19 Eylül 2021

, ,

1924 İngiliz Seçimlerinin Tarihsel Anlamı


1924 İngiliz seçimleri, eski Torilerin zaferinden daha önemli ve daha ciddi bir olaydır. Bu seçimle birlikte Whiglerin (Liberallerin) ve Torilerin (Muhafazakârların) tesis ettiği yüzlerce yıllık politik sistem tasfiye edildi. Bu iki partili sistem, belirli bir ahenk ve ritim içinde, Birinci Dünya Savaşı’na dek işledi. Savaş sonrası dönemde İşçi Partisi’ndeki büyüme süreci hızlandı, bunun sonucunda da üç partili sistem meydana geldi.

1923 seçiminde bu üç partinin hiçbirisi parlamentoda çoğunluğu elde edemedi. İşçi Partisi iktidara geldi ama parti, bir değil iki muhalefet partisinin kontrolü altına girdi. Partinin kurduğu hükümet, üç partili sisteme geçiş sürecini yönetti.

Yeni seçimlerle birlikte Britanya’da sadece hükümet değişmedi, Britanya siyasetindeki tüm tartışmalar ve oyunlar da değişti. Bu komplo ve oyun, artık tatlı tatlı kavga etmeyi değil, muhafazakâr ve liberaller arasında nazik bir muhabbetin tesis edilmesini gerekli kılıyor. Bu iki parti, bugün burjuvazi ve proletarya arasındaki çatışmanın ve kavganın konusu.

Savaşa dek Britanya burjuvazisi, ulus içre siyasete tümüyle hâkimdi, süreç içerisinde iki kampa, iki ayrı hizbe bölündü. Savaştan beri aynı burjuvazi, artık iki akla ve iki bedene sahip. Bugün, ömründe ilk kez bu sahip olduğu lüksü sürdürme imkânından mahrum kaldı. Kıtlığın hüküm sürdüğü bu berbat koşullarda burjuvazinin ekonomisi, idaresi ve kurduğu işbirlikleri zora girdi.

Bugün artık gülme sırası, Marksist eleştirmenlerde. İngiliz seçimleri, onların sınıf mücadelesi ve tarihsel materyalizmle ilgili iddialarını teyit ediyor. Bugün eskiden olduğu gibi iki parti değil, iki sınıf karşı karşıya geliyor.

Sahneden inen sosyalizm değil, liberalizm. Liberaller ve muhafazakârlar, birbirlerini anlamak ve İşçi Partisi’ni yenmek için birleşmek zorunda kaldılar. Ama bu anlaşmanın bedelini liberaller ödedi. Liberaller karşısında muhafazakârlar hükümeti tek başına kurmalarına izin verecek bir meclis çoğunluğuna kavuştular. İşçi Partisi, muhafazakârlar ve liberaller ayrı ayrı değil birlikte yarışa girdikleri için koltuklarını kaybetti. Muhafazakârların liberallerle kurduğu birliktelik, İşçi Partisi’nin seçimlerdeki gücünü değilse bile parlamentodaki gücünü azalttı.

Diğer yandan liberallerin vekil sayısı, seçmen kitlesindeki daralma ile birlikte düştü. Eskiden sahip olduğu meclis gücünü yitirdi. Eski liberal parti, artık hükümetin parçası değil. Parti, lideri Asquith’den bile mahrum kaldı. Şimdilerde parti, meclis koridorlarında çelimsiz, başı kesik tavuk gibi dolaşıyor.

Liberalizm bugün böylesi bir kaderle yüzleşti. Kapitalizmin devrime karşı saldırıya geçtiği koşullarda liberaller de muhafazakârların içinde eridi. Britanya liberalleri bugün Torilere teslim oldu, tıpkı dün faşistlere teslim olmuş olan İtalyan liberaller gibi. Bilindiği üzere faşist dönem de İtalya’da burjuva sınıfının büyük çoğunluğunun ulaştığı uzlaşma zemini ile birlikte başlamıştı. Bugün burjuvazi, her yerde liberalizm denilen diyarı terk ediyor.

Bugünkü kriz, liberal demokrat devletin krizidir. Protestan reformu ve liberalizm, kapitalist toplumun manevi ve politik motoru olarak iş görmüştür. Feodal rejimi devirerek bu iki güç, kapitalist ekonomi, ona ait kurumlar ve makineler için gerekli yolu açmıştır. Kapitalizmin gelişip serpilmesi için insanların vicdan hürriyetine ve bireysel özgürlüklere ihtiyacı vardır. Feodal bağlar, bu büyümenin önünde engeldirler. Burjuvazi, liberal öğretiyi benimsemiştir. Söz konusu öğretiyi silâh misali kuşanan burjuvazi, feodalizmi yıkmış, demokrasiyi inşa etmiştir. Fakat liberal fikir, temelde eleştirel ve devrimci bir fikirdir. Saf liberalizm, her zaman ulaşılacak yeni bir özgürlük hedefi belirlemiş, hep bir yeni devrim önerisinde bulunmuştur. Tam da bu sebeple burjuvazi, onu feodalizme ve feodalizmin düzenini yeniden tesis etme girişimlerine karşı kullandıktan sonra liberalizmin aşırıya kaçan, tehlikeli ve rahatsız edici olduğunu düşünmeye başlamıştır.

Ama liberalizmi terk etmek de o kadar mümkün değildir. Liberal fikirden vazgeçtiğinde kapitalist toplum kendi köklerinden kopar. İtalya’da olduğu gibi gericilik gelir, toplumu ortaçağa has yöntemlerin tarihsel sürece aykırı bir biçimde yeniden uygulamaya konulacağı bir gerçekliğe doğru iter. Politik iktidar, demokrasiyi yürürlükten kaldırır ve o ortaçağa has bir biçimde, başbuğ ve diktatörler eliyle yönetilir. Böylelikle yeni bir feodalizm tesis edilir. Otoriter ve değişken idaresiyle lider, bazen kendisini haçlı seferlerindeki bir komutan zanneder ve bu noktada köylü, maceracı ve savaşçı bir zihniyetle hareket eder, dolayısıyla bu noktada kapitalist ekonominin çıkarlarıyla örtüşmeyecek işler yapar. İtalya’da bugün yaşandığı gibi burjuvazinin belirli bir bölümü, özgürlük ve demokrasinin olduğu eski günleri yâd eder duruma gelmiştir.

İngiltere, kapitalist medeniyetin ana yurdudur. Bu toplumsal düzene ait tüm unsurlar, orada büyümek için en uygun iklimi bulmuşlardır. Diğer halkların tarihinde olduğu gibi İngiltere tarihinde de kapitalizm, Protestanlık ve liberalizm üç ayrı olgu olarak birleşmiş ve kaynaşmıştır.

İngiltere burjuva demokrasisinin tamama erdiği, liberal fikrin, onun ekonomi ve idare sahasında yol açtığı neticelerin tam anlamıyla geliştiği tek ülkedir. Liberalizm, kapitalist ilerlemenin ihtiyaç duyduğu yakıt olarak iş gördükçe İngilizler de hep birlikte liberal olmuşlardır. Zaman içerisinde muhafazakârlarla liberaller arasındaki mücadele eski anlamını yitirmiştir. Tarihin diyalektiği muhafazakârları biraz liberalleştirmiş, liberalleri de bir miktar muhafazakârlaştırmıştır. İki parti, siyaseti başka türlü anlamaları mümkün olmadığı için, çatışmaya ve didişmeye devam etmiştir.

Mussolini’nin de dediği gibi siyaset monolog değildir. Hükümet ve muhalefet iki ayrı güç, aynı ölçüde gerekli iki unsurdur. Her şeyin ötesinde Liberal Parti’nin orta sınıf ve proleter sınıf içindeki unsurları kapitalist sınıfa ait unsurlara karşı aynı anda düşman kesilmiş, buradan da gidip Muhafazakâr Parti içerisinde kümelenmişlerdir.

Liberal Parti, toplumsal desteğini muhafaza ettiği ölçüde tarihsel planda oluşturduğu şahsiyetini de muhafaza etti. İşçiler bağımsızlaşıp İşçi Partisi yaş aldıkça Liberal Parti de tarihsel işlevini yitirdi. Liberalizmdeki eleştirel ve devrimci ruh bu partiden İşçi Partisi’ne göç etti. Önce ayrışan, sonra kucaklaşan Asquith hizbi ile Lloyd George hizbi, liberalizmin o rahatsız ve değişken ruhuna ait bir beden olmaktan çıktı.

Liberalizm, eleştirel bir güç ve yenileyici bir ülkü olarak zaman içerisinde yaşlı bir beden olmaktan çıkıp genç ve çevik bir organizmaya dönüştü. Görevden alınmış olan üç İşçi Partili bakan olarak Ramsay Mac Donald, Sydney Webb ve Phillipp Snowden, ruh ve ideoloji olarak liberalizmin rahminden çıkmıştı. Bugün bu isimler, liberalizmdeki devrimci potansiyeli ifade ediyorlar.

Liberaller ve muhafazakârlar birbirlerinden ayrıştırılamazlar. “Liberal” kelimesi, o burjuva anlamı ve kullanım tarzı dâhilinde, boş bir kelimedir. Burjuvazinin gördüğü işlev, artık liberal değil muhafazakârdır. Tam da bu sebeple bugün İngiliz liberaller, muhafazakârları hoş görme eğilimi içerisine girmişlerdir. Liberaller ve muhafazakârlar tesadüfen kaynaşıp birleşmediler, bu süreç yaşandı, çünkü aralarındaki muhalifliğe dair eski dürtüler ve karşıtlıklar ortadan kalktı.

Eski liberalizm tarihsel serüveninin sonuna geldi. Onun krizine tüm çıplaklığı ve yoğunluğu ile bizatihi İngiltere’de tanık oluyoruz, çünkü bu ülkede liberalizm en ileri aşamasına ulaşıp kemale erdi. Yaşadığı krizden ve başındaki muhafazakâr hükümetten bağımsız olarak İngiltere, bugün hâlâ dünyanın en liberal ülkesi. Orada fikir ve mal alışverişi hâlen daha özgürce yapılabiliyor.

İngiltere, bugün yıkıcı akımların daha az gelişme imkânı bulduğu, dolayısıyla daha az baskıya ve zulme maruz kaldığı bir yer. Londra’nın merkezinde, Trafalgar Meydanı veya Hyde Park’ta burjuvaziye öfke kusan en kızıl komünistlerin geleceğe dair kehanetlerini dinlemek mümkün. Bu düzeyde bir demokrasiye sahip olan bir ülkede gericiliğin İtalyan gericiliği gibi bir şekle bürünmesi veya bir sopa ve kara gömlekle feodalizmin geri dönmesi için mücadele vermesi mümkün değil. Britanya’da bu türden bir gericilik, mevzi kazanamaz, yeni başlayan ilerleme sürecini kesintiye uğratamaz, ketleyemez.

İşçi Partisi deneyimi, boş ve kısır bir deneyim değildir. Bu deneyim, bir yandan da sosyalist dönemin bir kararname ile başlatılacağına dair inancın oluşmasına sebep olmuştur. Bu anlayışın halkı düşünmediğine, dikkate almadığına hiç şüphe yok.

MacDonald’ın kısa ömürlü hükümeti, liberalleri ve muhafazakârları koalisyon kurmaya mecbur etti, bu da liberallerin diğer tarafa denk olan gücünün tasfiye olmasına yol açtı. Bu dönemde İngiliz işçiler, bir şekilde demokrasiye ve parlamentoya dair yanılsamalardan kurtulma imkânı buldular. İşçiler, hükümet gücünün ülkeyi yönetmeye yetmediğini anladılar.

Örneğin basın, sahip olunması gereken güçlerden biridir. Birkaç yıl önce Caillaux’nun da tespit ettiği biçimiyle, gazete ve dergiler genelde büyük sermayenin elindedir. İşçi Partisi birkaç ay hükümette kaldı, ama bu hükümet bir biçimde yönetilemedi. Partinin parlamentodaki konumu onun, liberallerin de kabul ettikleri veya paylaştıkları, Avrupa’nın yeniden inşası ile ilgili siyasete dair belirli ön teklifler dışında, herhangi bir adım atmasına izin vermedi.

İşçi Partisi deneyiminin idari planda ortaya koyduğu sonuçlar da etkisiz ve cılız kaldı, ancak politik düzlemde yol açtığı sonuçlar önemli gelişmeleri tetikledi. Temelde Liberal Parti’deki dağılma, ara partilerin, merkezde duran örgütlerin kaderine dair bir şeyler söylemektedir.

Devrimci fikirle muhafazakâr fikir arasındaki çelişki, üçüncü fikri hükümsüz kılmakta, onu redde tabi tutmaktadır. Her şeyde olduğu gibi siyasette de sadece iki kutup vardır. Bugün tarihi yapan güçler de sadece iki tanedir.

José Carlos Mariátegui
1925
Kaynak

Kitap PDF

0 Yorum: