13 Eylül 2021

,

Şefik Hüsnü’nün Konuşması


Ferdi Yoldaş’ın [Şefik Hüsnü Değmer] Komünist Enternasyonal Yürütme Komitesi 13. Genel Toplantısı’ndaki (20 Ocak 1934) Konuşması.

*  *  *

 

Kemalist Cumhuriyet, kuruluşundan bu yana dikkat çekici bir tutarlılıkla, milliyetçi ve burjuva niteliğine bütünüyle uyan, değişmez bir dış politika izliyor. Elde silah, emekçi kitlelerin başına geçerek yabancı emperyalistlerin boyunduruk altına alma çabalarına karşı Sovyetler Birliği’nin maddi ve manevi desteğiyle, millî bağımsızlığı kazanan Kemal’in Partisinin milliyetçiliği, sosyalizmin inşa edildiği ülkeyle ittifaka dört elle sarılıyor. Biz komünistler, diğer milletleri hedef aldığı ve Anadolu’nun Türk olmayan halklarının yok edilmesine ya da zorla eritilmesine yol açtığı sürece Türk burjuvazisinin milliyetçiliğine karşı mücadele ederiz. Kemalist burjuvazinin milliyetçiliği, kendi ülkesindeki yerli işgücünün ve doğal kaynakların sömürü tekelini elinde tutma isteğini temsil ediyor.

Kemalistler, Türkiye’nin bağımsızlığının Sovyetler Birliği’nin varlığına ve dostluğuna bağlı olduğunun ve bunlar olmadan emperyalist sermayenin Türkiye’yi yeniden boyunduruk altına almaya yönelen hilekâr çabalarına karşı en ufak bir direnme bile gösteremeyeceklerinin tümüyle bilincindeler. Ankara’nın Sovyetler’le ittifaka hâlâ sadık kalmasının sırrı buradadır.

Kemal diktatörlüğü, nasıl milliyetçiliği yüzünden Sovyetler Birliği’nin desteğini aramaya yöneliyorsa, burjuva karakteri ve kapitalist bir siyaset izlemesi de, onu uluslararası malî sermayenin ve hâkim emperyalist devletlerin kucağına atıyor. Ne var ki, bu da sarsıntısız olmuyor. Türkiye ekonomisinin kilit noktalarını hâlâ ellerinde tutan emperyalistler, Kemalistleri dize getirme umutlarını kaybetmediler. Bu nedenle, bu yolda büyük bir ihtiyatla ilerlemek zorundalar. Buna rağmen Fransız emperyalizmi, Avrupa’daki nazik durum nedeniyle kendini Kemalist Türkiye’ye karşı şimdiye kadar olduğundan daha şirin göstermesi gerektiğini düşünüyor. Osmanlı devlet borçları meselesinin ve iki ülke arasındaki ticaret ilişkilerinin Türkiye yararına düzenlenmesinden sonra iki ülke arasında altı aydır gerçek bir bahar havasına tanık oluyoruz. Bu yakınlaşmadan huzursuz olan Hitler Almanya’sı, masrafların Kemalist Türkiye’ye ödenmesinden yana olduğunu belirtti. Hindenburg ve Papen’in konuşmalarıyla eski silah arkadaşlığı anılarını tazeledi ve Türkiye ile Türkiye için çok yararlı bir ekonomik antlaşma imzaladı. Bütün bunlar bize gösteriyor ki, Hitler’in iktidara gelmesinden bu yana uluslararası durumun giderek ciddileşmesi ve silahlanmanın çılgınca hızlanması sonucunda Türkiye’nin emperyalist devletler karşısındaki durumu gözle görülür biçimde düzelmiştir. Türkiye aciz bir ricacı durumundayken, dostluğu gittikçe rağbet gören bir devlet haline gelmeye başlıyor.

Her şeye rağmen, Ankara hükümeti, bir savaş ihtimalini ciddi olarak hesaba katıyor ve olaylar karşısında gafil avlanmamak için sistemli bir şekilde hazırlık yapıyor. En önemli kapitalist ülkelerde faşistleşmenin hızlanması, doğal olarak Türkiye gibi geri ülkelerin etkilenmesine de yol açacaktır. Kemalist diktatörlük, tarım bunalımının daha da ağırlaşması sonucu toplumsal temelinin büyük ölçüde daraldığını görünce, Kemalist Parti, buhranın getirdiği zararları gidermek adı altında, ekonomik ilişkilerin genel kargaşalığından yararlandı, hâkimiyetini sağlamlaştırdı ve denetimini en önemli üretim dallarına yayabildi. Bu merkezileşme, bir dizi devletleştirme önleminde ve koruyucu gümrük kararında ifadesini buldu.

Ama madalyonun bir de öbür yüzü var. Bu ekonomik politikanın bedelini yalnızca boğazına kadar yoksulluğa batan vergi yükümlüleri ve geniş tüketici kitleleri ödememektedir. Bu ekonomik girişimlerin kârlılığı kaygısı, Kemalistleri maliyet masraflarını en aza indirmek zorunda bırakıyordu: Yani düşük ücret siyaseti, gümrükler yüzünden oldukça yüksek fiyatlar ve tahsis (kontenjan) sistemi uygulamak ve aynı tarım ürünlerini ihraç eden ülkelerle rekabet edebilmek amacıyla ihraç için ayrılan tarım ürünlerinin fiyatlarını uluslararası fiyatların altına düşürmek ve ihracatı ithalatla uygun bir denge sağlayacak düzeyde tutmak. Bu siyasetin sonucu, küçük üreticilerin büyük toprak sahipleri ve büyük ihracat firmaları tarafından mülksüzleştirilmesi, köylülüğün satın alma gücünün en düşük düzeye itilmesi ve iç pazarın büyük ölçüde daralması, emekçilerin hayat düzeylerinde büyük bir düşüş ve işsizliğin artmasıdır.

Kemalistler, bu ezici koşulları halka ancak şiddetli bir terör ve baskı sistemiyle, işçilerin ve emekçi köylülerin her kımıldanışını akıl almaz bir vahşetle daha başında ezerek kabul ettirebilirler. Halk Partisi’nin baskı önlemlerini ilk zamanlar her şeyden önce gericiliğe ve dinciliğe karşı uygulanmasını, zafere ulaşan millî bağımsızlık savaşı sırasında Anadolu’nun emekçi kitlelerinin emperyalizme karşı silahlı mücadelesinin başına geçerek, olumlu bir rol oynamasını ve Sovyetler Birliği’ne karşı sadık bir dostluğu bugüne kadar korumasını göz önünde tutan TKP, Halk Partisi’nin milliyetçi diktatörlüğünün faşist bir diktatörlük olarak nitelendirilemeyeceğine ve böyle suçlanamayacağına inanıyordu. Dolayısıyla TKP, onu maskeli bir diktatörlük, burjuvazi ve büyük toprak sahiplerinin halka karşı parlamentarizmi olarak ilan etti. Kemal’in Halk Partisi özellikle 1927’den bu yana sürekli bir terör siyaseti izliyor. Tutuklamalar, terör hükümleri ve en ustaca provokasyonlar gündemdedir. Halk Partisi, Komünist Partisi’nin kökünü kazımaya çalışıyor. Halk Partisi, işçi sınıfının bütün bağımsız siyasî ve mesleki örgütlerini adım adım yok etti. Halk Partisi’nin bütün ekonomi politikası sanayiciler ve toprak ağaları tarafından vahşice sömürülen mülksüz kitleleri hedef alıyor. Ve bütün bunlar Halk Partisi’nin ajanı olan kalemşorlarının ısrarla propagandasını yaptıkları milliyetçi ideoloji altında yürütülüyor. Sık sık “ne kapitalizm ne sosyalizm” ve “kamu yararı özel yarardan önde gelir” gibi laf cambazlıklarıyla karşılaşıyorum.

Bütün bu tutarsız görüşler, emekçileri kandırmak ve direnmeksizin sömürüye boyun eğmelerini sağlamak için, emekçilerin sınıf bilinçlerini köreltmeyi ve onlarda millî duygular uyandırmayı amaçlamaktadır. TKP, milliyetçi propagandanın bütün sahtekârlığını, tutarsızlığını ve reklamcılığını amansız eleştirisiyle açığa çıkarmaktadır; Parti’nin eylem programını, KEYK’in 12. Genel Toplantısının kararlarını ve Sovyetler Birliği’ndeki sosyalist inşanın parlak başarılarını halka yaymaktadır; Sovyetler Birliği’nde kendi diktatörlüğünü uygulayan proletaryanın durumuyla, kapitalist ülkelerdeki, örneğin Türkiye’deki proletaryanın durumu arasındaki zıtlığa işaret etmektedir. Parti, aynı zamanda işçileri milliyetçi ideolojiden koparmak ve kendi etkisi altına almak için sürekli çaba harcamaktadır.

TKP, son 7 yıl içinde sorumlu görevlilerinin yoğun çabaları ve Komünist Enternasyonal’in etkili desteği sayesinde, gerek üyeleri gerekse yönetici kadroları bakımından esas olarak bir proletarya partisi haline geldi. TKP bugün, işçi sınıfı üzerinde tartışma götürmez bir etkisi olan ve işçi sınıfının devrimci hareketlerinin en önünde ilerleyen biricik partidir. Ama bunun yanı sıra, henüz bütün hareketleri kucaklayacak kadar güçlü olmadığını da kabul etmek gerekir.

Bilindiği gibi Kemalistler, aynı İtalyan faşistleri gibi başlangıçta karşıt siyasî partilere katlandılar ve ancak iki yıl sonra açık diktatörlüklerini kurdular, öteki muhalif partiler gibi TKP de, 1923’ten 1925’e kadar varlığını yarı legal olarak sürdürme olanağına ve legal bir basına sahipti. Ne var ki, ağır bir hata işledi. Kesinlikle ve bütünüyle illegale geçişi titiz bir şekilde hazırlamak için bu durumdan yararlanmadı. Bu yüzden 1925’te ilk terör dalgası ülkeyi kapladığı ve bütün legal çalışma olanakları ortadan kalktığı zaman, Parti’nin polis tarafından daha önceden tanınan tecrübeli görevlilerinden oluşan bütün kadroları dağıtılabildi ve büyük bir bölümü tutuklanabildi.

TKP’nin Türkiye’de yeniden etkili bir güç ve siyasî bir etken haline gelebilmesi iki yıl sürdü. İstanbul’daki komünist tutukluların 15 günden fazla süren açlık grevi ve bu açlık grevinin neden olduğu, hükümeti gerilemeye zorlayan işçi gösterileri Türkiye’de büyük etki yaptı. En az bunun kadar önemli başka bir olay da, yoldaşların kararın okunmasından sonra mahkeme salonunda yargıçların önündeki fırtına gibi gösterisiydi. Bu gösteri, işçiler ve jandarma arasında kanlı bir çatışmaya yol açtı ve birçok kişi yaralandı.

Parti’mizin en zayıf olduğu alan, sendika hareketidir. Kemalist sendikalarda komünist grup çalışması ve bağımsız sınıf mücadelesi sendikaları kurma konusunda ciddi çabalar yoktur.

Az sayıda işletmede illegal sendika grupları kurma konusunda bazı cesaretsiz girişimler oldu. Bu konuda hâlâ sürekli bir çalışma yoktur. Komünist Gençlik Birliği’ni yeniden kurma konusunda hiçbir şey yapılmadı.

Köylülükle bağlar ve köylük alanda çalışma eskisi gibi son derece zayıftır. Aynı şekilde kadınlar arasındaki çalışmamız da zayıftır.

Genel Toplantı’nın faşizm ve savaş tehlikesi üzerine tezlerinde tespit edilen ve Komintern’in bütün şubelerinin yükümlü olduğu genel görevler dışında, TKP’nin önünde şu acil görevler vardır:

Dar anlamda Parti çalışmasının dışında yoğun bir sendikal çalışma geliştirilmelidir. İşçilerin doğrudan günlük talepleri için mücadele açmak ve işçi örgütlerinin legalleştirilmesi için geniş bir kampanya yürütmek amacıyla illegal sendika grupları ve bağımsız sınıf mücadelesi sendikaları kurulmalıdır.

İşçilerin örgütlendiği Kemalist sendikalarda mücadele edilmeli ve sıkı bir komünist grup çalışmasıyla yönetimi ele geçirmeye çalışmalı ve bu başarıldığı zaman kitleler bu sendikalara girmeye çağırılmalı ve bunlar bağımsız sendikalar haline getirilmelidir. Legal çalışmanın bütün olanaklarından sonuna kadar yararlanılmalıdır. Taşrada komünist gruplar örgütlemeli ve köylüler arasında sistemli bir propaganda yürütmeliyiz. Ağır vergi yüklerine karşı ve tefeci borçlarının kaldırılması için mücadele etmeli, zorbalığa vb. karşı direnişi örgütlemek üzere köylü komiteleri kurmanın propagandasını yapmalıyız. Tarımdaki gündelikçileri bağımsız sendikalarda örgütlemeli ve günlük talepleri için mücadelelerine önderlik etmeliyiz.

Komünist Gençlik Birliği en kısa zamanda, Parti’nin denetimi altında çalışan özerk bir örgüt olarak yeniden kurulmalıdır. Emekçi kadınlar arasında sistemli bir çalışma için sorumlu bir yoldaş saptanmalıdır. Provokatörlere karşı mücadele, yeraltı çalışması tekniğinin düzeltilmesi, son zamanlarda iyi bir gelişme gösteren illegal basının mükemmelleştirilmesi, Parti’mizin diğer önemli görevleridir.

Şefik Hüsnü
“Rede des Genossen Ferdi” [Yoldaş Ferdi’nin Konuşması]
Rundschau, Sayı:7 (özel sayı), 20 Ocak 1934, s.265-266

[Kaynak: Komintern Belgelerinde Türkiye, Kaynak Yayınları 2020, s.601-05.]

0 Yorum: