30 Eylül 2021

İslam’sız Mevlânâ


Rumi’nin Şiirinde İslam’ın Silinmesi
İki yıl önce Coldplay grubunun solisti Chris Martin, oyuncu eşi Gwyneth Paltrow’dan boşandığı ve kendisini kötü hissettiği dönemde bir arkadaşının kitap hediye ettiğinden söz ediyordu. Anlattığına göre Rumi’nin şiirlerinden oluşan bu kitap, onun ruhunu canlandırmıştı. Kitaptaki şiirlerin çevirisi Coleman Barks’a aitti. Yaptığı söyleşide Martin, kitabın hayatını değiştirdiğini söylüyordu. Bu etkileşim, Coldplay’in yeni albümünde de karşılık buldu, hatta Coleman Barks albümde bir de şiir okudu:
“İnsan dediğin misafirhane
Her sabah kapısını yeniden çaldığın.
Anlamsızlık, bunalım ve neşe
Sana muazzam bir bilinç katan
Beklenmedik birer misafir.
Mevlânâ, Madonna ve Tilda Swinton gibi başka ünlülerin de manevi yolculuklarına katkıda bulundu. Hatta bu isimler, çalışmalarına Rumi’nin şiirlerini kattılar. Sosyal medyada ona atfedilen ve motive olmayı öneren aforizmalar dolaştırıldı. “Derede balık tutmak istiyorsan ıslanmayı göze alacaksın” gibi sözler Rumi ile birlikte aktarıldı. Birinde “her anda ruhumu marangoz kalemiyle şekillendiriyorum, ben kendi ruhumun marangozuyum “deniliyordu.
İnternette en çok da Barks’ın çevirileri dolaştırılıyor. Amerika’da rafları en çok onun kitapları süslüyor, düğünlerde onun çevirdiği dizeler okunuyor. Rumi için ABD’nin kitapları en çok satan şairi tabiri kullanılıyor. Hem sufi, hem mistik hem aziz hem de aydınlanmış bir kişilik olarak takdim ediliyor. Ama ömrünü Kur’an ve İslam’a adamış bir isim olmasına rağmen Mevlânâ, hiçbir zaman Müslüman olarak anılmıyor.
Martin’in albümünde yer alan sözler de Mesnevi’den alınmış. Mevlânâ, bu çalışmayı ömrünün sonuna doğru altı cilt olarak kaleme almış. Çoğunluğu Farsça olan elli bin dize, Kur’an’dan alıntılarla örülü. Kitap, genelde Kur’an’daki hikâyeleri ahlak dersleri vermek için aktaran bir çalışma olarak görülüyor. Birçok araştırmacının bitmemiş bir eser olarak değerlendirdiği kitap, “Farsça Kur’an” olarak nitelendiriliyor.
Bugün Maryland Üniversitesi’nde İran çalışmaları profesörü olarak görev yapan Fatima Keşavarz, Rumi’nin Kur’an’ı ezbere bildiğini, şiirinde hep Kur’an’dan yararlandığını söylüyor. Rumi ise Mesnevi’yi “dinin kökünün kökünün kökü, İslam’ın anlamı ve Kur’an’ın açıklayıcısı” olarak nitelendiriyor.
Buna karşın ABD’deki çevirilerinde dinden eser yok. Rutgers Üniversitesi’nde ilk dönem tasavvuf çalışmaları üzerine uzman olan Cavid Müceddidi, “insanların Rumi’nin İngilizcedeki hâlini sevmeleri güzel. Bu, belki de kültürü ve dini kesip atma pahasına elde edebileceğiniz bir ödül” diyor.
Rumi, on üçüncü yüzyıl başlarında, Afganistan’da dünyaya geldi. Ailesiyle birlikte Konya’ya yerleşti. Vaiz ve âlim olan babası onu tasavvufla tanıştırdı. Eğitimine Suriye’de devam etti. Burada Sünni İslam bağlamında fıkıh dersleri aldı. Sonra Konya’ya döndü. Burada ihtiyar seyyah Şems-i Tebrizî ile tanıştı. Kendisine akıl hocalığı yapan bu kişi ile dost oldu. Yaygın kanaate göre Şems, Rumi’nin şiirlerini ve dinî pratiğini etkiledi.
Rumi’nin Sırrı isimli yeni biyografi kitabında Brad Gooch, Şems’in Rumi’yi Kur’anî eğitimini sorgulamaya itti, onunla ayetleri tartıştı ve bağlılığı Allah’la bir olma olarak tanımlayan fikre vurgu yaptı. Rumi ise tasavvufta bulduğu Allah aşkını fıkıh ve Şems’ten öğrendiği tasavvufî düşünceyle birleştirdi.
Farklı kanallardan etkilenen Rumi, kendi çağdaşlarından ayrıştı. Yaşadığı kent olan Konya, mutasavvıfları, selefileri, Müslüman ilahiyatçıları, Hristiyanları ve Yahudileri, ayrıca Sünni Selçuklu idarecilerini aynı potada bir araya getiren bir şehirdi. Rumi’yi etkileyen politik olayları ve dinî eğitimi aktaran Gooch çalışmasında, “Rumi’nin dindar bir aileye doğduğundan, ömrü boyunca beş vakit namazını kılıp oruç tuttuğundan” söz ediyor. Buna karşılık aynı gerilim Gooch’un kitabında da karşımıza çıkıyor. Gooch da kitabında, Rumi’nin “tüm dinleri aşan bir sevgi dininden bahsettiğini” söylüyor.
Oysa bu çalışmalarda temel bir husus gözden kaçırılıyor: Rumi’nin görüşlerini asıl biçimlendiren şey, aldığı İslamî eğitim. Müceddidi’nin de ifade ettiği biçimiyle, Kur’an, Yahudileri ve Hristiyanları “ehl-i kitap” olarak görüyor, dolayısıyla evrenselcilik için bir başlangıç noktası öneriyor. “Bugün birçoklarının Rumi’de hürmetle andığı evrensellik, İslamî bağlamın kendisinden kaynaklanıyor.”
Rumi’nin şiirinden İslam’ın silinmesi süreci, elbette ki Coldplay’le başlamadı. Duke Üniversitesi’nde Ortadoğu ve İslam çalışmaları profesörü olarak çalışan Ümid Safi, Batılı okurların tasavvuf şiirlerini İslamî köklerinden kopartma girişiminin ta Viktoryen çağda başladığını söylüyor. Dönemin teologları ve çevirmenleri, bu şiirlerdeki fikirleri “çöl dini” olarak gördükleri İslam’a yakıştıramıyorlar. Dolayısıyla Rumi ve Hafız gibi şairlerin eserlerini İslam’da gördükleri ahlak ve hukuk kurallarının tam karşısına yerleştiriyorlar. Safi’nin aktardığına göre bu kişiler, meseleyi şu şekilde izah ediyorlar: “Bu şairler, İslam yüzünden değil İslam’a rağmen tasavvufa meyilliler.”
Bu çevirilerin ve yorumların yapıldığı dönem, Müslümanların hukuk düzleminde ayrımcılığa uğradığı bir dönem. 1790’da çıkartılan bir kanunla Müslümanların ABD’ye girişine kısıtlama getiriliyor. Bir yüz yıl sonra ABD yüksek mahkemesi, “Müslüman inancından insanların başka dinlere, özellikle Hristiyanlığa yönelik yoğun düşmanlığından” söz ediyor. 1898’de Mesnevi çevirisine yazdığı giriş bölümünde Sör James Redhouse, şunları söylüyor: “Mesnevi, dünyayı terk eden, Tanrı’yı bilip O’nunla olmak için çabalayan, kendi nefslerini yok edip kendi varlıklarını ruhun derinliklerine yönelik tefekküre adayan insanlara hitap ediyor.” Görüldüğü kadarıyla o dönemde Batı’da Rumi ve İslam, ayrı şeyler olarak ele alınıyor.
Yirminci yüzyılda R. A. Nicholson, A. J. Arberry ve Annemarie Schimmel gibi önemli çevirmenler sayesinde Rumi, İngilizcede önemli bir yere sahip oluyor. Ama Rumi okuyan kitlenin çoğalmasını sağlayan asıl isimse Barks. Barks, çevirmenden çok bir yorumlayıcı. Farsça herhangi bir metni okuma veya kaleme alma konusunda yeterli bir birikime sahip değil. O daha çok, on dokuzuncu yüzyılda yapılmış çevirileri Amerika’ya has şiir tekniğine uyarlayan bir isim.
Barks 1937’de doğuyor, Tennessee eyaletinin Chattanooga şehrinde yaşıyor. İngiliz edebiyatı alanında doktora tezini tamamlıyor. İlk şiir kitabı The Juice 1971’de yayımlanıyor. Rumi şiirlerini ilk kez yetmişlerin sonlarına doğru okuyor. Kendisi de şair olan arkadaşı Robert Bly, Barks’a Arberry’nin çevirilerini veriyor ve ona “bu kuş kapatıldığı kafesten kurtulsun artık” diyor.
Barks, İslam edebiyatını hiç incelememiş. Bir gün bir rüya görüyor. Rüyasında nehrin kıyısında bir kayanın üzerinde uyuyor. Işık halesi içinden bir yabancı çıkıp geliyor ve kendisine “seni seviyorum” diyor. Bu adamı sonradan bir yıl sonra Philadelphia’daki bir tarikat toplantısında görüyor. Adam, o tarikatın lideri. Barks, öğleden sonraları Bly’ın kendisine verdiği Viktoryen döneme ait çevirileri inceliyor ve onları yeniden ifadelendirmek için uğraşıyor. O günden sonra on iki adet Rumi kitabı yayımlıyor.
Kendisiyle yaptığımız sohbette Barks, Rumi’nin şiirlerini “insanın kalbini açan sır” olarak tarif ediyor ve bu sırrın dile dökülemeyeceğini söylüyor. İfade edilemeyeni aktarmak için Rumi’nin eserlerinden kopmak gerektiğini iddia ediyor. Buradan da İslam’a dönük atıfları tümden siliyor.
Örneğin Barks, Arberry’nin “Bunun Gibi” şiirine ait çevirisini alıyor. Şiirin bir dizesini Arberry “Kim size hurileri sorarsa yüzünüzü gösterip bunun gibi deyin” şeklinde çevirmişken Barks, bu dizeyi şu şekilde aktarıyor: “Tüm cinsel isteklerimizin eksiksiz karşılanmasının nasıl bir şey olduğunu soran olursa yüzünüzü kaldırıp bunun gibi deyin.”
Dizedeki dinî bağlam uçup gidiyor. Aynı şiirde Barks, İsa ve Yusuf peygamberlere yönelik atıfları muhafaza ediyor. Kendisine bu mesele sorulduğunda, “İslamî referansları kasten silip silmediğini anımsamadığını” söylüyor. Devamında şunları aktarıyor: “Ben Presbiteryen olarak yetiştirildim. Kitab-ı Mukaddes’i ezbere bilirim. Yeni Ahit’e Kur’an’dan daha fazla hâkimim. Kur’an’ı okuması zor.”
Ümid Safi de birçok isim gibi Barks’ı Rumi’yi ABD’li okurlara takdim ettiği için övüyor. Rumi şiirlerini Amerikan şiir diliyle aktaran Barks, Mevlânâ’nın hayatının ve eserlerinin sevilmesi için çok vakit harcıyor.
Başka isimler de var. Deepak Chopra ve Daniel Ladinsky, Rumi şiirleri pazarlayıp satan kişilerden. Bunların çevirilerinin Rumi’nin şiirleriyle bir alakası yok. Alternatif tıp meraklısı bir isim olan Chopra, şiirlerinin Rumi’nin şiirleriyle bir alakasının olmadığını kabul ediyor. Rumi’nin Aşk Şiirleri isimli çalışmasına yazdığı giriş bölümünde Chopra, kitaptaki şiirlerin orijinal Farsça hâllerinde yakaladığı ruh hâllerini aktardığını, kendisinin özü koruyup yeni şiirler yazdığını” söylüyor.
Bu çevirileri ele alan Safi ise “şiirlerde bir tür manevi sömürgeciliğin iş başında” olduğunu söylüyor. Safi’ye göre bu şiir çevirileri, “Bosna’dan İstanbul’a, Konya’dan İran’a, oradan Orta ve Güney Asya’ya uzanan bir coğrafyada yaşayan Müslümanların yaşadığı, nefes aldığı, içselleştirdiği maneviyat ikliminin üzerinden atlıyor, onu silikleştiriyor ve kendince o coğrafyayı işgal ediyor.”
Dinî bağlamın çıkartılıp atılması, kimi sonuçlara yol açıyor. Trump’ın ulusal güvenlik danışmanı General Michael Flynn gibi isimler, İslam’ı “kanser” olarak nitelendiriyorlar. Hatta bugün siyasetçiler, Batılı olmayanların ve beyaz olmayan kesimlerin medeniyete hiç katkıda bulunmadıklarını söylüyorlar.
Barks ise dini ikinci plana atıyor, Rumi’nin kendince kavradığı özünü öne çıkartıyor. Barks’a göre “din, dünya konusunda çekişmelere yol açıyor.” Bu tespitinin ardından şunu söylüyor: “Benim gerçeğim bana, senin gerçeğin sana, bu saçma bir yaklaşım. Hepimiz birlikteyiz. Rumi şiirleri sayesinde kalbimi açmaya çalışıyorum.”
Rumi, şiirlerinde Kur’an’daki metinleri bir miktar değiştirerek aktarıyor ve bu metinleri, İran şiir tekniğine ve kafiye düzenine uyacak bir kalıba döküyor. Rumi’nin İranlı okurları bu taktiği biliyorlar ama birçok Amerikalı okur İslamî temelin farkında değil.
Ümid Safi, “Kur’an’sız Rumi okumanın Kitab-ı Mukaddes okumadan Milton okumak gibi olduğunu” söylüyor. Rumi, kitabî hattın dışında bir isim olsa bile onun gene de İslam bağlamında yer aldığını görmek gerekiyor. Zira yüzlerce yıl İslam kültürü bu türden “sapmalar”a izin veriyor, alan açabiliyor. Rumi’nin eserleri sadece dinle örülü çalışmalar değil, aynı zamanda İslam alanında çalışma yürüten âlimlerin tarihsel planda sergiledikleri dinamizme dair bir emsal de.
Rumi, yeni düşünceler keşfetme noktasında Kur’an’dan, Hadislerden ve dinî birikimden istifade ediyor ve geleneksel okumalara karşı çıkıyor. Barks’ın çevirdiği ve epey ünlü olan bir şiirde şu söyleniyor: “Yanlışın ve doğrunun ötesinde bir yer var. / Seninle orada buluşacağım.” Rumi’nin şiirinde ise “yanlış” yerine “küfür”, “doğru” yerine “iman” sözcükleri kullanılmış. Aslında doğru çevrilse, Müslüman bir âlimin imanın temelinin dinî yasalar değil de şefkat ve sevginin yüce makamı olduğunu söylediği görülecek. Bugün birçok Müslüman âlime radikal gelecek bu tespiti, Rumi yedi yüz yıl önce yapmış.
Bu, tümüyle özgün bir okuma aslında. Rumi’nin eserleri, dinî maneviyat ile kurumsallaşmış din arasındaki çekişmeyi yansıtan, bunu eşi benzeri görülmemiş bir anlayış ve akılla yapan çalışmalar.
Ümid Safi’ye göre, “tarihsel planda Müslümanların imgelemini Kur’an’dan sonra en fazla biçimlendiren eserler, Rumi ve Hafız’ın şiirleridir. Elle çoğaltılması gereken ciltler dolusu eserin bugüne sağ salim ulaşmış olmasının sebebini burada aramak gerekiyor.
Yazar ve çevirmen Sinan Antun ise şunu söylüyor: “Dil, sadece iletişim aracı değildir. O, aynı zamanda hatıraların, geleneklerin ve mirasın biriktiği depodur.” İki kültür arasındaki bağı kuran kişiler olarak çevirmenler, politik bir projeyi üstleniyorlar aslında. Bu anlamda çevirmenlerin, on üçüncü yüzyıla ait bir İranlı şairin bugünün Amerikalı okuruna nasıl aktarılacağı, nasıl açılacağı konusunda kafa yorması gerekiyor. Ama bir yandan da çevirmenler özgün metne sadık kalmalılar. Bu, okurların şeriat konusunda âlim olan Rumi gibi bir ismin dünyanın en çok okunan aşk şiirlerini yazabildiğini görmesini sağlayacaktır.
Altı ciltlik Mesnevi’yi uzun yıllardır çevirmek için uğraşan Cavid Müceddidi, yolculuğunun henüz ortasında olduğunu söylüyor. Henüz üç cilt yayınlanmış, dördüncüsü baharda yayımlanacak. Çevirilerinde Rumi’nin Arapça aktarımda bulunduğu yerlerde İslamî ve Kur’anî metinlere yer veriliyor. Bolca dipnotun yer aldığı çevirileri okumak biraz emek ve çaba istiyor, ayrıca önyargıların ötesine geçip meseleye bakmayı talep ediyor. Çevirinin temel derdi de yabancıyı anlayabilmek zaten. Keşavarz’ın da dediği gibi: “Çeviri, her şeyin bir biçime, bir kültüre ve tarihe sahip olduğuna dair bir andaç. O, bir Müslümanın başka türlü olabileceğini ortaya koyabilir.”
Rozina Ali
5 Ocak 2017