26 Eylül 2021

,

Tâlib Olmak


Žižek, 11 Eylül sonrası Hristiyan teolojisine yönelik ilgisini İslamcılıkla ilişkilendiriyor, teorik yöneliminin İslamcılığa karşı mücadeleyle bağlantısından söz ediyordu. Bu açıdan, onun 11 Eylül bağlamında yaptığı analizler, Almanya’da göçmenlerle ilgili söyledikleriyle tutarlılık arz ediyor.[1] Göçmenlerin “Batılıları ve imkânlarını kıskanan, haset eden faşistler” olduğunu söylüyor. Žižek, Batı’nın aydını olma işinin, değirmen suyuna kaynaklık ettiğini çok iyi biliyor.

Esasen Žižek, bir anlamda Hristiyanlığı öne çıkartıp ondaki solcu boyutu tartışırken karşıt güç olarak İslam’ı görüyor. Bu sebeple İsa’nın çarmıha gerilmesine ve oradaki anlama odaklanıyor.[2] Çünkü İslam, İsa’nın o çarmıhta ölmediğini kabul etmiyor. Bu anlamda Žižek, Hristiyanlık içi, onun için, İslam’a karşı bir duvar örmeye çalışıyor. Kendi misyonunu buradan tanımlıyor.

Ian Almond, Žižek’in eserlerinde bahsedilen Müslüman’ın üzeri kazındığında, altından bir sosyalist çıktığını söylüyor.[3] Ama Žižek’in bu “sosyalist”e düşman bir liberal olduğunu söylemek gerekiyor. Onun aklında ruhsuz kolektifler var. Bir yazısında, “bedenler kaynaşsın, ruhlar ayrışsın” diyor.[4] Sola tek önerebileceği şey bu. O, bedenler kaynaştığında açığa çıkacak, oluştuğunda bedenleri bütünleyecek kolektif ruha düşmanlık etmeyi iş belliyor.

* * *

Žižek, çıkış noktasının Yahudi-Hristiyan geleneği (veya ‘Batı’ geleneği) olduğunu açıktan söyleyen bir isim.[5] “Hristiyanlıkta komünizm, İslam’da anarşizm” aranmasında da aynı teorik yaklaşım hâkim: Düzen demek, Batı demek. Onun dışı, dışarısı ise düzensizlik. Mesele en fazla, egemenlerin verili düzeni dâhilinde, onların güç ve imkânlarını sıradan insanlarla paylaşabilmesidir. Solculuk, burjuvaziye veya devlete minnet eylemekten başka bir şey değildir. O, ezilenlerin, işçilerin ve yoksulların iradesini tanıyamaz. Batı’ya kul köle olunmalı, oradaki ilerlemeden pay almaya bakılmalıdır.

Bu sebeple sol, Taliban meselesi gibi konu başlıklarında yüzünü kendi gerçeğine, toprağına dönemez. Hemen Žižek’e bakar. Dişine uygun bir misyoner arar, bulur. Žižek’in papağanlığını yapar ya da ona kenar notu düşer. Çünkü Žižek’e göre Taliban, kendisini öldürebilen, cennet masalına inanan, akılsızlığın ve nihilizmin adıdır. Ve derhal ona karşı önlem alınmalı, taklit edilip onu soğuracak bir nüfuz alanı oluşturulmalıdır. Esas olarak da kapitalizmin iklim krizi için “zahid bireyler” imal edilmelidir.

* * *

Sol, gerçek dışı olmayı sevdiği, bunun ekmeğini yediği için verili gerçeği analiz edemez. Bir şey söyleme zorunluluğunu hissettiğinde de hemen Žižek gibi liberal isimlere ya da Pentagon, NATO ve CIA elinden çıkmış Doğu ve İslam analizlerine sarılır. Sol, Doğu konusunda hep Pentagon, NATO ve CIA ağzıyla konuşur. Başka bir aklı, dili ve söylemi asla tanımaz, kabul etmez.

Yaşanan herhangi bir olay veya oluşan herhangi bir dönem, doğrudan düşmanın kavramlarıyla ve zihniyle karşılanmaktadır. Batı’nın evrensel, Doğu’nun tikel, sınırlı ve geçici olduğu fikri, solun battığı bataklıktır. Buradan sol, doğalında Batı’nın uygarlaştırıcılık görevinde figüran olmaya çalışmakta, ilerlemeci bir yerden, Batı için mevziler, yollar açmak için uğraşmaktadır.

Dolayısıyla bir solcu olarak Meral Alankuş, “şehadet” kavramını hiç tartışmaz, gayrimüslim bir yerden, bu kavramı Batı penceresinden ele alır.[6] Politik anlamını irdelemez. Kolektif değerini görmez. Onda nihilizm ve ilkellik bulur. Bireyle başlayıp biten hikâyeler dinlediği için kolektif devrimci ruhu da bu bireylik ve birey iradesi üzerinden okur. NATO, Pentagon, CIA raporlarında şehadet nasıl anlaşılıyorsa kavramı o şekilde anlar, kullanır.

Neticede Marksizm bibliyoteği, Hikmet Kıvılcımlı’ya edilen küfür üzerine inşa edilmektedir. Çünkü Kıvılcımlı, en azından İslam’ı ve Doğu’yu kendi gerçekliğinde anlamaya çalışan bir isimdir. O tasfiye edilmişse, fikrî politik mücadelesi de edilmiştir, ama illaki ona asla yakışmayan bibliyoteği temellük edilmelidir.

* * *

Slavoj Žižek, yazılarında bireycilik ve liberalizmi eşleştiriyor, ama kolektifi işgal eden liberalizmi görmüyor. Onu kendince perdelemeye çalışıyor. Çünkü Žižek, bedenlerin kaynaşmasını, ruhların ise ayrışıp uzaklaşmasını istiyor. Dolayısıyla, bedenin liberalizmini eleştiriyor, ama bunu ruhun liberalizmi adına yapıyor.

Bu anlamda yazarımız, kapitalizm koşullarında bastırılan kolektif özgürlükçü aidiyetin Taliban şahsında açığa çıktığını tespit ediyor ve buna karşı önlem almaya çalışıyor. Meral Alankuş ise Žižek’in Taliban’a yönelik nihilizm eleştirisine katılıyor, ama Marksistleri, devrimcileri aynı torbaya atmasına, laik bir yerden, alerji geliştiriyor. İçerliyor.

Bu alerji, “devrim şehitleri” lafının afişlerden ve pankartlardan silindiği dönemin tezahürü. “Şehit” kelimesiyle tarih ve toplumla kurulan münasebet, kesiliyor. Batı’dan, Batı değerlerinden yola çıkılarak teşkil edilen solculuk, özellikle 11 Eylül sonrası, Doğulu olan her şeyi kapı dışarı etme gereği duyuyor. Doğu’ya küfretmek, alamet-i farika hâline geliyor. Bu nedenle “tamam onlar nihilist, ama bize nihilist diyemezsiniz!” diyorlar.

Žižek, esasen kendi teorisini Yahudi-Hristiyan geleneğine dayandırdığını söyleyen solcu, liberal veya Marksist çizginin parçası olarak konuşuyor. Ama aynı işi İslam ve İslamî gelenek üzerinden yapmaya kalkanlar, hemen aforoz ediliyorlar. Kıvılcımlı, bunun en somut örneği. Onun tasfiye edilişi, solun egemenlere kul köle oluşuyla alakalı.

* * *

Nihilizm, marjinallik gibi eleştirilerden uzak durmak gerekiyor. Politik olay ve olgular, şahsileştirmeden, şahsa indirgenmeden, ele alınmalı. Müslüman bir militanın yıkıcı iradesi, onunla başlayıp biten bir kesit değil, kolektif aidiyetin tarihselliği ve toplumsallığı bağlamında değerlendirilmeli. Aksi takdirde “bunlar sevişmeyi bilmiyor, hadi sevişelim”den, “bunlar içmeyi bilmiyor, hadi içelim”den başka bir şey söylemeyen küçük burjuva muhalefetin değirmenine su taşınıp durulacaktır. Burjuva tarihi tanımayana “nihilist”, burjuva toplumu kabul etmeyene “marjinal” denilerek tek bir adım bile atılamaz. Sırt nereye yaslanıyor, oraya bakılmalıdır.

Sol, mevcut küçük burjuva muhalefet düzleminde, ancak Žižek gibi ruhsuz kolektifler, komünler önerisinde bulunabilir. Kılıcı olmayanı, kılıcı almayanı imam (önder) kabul etmeyen bir gelenek, bireysel psikolojik kodlarla eleştirilemez. Bireyi inşa eden maddi ilişkiler referans alınarak anlaşılamaz.

Sol, meyhanelerde masalara çıkıp eğlenme üzerine kurulu kolektif anlayışının ötesine geçmek zorundadır. Ezilenlerin, işçilerin ve yoksulların kavgasına ait olmalı, o kavganın özgürlüğü için dövüşmeli, devrim yolunu buradan açmalıdır. Birey ölçüsüne ve ölçeğine göre inşa edilmiş pratikleri, Batı’ya vurarak eleştirebilmeli, burjuvanın tarihine ve toplumuna kılıç sallamalı, devrimci kolektif ruhun açığa çıkmasını sağlamalıdır. Bunu yaparken, Batı’ya yaranmak adına, ezilenlerin, emekçilerin, yoksulların İslam bayrağı altında ortaya koydukları pratiği laik ve liberal bir refleksle çöpe atmamalı, o pratikten öğrenmeyi bilmeli, ona tâlib olabilmelidir.

Eren Balkır
21 Eylül 2021

Dipnotlar:
[1] Eren Balkır, “Nefret”, 15 Ocak 2016, İştiraki.

[2] Nathan Coombs, “Hristiyan Komünistler, İslamî Anarşistler”, 9 Aralık 2009, İştiraki.

[3] Ian Almond, The New Orientalists, Tauris, 2007, s. 190.

[4] Slavoj Žižek, “Elon Musk’ın Arzusu”, 1 Eylül 2020, İştiraki.

[5] Sam Miller ve Harrison Fluss, “Aptal ve Deli”, 20 Nisan 2019, İştiraki.

[6] Slavoj Žižek, “Taliban’ın Afganistan’ı Bu Kadar Hızlı Ele Geçirmesinin Gerçek Sebebi”, 18 Ağustos 2021, MB.

[7] Meral Alankuş, “Derkenar”, 25 Ağustos 2021, MB.

0 Yorum: