Žižek, 11 Eylül sonrası Hristiyan teolojisine yönelik
ilgisini İslamcılıkla ilişkilendiriyor, teorik yöneliminin İslamcılığa karşı
mücadeleyle bağlantısından söz ediyordu. Bu açıdan, onun 11 Eylül bağlamında
yaptığı analizler, Almanya’da göçmenlerle ilgili söyledikleriyle tutarlılık arz
ediyor.[1] Göçmenlerin “Batılıları ve imkânlarını kıskanan, haset eden
faşistler” olduğunu söylüyor. Žižek, Batı’nın aydını olma işinin, değirmen suyuna
kaynaklık ettiğini çok iyi biliyor.
Esasen Žižek, bir anlamda Hristiyanlığı öne çıkartıp
ondaki solcu boyutu tartışırken karşıt güç olarak İslam’ı görüyor. Bu sebeple
İsa’nın çarmıha gerilmesine ve oradaki anlama odaklanıyor.[2] Çünkü İslam,
İsa’nın o çarmıhta ölmediğini kabul etmiyor. Bu anlamda Žižek, Hristiyanlık
içi, onun için, İslam’a karşı bir duvar örmeye çalışıyor. Kendi misyonunu
buradan tanımlıyor.
Ian Almond, Žižek’in eserlerinde bahsedilen
Müslüman’ın üzeri kazındığında, altından bir sosyalist çıktığını söylüyor.[3]
Ama Žižek’in bu “sosyalist”e düşman bir liberal olduğunu söylemek gerekiyor.
Onun aklında ruhsuz kolektifler var. Bir yazısında, “bedenler kaynaşsın, ruhlar
ayrışsın” diyor.[4] Sola tek önerebileceği şey bu. O, bedenler kaynaştığında
açığa çıkacak, oluştuğunda bedenleri bütünleyecek kolektif ruha düşmanlık
etmeyi iş belliyor.
* * *
Žižek, çıkış noktasının Yahudi-Hristiyan geleneği
(veya ‘Batı’ geleneği) olduğunu açıktan söyleyen bir isim.[5] “Hristiyanlıkta
komünizm, İslam’da anarşizm” aranmasında da aynı teorik yaklaşım hâkim: Düzen
demek, Batı demek. Onun dışı, dışarısı ise düzensizlik. Mesele en fazla,
egemenlerin verili düzeni dâhilinde, onların güç ve imkânlarını sıradan
insanlarla paylaşabilmesidir. Solculuk, burjuvaziye veya devlete minnet
eylemekten başka bir şey değildir. O, ezilenlerin, işçilerin ve yoksulların
iradesini tanıyamaz. Batı’ya kul köle olunmalı, oradaki ilerlemeden pay almaya
bakılmalıdır.
Bu sebeple sol, Taliban meselesi gibi konu
başlıklarında yüzünü kendi gerçeğine, toprağına dönemez. Hemen Žižek’e bakar.
Dişine uygun bir misyoner arar, bulur. Žižek’in papağanlığını yapar ya da ona
kenar notu düşer. Çünkü Žižek’e göre Taliban, kendisini öldürebilen, cennet
masalına inanan, akılsızlığın ve nihilizmin adıdır. Ve derhal ona karşı önlem
alınmalı, taklit edilip onu soğuracak bir nüfuz alanı oluşturulmalıdır. Esas
olarak da kapitalizmin iklim krizi için “zahid bireyler” imal edilmelidir.
* * *
Sol, gerçek dışı olmayı sevdiği, bunun ekmeğini yediği
için verili gerçeği analiz edemez. Bir şey söyleme zorunluluğunu hissettiğinde
de hemen Žižek gibi liberal isimlere ya da Pentagon, NATO ve CIA elinden çıkmış
Doğu ve İslam analizlerine sarılır. Sol, Doğu konusunda hep Pentagon, NATO ve
CIA ağzıyla konuşur. Başka bir aklı, dili ve söylemi asla tanımaz, kabul etmez.
Yaşanan herhangi bir olay veya oluşan herhangi bir
dönem, doğrudan düşmanın kavramlarıyla ve zihniyle karşılanmaktadır. Batı’nın
evrensel, Doğu’nun tikel, sınırlı ve geçici olduğu fikri, solun battığı
bataklıktır. Buradan sol, doğalında Batı’nın uygarlaştırıcılık görevinde
figüran olmaya çalışmakta, ilerlemeci bir yerden, Batı için mevziler, yollar
açmak için uğraşmaktadır.
Dolayısıyla bir solcu olarak Meral Alankuş, “şehadet”
kavramını hiç tartışmaz, gayrimüslim bir yerden, bu kavramı Batı penceresinden
ele alır.[6] Politik anlamını irdelemez. Kolektif değerini görmez. Onda
nihilizm ve ilkellik bulur. Bireyle başlayıp biten hikâyeler dinlediği için
kolektif devrimci ruhu da bu bireylik ve birey iradesi üzerinden okur. NATO,
Pentagon, CIA raporlarında şehadet nasıl anlaşılıyorsa kavramı o şekilde anlar,
kullanır.
Neticede Marksizm bibliyoteği, Hikmet Kıvılcımlı’ya
edilen küfür üzerine inşa edilmektedir. Çünkü Kıvılcımlı, en azından İslam’ı ve
Doğu’yu kendi gerçekliğinde anlamaya çalışan bir isimdir. O tasfiye edilmişse,
fikrî politik mücadelesi de edilmiştir, ama illaki ona asla yakışmayan
bibliyoteği temellük edilmelidir.
* * *
Slavoj Žižek, yazılarında bireycilik ve liberalizmi
eşleştiriyor, ama kolektifi işgal eden liberalizmi görmüyor. Onu kendince
perdelemeye çalışıyor. Çünkü Žižek, bedenlerin kaynaşmasını, ruhların ise
ayrışıp uzaklaşmasını istiyor. Dolayısıyla, bedenin liberalizmini eleştiriyor,
ama bunu ruhun liberalizmi adına yapıyor.
Bu anlamda yazarımız, kapitalizm koşullarında
bastırılan kolektif özgürlükçü aidiyetin Taliban şahsında açığa çıktığını
tespit ediyor ve buna karşı önlem almaya çalışıyor. Meral Alankuş ise Žižek’in
Taliban’a yönelik nihilizm eleştirisine katılıyor, ama Marksistleri,
devrimcileri aynı torbaya atmasına, laik bir yerden, alerji geliştiriyor.
İçerliyor.
Bu alerji, “devrim şehitleri” lafının afişlerden ve
pankartlardan silindiği dönemin tezahürü. “Şehit” kelimesiyle tarih ve toplumla
kurulan münasebet, kesiliyor. Batı’dan, Batı değerlerinden yola çıkılarak
teşkil edilen solculuk, özellikle 11 Eylül sonrası, Doğulu olan her şeyi kapı
dışarı etme gereği duyuyor. Doğu’ya küfretmek, alamet-i farika hâline geliyor.
Bu nedenle “tamam onlar nihilist, ama bize nihilist diyemezsiniz!” diyorlar.
Žižek, esasen kendi teorisini Yahudi-Hristiyan
geleneğine dayandırdığını söyleyen solcu, liberal veya Marksist çizginin
parçası olarak konuşuyor. Ama aynı işi İslam ve İslamî gelenek üzerinden
yapmaya kalkanlar, hemen aforoz ediliyorlar. Kıvılcımlı, bunun en somut örneği.
Onun tasfiye edilişi, solun egemenlere kul köle oluşuyla alakalı.
* * *
Nihilizm, marjinallik gibi eleştirilerden uzak durmak
gerekiyor. Politik olay ve olgular, şahsileştirmeden, şahsa indirgenmeden, ele
alınmalı. Müslüman bir militanın yıkıcı iradesi, onunla başlayıp biten bir
kesit değil, kolektif aidiyetin tarihselliği ve toplumsallığı bağlamında
değerlendirilmeli. Aksi takdirde “bunlar sevişmeyi bilmiyor, hadi
sevişelim”den, “bunlar içmeyi bilmiyor, hadi içelim”den başka bir şey
söylemeyen küçük burjuva muhalefetin değirmenine su taşınıp durulacaktır.
Burjuva tarihi tanımayana “nihilist”, burjuva toplumu kabul etmeyene “marjinal”
denilerek tek bir adım bile atılamaz. Sırt nereye yaslanıyor, oraya
bakılmalıdır.
Sol, mevcut küçük burjuva muhalefet düzleminde, ancak
Žižek gibi ruhsuz kolektifler, komünler önerisinde bulunabilir. Kılıcı
olmayanı, kılıcı almayanı imam (önder) kabul etmeyen bir gelenek, bireysel
psikolojik kodlarla eleştirilemez. Bireyi inşa eden maddi ilişkiler referans
alınarak anlaşılamaz.
Sol, meyhanelerde masalara çıkıp eğlenme üzerine
kurulu kolektif anlayışının ötesine geçmek zorundadır. Ezilenlerin, işçilerin
ve yoksulların kavgasına ait olmalı, o kavganın özgürlüğü için dövüşmeli,
devrim yolunu buradan açmalıdır. Birey ölçüsüne ve ölçeğine göre inşa edilmiş
pratikleri, Batı’ya vurarak eleştirebilmeli, burjuvanın tarihine ve toplumuna
kılıç sallamalı, devrimci kolektif ruhun açığa çıkmasını sağlamalıdır. Bunu
yaparken, Batı’ya yaranmak adına, ezilenlerin, emekçilerin, yoksulların İslam
bayrağı altında ortaya koydukları pratiği laik ve liberal bir refleksle çöpe
atmamalı, o pratikten öğrenmeyi bilmeli, ona tâlib olabilmelidir.
Eren Balkır
21 Eylül 2021
Dipnotlar:
[1] Eren Balkır, “Nefret”, 15 Ocak 2016, İştiraki.
[2] Nathan Coombs, “Hristiyan Komünistler, İslamî
Anarşistler”, 9 Aralık 2009, İştiraki.
[3] Ian Almond, The New Orientalists, Tauris,
2007, s. 190.
[4] Slavoj Žižek, “Elon Musk’ın Arzusu”, 1 Eylül 2020,
İştiraki.
[5] Sam Miller ve Harrison Fluss, “Aptal ve Deli”, 20
Nisan 2019, İştiraki.
[6] Slavoj Žižek, “Taliban’ın Afganistan’ı Bu Kadar
Hızlı Ele Geçirmesinin Gerçek Sebebi”, 18 Ağustos 2021, MB.
[7] Meral Alankuş, “Derkenar”, 25 Ağustos 2021, MB.
0 Yorum:
Yorum Gönder