15 Eylül 2021

, ,

Gazeteler ve İşçiler

Uluslararası sınıf mücadelesi, iki yerde işçi ve köylülerinin zaferiyle sonuçlandı. Rusya ve Macaristan'da işçiler ve köylüler, proletarya diktatörlüğünü kurdular ve hem Rusya'da hem de Macaristan'da diktatörlük, sadece burjuva sınıfına karşı değil, aynı zamanda sendikalara karşı da sert bir savaş vermek zorunda kaldı: diktatörlük ve sendikalar arasındaki çatışma, gerçekte Macar Sovyeti'nin çöküşüne sebep oldu, zira sendikalar, diktatörlüğü açıkça devirmeye teşebbüs ettiklerinden, her zaman devrimin "bozguncu" yapıları olarak hareket ettiler, ayrıca işçiler ve kızıl askerler arasında sürekli umutsuzluk ve korkaklık tohumları ektiler.

Bu çatışmanın sebepleri ve koşullarına dair çalakalem yapılmış bir incelemenin kitlelerin devrimci eğitimine faydası olmayacaktır. Oysa kitleler, sendikaların komünist devrimin en önemli proleter yapıları olduğuna ikna edilmelidirler, çünkü özel teşebbüsün ortadan kalkacağı koşullar oluşturulmalı ve bu özel teşebbüsçülük bir daha neşvünema bulmamalıdır. Ayrıca kitleler, devrimden önce çatışmalara imkân tanımayan, proleter sınıfının kapitalizme karşı mücadele etmesini sağlayacak muhtelif örgütler arasında herhangi bir ikili iktidar durumuna izin vermeyen psikolojik ve nesnel koşulların oluşturulmasının zaruri olduğuna da ikna edilmelidirler.

Sınıf mücadelesi, Avrupa'nın ve dünyanın tüm ülkelerinde belirgin bir şekilde devrimci bir karaktere bürünmüştür. Üçüncü Enternasyonal’in geliştirdiği anlayışa göre sınıf mücadelesinin amacı, proletarya diktatörlüğü olmalı, demokrasici ideolojiye galebe çalması gereken bu anlayış, hiçbir dirençle karşılaşmadan kitleler arasında yayılmalıdır. Sosyalist partiler, Üçüncü Enternasyonal'e bağlıdırlar veya en azından Moskova Kongresi'nde detaylandırılan temel ilkelere göre hareket ederler. Öte yandan sendikalar “gerçek demokrasiye” sadıktırlar ve Sovyet Rusya ile dayanışma içinde olduklarını beyan edecekleri eylemler ve gösteriler tertiplemek yerine proletarya diktatörlüğüne karşı olduklarını beyan etmek için her fırsatı kullanmaktadırlar.

Sendikaların bu tavrı Rusya'da hızla aşıldı, çünkü ticaret ve sanayi örgütlerinin gelişmesine, atölye konseylerinin paralel ve daha hızlı bir şekilde gelişmesi eşlik etti. Öte yandan söz konusu tavır, Macaristan'daki proletarya iktidarının altını oydu, Almanya'daki komünist işçilerin katledilmesine ve Noske denilen olgunun doğmasına sebep oldu, Fransa'da 20-21 Temmuz genel grevinin başarısızlığına ve Clemenceau rejiminin tesis edilmesine yol açtı. Şimdiye dek İngiliz işçilerinin siyasi mücadeleye katılımına mani olmuş olan bu tavır, tüm ülkelerdeki proleter güçlerin kökünü kazımak, onları tehlikeye sürüklemek gibi bir tehdidi içermektedir.

Sosyalist partiler, giderek belirgin biçimde devrimci ve enternasyonalist bir içerik kazanıyorlar; Öte yandan sendikalarsa reformist oportünizm teorisini(!) ve taktiklerini somutlaştırma ve tamamen ulusal organlar olma eğilimine girdiler. Neticede toplumdaki genel dengesizlik yoğunlaştı, ahlaki çöküntü hızlandı, barbarlık mayalandı, işçi sınıfı bu hâliyle sürdürülemez olan, kalıcı kafa karışıklığı ve kronik zayıflığın damgasını vurduğu bir yere doğru sürüklendi.

Sendikalar, işçileri sınıf mücadelesinin ilkelerine göre örgütlediler ve kendileri de bu mücadelenin ilk organik biçimleriydi. Örgütçülerin de her daim söyledikleri gibi, proletaryayı kurtuluşa sadece sınıf mücadelesi götürebilir, sendikal örgütlenmenin yegâne amacı ise insanın insanı sömürdüğü, kişisel kârın hâkim olduğu koşulları ortadan kaldırmak, buradan da endüstriye dayalı üretim sürecinde kapitalistleri (mülk sahiplerini) söküp atmak, böylece sınıfları yok etmekti.

Ancak sendikalar bu amaca hemen ulaşamazlardı, dolayısıyla tüm güçlerini proletaryanın yaşam koşullarının iyileştirilmesini, yüksek ücretlerin verilmesini, çalışma sürelerinin kısaltılmasını, toplumsal yasaların çıkartılmasını talep eden çalışmalara teksif ettiler. Eylemler eylemleri, grevler grevleri izledi, neticede işçilerin yaşam koşulları iyileşti.

Gelgelelim sendikal faaliyetlerin elde ettikleri sonuçlar, gene de eski temeller üzerinde yükseliyor. Özel mülkiyet ilkesine halel gelmiyor, bu ilke, gücünü eskisi gibi koruyor, insanın insanı sömürdüğü kapitalist düzene dokunulmuyor, hatta bu düzen daha karmaşık biçimler alıyor. Sekiz saatlik iş günü, ücretlerdeki artış, toplumsal yasaların sunduğu faydalar kâr meselesinin kılına zarar vermiyor. Kâr oranlarında sendikaların yol açtığı dengesizlik hemen gideriliyor, İngiltere ve Almanya gibi ülkeler dünya ekonomisinde rekabet edecek alanı bulabiliyorlar, Fransa ve İtalya gibi ülkelerse korumacılık önlemleri üzerinden sınırlı bir ekonomiye sahip oluyorlar.

Kapitalizm, endüstriyel üretimin artan genel giderlerini ya kendi ülkesindeki kitlelerin ya da sömürgelerin omuzlarına yüklüyor. Dolayısıyla bu anlamda sendikal faaliyet, kapitalist toplumu tüm egemenlik kurma araç ve yöntemleriyle birlikte aşma, proletaryayı kurtuluşa götürme ve ilk başta önerilen, o yüce ve evrensel hedefe ulaşma konusunda gerekli imkân ve beceriden yoksun olduğunu ortaya koyuyor. Ki zaten sendikacıların geliştirdikleri öğretilere göre sendikalar, üretim sürecinin yönetilmesiyle ilgili eğitimin işçilere verilmesi noktasında kullanılacak örgütler.

Söylendiğine göre sanayi sendikaları, belirli bir endüstrinin ayrılmaz bir yansıması olduklarından, o belirli endüstrinin yönetimi için işçilerin yetkinliğinin kadrolarını üretecekler. Sendika büroları, en iyi işçilerin seçilmesini sağlayacak, karmaşık üretim ve mübadele mekanizmasına hâkim olma konusunda en yetenekli olan, en çalışkan ve en zeki işçilerin belirlenmesine katkıda bulunacak. Örneğin deri sektöründe çalışan işçiler, bu sektörün yönetilebilmesi için gerekli beceriyi edinecek, aynı süreç, metal sektöründe ve matbaa sektöründe de işleyecek. Bu düşünce, kocaman bir yalandan başka bir şey değildir.

Sendika liderlerinin tercihleri, endüstriyel yeterlilik kriterleri temelinde değil, hukuk, bürokrasi ve demagoji konusunda belirleyici oldu. Örgütler büyüdükçe, sınıf mücadelesine o kadar sık müdahil oluyorlar, eylemleri ne kadar yaygınlaşırsa ve kapsamı ne kadar çok genişlerse sendika binalarındaki yönetsel işler o ölçüde azalıyor, basit idari ve muhasebeyle ilgili işlere doğru daralıyor, endüstrideki teknik imkânlar arttıkça değerini yitiriyor, bürokrasi ve ticaretle ilgili beceri ise o ölçüde artıyor.

Bu süreçte gazetecilerden ve sendikacılardan oluşan bir kast meydana geldi. Bu kastın anlayışı da ruhu da işçilerdeki ruh ve anlayışla çelişiyordu. Devletteki bürokrasi gibi sendika bürokrasisi de işçi sınıfı üzerinde hak iddia etti. Hâkim olan da yöneten de bu bürokrasi idi. Oysa proletarya diktatörlüğü, kapitalist üretim düzenini ortadan kaldırmak, özel mülkiyeti ilga etmek istiyordu, çünkü insanın insanı sömürmesi üzerine kurulu düzen, ancak bu şekilde yok edilebilirdi.

Proletarya diktatörlüğünün amacı, sınıfsal farklılıkları, sınıf mücadelesini ortadan kaldırmak. Çünkü ancak bu şekilde işçi sınıfının toplumsal kurtuluşu tamama erdirilebilir. Komünist parti, bu amaca ulaşmak için proletaryayı kendi sınıf iktidarını örgütlemek, bu silahlı gücü burjuva sınıfına hükmetmek için kullanmak, sömürücü sınıfı ezip onun yeniden doğamayacağı koşulları oluşturmak için eğitir.

Dolayısıyla komünist parti, proletarya diktatörlüğü sürecinde şu türden bir göreve sahiptir: İşçi ve köylü sınıfını, güçlü ve kararlı adımlar atmak suretiyle, egemen sınıf olarak örgütlemek, yeni devletin tüm organizmalarının gerçekten devrimci çalışma yürütüp yürütmediğini kontrol etmek ve özel mülkiyet ilkesinin miras bıraktığı tüm hakları ve ilişkileri ortadan kaldırmak.

Lâkin bu yıkıcı ve kontrol amaçlı eyleme ilk elden, üretim imkânlarını artıracak çalışma eşlik etmelidir. Bu çalışma başarısız olursa, siyasi iktidar boşa düşerse, diktatörlük ayakta kalamaz: beş yıllık yoğun mücadelenin ve burjuvazinin aylarca sürdürdüğü terör faaliyetlerinin yol açacağı ekonomik çöküş karşısında her türden toplumsal yapı gibi diktatörlük de üretim yapmadan ayakta duramaz.

Sendikalar, o muazzam ve önemli görevi bu noktada üstlenirler. Toplumsallaştırma adımını atmak zorunda kalırlar, yeni bir üretim düzeni tesis ederler, bu aşamada işleyişte belirleyici olan, kâr etme arzusu içerisindeki şirketler değil, toplumun çıkarı için kurulan dayanışma ilişkisidir. Bu ilişki dâhilinde tüm sektörler, sendikaların faaliyetine göre biçimlenirler.

Macar Sovyeti'nde ise sendikalar, her türlü yaratıcı işten uzak durdular. Politik düzlemde sendika yetkilileri devlet içinde devlet hâline gelen proletarya diktatörlüğünün karşısına sürekli engeller çıkardılar, ekonomi düzleminde ise tek bir faaliyet yürütmediler. Oysa fabrikaların sendikaların iradesi hilafına toplumsallaştırılması gerekiyordu.

Ayrıca Macar örgütlerinin başındaki liderler, duygu ve düşünce dünyası açısından sınırlı insanlardı. Onlardaki ruh hâli bürokratik ve reformistti. Dolayısıyla bugüne dek işçilere karşı kullanılmış olan iktidarlarını kaybetmekten korktular.

Sendikalar, işlevlerini burjuva sınıfının hâkim olduğu dönemde edinmişlerdi. Bu sebeple sendika yetkilileri gerekli teknik kapasiteden yoksunlardı, üretimin doğrudan yönetilmesi noktasında proleter sınıfının ham olduğu görüşünden yana duran sendikacılar, proletarya diktatörlüğüne karşı “gerçek demokrasi” anlayışına destek verdiler, ayrıca uzmanlıklarını dayatabilmek adına, konkordatolar, iş sözleşmeleri, sosyal mevzuat dönemini sürdürmek istediler.

Bu sendikacıların tek istediği, bizim oturup uluslararası devrimin gerçekleşmesini beklememiz. Oysa bu insanlar, uluslararası devrimin Macar devrimi şahsında Macaristan’da, Rus devrimi şahsında Rusya’da, tüm Avrupa genelinde yapılan ve askerî yöntemleri de devreye sokan genel grevlerde, savaşın işçilerin yaşamasını imkânsızlaştırdığını söyleyen bildirilerde zaten kendisini ortaya koyuyor.

Antonio Gramsci
22 Aralık 1916
Kaynak

0 Yorum: