16 Eylül 2021

, ,

Dil ve Diş


İngiltere, aşağı yukarı aynı dönemde, yirmilerin sonlarında, Afganistan’a, İran’a ve Türkiye’ye kıyafet konusunda talimat verdi. Bu üç ülkede de İslamî kıyafet yasaklandı. İlk ikisinde devrim oldu, üçüncüsünde başörtüsü ile birlikte devrim de yasaklandı. Devrimi yapabilecek güçler birbirlerine kırdırıldı. İngiliz aklı devlete sindi. İliklere işledi.

Maraş, Urfa gibi şehirlerde yabancı işgaline karşı verilen mücadelede direnişin fitilini, kadınların başındaki örtünün işgal askerlerince çıkartılması ateşlemişti. Bu potansiyel, içteki ve dıştaki güçlerce görüldü ve gerekli önlemler alındı. İdeolojist ve laisist bir yerden bakılmadığında tarih, egemenlerin mücadelelerini nasıl yürüttüklerine dair çok şey söylüyor olmalı.

* * *

1963’te İran’da Şah, tarımı kapitalizme açtı, bu konuda gerekli reformları yaptı. Bu gelişmeye bir tek Humeyni ve ait olduğu güç itiraz etti. 1979’da İran’da doğan devrim ihtiyacını sadece Humeyni karşılayabildi. Sol ve liberal örgütler, 1963’teki itirazı ve geçmişte başörtüsünün yasaklanması üzerine patlak veren ayaklanmayı idrak edemediler. Hep birlikte, Şah ile zenginleşen, Şah ile palazlanan, ama kendi mülküne kendince sahip olmak, onu kimseyle bölüşmemek istediği için Şah’tan kurtulmak isteyen mızmız orta sınıfa örgütlendiler. Orta sınıf, her şeyin başı ve sonu olmak istiyordu. Aynaya baktığında, başını yastığına koyduğunda, Şah’ın sayesinde güçlenip zenginleştiği gerçeği ile yüzleşmekten nefret ediyordu. Ezilen, yoksul ve emekçi kesimlerde açığa çıkan devrim ihtiyacını ise köklü bir tarihe ve geniş bir örgütsel ağa sahip olan mollalar karşıladı.

* * *

1963’te mollalar, köye giren traktöre itiraz ederlerken, Türkiye’deki Müslümanlar, “en iyi traktörü ben yaparım” yarışına girdiler. Düzen içi kanallarda varolma imkânlarını kovalayıp durdular. Sol da bu oportünizmi ve reformizmi eleştirmenin ekmeğini yemeye çalıştı. Sonra kendisi de aynı kanallara tevessül etti.

Müslüman siyasetçiler, Türkiye siyasetinde İtilafçı ve İttihatçı hatta göre pozisyon aldılar, bu gerilime uygun kalıplara döküldüler. Dolayısıyla, buradaki Müslüman hareket, dünya genelinde farklı coğrafyalarda açığa çıkan İslamcı dinamiklerin birikimini soğurarak, ayıklayarak ve etkisini kırarak edinebildi. Müslüman hareket, bu açıdan, liberalizm ve kemalizm için bir tür filtre görevi gördü.

Sol hareket ise aynı filtre görevini, esasen CHP üzerinden üstlendi. AKP’nin ait olduğu gelenek, “bu ülkede İslamî veya Müslüman bir devrim olmasın” diyenlerin; CHP geleneği, “bu ülkede sol veya sosyalist bir devrim olmasın” diyenlerin var ettiği, ayakta tuttuğu olgulardı. Burjuvazinin tayin ettiği siyaset sahasının dışına çıkamayanlar, çıkmak istemeyenler, İtilafçı-İttihatçı arasında cereyan eden kayıkçı dövüşüne teslim oldular. O kavganın dışına çıkıp gerçek zorunluluklarla, somut ihtiyaçlarla yüzleşme cüretini gösteremediler.

Cumhuriyeti ve başlangıcını ölçü ve kerteriz olarak alanlar, silâhlarını daha çok ezilenlere, sömürülenlere doğrulttular. Bu muktedirler, ağalar-paşalar, ezilenlerin-sömürülenlerin Cumhuriyet öncesinde edindikleri güç ve imkânları ortadan kaldırmak için uğraştılar. Kanunlar, bunun için çıkartıldı, nizam, bu amaç doğrultusunda tesis edildi.

* * *

Bugün de Müslüman kesimdeki tartışmalar, devletin ve sermayenin belirlediği bağlamın dışına çıkamıyor. Zorunlu olarak Müslüman siyasetçiler, koltuk ve mevki derdiyle, varolma gayesiyle, laik Kemalist veya liberal ipe sarılıyorlar, onların boyasıyla boyanıyorlar. Bu kesimleri ürkütecek tek laf edemiyorlar. Açıktan “din terakkiye manidir” veya “inancımızı terk edelim” diyorlar.

AKP’nin hesabını vermeyenler de dâhil olmak üzere Müslüman kesim, Müslüman’ın kolektif iradesine egemenler gibi saygı göstermiyor. Asıl olarak mevki ve titr sahibi bireylere sesleniyor. Birlik çağrıları, özünde post-AKP dönemi ile alakalı. Çünkü AKP sonrası için Müslümanların (bir kez daha) dilinin kesilmesi, dişlerinin sökülmesi gerekiyor.

Bu tür birlik çalışmalarına hemen liberaller, sızma harekâtı ile cevap geliştiriyor. Akıncı birliklerini her birleşme noktasına gönderiyorlar. Bu türden toplantıları, birlik çalışmalarını sabote etmek, katılımcılara ayar vermek ve onları AKP sonrası dönem konusunda uyarmak için kullanıyorlar. Varlıkları ve müdahaleleri bu tür amaçlara yönelik.

Çünkü artık Murat Belge, Eser Karakaş veya Altan Biraderler gibi liberallerin Müslüman yayınların ve ortamların parçası kılınmasına gerek yok. Devlet, buna artık ihtiyaç duymuyor. Müslüman cenah, kendi özel liberallerini yetiştirmeyi bildi. Malını mülkünü bölüşmek istemeyenlerin serzenişi olarak liberalizm, içeride gayet sağlam mevziler edindi. Bu sayılan isimlerin ajanlığına artık ihtiyaç kalmadı. Abant toplantıları gereksiz. Ali Bulaç, artık Ömer Laçiner’e sırt masajı yapmak zorunda değil.

* * *

Bugün burjuva siyaseti sahasında at koşturanlar, Erdoğan’ın hastalığı, parti içinde ayağının kaydırılması ihtimali, darbe, seçim mağlubiyeti gibi başlıklar üzerinden, farklı yollara yönelmiş, farklı arayışlar içerisinde girmiş durumdalar. Yeni dönemde suyun başını tutmak, köşebaşlarına yerleşmek, koltuk kapmak, mevkileri gasp etmek konusunda belirgin bir yarış söz konusu. Bütün burjuva siyaset, bu ölçütler üzerinden işliyor. Yağmadan, talandan, sömürüden pay almak isteyenler, birbirleriyle yarışıyor. Erdoğan sonrası dönem, yeni, taze ve körpe Erdoğancıklarını çağırıyor.

Tam da bu sebeple, liberal “Müslüman”lar, esasen doksanlardaki Erdoğan gibi konuşuyorlar. “Müslümanlar belirli sorunlara çözüm bulsunlar, işe yarasınlar, fazla da gevezelik etmesinler” diyorlar. Sorunların, sebeplerinin maddi sınıfsal gerçekliğini sorgulama gereği duymuyorlar. Düzen içi arayışları meşrulaştırıyorlar, sermayeye ve devlete işmar edip “beni seç” diye yalvarıyorlar. Müslüman'ın devlete ve sermayeye yaranmaya çalışarak var olabileceğini vaaz ediyorlar. Bu noktada kendilerinde varolduğuna inandıkları, Müslüman emekçileri, yoksulları kandırma potansiyeline güveniyorlar. Kendilerini buradan bir yerlere satabiliyorlar.

Tam da bu sebeple, kemalizmi mutlak veri kabul eden bir liberal olarak konuşuyorlar, “ümmetten millete geçmemizi sağlayan” cumhuriyeti övenler gibi, “ümmetten bireye geçişi sağlayan cumhuriyet”i övme ihtiyacı duyuyorlar. Cumhuriyeti sınıfüstü, sömürüden ve zulümden azade, kirsiz passız bir yüce değer olarak alıyorlar. Devlet, kendisini sola ve Müslüman’a vura vura öğretiyor.

* * *

Bugün liberallerin rahatsızlanıp birlik çalışmalarına müdahale etme ihtiyacı duymalarının ana sebebi ise Taliban. Liberaller, örgütün Afganistan’da iktidarı alışının Türkiye’deki Müslümanlar nezdinde yaratacağı etkiyi görüyorlar. Bu sebeple, gerekli müdahaleyi gerçekleştirip birey ölçüsü uyarınca, Müslümanlara ayar vermeye çalışıyorlar.

Bu tür müdahalelerde liberaller, yeni koçbaşları temin ettiler. Batı’dan edindikleri bu silâhların birinin adı “Kadın” diğeri ise “Kürd”. Gerçek kadın ve gerçek Kürd ile, onların derdi ve öfkesiyle alakası bulunmayan bu iki koçbaşı, liberallerin, onların ardında devletin ve sermayenin ilerlemesi için gerekli yolu açmak için kullanılıyor. Bir yandan da bu ilerleyişten en çok rahatsızlık duyacak Kürd ve Kadın ise dilsiz ve dişsiz bırakılıyor. Liberalizmin, kadının ve Kürdün derdiyle, öfkesiyle ilişki kurması imkânsız.

* * *

Aslında liberallerin bireyin fikirlerini özgürce ifade etmesi talebi, modernist bir proje olarak gündeme geliyor. Herkesin açığa çıkması, gizli niyetlerin faş edilmesi, olası tehlikelerin belirlenmesi yönünde bir adım atılıyor. Bireyleri aşan, düşmanı köşeye sıkıştıracak kolektif iradenin açığa çıkmasına mani olunuyor. AKP kurulmazdan önce yapılan benzer bir operasyon, 2023 öncesi yeniden çekiliyor. Operasyon, gene liberaller eliyle yürütülüyor.

“Siyasetin düşmanlık değil dostluk üzerine kurulması gerektiğini” söyleyen liberaller, yeni dönemin Ebu Cehilleri ve Ebu Lehebleri, hatta Yezidleri ile dost olacaklarını ikrar etmiş oluyorlar. Sömürü ve zulüm konusunda hangi safta olduklarını şimdiden ortaya koyuyorlar. Doksanlarda Ercüment Özkan’la kemalizmi ikna edeceği konusunda tartışan Erdoğan gibi konuşuyorlar. Birilerine “sizi Erdoğan’sız bırakmayız” sözü veriyorlar. “Bizim bir iddiamız veya davamız yok, sorunları biz çözeriz, bize destek olun n’olur!” diyorlar.

* * *

Hanif Marksizm, aslında tektanrıcı gelenek ve İbrahimî hat içerisinde bir devrimi ifade eden İslam’ı ve Muhammed’i silen, Onları görmeyen bir tür liberal öneri olarak vücut buluyor. Birlik Meclisi’nde sunulan öneriler, genç-yaşlı gerilimi türünden tartışmalar, liberal bir müdahaleyle İslam’ın ve Muhammed’in iradesini silikleştirmek gibi bir işlev görüyor. Liberaller ikisini de sevmiyor. Onlar, kolektifin, mücadelenin ve davanın düşmanı.

Bugün liberaller, doksanlardaki belediye başkanı ve yıldızı parlatılan yeni siyasetçi Erdoğan gibi konuşuyorlar. Farklılıksa dönemle ilgili: Erdoğan, sanayileşme, büyüme ve bölgesel güç olma ihtiyacı içerisinde olan bir devlete ve sermayeye hizmet edebileceğini ispatladığı, bu konuda söz verdiği için başa geçirildi. Birilerine göre, artık kirlendi. Akışı kitledi. Liberal ilerlemeye zarar vermeye başladı. Erdoğan yüzünden, devlete ve sermayeye düşmanlık edebilecek “kolektif, mücadele ve dava” varolma imkânı bulmaya başladı ki bu, önü alınması gereken bir tehdit ve tehlike.

Bugünkü liberaller, AB ve ABD’de tekellerin dijital-yeşil dönüşüm, iklim krizi, pandemi, döngüsel ekonomi, mali kriz, göç krizi bağlamında gündeme getirdikleri seçenekleri yeni şeylermiş gibi pazarlıyorlar. Sömürüden ve zulümden ariymiş gibi sundukları önerilerine kitleler arıyorlar. Yeni dönemin Erdoğan’ı olmak istiyorlar. Tekellerin, küresel efendilerin tercihlerini ve önerilerini burada kutsallaştırma, yüceltme, mutlaklaştırma yönünde çalışma yürütüyorlar. Değirmenin suyunun bu şekilde akacağını çok iyi biliyorlar.

* * *

Liberalizm, ezilenleri-sömürülenleri dilsiz ve dişsiz kılmak isteyen bir ideolojidir. Sol cenah gibi Müslüman cenah da yavan Erdoğan husumeti üzerinden liberalizme teslim edilmiştir. Burada amaç, dilin kesilmesi, dişin sökülmesidir. Bu, devletin ve sermayenin ortak operasyonunun bir sonucudur.

Neticede bugün Erdoğan’ın yerine bu liberal isimlerden biri de gelse, Erdoğan ne yapıyorsa onu yapacaktır. Yapılanların bireysel tercih, kişisel kapris, öznel irade gibi takdim edilmesi, sorunludur. Yapısal maddi işleyiş analiz edilmeli, kitlelerin örgütlenmesi esası üzerinden, açığa çıkan dert ve öfke örgütlenmeli, o derde ve öfkeye örgütlenilmelidir. Liberalizmden uzaklaşıldıkça dert dillenecek, öfke dişlenecektir. Dilsiz dert, dişsiz öfke, zalimlere teslim olmaya mecburdur.

Eren Balkır
28 Ağustos 2021

0 Yorum: