İngiltere, aşağı yukarı aynı dönemde, yirmilerin
sonlarında, Afganistan’a, İran’a ve Türkiye’ye kıyafet konusunda talimat verdi.
Bu üç ülkede de İslamî kıyafet yasaklandı. İlk ikisinde devrim oldu,
üçüncüsünde başörtüsü ile birlikte devrim de yasaklandı. Devrimi yapabilecek
güçler birbirlerine kırdırıldı. İngiliz aklı devlete sindi. İliklere işledi.
Maraş, Urfa gibi şehirlerde yabancı işgaline karşı
verilen mücadelede direnişin fitilini, kadınların başındaki örtünün askerlerce
çıkartılması ateşlemişti. Bu potansiyel, içteki ve dıştaki güçlerce görüldü ve
gerekli önlemler alındı. İdeolojist ve laisist bir yerden bakılmadığında tarih,
egemenlerin mücadelelerini nasıl yürüttüklerine dair çok şey söylüyor olmalı.
* * *
1963’te İran’da Şah, tarımı kapitalizme açtı, bu
konuda gerekli reformları yaptı. Bu gelişmeye bir tek Humeyni ve ait olduğu güç
itiraz etti. 1979’da İran’da doğan devrim ihtiyacını sadece Humeyni
karşılayabildi. Sol ve liberal örgütler, 1963’teki itirazı ve geçmişte
başörtüsünün yasaklanması üzerine patlak veren ayaklanmayı idrak edemediler.
Hep birlikte, Şah ile zenginleşen, Şah ile palazlanan, ama kendi mülküne
kendince sahip olmak, onu kimseyle bölüşmemek istediği için Şah’tan kurtulmak
isteyen mızmız orta sınıfa örgütlendiler. Orta sınıf, her şeyin başı ve sonu
olmak istiyordu. Aynaya baktığında, başını yastığına koyduğunda, Şah’ın
sayesinde güçlenip zenginleştiği gerçeği ile yüzleşmekten nefret ediyordu.
Ezilen, yoksul ve emekçi kesimlerde açığa çıkan devrim ihtiyacını ise köklü bir
tarihe ve geniş bir örgütsel ağa sahip olan mollalar karşıladı.
* * *
1963’te mollalar, köye giren traktöre itiraz
ederlerken, Türkiye’deki Müslümanlar, “en iyi traktörü ben yaparım” yarışına
girdiler. Düzen içi kanallarda varolma imkânlarını kovalayıp durdular. Sol da
bu oportünizmi ve reformizmi eleştirmenin ekmeğini yemeye çalıştı. Sonra
kendisi de aynı kanallara tevessül etti.
Müslüman siyasetçiler, Türkiye siyasetinde İtilafçı ve
İttihatçı hatta göre pozisyon aldılar, bu gerilime uygun kalıplara döküldüler.
Dolayısıyla, buradaki Müslüman hareket, dünya genelinde farklı coğrafyalarda
açığa çıkan İslamcı dinamiklerin birikimini soğurarak, ayıklayarak ve etkisini
kırarak edinebildi. Müslüman hareket, bu açıdan, liberalizm ve kemalizm için
bir tür filtre görevi gördü.
Sol hareket ise aynı filtre görevini, esasen CHP
üzerinden üstlendi. AKP’nin ait olduğu gelenek, “bu ülkede İslamî veya Müslüman
bir devrim olmasın” diyenlerin; CHP geleneği, “bu ülkede sol veya sosyalist bir
devrim olmasın” diyenlerin var ettiği, ayakta tuttuğu olgulardı. Burjuvazinin
tayin ettiği siyaset sahasının dışına çıkamayanlar, çıkmak istemeyenler,
İtilafçı-İttihatçı arasında cereyan eden kayıkçı dövüşüne teslim oldular. O
kavganın dışına çıkıp gerçek zorunluluklarla, somut ihtiyaçlarla yüzleşme cüretini
gösteremediler.
Cumhuriyeti ve başlangıcını ölçü ve kerteriz olarak
alanlar, silâhlarını daha çok ezilenlere, sömürülenlere doğrulttular. Bu
muktedirler, ağalar-paşalar, ezilenlerin-sömürülenlerin Cumhuriyet öncesinde
edindikleri güç ve imkânları ortadan kaldırmak için uğraştılar. Kanunlar, bunun
için çıkartıldı, nizam, bu amaç doğrultusunda tesis edildi.
* * *
Bugün de Müslüman kesimdeki tartışmalar, devletin ve
sermayenin belirlediği bağlamın dışına çıkamıyor. Zorunlu olarak Müslüman
siyasetçiler, koltuk ve mevki derdiyle, varolma gayesiyle, laik Kemalist veya
liberal ipe sarılıyorlar, onların boyasıyla boyanıyorlar. Bu kesimleri
ürkütecek tek laf edemiyorlar. Açıktan “din terakkiye manidir” veya “inancımızı
terk edelim” diyorlar.
AKP’nin hesabını vermeyenler de dâhil olmak üzere
Müslüman kesim, Müslüman’ın kolektif iradesine egemenler gibi saygı
göstermiyor. Asıl olarak mevki ve titr sahibi bireylere sesleniyor. Birlik
çağrıları, özünde post-AKP dönemi ile alakalı. Çünkü AKP sonrası için
Müslümanların (bir kez daha) dilinin kesilmesi, dişlerinin sökülmesi gerekiyor.
Bu tür birlik çalışmalarına hemen liberaller, sızma
harekâtı ile cevap geliştiriyor. Akıncı birliklerini her birleşme noktasına
gönderiyorlar. Bu türden toplantıları, birlik çalışmalarını sabote etmek,
katılımcılara ayar vermek ve onları AKP sonrası dönem konusunda uyarmak için
kullanıyorlar. Varlıkları ve müdahaleleri bu tür amaçlara yönelik.
Çünkü artık Murat Belge, Eser Karakaş veya Altan
Biraderler gibi liberallerin Müslüman yayınların ve ortamların parçası
kılınmasına gerek yok. Devlet, buna artık ihtiyaç duymuyor. Müslüman cenah,
kendi özel liberallerini yetiştirmeyi bildi. Malını mülkünü bölüşmek
istemeyenlerin serzenişi olarak liberalizm, içeride gayet sağlam mevziler
edindi. Bu sayılan isimlerin ajanlığına artık ihtiyaç kalmadı. Abant
toplantıları gereksiz. Ali Bulaç, artık Ömer Laçiner’e sırt masajı yapmak
zorunda değil.
* * *
Bugün burjuva siyaseti sahasında at koşturanlar,
Erdoğan’ın hastalığı, parti içinde ayağının kaydırılması ihtimali, darbe, seçim
mağlubiyeti gibi başlıklar üzerinden, farklı yollara yönelmiş, farklı arayışlar
içerisinde girmiş durumdalar. Yeni dönemde suyun başını tutmak, köşebaşlarına
yerleşmek, koltuk kapmak, mevkileri gasp etmek konusunda belirgin bir yarış söz
konusu. Bütün burjuva siyaset, bu ölçütler üzerinden işliyor. Yağmadan,
talandan, sömürüden pay almak isteyenler, birbirleriyle yarışıyor. Erdoğan
sonrası dönem, yeni, taze ve körpe Erdoğancıklarını çağırıyor.
Tam da bu sebeple, liberal “Müslüman”lar, esasen
doksanlardaki Erdoğan gibi konuşuyorlar. “Müslümanlar belirli sorunlara çözüm
bulsunlar, işe yarasınlar, fazla da gevezelik etmesinler” diyorlar. Sorunların,
sebeplerinin maddi sınıfsal gerçekliğini sorgulama gereği duymuyorlar. Düzen
içi arayışları meşrulaştırıyorlar, sermayeye ve devlete işmar edip “beni seç”
diye yalvarıyorlar. Müslüman'ın devlete ve sermayeye yaranmaya çalışarak var
olabileceğini vaaz ediyorlar. Bu noktada kendilerinde varolduğuna inandıkları,
Müslüman emekçileri, yoksulları kandırma potansiyeline güveniyorlar.
Kendilerini buradan bir yerlere satabiliyorlar.
Tam da bu sebeple, kemalizmi mutlak veri kabul eden
bir liberal olarak konuşuyorlar, “ümmetten millete geçmemizi sağlayan”
cumhuriyeti övenler gibi, “ümmetten bireye geçişi sağlayan cumhuriyet”i övme
ihtiyacı duyuyorlar. Cumhuriyeti sınıfüstü, sömürüden ve zulümden azade, kirsiz
passız bir yüce değer olarak alıyorlar. Devlet, kendisini sola ve Müslüman’a
vura vura öğretiyor.
* * *
Bugün liberallerin rahatsızlanıp birlik çalışmalarına
müdahale etme ihtiyacı duymalarının ana sebebi ise Taliban. Liberaller, örgütün
Afganistan’da iktidarı alışının Türkiye’deki Müslümanlar nezdinde yaratacağı
etkiyi görüyorlar. Bu sebeple, gerekli müdahaleyi gerçekleştirip birey ölçüsü
uyarınca, Müslümanlara ayar vermeye çalışıyorlar.
Bu tür müdahalelerde liberaller, yeni koçbaşları temin
ettiler. Batı’dan edindikleri bu silâhların birinin adı “Kadın” diğeri ise
“Kürd”. Gerçek kadın ve gerçek Kürd ile, onların derdi ve öfkesiyle alakası
bulunmayan bu iki koçbaşı, liberallerin, onların ardında devletin ve sermayenin
ilerlemesi için gerekli yolu açmak için kullanılıyor. Bir yandan da bu
ilerleyişten en çok rahatsızlık duyacak Kürd ve Kadın ise dilsiz ve dişsiz
bırakılıyor. Liberalizmin, kadının ve Kürdün derdiyle, öfkesiyle ilişki kurması
imkânsız.
* * *
Aslında liberallerin bireyin fikirlerini özgürce ifade
etmesi talebi, modernist bir proje olarak gündeme geliyor. Herkesin açığa
çıkması, gizli niyetlerin faş edilmesi, olası tehlikelerin belirlenmesi yönünde
bir adım atılıyor. Bireyleri aşan, düşmanı köşeye sıkıştıracak kolektif
iradenin açığa çıkmasına mani olunuyor. AKP kurulmazdan önce yapılan benzer bir
operasyon, 2023 öncesi yeniden çekiliyor. Operasyon, gene liberaller eliyle
yürütülüyor.
“Siyasetin düşmanlık değil dostluk üzerine kurulması
gerektiğini” söyleyen liberaller, yeni dönemin Ebu Cehilleri ve Ebu Lehebleri,
hatta Yezidleri ile dost olacaklarını ikrar etmiş oluyorlar. Sömürü ve zulüm
konusunda hangi safta olduklarını şimdiden ortaya koyuyorlar. Doksanlarda
Ercüment Özkan’la kemalizmi ikna edeceği konusunda tartışan Erdoğan gibi
konuşuyorlar. Birilerine “sizi Erdoğan’sız bırakmayız” sözü veriyorlar. “Bizim
bir iddiamız veya davamız yok, sorunları biz çözeriz, bize destek olun n’olur!”
diyorlar.
* * *
Hanif Marksizm, aslında tektanrıcı gelenek ve İbrahimî
hat içerisinde bir devrimi ifade eden İslam’ı ve Muhammed’i silen, Onları
görmeyen bir tür liberal öneri olarak vücut buluyor. Birlik Meclisi’nde sunulan
öneriler, genç-yaşlı gerilimi türünden tartışmalar, liberal bir müdahaleyle
İslam’ın ve Muhammed’in iradesini silikleştirmek gibi bir işlev görüyor.
Liberaller ikisini de sevmiyor. Onlar, kolektifin, mücadelenin ve davanın
düşmanı.
Bugün liberaller, doksanlardaki belediye başkanı ve
yıldızı parlatılan yeni siyasetçi Erdoğan gibi konuşuyorlar. Farklılıksa
dönemle ilgili: Erdoğan, sanayileşme, büyüme ve bölgesel güç olma ihtiyacı
içerisinde olan bir devlete ve sermayeye hizmet edebileceğini ispatladığı, bu
konuda söz verdiği için başa geçirildi. Birilerine göre, artık kirlendi. Akışı
kitledi. Liberal ilerlemeye zarar vermeye başladı. Erdoğan yüzünden, devlete ve
sermayeye düşmanlık edebilecek “kolektif, mücadele ve dava” varolma imkânı
bulmaya başladı ki bu, önü alınması gereken bir tehdit ve tehlike.
Bugünkü liberaller, AB ve ABD’de tekellerin
dijital-yeşil dönüşüm, iklim krizi, pandemi, döngüsel ekonomi, mali kriz, göç
krizi bağlamında gündeme getirdikleri seçenekleri yeni şeylermiş gibi
pazarlıyorlar. Sömürüden ve zulümden ariymiş gibi sundukları önerilerine
kitleler arıyorlar. Yeni dönemin Erdoğan’ı olmak istiyorlar. Tekellerin,
küresel efendilerin tercihlerini ve önerilerini burada kutsallaştırma,
yüceltme, mutlaklaştırma yönünde çalışma yürütüyorlar. Değirmenin suyunun bu
şekilde akacağını çok iyi biliyorlar.
* * *
Liberalizm, ezilenleri-sömürülenleri dilsiz ve dişsiz
kılmak isteyen bir ideolojidir. Sol cenah gibi Müslüman cenah da yavan Erdoğan
husumeti üzerinden liberalizme teslim edilmiştir. Burada amaç, dilin kesilmesi,
dişin sökülmesidir. Bu, devletin ve sermayenin ortak operasyonunun bir
sonucudur.
Neticede bugün Erdoğan’ın yerine bu liberal isimlerden
biri de gelse, Erdoğan ne yapıyorsa onu yapacaktır. Yapılanların bireysel
tercih, kişisel kapris, öznel irade gibi takdim edilmesi, sorunludur. Yapısal
maddi işleyiş analiz edilmeli, kitlelerin örgütlenmesi esası üzerinden, açığa
çıkan dert ve öfke örgütlenmeli, o derde ve öfkeye örgütlenilmelidir.
Liberalizmden uzaklaşıldıkça dert dillenecek, öfke dişlenecektir. Dilsiz dert,
dişsiz öfke, zalimlere teslim olmaya mecburdur.
Eren Balkır
28 Ağustos 2021
0 Yorum:
Yorum Gönder