Ferdi
Yoldaş’ın [Şefik Hüsnü Değmer] Komünist Enternasyonal Yürütme Komitesi 13.
Genel Toplantısı’ndaki (20 Ocak 1934) Konuşması.
Kemalist Cumhuriyet, kuruluşundan bu yana dikkat
çekici bir tutarlılıkla, milliyetçi ve burjuva niteliğine bütünüyle uyan,
değişmez bir dış politika izliyor. Elde silah, emekçi kitlelerin başına geçerek
yabancı emperyalistlerin boyunduruk altına alma çabalarına karşı Sovyetler Birliği’nin
maddi ve manevi desteğiyle, millî bağımsızlığı kazanan Kemal’in Partisinin
milliyetçiliği, sosyalizmin inşa edildiği ülkeyle ittifaka dört elle sarılıyor.
Biz komünistler, diğer milletleri hedef aldığı ve Anadolu’nun Türk olmayan
halklarının yok edilmesine ya da zorla eritilmesine yol açtığı sürece Türk
burjuvazisinin milliyetçiliğine karşı mücadele ederiz. Kemalist burjuvazinin
milliyetçiliği, kendi ülkesindeki yerli işgücünün ve doğal kaynakların sömürü
tekelini elinde tutma isteğini temsil ediyor.
Kemalistler, Türkiye’nin bağımsızlığının Sovyetler
Birliği’nin varlığına ve dostluğuna bağlı olduğunun ve bunlar olmadan
emperyalist sermayenin Türkiye’yi yeniden boyunduruk altına almaya yönelen
hilekâr çabalarına karşı en ufak bir direnme bile gösteremeyeceklerinin tümüyle
bilincindeler. Ankara’nın Sovyetler’le ittifaka hâlâ sadık kalmasının sırrı
buradadır.
Kemal diktatörlüğü, nasıl milliyetçiliği yüzünden
Sovyetler Birliği’nin desteğini aramaya yöneliyorsa, burjuva karakteri ve
kapitalist bir siyaset izlemesi de, onu uluslararası malî sermayenin ve hâkim emperyalist
devletlerin kucağına atıyor. Ne var ki, bu da sarsıntısız olmuyor. Türkiye
ekonomisinin kilit noktalarını hâlâ ellerinde tutan emperyalistler,
Kemalistleri dize getirme umutlarını kaybetmediler. Bu nedenle, bu yolda büyük
bir ihtiyatla ilerlemek zorundalar. Buna rağmen Fransız emperyalizmi, Avrupa’daki
nazik durum nedeniyle kendini Kemalist Türkiye’ye karşı şimdiye kadar olduğundan
daha şirin göstermesi gerektiğini düşünüyor. Osmanlı devlet borçları
meselesinin ve iki ülke arasındaki ticaret ilişkilerinin Türkiye yararına düzenlenmesinden
sonra iki ülke arasında altı aydır gerçek bir bahar havasına tanık oluyoruz. Bu
yakınlaşmadan huzursuz olan Hitler Almanya’sı, masrafların Kemalist Türkiye’ye
ödenmesinden yana olduğunu belirtti. Hindenburg ve Papen’in konuşmalarıyla eski
silah arkadaşlığı anılarını tazeledi ve Türkiye ile Türkiye için çok yararlı
bir ekonomik antlaşma imzaladı. Bütün bunlar bize gösteriyor ki, Hitler’in
iktidara gelmesinden bu yana uluslararası durumun giderek ciddileşmesi ve
silahlanmanın çılgınca hızlanması sonucunda Türkiye’nin emperyalist devletler
karşısındaki durumu gözle görülür biçimde düzelmiştir. Türkiye aciz bir ricacı
durumundayken, dostluğu gittikçe rağbet gören bir devlet haline gelmeye
başlıyor.
Her şeye rağmen, Ankara hükümeti, bir savaş
ihtimalini ciddi olarak hesaba katıyor ve olaylar karşısında gafil avlanmamak
için sistemli bir şekilde hazırlık yapıyor. En önemli kapitalist ülkelerde
faşistleşmenin hızlanması, doğal olarak Türkiye gibi geri ülkelerin
etkilenmesine de yol açacaktır. Kemalist diktatörlük, tarım bunalımının daha da
ağırlaşması sonucu toplumsal temelinin büyük ölçüde daraldığını görünce,
Kemalist Parti, buhranın getirdiği zararları gidermek adı altında, ekonomik
ilişkilerin genel kargaşalığından yararlandı, hâkimiyetini sağlamlaştırdı ve
denetimini en önemli üretim dallarına yayabildi. Bu merkezileşme, bir dizi
devletleştirme önleminde ve koruyucu gümrük kararında ifadesini buldu.
Ama madalyonun bir de öbür yüzü var. Bu ekonomik
politikanın bedelini yalnızca boğazına kadar yoksulluğa batan vergi yükümlüleri
ve geniş tüketici kitleleri ödememektedir. Bu ekonomik girişimlerin kârlılığı
kaygısı, Kemalistleri maliyet masraflarını en aza indirmek zorunda bırakıyordu:
Yani düşük ücret siyaseti, gümrükler yüzünden oldukça yüksek fiyatlar ve tahsis
(kontenjan) sistemi uygulamak ve aynı tarım ürünlerini ihraç eden ülkelerle rekabet
edebilmek amacıyla ihraç için ayrılan tarım ürünlerinin fiyatlarını
uluslararası fiyatların altına düşürmek ve ihracatı ithalatla uygun bir denge
sağlayacak düzeyde tutmak. Bu siyasetin sonucu, küçük üreticilerin büyük toprak
sahipleri ve büyük ihracat firmaları tarafından mülksüzleştirilmesi, köylülüğün
satın alma gücünün en düşük düzeye itilmesi ve iç pazarın büyük ölçüde
daralması, emekçilerin hayat düzeylerinde büyük bir düşüş ve işsizliğin
artmasıdır.
Kemalistler, bu ezici koşulları halka ancak şiddetli
bir terör ve baskı sistemiyle, işçilerin ve emekçi köylülerin her kımıldanışını
akıl almaz bir vahşetle daha başında ezerek kabul ettirebilirler. Halk
Partisi’nin baskı önlemlerini ilk zamanlar her şeyden önce gericiliğe ve
dinciliğe karşı uygulanmasını, zafere ulaşan millî bağımsızlık savaşı sırasında
Anadolu’nun emekçi kitlelerinin emperyalizme karşı silahlı mücadelesinin başına
geçerek, olumlu bir rol oynamasını ve Sovyetler Birliği’ne karşı sadık bir
dostluğu bugüne kadar korumasını göz önünde tutan TKP, Halk Partisi’nin
milliyetçi diktatörlüğünün faşist bir diktatörlük olarak
nitelendirilemeyeceğine ve böyle suçlanamayacağına inanıyordu. Dolayısıyla TKP,
onu maskeli bir diktatörlük, burjuvazi ve büyük toprak sahiplerinin halka karşı
parlamentarizmi olarak ilan etti. Kemal’in Halk Partisi özellikle 1927’den bu
yana sürekli bir terör siyaseti izliyor. Tutuklamalar, terör hükümleri ve en
ustaca provokasyonlar gündemdedir. Halk Partisi, Komünist Partisi’nin kökünü
kazımaya çalışıyor. Halk Partisi, işçi sınıfının bütün bağımsız siyasî ve
mesleki örgütlerini adım adım yok etti. Halk Partisi’nin bütün ekonomi
politikası sanayiciler ve toprak ağaları tarafından vahşice sömürülen mülksüz
kitleleri hedef alıyor. Ve bütün bunlar Halk Partisi’nin ajanı olan kalemşorlarının
ısrarla propagandasını yaptıkları milliyetçi ideoloji altında yürütülüyor. Sık
sık “ne kapitalizm ne sosyalizm” ve “kamu yararı özel yarardan önde gelir” gibi
laf cambazlıklarıyla karşılaşıyorum.
Bütün bu tutarsız görüşler, emekçileri kandırmak
ve direnmeksizin sömürüye boyun eğmelerini sağlamak için, emekçilerin sınıf
bilinçlerini köreltmeyi ve onlarda millî duygular uyandırmayı amaçlamaktadır.
TKP, milliyetçi propagandanın bütün sahtekârlığını, tutarsızlığını ve
reklamcılığını amansız eleştirisiyle açığa çıkarmaktadır; Parti’nin eylem
programını, KEYK’in 12. Genel Toplantısının kararlarını ve Sovyetler
Birliği’ndeki sosyalist inşanın parlak başarılarını halka yaymaktadır;
Sovyetler Birliği’nde kendi diktatörlüğünü uygulayan proletaryanın durumuyla,
kapitalist ülkelerdeki, örneğin Türkiye’deki proletaryanın durumu arasındaki
zıtlığa işaret etmektedir. Parti, aynı zamanda işçileri milliyetçi ideolojiden
koparmak ve kendi etkisi altına almak için sürekli çaba harcamaktadır.
TKP, son 7 yıl içinde sorumlu görevlilerinin yoğun
çabaları ve Komünist Enternasyonal’in etkili desteği sayesinde, gerek üyeleri
gerekse yönetici kadroları bakımından esas olarak bir proletarya partisi haline
geldi. TKP bugün, işçi sınıfı üzerinde tartışma götürmez bir etkisi olan ve
işçi sınıfının devrimci hareketlerinin en önünde ilerleyen biricik partidir.
Ama bunun yanı sıra, henüz bütün hareketleri kucaklayacak kadar güçlü
olmadığını da kabul etmek gerekir.
Bilindiği gibi Kemalistler, aynı İtalyan
faşistleri gibi başlangıçta karşıt siyasî partilere katlandılar ve ancak iki
yıl sonra açık diktatörlüklerini kurdular, öteki muhalif partiler gibi TKP de,
1923’ten 1925’e kadar varlığını yarı legal olarak sürdürme olanağına ve legal
bir basına sahipti. Ne var ki, ağır bir hata işledi. Kesinlikle ve bütünüyle
illegale geçişi titiz bir şekilde hazırlamak için bu durumdan yararlanmadı. Bu
yüzden 1925’te ilk terör dalgası ülkeyi kapladığı ve bütün legal çalışma
olanakları ortadan kalktığı zaman, Parti’nin polis tarafından daha önceden
tanınan tecrübeli görevlilerinden oluşan bütün kadroları dağıtılabildi ve büyük
bir bölümü tutuklanabildi.
TKP’nin Türkiye’de yeniden etkili bir güç ve siyasî
bir etken haline gelebilmesi iki yıl sürdü. İstanbul’daki komünist tutukluların
15 günden fazla süren açlık grevi ve bu açlık grevinin neden olduğu, hükümeti
gerilemeye zorlayan işçi gösterileri Türkiye’de büyük etki yaptı. En az bunun
kadar önemli başka bir olay da, yoldaşların kararın okunmasından sonra mahkeme
salonunda yargıçların önündeki fırtına gibi gösterisiydi. Bu gösteri, işçiler
ve jandarma arasında kanlı bir çatışmaya yol açtı ve birçok kişi yaralandı.
Parti’mizin en zayıf olduğu alan, sendika hareketidir.
Kemalist sendikalarda komünist grup çalışması ve bağımsız sınıf mücadelesi
sendikaları kurma konusunda ciddi çabalar yoktur.
Az sayıda işletmede illegal sendika grupları kurma
konusunda bazı cesaretsiz girişimler oldu. Bu konuda hâlâ sürekli bir çalışma
yoktur. Komünist Gençlik Birliği’ni yeniden kurma konusunda hiçbir şey
yapılmadı.
Köylülükle bağlar ve köylük alanda çalışma eskisi
gibi son derece zayıftır. Aynı şekilde kadınlar arasındaki çalışmamız da
zayıftır.
Genel Toplantı’nın faşizm ve savaş tehlikesi
üzerine tezlerinde tespit edilen ve Komintern’in bütün şubelerinin yükümlü
olduğu genel görevler dışında, TKP’nin önünde şu acil görevler vardır:
Dar anlamda Parti çalışmasının dışında yoğun bir
sendikal çalışma geliştirilmelidir. İşçilerin doğrudan günlük talepleri için
mücadele açmak ve işçi örgütlerinin legalleştirilmesi için geniş bir kampanya
yürütmek amacıyla illegal sendika grupları ve bağımsız sınıf mücadelesi
sendikaları kurulmalıdır.
İşçilerin örgütlendiği Kemalist sendikalarda
mücadele edilmeli ve sıkı bir komünist grup çalışmasıyla yönetimi ele geçirmeye
çalışmalı ve bu başarıldığı zaman kitleler bu sendikalara girmeye çağırılmalı
ve bunlar bağımsız sendikalar haline getirilmelidir. Legal çalışmanın bütün
olanaklarından sonuna kadar yararlanılmalıdır. Taşrada komünist gruplar
örgütlemeli ve köylüler arasında sistemli bir propaganda yürütmeliyiz. Ağır
vergi yüklerine karşı ve tefeci borçlarının kaldırılması için mücadele etmeli,
zorbalığa vb. karşı direnişi örgütlemek üzere köylü komiteleri kurmanın
propagandasını yapmalıyız. Tarımdaki gündelikçileri bağımsız sendikalarda
örgütlemeli ve günlük talepleri için mücadelelerine önderlik etmeliyiz.
Komünist Gençlik Birliği en kısa zamanda,
Parti’nin denetimi altında çalışan özerk bir örgüt olarak yeniden kurulmalıdır.
Emekçi kadınlar arasında sistemli bir çalışma için sorumlu bir yoldaş
saptanmalıdır. Provokatörlere karşı mücadele, yeraltı çalışması tekniğinin
düzeltilmesi, son zamanlarda iyi bir gelişme gösteren illegal basının
mükemmelleştirilmesi, Parti’mizin diğer önemli görevleridir.
Şefik
Hüsnü
“Rede des Genossen Ferdi” [Yoldaş Ferdi’nin
Konuşması]
Rundschau, Sayı:7 (özel sayı), 20 Ocak 1934, s.265-266
[Kaynak: Komintern Belgelerinde Türkiye, Kaynak Yayınları 2020, s.601-05.]
0 Yorum:
Yorum Gönder