06 Eylül 2021

,

Milletler Cemiyeti


Milletler Cemiyeti fikri Wilson’a aitti. O fikri, demokrasi ve liberalizmi esas alan ideolojiden devşirdi. Liberal ve demokratik fikirler, her zaman barış yanlısı ve enternasyonalist bir arzuyu içeriyordu.

Burjuva medeniyeti, insan hayatını enternasyonalleştirdi. Kapitalizmin gelişimi, ürünlerin uluslararası düzlemde dolaşımını talep etti. Sermaye, hacim olarak büyüdü, sınırları aştı, farklı ülkeleri birbirine bağladı. Bu sebeple bazen serbest piyasacı ve barışçı bir eğilim içine girdi. Wilson’ın programı, burjuva düşüncesinin enternasyonalist geçmişine geri dönmesinden başka bir şey değildi.

Ama Wilson’ın programı, kaçınılmaz olarak, muzaffer güçlerin milliyetçi çıkarlarıyla ve arzularıyla çatışma içine girdi. Bu sebeple ilgili güçler, programı barış konferansında sabote ettiler ve etkisiz kıldılar. Ardından, Müttefik Kuvvetler üyesi ülkelerin başındaki devlet adamlarının yetenekleri ve atiklikleri karşısında taviz vermek zorunda kalan Wilson, kendi geliştirdiği On Dört Madde’nin herhangi birinden feragat edilecek olursa bu durumu Milletler Cemiyeti’nin kuruluşu ile telafi edebileceğini düşündü. Geliştirdiği ve inatla üzerinde durduğu bu fikir, İtilaf Devletleri’nin kurnaz siyasetçilerince görüldü ve istismar edildi.

Wilson’ın projesi, zekice müdahalelerle biçimsizleştirildi, sakatlandı ve etkisiz kılındı. Versay’da çelimsiz, eli kolu bağlı bir birlik kuruldu. O anlaşma, Almanya, Avusturya ve Bulgaristan gibi ülkelere söz hakkı vermedi, ayrıca üretimi ve tüketimi ile Avrupa’nın geri kalan kısmının ticareti ve hayatı açısından vazgeçilmez olan, yüz otuz milyonluk Rusya bile masada kendisine yer bulamadı.

Sonra Wilson’ın yerini Harding aldı ve ABD Versay Anlaşması’ndan çekildi. ABD’nin müdahil olmadığı Milletler Cemiyeti, Müttefik güçlerin ve Avrupa, Asya ve Amerika’daki ufak ve etkisiz ülkelerin basit bir bileşimine indirgendi. İtilaf devletleri içerisindeki bağlılık ve uyum bir dizi çıkar çatışması yüzünden zarar görünce Milletler Cemiyeti, kendi o dar sınırları içinde bile doğal ve gerekli desteğe sahip bir ittifak veya bir birlik hâline gelemedi.

Tüm bu sebeplere bağlı olarak Cemiyet, o çürük çarık hâliyle mecalsiz başladı serüvenine. Barışa dair ekonomik ve siyasi meseleler, cemiyet içinde değil, özel konferanslarda ve toplantılarda tartışıldı. Milletler Cemiyeti, bu meselelere cevap bulacak gerekli otoriteden, beceriden ve hukukî yetkiden mahrumdu. İtilaf devletleri, gündeme sadece ufak meseleleri alıyordu. Bu da Milletler Cemiyeti’ni uluslararası adalet divanı hâline getiriyordu. Silâhların azaltılması, çalışma hayatının düzenlenmesi gibi meseleler, cemiyetin kararına ve yapılacak oylamaya tabi kılındı. Ne var ki bu alanlarda cemiyetin rolü, incelenecek malzemeleri temin etme ve öneri sunma ile sınırlı idi. Üzerine onca kafa yormasına ve epey özen göstermesine rağmen bu öneriler de kimse tarafından dinlenmiyordu. Örneğin cemiyet bünyesinde kurulan Uluslararası Emek Bürosu, sekiz saatlik çalışma süresi gibi hakların verilmesini sağladı. Bunun üzerine Almanya ve Fransa gibi ülkeler, sekiz saatlik çalışma hakkına karşı devletten yana duran yoğun bir kampanya başlattılar. Öte yandan Milletler Cemiyeti’nde hakkında yürütülen tartışmalarda herhangi bir ilerleme sağlanamayan silâhların azaltılması meselesi ise Washington’da düzenlenen, cemiyetin varlığı açısından tuhaf ve onu dikkate almayan bir konferansta ele alındı.

İtalya-Yunanistan arasında yaşanan gerilim konusunda Milletler Cemiyeti başka bir güçlükle karşılaştı. Mussolini, cemiyetin otoritesine karşı başkaldırdı. Buna karşılık cemiyet, kara gömleklilerin liderinin savaş ve emperyalizm yanlısı siyasetine mani olma veya onu yumuşatma imkânı bulamadı.

Süreç içerisinde demokrasiyi savunan isimler, cemiyetin eksikliğini çektiği otoriteye ve kapasiteye bir gün kavuşacağına dair tüm ümitlerini yitirdiler. Tüm halkların desteğini ve saygısını kazanmasını sağlama görevini üstlenmiş propaganda ekipleri, artık dünyanın her yerinde faaliyet yürütür duruma gelmişlerdi. Bu temelde İtalya başbakanı Nitti, cemiyetin yeniden teşkil edilmesini savundu. Milletler Cemiyeti’ne zaten şüpheli yaklaşan ve ona hiçbir şekilde güvenmeyen Keynes ise kurumun barış için çalışacak güçlü bir aygıt hâline geleceği fikrine destek sundu. Ramsay Mac Donald, Herriot, Painlevé ve Boncour, cemiyeti koruma ve himayesi altına aldı. Demokrasinin sözcüleri, cemiyet gibi bir kurumun ancak uzun bir deneme süresinin ardından, yavaş ilerleyen bir gelişme sürecinden geçerek verimli bir biçimde işleyebileceğini savundular.

Fakat Milletler Cemiyeti’nin hâlihazırda sahip olduğu güçsüz ve etkisiz hâlin somut sebepleri, onun genç olması veya sönük kalmış olması değildir. Bu hâlin sebebi, bireyci rejimdeki çürüme ve çöküştür. Milletle Cemiyeti’nin tarihsel konumu, esasında demokrasi ile liberalizmin tarihsel konumuyla birebir aynıdır. Demokrasi yanlısı siyasetçiler, taviz kopartmak, muhafazakâr düşünce ile devrimci düşünce arasında bir uzlaşma sağlamak için uğraşırlar. Bugün tam da böylesi bir yönelim içerisinde olan Milletler Cemiyeti, burjuva devletindeki milliyetçilikle yeni insanlığın enternasyonalizmini uzlaştırma eğilimindedir. Milliyetçilikle enternasyonalizm arasındaki çelişki, bireyci rejimdeki çürümenin ana sebebidir. Burjuvazinin siyaseti milliyetçi, ekonomisi enternasyonalisttir. Avrupa, esasen sahada bu kıtanın yeniden inşa edilebilmesi için gerekli tüm uluslararası yardım ve işbirliği temelli projelerin yürütüleceği milliyetçi ve savaş yanlısı tutkuların ve ruh hâlinin dirilmiş olmasının çilesini çekmektedir.

Batı medeniyeti içinde yer alan tüm halkların desteğini alsa bile Milletler Cemiyeti, onu icat edip savunanların kendisine bahşettiği rolü asla oynayamaz. Onun içerisindeki çelişkiler ve düşmanlıklar, devletlerin milliyetçi yapısından kaynaklanmaktadır ve süreç içerisinde yeniden oluşacaklardır. Milletler Cemiyeti, halkları temsil eden delegeleri bir araya getirse bile halkları bir araya getiremeyecektir. O, halkları birbirine yabancılaştıran ve onları birbirinden ayıran karşıtlıkları ve uzlaşmaz çelişkileri ortadan kaldıramaz. Milletleri birbirine düşman olan bloklara göre tasnif eden ittifaklar ve anlaşmalar, cemiyet içerisinde varlığını illaki sürdüreceklerdir.

Aşırı sol, Milletler Cemiyeti’ni muktedir sınıfın uluslararası örgütü, burjuva devletlerinin birliği olarak görmektedir. Buna karşın demokrasi yanlısı siyasetçiler, sosyal demokrat proletaryanın liderlerini Milletler Cemiyeti’ne örgütlemeyi başarmışlardır. Uluslararası Emek Bürosu sekreteri Albert Thomas, Fransız sosyalizminin bir evladıdır. Gerçek şu ki proleter kampın azami program-asgari program üzerinden bölünmesiyle Milletler Cemiyeti’nin demokrasinin diğer biçimleri ve kurumlarına göre bölünmesi, benzer özellikler gösteren hususlardır.

Britanya’da İşçi Partisi’nin iktidara gelişi, demokrasi konusunda iyimserliği ve şevki artırmıştır. Demokrat, merkezci ve evrimci ideolojiye bağlı isimler, gericiliğin ve sağcılığın bir biçimde iflas edeceği öngörüsünde bulunmaktadırlar. Bu kişiler, ilgili öngörü dâhilinde, Fransa’daki Milli Blok’un dağılmasına, İtalyan faşizminin yaşadığı krize, İspanya’daki diktatörün beceriksizliğine, ayrıca Büyük Almanya yanlısı isimlerin planlarının zaman içinde etkisiz kalışına işaret etmektedirler.

Bu olaylar, gerçekten de sağın ve gericiliğin başarısız olduğunun kanıtı olarak ele alınabilirler. Ayrıca demokratik bir sisteme ve evrimci bir pratiğe yeniden geri dönüldüğünü müjdeliyor da olabilirler. Ama daha derin, daha kapsamlı ve daha fazla ciddiyet arz eden olgular, bize dünya krizinin demokrasiyle, ona ait yöntem ve kurumlarla alakalı bir kriz olduğunu uzun zamandır göstermektedir. Deneme-yanılma yoluyla ve çelişkilerle yüklü hareketler üzerinden toplumdaki örgütlenme süreci kendisini, yavaş yavaş insana dair yeni bir ülküye uyarlamaktadır.

José Carlos Mariátegui
1925
Kaynak

0 Yorum: