Bakû Kurultayı Değerlendirmesi
Bakû’ye gittiğimiz zaman […] hiçbirimiz, bu
kurultayın gerçek anlamının ne olacağını bilmiyorduk. Kurultaya Doğu
emekçilerinin gerçek kitlelerini çekmekte ne ölçüde başarılı olacağımızdan ve
dolayısıyla Yakındoğu’ya devrimci fikirleri ne ölçüde taşıyabileceğimizden
haberimiz yoktu. Şimdiyse kurultayın bütün umutlarımızı aştığını, hiç abartmaya
ihtiyaç duymadan, söyleyebiliriz.
Kurultayda Doğu’nun milyonlarca emekçisini iki bin
işçi ve köylü temsil etti. […]
Delegelerdeki sınıf bilinci düzeyi de bir o kadar
şaşırtıcıydı. Doğu’nun emekçi kitlelerine duygudaşlık gösteren biz Avrupalılar,
onlara karşı Avrupa basınında gösterilen ihmalkâr tutuma, onları vahşi olarak
görmeye fazlasıyla alışmışız. Doğu emekçilerinin temsilcileriyle yaptığımız
konuşmalar bize, bütün güçlüklere rağmen, Avrupa’nın durumu ve kapitalist
devletlerin Sovyet Rusya’yla mücadeleleri hakkında her türlü temel bilginin bu
kitleler arasında geniş bir dolaşıma ulaşmış olduğunu ispatladı. Onlar,
kendilerine gerçekten kimin dost olduğunu çok iyi biliyorlar. Sovyet Rusya’nın
onların düşmanlarına karşı kazandığı başarılar, her yerde halk kitlelerinin mücadele
ve zafere olan güvenini pekiştirdi. Bu noktada kurultaya görev olarak sadece
delegelerin zaten sahip oldukları ortak bilgi, umut ve inançları formüllere bağlamak
kaldı. […]
Kurultaya sunulan ilk iki bildiri, Yoldaş
Zinovyev’in ve benim konuşmalarım, Dünya durumu ile ilgiliydi. Bu bildiriler,
Doğulu kitlelere baş düşmanlarını, yani Britanya emperyalizmini gösterdi.
Onların gözlerinin önünde bu düşmanın gücünün ve zaaflarının saldırgan
amaçlarının ve yozlaşmışlığının bir tablosunu çizdi. Beş Doğu diline çevrilen
ve tek tek delegeler tarafından tartışılan bu bildiriler, kurultayın genel
oturumunda büyük bir coşku uyandırdı. Yoldaş Zinovyev emperyalizme, en başta
Britanya emperyalizmine karşı kutsal savaş (cihat) çağrısında bulununca iki bin
delegenin tek bir vücut hâlinde ayağa fırlayıp tabancalarını, kamalarını ve
kılıçlarını çekerek, kendilerini köle edenlere karşı kanlarının son damlasına
kadar mücadele edeceklerine yemin ettikleri anı kurultaya katılan hiç kimse
asla unutamaz. […]
Biz Doğu’nun emekçi kitleleriyle bir “oyun”
oynamadık; onlara kolay bir zafer vaat etmedik. Tam tersine, mücadelenin çok
uzun süreceğini, bu mücadelede onların ağır fedakârlıklarda bulunmalarının
gerekeceğini, yalnızca Kızıl Ordu’ya “hoş geldin” demenin yetmeyeceğini
anlattık. […] Onlara açıkça, emperyalizme karşı mücadelenin gerektirdiği bu
fedakârlıkların, milletlerarası kapitalizmin ajanları tarafından Sovyet
emperyalizmine dair deliller olarak gösterilebileceğini söyledik. İtilaf Devletleri’nin
ajanları, Sovyet Rusya’nın Doğu’yu kurtarmaya çalışmaktan çok onun pamuğunu,
pirincini ve petrolünü soymaya çalıştığını şimdiden haykırmaya başlamışlardır. […]
Aynı zamanda onlara mücadelenin iki cephede, bir
yandan İngiliz emperyalizmine, bir yandan da feodal toprak ağalarına ve örgütlü
din adamlarına karşı yürütülmesi gerektiğini söyledik. […]
Türkiye’nin tarımsal ilişkilerine ait tablo, İran
temsilcilerinin kendi ülkeleri ile ilgili olarak bize anlattıkları tablodan temelde
farklıydı. Onun içindir ki kurultay, tek tek her ülke için mutlak bir program
belirleyemedi. Şimdilik genel bir kararla yetinebildi; buna göre, Doğu’daki
köylülerin çabaları, toprak dağıtımı ve vergiler konusunda feodal öğelerle çatışmaya
yöneltilecek.
Avrupa komünist hareketinin Doğu’dan komünist bir
karşılık bekleyemeyeceği açıktır. Doğu’da, komünist devrimin bayraktarı,
komünist ilkeler üzerine kurulu bir hayatın yaratıcısı olan proletarya yoktur. Ancak
gene de Doğu’daki devrimi bir burjuva devrimi kabul edersek vahim bir hata
yapmış oluruz. Bu devrim, feodalizmi yıkmakta ve şimdilik küçük bir toprak
sahipleri sınıfı yaratmaktadır. Ancak bu sınıf, kapitalizmin parçalanışının
Doğu’da burjuva rejimin kurulup gelişmesini güçleştireceği bir Dünya gerçeği
içinde doğmaktadır. Eğer önümüzdeki yirmi yıl zarfında Avrupa proletaryası
kapitalizmi ortadan kaldırmayı başarırsa, Avrupa’daki işçi devletleri Doğu’nun
emekçi kitlelerine hammadde ve tahıl karşılığında üretim araçları vererek
onların hayatlarının küçük burjuva bir üslupla örgütlenmesinin ötesine geçerek
daha yüksek işbirliği biçimlerine geçmesine katkı sunacak ve bu sayede kapitalist
sömürü dönemini hiç yaşamadan atlatmalarını mümkün kılacaktır. […]
Hiç kuşkusuz ki Doğu Halkları Kurultayı, Doğu’nun
öncü gücünün gerçekleştirdiği bir kurultaydı. Ancak bu öncü güç, Avrupa’yı Batı
kahvelerinden tanıyan kişilerden değil, kökleri Doğu’da olan insanlardan
oluşuyordu. Oturumlar sırasında birçok delegenin seccadelerini yere serip namaz
kıldıklarını görüyorduk. Başkanlık Kurulu üyeleri arasında bile tespihlerini
elden düşürmeyen temsilciler vardı.
Doğu’nun ilerici unsurlarının gerçekleştirdiği
kurultay, kitleler arasında yaşanan güçlü kaynaşmanın somut bir ifadesiydi.
Kurultay, yaşanan bu mayalanmanın ortaya çıkardığı ideolojiyi belirleme işine
girişti. Delegelerin bu kurultayda duyup gördüğü her şey onlarda büyük bir
etkiye yol açtı. Burada öğrendikleriyle birlikte ülkelerine geri döndüler.
Bakû’de kurduğumuz Propaganda ve Eylem Komitesi,
yüzlerce risale, dergi ve çağrı metni yayınlamak suretiyle bu görevi
sürdürmekle yükümlüdür. Sadece fikirleri formülize etmekle kalmayacak, aynı
zamanda Doğulu devrimciler arasında örgütsel ilişkiler de kuracaktır. Komünist
Enternasyonal, bu yönde çaba göstermekten geri durmamalıdır; bu, oldukça önemli
bir noktadır. Enternasyonal, Dünya kapitalizmini yıkma görevi ile ilgili
faaliyetlerini hızlandırmanın yanı sıra bütün reformistler için çözümsüz gibi
görünen şu meselenin aşılması için gerekli olan öncülleri de hazırlamalıdır:
“Avrupa’nın sömürgelerini hürriyetlerine kavuşturacak olursak, en yüksek yaşama
ölçütlerine ulaşmak şöyle dursun, Avrupa şimdiki yaşama ölçütleri için gerekli
olan hammaddeleri nasıl tedarik edecektir?” İşçilere Doğu’nun bir sömürge
politikası sistemi aracılığıyla sömürülmesinin kaçınılmaz olduğunu ispatlamaya
çalışan reformizm temsilcilerinin bize sordukları soru işte budur.
Ayaklanmış durumdaki Avrupa proletaryasının
kapitalist sömürge politikasına karşı mücadele etmeleri için Doğulu emekçilere
yapacakları yardım, komünist proletarya ile bu halklar arasında güçlü bağlar
kuracak, bu bağlar, komünist Dünya ile kölelikten kurtulmuş Doğu arasında oluşacak
ekonomik ilişkilerin dayanacağı çift taraflı yarar ve güvenden beslenecektir.
Bu sorunlar ışığında, Orta Asya, Türkiye, Buhara,
Hive ve Kafkasya’da izlenecek doğru bir Sovyet politikasının büyük bir önem arz
ettiği çok açıktır. Eğer ihtiyaç ve zaaflarımıza rağmen bize bağlı olan
Müslüman kitlelere bu politikanın fiiliyatta Çarlık Taşkent’inde uygulanan
sömürü politikalarının bir devamı olmadığını ispatlayacak bir yol bulamazsak,
yaptığımız tüm propaganda boş bir seda olarak kalacak ve eylemimiz propagandamızı
felce uğratacaktır. Bu nedenle, parti konferansımızın ele alması gereken görevlerden
birisi de Orta Asya’daki faaliyetlerimizin bize kazandırdığı tecrübeden dersler
çıkarmak, orada yaptığımız yanlışları düzeltmek, doğru bir çizgiye işaret etmek
ve bunun gerçekleşmesini güvence altına almak olmalıdır. Bu açıdan Sovyet Rusya
temsilcileri, Doğu Halkları Kurultayı’nda birçok deneyim elde etmişlerdir.
Doğulu delegelerle samimi bir üslupla konuşmamız sayesinde, politikamızın
onlara nasıl göründüğünü ve ne tür değişikliklerin yapılması gerektiğini öğrendik.
Kurultaydan, namuslu yoldaşlarımızın kimi saflıkları ve hâlâ bizim yanımızda
tutunmaya çalışan sömürgecilik eğilimine sahip kişiler yüzünden, Doğu halklarının
uyandırılması gibi yüksek bir görevin yozlaştırılmasına izin vermemeye azmetmiş
olarak ayrıldık. Bu görev için ilk adımı Sovyet Rusya atmış, geri kalan adımları
son hedefe kadar Avrupa proletaryası atacaktır.
Karl
Radek
[Kaynak: Birinci Doğu Halkları Kurultayı, çev.: Ali Alev, Koral Yay., Şubat 1975, s. 281-286.]
0 Yorum:
Yorum Gönder