10 Eylül 2021

,

Bir Kızıl Askerin Hatırası


Onbeşler’in Yolundan İnanç ve Cesaretle Yürüyeceğiz

Türkiye burjuvazisi ve onun uşakları tarafından 28 Ocak 1921 senesinde Karadeniz’de süngülenen 15 Türk komünistin 15. yıldönümü vesilesiyle hatıralarımı yazmamı isteyen mektubunuzu aldım. Türkiye amele sınıfının ve onun öncü müfrezesi olan Türkiye komünistlerinin toplumsal devrim ve Türkiye sovyetleri uğrunda canlarını vermiş bu ilk on beş kurbanı içinde Sovyetler Birliği’nde yaşanan iç savaşın muhtelif cephelerindeki mücadelelerde müşterek sınıf düşmanına karşı omuz omuza çarpıştığımız yoldaşlar var. Onların sönmez hatıralarını canlandırmayı ve onların başladıkları işi bitirmek tarihi vazifesini yüklenmiş olan Türkiye amele sınıfına onları tanıtmayı kendim için bir borç sayıyorum.

Siz de pekâlâ biliyorsunuz ki, o zaman Rusya, devrim dalgaları ile için için kaynıyordu.

Rus proletaryası ve onun Bolşevik partisi Lenin’in, Stalin’in önderliği altında 1917 senesinin Ekim ayında hâkimiyeti eline almıştı.

Proletaryanın bu zaferi ile, Rusya’da bulunan bütün savaş esirleri gibi, Türk esirleri de, hürriyetine kavuşmuş ve serbest nefes almak imkânını elde etmişti. Bunlar arasında, sürgüne gönderildiği Sinop’tan kaçarak Rusya’ya gelmiş olan, Mustafa Subhi yoldaş da bulunuyordu.

Mustafa Subhi yoldaş Rusya’ya esir düşen aydınlar, Türk işçi ve köylüler arasında durmadan çalışarak Moskova, Kırım, Taşkent vs.’de teşkilatlar kurmuş neşriyat yapmış ve sonunda 1920 senesi Mayıs’ında Bakû’ye gelmişti. Burada o, Bolşevik partisinin Bakû komitesi yanında, Türk komünistleri tarafından kurulmuş bir teşkilat bulmuştu. M. Subhi yoldaş Bakû’de bulduğu bu teşkilat üyelerinden bazılarının iştiraki ile Bakû’de, Türkiye Komünist Partisi’ni vücuda getirdi ve 1920 senesinde bu partinin birinci kongresi toplanmaya muvaffak oldu.

Subhi yoldaşın kendisine faaliyet merkezi olarak Kafkasya’yı ve Bakû’yü seçmiş olması tesadüf değildir. Gerçekte burası işçi ve köylü kitlelerinin milli kurtuluş mücadelesine atıldıkları Türkiye’ye yakındı. Diğer taraftan da memleketlerine dönmekte olan Türk savaş esirlerinin akın yolu üzerinde bulunuyordu. Milli kurtuluş hareketine tesir etmek, bu harekete önderliği ele almak ve bu suretle işçi-köylü hâkimiyetine dayanan bir Sovyet hükümeti kurmak vazifesini üzerine almış bir parti; memleketlerine dönmekte olan esirlere, bu esirlerin devrim için kazanılmasına ve bunların bu devrim işinde faal birer savaşçı hâline gelmelerine özel bir vermek mecburiyetinde idi.

Bu maksatla parti “esirler sevk komisyonu” adı ile üç kişilik bir teşkilat kurmuştu. Dönmekte olan esirlere yatacak yer bulmak, onların iaşelerini temin etmek ve kafile hâlinde gönderilmelerine kolaylaştırmak gibi işlerle uğraşan bu komisyonun diğer bir mühim vazifesi de bunlar arasında devrim fikirlerinin propagandasını yapmaktı. Bu maksatla esirler arasında devamlı bir propaganda yapılıyor, sık sık mitingler düzenleniyor, Ekim Devrimi’nin ve Türkiye’deki milli kurtuluş hareketinin mahiyeti anlatılıyor, Türkiye emekçilerinin kurtuluşunun ancak işçi ve köylünün hâkimiyeti kendi ellerine almaları ile mümkün olabileceği anlatılıyor ve memlekete döndükleri zaman ne suretle hareket edilmek lazım geleceği gösteriliyordu.

Memlekete dönenler arasında yürütülen faaliyetle beraber diğer taraftan da askerî teşkilat da kuruluyordu.

Parti, Türk esirlerinden 700-800 kişilik bir Türk kızıl nişancı alayı teşkil etti. Bu alay Bakû’de kurulmuştu ve 11. Kızıl Ordu’nun emri altında bulunuyordu. Ben de bu alayda bulunuyordum. Bu alaya parti tarafından teşkilatçı olarak Maksut yoldaş gönderilmişti. Onun yorulmak bilmez gayret ve faaliyeti ile alayda 40-50 kişilik bir de komünist hücresi teşkil olundu.

Parti, bu hücre azalarının siyasi seviyelerini yükseltmek ve bu suretle de diğer kızıl nişancılara daha iyi tesir edebilmelerini ve onlara önderlik edebilmelerini sağlamak amacıyla üç aylık bir kurs verdi. Burada verilen en önemli dersleri, bizatihi Mustafa Subhi yoldaş üstlenmişti.

Bu gayretlerin neticesinde vücuda getirilen ve yetiştirilen iki tabur piyade, bir makineli tüfek, bir süvari bölüklerinden oluşan alayımız Türkiye’ye gitmek üzere Bakû’den hareket etti.

Ermenistan’ın Kiros şehrinde Taşnaklar yolumuzu kesmeye çalıştılar. Taşnak orduları ve çeteler ile yapılan savaşta alayımız büyük kahramanlıklar gösterdi, düşmanı püskürttü. Muharebede verdiğimiz zayiata bakmadan, alayımız metro boyu kar içinde yoluna devam etti, ve Kara Kilise’ye kadar vardı.

Alayımızın savaşta ve o zor yürüyüşünde yorulduğunu dikkate alan 11. Ordu Komutanlığı’nın geriye, istirahate çekilmemiz hususundaki emri üzerine, Azerbaycan’ın Şuşa kalesine geldik.

Şuşa kalesinde iken Mustafa Subhi yoldaştan bir telgraf aldık. M. Subhi yoldaş bu telgrafında, alayımızın kazandığı zaferleri tebrik ediyor, kızıl alayımızın Trabzon önlerinde öldürülecek olan 2. tabur komutanı Topçu İsmail Hakkı ve makineli tüfek bölük kumandanı Kâzım Ali’yi süratle Bakû’ye davet ediyordu.

Karadeniz’de can veren onbeşler arasında olan yoldaşların hareketlerinden bir müddet sonra, Kızıl Ordu komutanının emriyle biz de Bakû’ye doğru hareket ettik. Bakû’de yük istasyonuna trenden indiğimiz zaman arkadaşlardan birisi Topçu İsmail Hakkı’nın beni aradığını söyledi. O gün 15 devrim kahramanını Bakû’den Türkiye’ye götürecek olan yanı başımızdaki trene koştum. Vagona girdim. Devrim kurbanı onbeşlerin hepsi vagonda idi. Hepsi ile selamlaştık. Mustafa Subhi vagondaki yoldaşlara hararetli bir şeyler anlatıyordu. Hepsi, sınırsız bir neşe içerisindeydi. Azim ve irade dolu bir ifadeye sahip o çehreler, aradan geçen onbeş seneye rağmen, bugün bile bütün tazelikleri ve canlılıkları ile gözümün önünde duruyorlar. Yalnız bu aziz hatırayı, vagonun bir köşesine sinsi sinsi sinmiş meşin ceketli bir satılmışın hayali, Türk proletaryasının göz bebeği 15 rehber kahramanı burjuvazinin kanlı pençelerine peşkeş çeken hain provokatör Mehmet Emin Resulzade’nin iğrenç hayali azap çektiriyor.

Eskiden beri yakından tanıştığım Topçu İsmail Hakkı’yı bulmak zor olmadı. Trenin kalkmasına az zaman kalmıştı. Son sözleri şimdi bile kulaklarımda çınlıyor.

“Seninle Türkiye’den beraber geldik, fakat ayrı ayrı gidiyoruz, belki bundan müteessir oluyorsun fakat buna hiç yer yok, siz de yakında alay ile beraber Türkiye’ye geleceksiniz ve bize katılacaksınız. Siz çok yoruldunuz, elbiseleriniz eskimiş, size elbise verecekler, istirahate ihtiyacınız var.”

Bizi Bakû’ye istirahate götürecek trenimiz hareket hazırlığı görürken Trabzon önlerinde süngülerle parçalanan, 15 devrim kahramanını götüren tren de yavaş yavaş hareket ediyordu. Vagonun penceresinden mendillerin sahipleri birer birer önümüzden akıp geçtiler ve gözden kayboldular. Bu, silinmez hatıralarla Türkiye proletaryasının kalbinde yaşayan bu mezarsız 15 devrim kurbanını benim son görüşüm oldu.

Topçu İsmail Hakkı

Tahminen 1916 senesine sonuna doğru idi. Dünya savaşı esnasında Kafkas cephesinde bulunan 17. Alay’ın cebel topçu bataryasından firar etmiştim; ve tekrar cepheye sevk edildim. Bu sefer onuncu fırkanın 53. sahra topçu alayının 1. taburunun 2 bölüğüne nefer olarak kaydedildim. Topçu İsmail Hakkı da bu bölüğün kumandanı idi. Kendisini buradan tanırım.

Mütareke zamanlarında Kars’ta bulunuyorduk. İstanbul Harbiye Nezareti’nin emri üzerine İstanbul’a hareket ettik. Batum’a geldiğimiz zaman, İngilizler toplarımızı müsadere ettiler. Bize de vapurla değil, sahil boyundan piyade olarak gidebileceğimize söylediler. Sahil boyunca yaptığımız uzun bir piyade yürüyüşünden sonra Samsun’a geldik ve oradan da İstanbul’a geçtik.

Dünya savaşı esnasında cephede hayvanlara tam istihkak, askerlere ancak 75 gram ekmek veriliyordu. Bölük üyelerinin bu durumunu dikkate alan bölük komutanı Topçu İsmail Hakkı, hayvanlara verilen istihkaktan bir miktar biriktirir, bunu, un, buğday, paraya tahvil eder, askeriyenin vermiş olduğu ekmekten başka ayrıca ekmek yaptırarak askere ekmek tevzi eder [dağıtır], yardıma muhtaç bölük üyelerine para verirdi. Bölük mutfağını taburdan ayırarak, kazana daima istihkak tam fazla erzak vermeye çalışırdı. Bunu gören diğer bölükler ise bizim iaşemize hasret çekerlerdi. Bu suretledir ki kendisini yalnız bizim bölüğün efradına değil, aynı zamanda bütün tabur efradına bile sevdirmişti.

Topçu İsmail Hakkı Rusya’ya nasıl gelmişti?

Alayımız İstanbul’da Selimiye Kışlası’nda yerleşmiş bulunuyordu. Topçu İsmail de Kadıköy’de Fransız mektebi karşısında oturan ablasının evinde oturuyordu.

Bir gün beni bölük komutanlığı dairesine çağırdı. Ben odaya girer girmez resmi selamımı verdim. Bu hemen atılarak, “bırak canım, seninle konuşalım” diyerek beni yanına oturttu ve şunları söyledi:

“Birkaç seneden beri seni tanıyorum, seni namuslu bir arkadaş gördüm, bunun için sana bir şey teklif edeceğim. Kabul edip etmeyeceğini bilmiyorum? Ben Kafkasya’ya gideceğim. Seni de beraber götürmek istiyorum, gider misin?”

Ben ne için ve ne maksatla gideceğimizi kendisine sordum, bunu söyleyince “Bana güven, fena bir iş için olsa ben kendim de gitmem. Görüyorsun burada İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar vs. var. Bunun için gitmek ve çalışmak lazımdır” dedi.

Uzun boylu konuştuk, konuştuktan sonra “giderim” cevabını işitince, yüzünde memnuniyet çizgileri belirdi. Bunun üzerine kendilerine güvenilecek sekiz-on arkadaşa daha ihtiyaç olduğunu söyledi ve “Sana bir vazife vereceğim. Bölükte, taburda ve alaydaki tanıdıkların arasından gözü açık ve cesur 8-10 arkadaş daha sen seç ve onlarla konuş. Sonra da haber ver” diyerek bana evinin adresini verdi ve kendisi ile ayrıldık. Bu onbaşı ve çavuşlardan 7 arkadaş daha buldum. Topçu İsmail Hakkı’nın evine giderek kendisine haber verdim. O da bu arkadaşları tanıdığı için çok memnun olmuştu. Bundan sonra Topçu Hakkı ile evinde sık sık görüşüyorduk, aramızda şöyle bir karara vardık. Anadolu’ya hareket eden bir vapurla kaçacağız. O bana tezkere yazacak, ben de arkadaşları her zaman harekete hazır bulunduracağım.

Bir gün kendisinden şöyle bir tezkere aldım. “Haydar Paşa iskelesinde bekliyorum, arkadaşları alınız, acele geliniz.” Bu tezkere üzerine hazır olan 7-8 arkadaşla iskeleye indik. Kayığa bineceğimiz esnada, Gülnihal Vapuru da Sirkeci’den hareket etti. Bu suretle birinci teşebbüsümüz suya düşmüş oluyordu. Fakat bizi iskelede tesadüfen gören alayımızın bir küçük zabiti arkadaşlardan birinin boşboğazlığı yüzünden Kafkasya’ya gideceğimizi öğrenmiş ve bunu tabura haber etmiş. (Bu pisboğazlık yapan Yenihanlı Durmuş’u bilahare getirmedik.) Bir iki gün sonra Topçu İsmail Hakkı’dan başka hepimiz tevkif edilerek hapishaneye gönderildik. 15 gün sonra Topçu Hakkı, bir yolunu bularak bizi hapishaneden çıkarttı. Günün birinde, bana gidecek arkadaşların isimleri yazılı ve üçer ay memleketlerine gitme konusunda izinli olduklarını gösteren sahte vesikalar verdi. Ben de bunlarla liman dairesine giderek bilet istedim. Liman reisi vesikaları evirdi çevirdi, başkalarına danıştı ve sonunda bana dönerek “oğlum çavuş, biz bu vesikalara bilet veremeyiz” diyerek vesikaları bana iade etti. Topçu İsmail Hakkı’ya meseleyi izah ettim. O da kızarak vesikaları cebine koydu. Bu suretle ikinci teşebbüsümüz de suya düşmüş oldu.

Rusya’ya Gelmek İçin Üçüncü Teşebbüs

Selimiye Kışlası’nın bir tarafında “esirler sevk komisyonu” vardı. Bu komisyon, dünya savaşı sırasında Filistin cephesinde İngilizlere esir düşen esirleri memleketlerine sevk etmekle meşguldü. Topçu İsmail Hakkı, esirler sevk komisyonuna gitmiş ve “Ben Anadolu’ya gidiyorum, yanımda da 7-8 muktedir çavuş ve onbaşılar vardır. İsterseniz siz askerlerinizi hiç yormayınız. Esirleri Anadolu’ya ben götürürüm” diyerek “esirler komisyonunu” tabiri caizse kafese koymuş idi. Topçu İsmail Hakkı bir gün beni çağırdı ve meseleyi bana anlattı. Yarın filan kumandana girerek 400-500 esirlik erzak almamı ve ertesi gün de esirleri teslim alarak hareket edeceğimizi söyledi. Sabahleyin arkadaşlardan birkaç kişi alarak esirlerin erzaklarını teslim aldım. Ertesi gün de esirleri teslim alarak vapura bindik. Topçu İsmail Hakkı “esirler sevk komutanı”, biz ise esirlerin başındaki muhafızlar idik. İşte bu suretle 1920 senesi 25 Mart tarihinde İngilizlerin eline düşmeden boğazdan çıkabildik.

Topçu İsmail Hakkı ve diğer arkadaşlar ile beraber esirleri sahil boyu memleketlerine bırakarak Trabzon’a, Trabzon’dan da motorla Hopa’ya, oradan da Poti’ye geçtik. Topçu İsmail Hakkı’nın talimatı üzerine kendimizi tüccar olarak tanıtarak Tiflis-Bakû yolu ile Dağıstan’a geldik. Bu sırada da Kızıl Ordu Dağıstan’a gelmiş bulunuyordu.

Biz de Kızıl Ordu’ya katılarak onunla birlikte Bakû’ye geldik. Bakû’de kurulmaya başlanan Türk gönüllü askerî teşkilatına yazıldık ve kızıl asker olarak çalışmaya başladık. M. Subhi Bakû’ye gelince topçu İsmail Hakkı da bu teşkilatın en sağlam ve en kahraman bir uzvu olmuştu... Erzurum’dan Trabzon’a hareket ederken Topçu İsmail Hakkı’nın Türkiye’den arkadaşı olan tayyare yüzbaşısı Tevfik Erzurum’da kaldığı ve Topçu İsmail Hakkı’nın kalması hakkında yol boyu yapılan bütün ısrarlara rağmen topçu İsmail Hakkı, Mustafa Subhi kafilesinden ayrılmamış ve bu suretle partisine olan bağlılığını bir daha ispat etmiş bulunuyordu. Bu vesile ise devrim kurbanı topçu İsmail Hakkı’yı size hatırlatmakla hatıratımı canlandırmış oluyorum.

Kahraman Maksut Yoldaş

Dünya savaşı sırasında Muş taraflarında jandarma karakolu komutanlığı yapmış, sonrasında esir düşmüş. Maksut yoldaş, esaret zamanında Subhi ile beraber çalışmış, Parti tarafından Kızıl Alay’a teşkilatçı olarak gönderilmiş ve orada parti teşkilatının başında çalışmış bir arkadaştır.

Parti, Maksut yoldaşın yetişmişliğini, faaliyetlerini ve becerilerini, ayrıca devrime ve partiye eksiksiz gösterdiği bağlılığı göz önüne alarak, teşkilat kurması için doğu illerine gönderdi. Bekir Çavuş isminde bir yoldaş da onunla birlikte ve ona yardımcı olarak gönderilmişti. Fakat daha faaliyete geçme imkânı bulamadan, her ikisi de, Kars’ta Türk burjuvazisinin kanlı pençesine düştü. Türkiye işçi sınıfının ve emekçi kitlelerinin kurtuluşu uğrunda seve seve canlarını veren, ölümü hakiki bir devrimciye yakışır bir tarzda karşılayan kahramanlarımızdan biri olma hasletini, Maksut yoldaşın büyük şahsiyetinde görüyoruz. O, kendisini ve arkadaşlarını bekleyen akıbeti önceden sezmiş gibi pençesinden kurtulamayacakları, ölümden hiç değilse kendi kavga ve ülkü yoldaşını kurtarma, işçi sınıfının kavga saflarında hiç değilse arkadaşının yer almasını sağlamak için kendisini feda eden bir kahramandır.

Daha yolda iken, üzerlerinde yakalandığı takdirde onları idam sehpasına sürükleyebilecek tekmil vesikalarını bizzat kendisini yanına alıyor. Yoldaş Bekir’e, yakalandıkları takdirde kendisini evvelce tanımadığını, ancak yolda rastladığını söylemesini tembih ediyor. Yakalanınca da tahammül edilemez işkencelere rağmen arkadaşını ele vermiyor, sabunlu ipe seve seve boynunu vermek suretiyle arkadaşını kurtarıyor. Burjuvazinin cellâtları karşısında idam meydanına götürülürken ve sabunlu ip boynuna geçirilirken Maksut yoldaş gösterdiği cesaret, ülküye ve partiye tam bağlılık, onu bu sıralarda görmüş ve buna şahit olmuş binlerce emekçinin kalbine tesir etmiş, onlara sınıfımızın kahramanlarını tanıtmıştır.

Onbeş kahraman ve Maksut, aynı partinin, aynı sınıfın evlatları olarak, aynı sınıf ve aynı ülkü için, aynı kahramanlıkla can verdiler.

Karadeniz’in kara sularına gömülü onbeş kurbanın ve Kars’ın bir çukuruna atılmış Maksut’un mezarı, bizim sınıfımızın ve memleketimizin yoksulluk içinde azap çeken emekçilerin kalplerindedir.

Bu devrim kahramanlarının ölümü, hiç şüphe yok ki sınıfımızın acıklı bir kaybıdır. Fakat onlar, geride kalan Türk komünistlerine devrime giden yolu sarsılmaz bir tarzda göstermiş bulunuyorlar. Biz bu yolda, onların yollarından ve onlar gibi yüzbinlerce can vermiş olanların yolundan cesaret ve imanla yürüyoruz ve yürüyeceğiz.

S. Yılmaz
Bakû, 16 Aralık 1935

[Kaynak: Mete Tunçay, 15’ler Hatırası, Sosyal Tarih Yayınları, 2020, s. 64-69.]

0 Yorum: