“Temas” [Vasili Kandinski -1924]
İki beden birbirlerine dokunduklarında temas
kurarlar. Peki ama dokunmak ne demektir? Nedir temas?
Giorgio Colli, temasın net bir tarifini sunuyor ve
iki noktanın ancak bir temsil boşluğu ile ayrıldıkları vakit temas kurduklarını
söylüyor. Temas, her türden kesintisiz nicelik bölünemediği için kendi başına
varolamayan bir irtibat noktası değildir. İki varlığın temas kurduğunu,
aralarında belirli bir ortam oluşmamışsa, bu iki varlık birbirlerine yakın
olduklarında söyleyebiliriz.
Eğer iki şey arasında (örneğin özne-nesne,
karı-koca, efendi-köle veya uzaklık-yakınlık arasında) belirli bir temsil
ilişkisi varsa demek ki bunlar arasında temas yoktur. Ama eğer temsiliyet
ilişkisi yoksa da bu sefer aralarındaki bağ kopar. Aralarında hiçbir şey yoksa
ancak o vakit temastan söz edilebilir.
Başka bir ifadeyle temas, temsil edilemeyendir. İlişkiyi
başka şeyle ifade etmek mümkün değildir. Bu anlamda Colli’nin de dediği gibi,
“temas, temsil edilebilen hiçliğe, metafizik yarığa dair bir göstergedir.”
Bu tanım esasında kusurludur, zira “hiçlik” veya “temsil
edilemeyen” gibi ifadelere başvurmakta, mistisizm tuzağına düşme riskiyle karşı
karşıya kalmaktadır. Colli’ye göre temastaki dolaysızlık sınırlıdır, çünkü temsil
asla bütünüyle ortadan kaldırılamaz. Soyut kalma ihtimalinin yol açtığı her
türden riske karşı o vakit şu söylenmelidir: asıl faydalı olan, çıkış noktasına
geri dönüp bir kez daha “dokunma”nın anlamını, yani en basit ve en dünyevi his
olarak dokunmanın kendisini sorgulamak gereklidir.
Aristo, dokunmanın özel niteliği üzerine kafa
yormuş bir isimdir. Ona göre dokunmak, diğer hislerden farklıdır. Her hissin
bir ortamı (ara düzlemi –metaksisi)
vardır ve bu ortam belirleyici bir görevi yerine getirir: görmede ortamın
kendisi şeffaftır, gözleri etkiler ve renklerle aydınlığa kavuşur. Duymada
ortam havadır, hareket ses kütlesiyle sağlanır ve ses kulaklara çarpar.
Dokunma diğer hislerden ayrıdır, zira dokunmada
somut olanı “ortam bize bir eylemle etkide bulunduğu için algılamayız, onu
ortamla birlikte algılarız.” Bize dışsal değil aksine içimizde olan ortam, etin
(bedenin -sarx) ta kendisidir. Yani
dışarıdaki nesneye dokunmakla kalmayız, ayrıca dokunma eti harekete geçirir,
başka bir ifadeyle temas hâlindeyken biz kendi duyarlığımıza dokunur, bizdeki
algılama becerimizden etkileniriz.
Görme hâlinde gözlerimizi göremeyiz, duyma hâlinde
duyma becerimizi algılayamayız, ama dokunma hâlinde dokunma ve dokunulma
becerimizle temas kurarız.
Bu anlamda başka bir bedenle temas kurmak, her
şeyden önce kendimizle temas kurmaktır. Dolayısıyla diğer hisler karşısında
ikincilmiş gibi görünen dokunma hissi, aslında birincildir ve ilk sırada gelir,
çünkü özne orada üretilir. Oysa görmede ve diğer hislerde özne, önceden bir
şekilde varsayılır.
Kendimizi ilk kez başka bir bedene dokunduğumuz
vakit, ortak bedenle temas kurduğumuzda tecrübe ederiz.
Eğer bugün inatla yapmaya çalıştığımız gibi, tüm
teması ortadan kaldırırsak, her şeyi ve herkesi birbirlerinden uzak tutmaya
devam edersek, o vakit sadece başka bedenleri tecrübe etme imkânını değil, ayrıca,
her şeyin ötesinde, kendimizi dolaysız bir biçimde tecrübe etmeyle ilgili tüm
imkânları da kaybedeceğiz, yani tüm o saflığı ve basitliği ile etimizi,
bedenimizi yitireceğiz.
Giorgio
Agamben
5 Ocak 2021
0 Yorum:
Yorum Gönder