Gramsci,
parti içerisinde “Mutabakat Komitesi” adıyla ortaya çıkan çizginin sınıfın
parçası değil, proleterlerden, köylülerden, burjuva sınıfın ve başka sınıfsal
kesimlerin kaçkınlarından oluşan bir “sentez” olduğunu, onun partiyi
sınıflararası alanda inşa edilen bir teşkilât olarak tasavvur ettiğini, partiyi
sentezlenmesi imkânsız çıkarların bileşimi olarak gördüğünü söylüyor.[1]
Bugün
Türkiye sosyalist hareketini işte bu Mutabakat Komitesi denilen çizgi tayin ve
tarif ediyor. Mesele, HDP ve CHP üzerinden neyle ve kimle anlaşıldığı,
uzlaşıldığıdır.
Gramsci’nin
yazısı 1925 tarihlidir. Muhtemelen TKP de dâhil birçok partide benzer çizgiler
açığa çıkmıştır. Bu çizginin ortaya çıkışının ardında illaki devleti ve
sermayeyi aramak gerekir. Anlaşmayı ve uzlaşmayı mutlaka devlet ve sermaye
emretmiştir.
Sınıfa
ait olmayan, farklı sınıfların çiçeğinden beslenip kendine bal yapmaya çalışan
kesimin adı, küçük burjuvazidir. Küçük burjuvazi, bireyleri muhatap alıp,
onlara sınıfsız ve sınırsız olanı satan tüccardır.
Sınıfsız
ve sınırsız olansa bireydir. Mevcut iktisadî koşullarda “Devlet, bireyleri
birer işletme ve teşebbüsmüş gibi hareket eden unsurlar hâline getirmeye
mecburdur.”[2] İşletme ve teşebbüs dışında başka bir varoluş tanımayan, sınıfa
ait olmayı aşağılık ve rezil bir hâl olarak gören küçük burjuvazi, ister
istemez, sadece bireyin failliğini, öznelliğini, aktörlüğünü tanıyacaktır.
Sermayenin
bireyi ile devletin bireyi farklıdır. İkisi arasındaki atışmanın bir önemi
yoktur. Mesele, toplumsal-tarihsel olguların, bireyin önünde diz çöktürülmesi,
sınıfsal-politik ve devrimci-politik mücadelenin hükümsüz kılınmasıdır.
Bireylere yalan söylemeyi muhalefet zanneden CHP çizgisinin ona iltisaklı
sosyalist örgütlerin göremediği şudur: düşman toplumsal-tarihseldir, ancak
sınıfsal-politik ve devrimci-politik mücadeleyle ezilebilir. Kitlelere gerekli
teçhizatı ve cephaneyi bireysel hezeyanlar, bireysel fanteziler, bireysel
kaşınmalar tedarik edemez. Kolektif olan güce karşı kolektif güç
çıkartılmalıdır. Tam da liberallerin dediği gibi, “kolektif, bireyin ezildiği
yerdir!”
CHP
ise kolektifin ezildiği yerdir. AKP’yi vareden kolektif güce halel gelmesin
diye herkesi işletme ve teşebbüs olarak gördüğü bireylere indirger. CHP,
"devrim oldu, bir daha olmasın"cılıktır. Bu bağlamda CHP’ye iltisaklı
sosyalist örgütler, CHP’nin AKP’yle giriştiği ranttan, yağmadan, sömürüden pay
alma üzerine kurulu siyasetinin kurbanları hâline gelmişlerdir. Hepsi de kendi
gerçeklerine ihanet etmişlerdir. Bir asgari ücreti akşam lüks meyhanede hesap
olarak ödeyen orta sınıftan bir iki kişi örgütleyeceğim, cebi dolduracağım diye
sosyalist hareket, işçiye, ezilene, yoksula ihanet etmiştir.
Orta
sınıf ise 2002-2012 arası dönemde AKP sayesinde semirmiş, gürleşmiştir. Özün
gürleşmesi sonucu, “artık AKP bana dar geliyor, Tayyip bana yakışmıyor” demiş,
özgürlük mücadelesi vermeye başlamıştır.
Hatırlansın:
süreç, Samanyolu TV’de Eser Karakaş, Ömer Laçiner, Mehmet Altan gibi isimlerin
“Tayyip nobran” demesiyle başlamıştır. Bu sürecin şahikası ise Birgün’ün
“Ekrem İmamoğlu Dolar’a İyi Geldi” manşetidir. Çünkü burada “nobran”, özünü
dışa doğru gürleştirmek isteyen orta sınıf açısından, uluslararası sermayeyle,
uluslararası piyasayla ilişkilerin kopması anlamına gelmektedir. Sosyalist
hareket, Avrupa’daki şefleri eliyle, bu liberalizme örgütlenmiş, orta sınıfın
sırtını sıvazlama işini üstlenmiştir.
Çünkü
sosyalist hareket, işçi sınıfına, en azından ideolojik-politik düzeyde ait
olmayı kendisine yakıştıramamaktadır. Ara yüzeyde burjuvazinin taleplerini
işçiye emekçiye dayatma işini üstlenmiştir. Devlet adına kontrolü ve sükûneti
sağlamak amacıyla, işçinin, ezilenin öfkesini azaltmak için farklı çelişkilerin
kendisinde uzlaştığı yalanını satmakta ustalaşmıştır.
Sosyalist
hareketin de özü gürleşmiştir. O öz ki mal mülkle ilgilidir. Malı mülkü
olmayanın bilgi ve düşünceyle ilişkisi bile olamaz ona göre. Sosyalist hareket,
özüyle biçimiyle, sermayeye ve devlete kul köle olmuştur.
Tarihsel
planda Suphilerin katli, politik, ideolojik ve teorik düzeylerde bize bir
şeyler anlatıyor olmalıdır. Mesele, basit düzeyde Kemalizm eleştirisi değildir.
O basitlik, yavanlık, liberalizmin sermayenin hizmetinde yürüttüğü çalışmanın
ana vasfıdır. Bizim başka bir yere bakıyor olmamız gerekmektedir.
Suphilerin
katlinden ders çıkartmamış olmak, sosyalist hareketin temel zaaflarından
biridir. Katliam sonrası sosyalist hareket, efendilerin tarihin ve toplumun
başı olmasını kabul etmiştir. Siyasetini baştaki kişilere ve yönetim tarzlarına
itiraza indirgemiştir. O, geçmişle ve bölgeyle ilişkisini kesmiştir.
Yepyeni,
özgün ve buraya has diye takdim edilen cumhuriyetin bu açıdan öne çıkartılan
tüm yönlerinde bir eskilik, genellik ve yaygınlık söz konusudur. Yani
cumhuriyet, eskinin sömürü-zulüm araçlarını geliştirmiş, dönemin araçlarını
tatbik etmiş, sömürü ve zulmün sürekliliği için zaten uygulanan yöntemleri
yaygınlaştırmıştır. Ama sosyalist hareketin esir alınması sonucu bu gerçeklikle
mücadele edilememiştir. Devlet ve sermaye gibi sosyalist hareket de doğum
tarihini 1923 olarak kaydettirmiştir. Temel zaaflardan biri de budur.
Kendisini
yüceltmek için yüceltmek zorunda olduğu cumhuriyet, 1933 yılına dek eroin
fabrikaları işletmiş bir yapıdır.[3] İstanbul, bu dönemde “eroinin başkenti”
olarak anılmaktadır. Bizzat fabrikanın sahibi, sonrasında başbakan olmuştur,
eroin lobisinin bir ortağı da Cumhuriyet gazetesinin sahibi Yunus
Nadi’dir. Nadi, komünist hareketi tasfiye etmek için kurulan partide de önemli
bir isimdir. Herkes ve her şey birbirine bağlıdır.
Cumhuriyetin
ilk döneminde işletilen eroin fabrikalarıyla ilgili bilgileri aktaran yazı,
neden bugün Sendika.org’da yayınlanmıştır? Bu yazıyı yayınlayan örgüt, o
cumhuriyeti kuran partiye taşeronluk yaptığı yılları unutmuş mudur?
Yazının
yayınlanmasının sebebi, bugünde yaşanan çıkar çatışmalarında aranmalıdır. Son
seçim sonrası Hopa’da açılan liman ihalesinde bu örgüte pay verilmemiştir.
Çünkü seçimlerde CHP, bu örgütün adayını belediye başkanı adayı olarak
belirlememiştir. Aklı sıra CHP'yle yürüttüğü pazarlıkta karşı tarafı tehdit
eden Halkevleri, işine geldiği yerde HDP’ye, işine geldiği yerde CHP’ye
yanaşmakta, değirmenine suyu bu şekilde taşıyacağına inanmaktadır. Onun
devrimci ve sosyalist mücadelesi olamaz, sadece çıkarların sentezlenmesi çabası
dâhilinde kendi varlığını satma gayreti olabilir. Bu, tüm sosyalist örgütlerin
derdidir. Küçük burjuvaziye yaranmaya çalışan örgütlerin ezilene, işçiye,
yoksula bir hayrı olamaz.
Küçük
burjuvaziye kendisini en iyi kim beğendirecek yarışında TKP’nin patronu Kemal
Okuyan, büyük hesaplaşmanın 2023 öncesinde olacağını söylemiştir. Bu sözü sarf
ederken yüzünde utandığına dair zerre bir iz belirmemiştir. Oysa biz biliyoruz
ki böylesi bir hesaplaşma olması durumunda Okuyan büyük olasılık partisini ya
pikniğe ya da mahallelerde sahibi olduğu barlara ve kafelere götürecektir.
2004’teki NATO eylemlerinde TKP, üyelerini pikniğe götürmüş, 2013’te, Gezi
günlerinde “biz mahallelere çekiliyoruz, bu hır gürün içine girmeyiz” deyip
barlarına, kafelerine çekilmiştir. TKP, bunu yapabildiği için vardır ve tek
meziyetinin de bu olduğunu iyi bilir.
Bu
tür örgütler, bugün “Erdoğan” denilen umacı karşısında birleşmiş olan küçük
burjuvaziden kaç birey kopartabileceklerine bakmaktadırlar. Siyaset, bu yarışla
alakalıdır.
Her
seferinde bir örgüt el artırır. Biri “yobazları okullardan kovacağız” der,
diğeri el artırır, “gericilere rahat vermeyeceğiz” buyurur, bir başkası da
“hepsini öldüreceğiz!” diye bağırır.
Utanma
nedir bilmeden, en azından on yıldır CHP ağzıyla konuşan, CHP kafasıyla düşünen
sosyalist örgütler, sosyalist hareketi tasfiye etmişlerdir. Devlet ve sermaye
için bir nefes kanalı daha açılmıştır. Sonra da bireylere o kanalda nefes
almanın özü gürlük olduğu öğretilmiştir. Sosyalist hareket, burjuva siyasetine
elini vermiş, kollarını, tüm gövdesini kaptırmıştır.
Eren Balkır
8
Ağustos 2021
Dipnotlar:
[1] Antonio Gramsci, “Parti ve Leninizm”, 5 Temmuz 1925, İştiraki.
[2]
Pierre Dardot ve Christian Laval, “Neoliberal Akıl”, İştiraki.
[3] Önder Özdemir, “Türkiye’de Eroin Fabrikaları”, 13 Mayıs 2021, Sendika.
0 Yorum:
Yorum Gönder