Milletler Cemiyeti fikri Wilson’a aitti. O fikri,
demokrasi ve liberalizmi esas alan ideolojiden devşirdi. Liberal ve demokratik
fikirler, her zaman barış yanlısı ve enternasyonalist bir arzuyu içeriyordu.
Burjuva medeniyeti, insan hayatını enternasyonalleştirdi.
Kapitalizmin gelişimi, ürünlerin uluslararası düzlemde dolaşımını talep etti.
Sermaye, hacim olarak büyüdü, sınırları aştı, farklı ülkeleri birbirine bağladı.
Bu sebeple bazen serbest piyasacı ve barışçı bir eğilim içine girdi. Wilson’ın
programı, burjuva düşüncesinin enternasyonalist geçmişine geri dönmesinden
başka bir şey değildi.
Ama Wilson’ın programı, kaçınılmaz olarak,
muzaffer güçlerin milliyetçi çıkarlarıyla ve arzularıyla çatışma içine girdi. Bu
sebeple ilgili güçler, programı barış konferansında sabote ettiler ve etkisiz
kıldılar. Ardından, Müttefik Kuvvetler üyesi ülkelerin başındaki devlet
adamlarının yetenekleri ve atiklikleri karşısında taviz vermek zorunda kalan
Wilson, kendi geliştirdiği On Dört Madde’nin herhangi birinden feragat edilecek
olursa bu durumu Milletler Cemiyeti’nin kuruluşu ile telafi edebileceğini
düşündü. Geliştirdiği ve inatla üzerinde durduğu bu fikir, İtilaf Devletleri’nin
kurnaz siyasetçilerince görüldü ve istismar edildi.
Wilson’ın projesi, zekice müdahalelerle
biçimsizleştirildi, sakatlandı ve etkisiz kılındı. Versay’da çelimsiz, eli kolu
bağlı bir birlik kuruldu. O anlaşma, Almanya, Avusturya ve Bulgaristan gibi
ülkelere söz hakkı vermedi, ayrıca üretimi ve tüketimi ile Avrupa’nın geri
kalan kısmının ticareti ve hayatı açısından vazgeçilmez olan, yüz otuz
milyonluk Rusya bile masada kendisine yer bulamadı.
Sonra Wilson’ın yerini Harding aldı ve ABD Versay
Anlaşması’ndan çekildi. ABD’nin müdahil olmadığı Milletler Cemiyeti, Müttefik
güçlerin ve Avrupa, Asya ve Amerika’daki ufak ve etkisiz ülkelerin basit bir
bileşimine indirgendi. İtilaf devletleri içerisindeki bağlılık ve uyum bir dizi
çıkar çatışması yüzünden zarar görünce Milletler Cemiyeti, kendi o dar
sınırları içinde bile doğal ve gerekli desteğe sahip bir ittifak veya bir
birlik hâline gelemedi.
Tüm bu sebeplere bağlı olarak Cemiyet, o çürük
çarık hâliyle mecalsiz başladı serüvenine. Barışa dair ekonomik ve siyasi
meseleler, cemiyet içinde değil, özel konferanslarda ve toplantılarda
tartışıldı. Milletler Cemiyeti, bu meselelere cevap bulacak gerekli otoriteden,
beceriden ve hukukî yetkiden mahrumdu. İtilaf devletleri, gündeme sadece ufak
meseleleri alıyordu. Bu da Milletler Cemiyeti’ni uluslararası adalet divanı
hâline getiriyordu. Silâhların azaltılması, çalışma hayatının düzenlenmesi gibi
meseleler, cemiyetin kararına ve yapılacak oylamaya tabi kılındı. Ne var ki bu
alanlarda cemiyetin rolü, incelenecek malzemeleri temin etme ve öneri sunma ile
sınırlı idi. Üzerine onca kafa yormasına ve epey özen göstermesine rağmen bu
öneriler de kimse tarafından dinlenmiyordu. Örneğin cemiyet bünyesinde kurulan
Uluslararası Emek Bürosu, sekiz saatlik çalışma süresi gibi hakların
verilmesini sağladı. Bunun üzerine Almanya ve Fransa gibi ülkeler, sekiz
saatlik çalışma hakkına karşı devletten yana duran yoğun bir kampanya
başlattılar. Öte yandan Milletler Cemiyeti’nde hakkında yürütülen tartışmalarda
herhangi bir ilerleme sağlanamayan silâhların azaltılması meselesi ise
Washington’da düzenlenen, cemiyetin varlığı açısından tuhaf ve onu dikkate
almayan bir konferansta ele alındı.
İtalya-Yunanistan arasında yaşanan gerilim
konusunda Milletler Cemiyeti başka bir güçlükle karşılaştı. Mussolini,
cemiyetin otoritesine karşı başkaldırdı. Buna karşılık cemiyet, kara
gömleklilerin liderinin savaş ve emperyalizm yanlısı siyasetine mani olma veya
onu yumuşatma imkânı bulamadı.
Süreç içerisinde demokrasiyi savunan isimler,
cemiyetin eksikliğini çektiği otoriteye ve kapasiteye bir gün kavuşacağına dair
tüm ümitlerini yitirdiler. Tüm halkların desteğini ve saygısını kazanmasını
sağlama görevini üstlenmiş propaganda ekipleri, artık dünyanın her yerinde
faaliyet yürütür duruma gelmişlerdi. Bu temelde İtalya başbakanı Nitti,
cemiyetin yeniden teşkil edilmesini savundu. Milletler Cemiyeti’ne zaten
şüpheli yaklaşan ve ona hiçbir şekilde güvenmeyen Keynes ise kurumun barış için
çalışacak güçlü bir aygıt hâline geleceği fikrine destek sundu. Ramsay Mac Donald,
Herriot, Painlevé ve Boncour, cemiyeti koruma ve himayesi altına aldı. Demokrasinin
sözcüleri, cemiyet gibi bir kurumun ancak uzun bir deneme süresinin ardından,
yavaş ilerleyen bir gelişme sürecinden geçerek verimli bir biçimde
işleyebileceğini savundular.
Fakat Milletler Cemiyeti’nin hâlihazırda sahip
olduğu güçsüz ve etkisiz hâlin somut sebepleri, onun genç olması veya sönük
kalmış olması değildir. Bu hâlin sebebi, bireyci rejimdeki çürüme ve çöküştür.
Milletle Cemiyeti’nin tarihsel konumu, esasında demokrasi ile liberalizmin
tarihsel konumuyla birebir aynıdır. Demokrasi yanlısı siyasetçiler, taviz
kopartmak, muhafazakâr düşünce ile devrimci düşünce arasında bir uzlaşma sağlamak
için uğraşırlar. Bugün tam da böylesi bir yönelim içerisinde olan Milletler
Cemiyeti, burjuva devletindeki milliyetçilikle yeni insanlığın
enternasyonalizmini uzlaştırma eğilimindedir. Milliyetçilikle enternasyonalizm
arasındaki çelişki, bireyci rejimdeki çürümenin ana sebebidir. Burjuvazinin
siyaseti milliyetçi, ekonomisi enternasyonalisttir. Avrupa, esasen sahada bu
kıtanın yeniden inşa edilebilmesi için gerekli tüm uluslararası yardım ve
işbirliği temelli projelerin yürütüleceği milliyetçi ve savaş yanlısı
tutkuların ve ruh hâlinin dirilmiş olmasının çilesini çekmektedir.
Batı medeniyeti içinde yer alan tüm halkların
desteğini alsa bile Milletler Cemiyeti, onu icat edip savunanların kendisine
bahşettiği rolü asla oynayamaz. Onun içerisindeki çelişkiler ve düşmanlıklar,
devletlerin milliyetçi yapısından kaynaklanmaktadır ve süreç içerisinde yeniden
oluşacaklardır. Milletler Cemiyeti, halkları temsil eden delegeleri bir araya
getirse bile halkları bir araya getiremeyecektir. O, halkları birbirine yabancılaştıran
ve onları birbirinden ayıran karşıtlıkları ve uzlaşmaz çelişkileri ortadan
kaldıramaz. Milletleri birbirine düşman olan bloklara göre tasnif eden
ittifaklar ve anlaşmalar, cemiyet içerisinde varlığını illaki sürdüreceklerdir.
Aşırı sol, Milletler Cemiyeti’ni muktedir sınıfın
uluslararası örgütü, burjuva devletlerinin birliği olarak görmektedir. Buna karşın
demokrasi yanlısı siyasetçiler, sosyal demokrat proletaryanın liderlerini
Milletler Cemiyeti’ne örgütlemeyi başarmışlardır. Uluslararası Emek Bürosu
sekreteri Albert Thomas, Fransız sosyalizminin bir evladıdır. Gerçek şu ki
proleter kampın azami program-asgari program üzerinden bölünmesiyle Milletler
Cemiyeti’nin demokrasinin diğer biçimleri ve kurumlarına göre bölünmesi, benzer
özellikler gösteren hususlardır.
Britanya’da İşçi Partisi’nin iktidara gelişi,
demokrasi konusunda iyimserliği ve şevki artırmıştır. Demokrat, merkezci ve
evrimci ideolojiye bağlı isimler, gericiliğin ve sağcılığın bir biçimde iflas
edeceği öngörüsünde bulunmaktadırlar. Bu kişiler, ilgili öngörü dâhilinde,
Fransa’daki Milli Blok’un dağılmasına, İtalyan faşizminin yaşadığı krize,
İspanya’daki diktatörün beceriksizliğine, ayrıca Büyük Almanya yanlısı
isimlerin planlarının zaman içinde etkisiz kalışına işaret etmektedirler.
Bu olaylar, gerçekten de sağın ve gericiliğin
başarısız olduğunun kanıtı olarak ele alınabilirler. Ayrıca demokratik bir
sisteme ve evrimci bir pratiğe yeniden geri dönüldüğünü müjdeliyor da
olabilirler. Ama daha derin, daha kapsamlı ve daha fazla ciddiyet arz eden
olgular, bize dünya krizinin demokrasiyle, ona ait yöntem ve kurumlarla alakalı
bir kriz olduğunu uzun zamandır göstermektedir. Deneme-yanılma yoluyla ve
çelişkilerle yüklü hareketler üzerinden toplumdaki örgütlenme süreci kendisini, yavaş
yavaş insana dair yeni bir ülküye uyarlamaktadır.
José Carlos Mariátegui
1925
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder