Ocak 1966’da Gine Bissau ve Yeşil Burun’daki
Portekiz sömürgeciliğine karşı verilen bağımsızlık savaşının önderi Amilcar
Cabral, Küba’nın başkenti Havana’da düzenlenen Asya, Afrika ve Latin Amerika Üç
Kıta Konferansı’nda bir konuşma yapar. Teori
Silâhı isimli bu konuşma, klasik bir metin olarak, devrimci düşüncenin
önemli teorik kaynakları arasına girer.
O konuşmasında Cabral, dünyadaki ilerici güçlerin
ve devrimci örgütlerin emperyalizmi ezmesi gerektiğini söyler. Gelgelelim bu
güçlerin ve örgütlerin başında küçük burjuvazi olduğu sürece bu ilerici
güçlerin ve devrimci örgütlerin, bir de aynı zamanda kendi içlerindeki muhtemel
düşmanlarıyla dövüşmeleri gerekecektir.
1961’de Fanon da benzer bir tespit yapar. Fakat
sömürgelerdeki elitlerin devrime ihanet etmek veya bir sınıf olarak intihar
etmek gibi bir varoluşsal seçimle karşı karşıya olduklarına ilişkin o ünlü
tespit, Cabral’a aittir.
Cabral, yirminci yüzyıla ait bir olgudur. 12 Eylül
1924’te Gine-Bissau’da dünyaya gelen Cabral, Yeşil Burun ve Gine-Bissau’nun
bağımsızlığına kavuşmasından önce, 1973 yılında suikasta kurban gider.
O öğrencilik yıllarında ilkeleri ve idealleri olan
bir isimdir. Otuzlu yıllarda Paris’te Aimé Césaire, Jean ve Paulette Nardal,
Leopold Senghor ve Leon Damas gibi isimler, bir tür kültürel zenci kimliğine
meyletmişlerdir. Benzer bir durum, Lizbon’da da söz konusudur. Bu şehirde
Angola, Mozambik, Yeşil Burun, Gine ve São Tomé gibi Afrika ülkelerinden gelen
insanlarda Fransa, Küba, ABD ve Batı Afrika’da görülen düşünce akımlarından
etkilenen, Portekizce konuşan ve Afrikalı kimliğinden gurur duyan bir anlayışa
rastlanmaktadır. Gençler, Lizbon’da sömürgeciliği idame ettirecek bir teknokrat
sınıfının oluşturulması için gerekli olan ziraat, tıp ve mühendislik gibi
alanlarda eğitim görmektedirler. Gündüzleri okula giden bu gençler, akşamları
veya hafta sonları Karl Marx, Marcus Garvey, CLR James ve Richard Wright
okumaktadırlar.
George Padmore, Nnamdi Azikiwe, Kwame Nkrumah ve
Britanya ile ABD’deki diğer isimler gibi Lizbon’daki gençler de ülkelerinin
bağlı oldukları imparatorluğun kalbine tek bir görevle gelmişlerdir:
sömürgeciliği idame ettirmek. Ama bu gençler, basit bir seçimle yüzleşirler. Ya
boyun eğecek ya da başkaldıracaklardır.
Bir
Uyarı
Cabral, sınıf intiharı fikrini bir erdem değil,
bir uyarı olarak sunar. O, en iyi şu şekilde idrak edilebilir: Sömürgecilik
bağlamında ulusal küçük burjuvazi, doğası gereği, müzakere yürütecek liderler
olabilmek için gerekli kültürel ve teknik sermayeye sahip olsalar bile, işçi
sınıfının ulusal arzu ve niyetlerine ihanet etmeye meyillidir.
Bir sınıf olarak küçük burjuvazinin çıkarları,
burjuvazinin çıkarlarıyla örtüşür, tıpkı sömürgecilik döneminde bazı
sömürgecilerin örtüştüğü gibi. Bu görüşün benzerini Fanon ve Steve Biko da
dillendirir. Her iki isim de sömürgeciler içerisinde bazı kişiler açısından
mücadelenin asli meselesi, temelden farklı toplumsal ilişkiler geliştirmek
yerine, sömürgeciyi başka bir sömürgeciyle değiştirmekten ibarettir.
Sınıf meselesinin bilincinde olan Cabral gibi
kurtuluş mücadelesi liderleri açısından küçük burjuvazi, çifte karakterlidir. Bir
yandan küçük burjuvazi, ulusal kurtuluş mücadelesi için vazgeçilmez kimi
yeteneklere sahiptir, ama bir yandan da onun kısa vadeli çıkarları, ulusal
kurtuluş davasında gördüğü uzun vadeli varoluşsal çıkarları gölgede bırakmaya
başlar. Başka bir ifadeyle küçük burjuvazi, hem ulusal kurtuluş için zaruri,
hem de onun yüzleştiği en büyük tehdittir.
Cabral’a göre küçük burjuvazi, “daha fazla burjuva
olmanın sunduğu cazibeyi redde tabi tutmalıdır.” Fanon’un ifadesiyle o, “sömürgecinin
üniversitelerinde okuduğu vakit edindiği düşünsel ve teknik sermayeyi halkın hizmetine
sunmalıdır.” Ne var ki küçük burjuvazi, çoğunlukla milli olmayan yolu tercih
etmekte, “alabildiğine aptalca, alçakça, arsızca, o burjuva yolu yürümektedir.”
Fanon’un tespitiyle, milli burjuvazinin meselesi, “onun
sınıfına has saldırganlığı eskiden yabancıların işgal ettikleri konumları ele
geçirmek için kullanmasıdır.”
Öte yandan siyah milliyetçiliği biçimi alan bir
yaklaşım dâhilinde “şehirlerdeki işçi sınıfı, işsizlerden, esnaftan ve
zanaatkârdan oluşan kitle, milliyetçi tutumu benimser, ama sadece kendi
burjuvazilerinin adımlarını takip etmekle yetinir.” Sonuçta da sokaklarda
yabancı düşmanlığı ve şiddetle yoğrulmuş saldırılar gerçekleştirilir.
Sömürgecinin
Yerini Almak
Cabral, esasen önemli bir kehanette bulunmuş,
yaptığı uyarı ile bugüne ışık tutmuş bir isimdir. Guyana’dan Sudan’a birçok
ülkede sömürgecilik dönemi kapanmış, bu dönemde “sınıf intiharı” tezinin
sömürgecilik sonrası dönemde geçerli olmadığı görülmüştür. Küçük burjuvazi,
girdiği sınavı geçememiş, burjuvalaşmıştır. Birçok örnekte görüldüğü üzere,
küçük burjuvazi, eskiden sömürgecinin işgal ettiği yere tamah etmiş, orayı ele
geçirmiştir.
Küçük burjuvazinin ülke genelinde verilen özgürlük
mücadelelerinin dizginlerini elinde tutması, politik açıdan da ciddi sonuçlar
doğurmuştur. Sömürgecilik sonrası dönemde devletler despotik bir nitelik
kazandıkça, halkın desteğini almaya dönük örgütlenme çalışmaları, ağır
baskılarla yüzleşmiştir.
Halkın safında yer alan aydınlar, ya hapse atılmış
ya da öldürülmüşlerdir. Kenya’da herkesin tanıdığı Marksist tarihçi Maina Wa
Kinyatti, Kenya’nın başındaki isim olan Daniel arap Moi tarafından altı yıl
hapiste tutulmuş, Kinyatti, bu sürenin önemli bir kısmını tek kişilik hücrede
geçirmiştir. Guyana’da, bilhassa yeni burjuvazinin sömürgecilik sonrası döneme
nasıl hâkim olduğu meselesine eğilen Walter Rodney, 1980’de katledilmiştir.
Neticede Fanon’un korktuğu şeyler bir bir gerçek
olmuştur. Küçük burjuvazinin büyük bir kısmı, sömürgeciliğe esasta karşı
çıkmamıştır. Onların sömürgecilikle asıl meselesi, kontrolün kendilerinde
olmamasıdır.
Guyana’da sömürgeci mekanizmanın ele geçirildiği
sürecin sonunda burjuvazi bölünmüş, Afrika kölelerinin soyundan gelenler Halkın
Ulusal Kongresi’nde, Hindistan’dan gelen sözleşmeli işçilerin soyundan gelenler
Halkın İlerici Partisi’nde örgütlenmişlerdir. İşçiler henüz sosyalizmden
vazgeçmedikleri için her iki hizip de ikiyüzlü bir tutum dâhilinde, kendisini “sosyalist”
olarak adlandırmıştır.
Elitler, soyut bir “toplum”dan söz eder olmuşlar,
o toplumları eski sömürgecilerin bile gıpta edecekleri bir yoldan bölmüşlerdir.
Sömürgecilik sonrası dönemde devletin merkezde durduğu genel sosyo-politik
ortamda hiç eksik olmayan ırk temelli isyanlar, katliamlar ve linçler
kalıcılaşmıştır. Bugün Güney Afrika’da sokaklarda siyahî ve Asyalı göçmenlere
düzenli olarak saldırılar düzenlenmektedir.
Afrika’nın güneyindeki tüm ülkeler ve daha başka
birçok ülke, bugün geçmişte ulusal kurtuluş mücadelesi vermiş hareketlerce
yönetilmektedir. Bunlar, yirmi birinci yüzyılın baskıcı ve zorba milli
burjuvazileri olarak, hâlen daha ulusal kurtuluş maskesi ardına
saklanabilmektedirler.
Ulusal kurtuluş ise asla sona ermeyen bir
süreçtir. Bu elitlerin bir kısmı, sözde işçi hareketlerinin davalarıyla kendi
davalarını ortaklaştırabilmekte, toprak meselesini gündemlerine alabilmekte,
kapitalistlere özenen yeni kuşak, “sosyalistler”le ittifak kurabilmek için o
toprağı mülk edinmektedir.
Dolayısıyla Cabral’ın sınıf intiharı ile ilgili
düşünceleri, 1966’da olduğu gibi bugünde acilen uygulamaya konulması gereken
düşüncelerdir.
Brian
Mathenge
Muhammed
Naim
12 Ekim 2020
0 Yorum:
Yorum Gönder