26 Haziran 2008