10 Ocak 2021

, ,

Dünya Yönetişim Sistemi


Bugün büyük hükümetin ve açık kaynağın sunduğu neoliberal özgürlük, sınırsızmış gibi görülen dünyanın yaydığı o özgürlük havası, “ilerleme”ymiş gibi takdim ediliyor. “Yönetim” yerine “yönetişim”den dem vuranlar da aynı şekilde aktörlerden oluşan ağlar arasındaki yatay iletişimle ilgileniyorlar. Castells’den Hardt & Negri’ye birçok postmodernist sosyolog, belirli bir ağın parçası olarak, proletaryayı post-maddi enformasyon işçilerle ikame ediyorlar. Latour, nesneler ve montajlar üzerine kurulu pozitivist bir dünya hayali kuruyor. Bu nesneler ve montaj malzemeleri, her şeyin her şeyle eşit oldukları tek boyutlu bir düzlem üzerinde, belirli bir düzende bir araya getiriliyorlar.

Bilimle ideolojik bir yönelim olarak bilimcilik arasındaki farkı kimse anlamıyor.

Giderek teknokratik bir içerik kazanan çevrecilik akımı, idealizmin felsefi planda temelsiz olan bir biçimine yaslanıyor.

Muhtemelen buradaki çelişki, kendilerini “dünya vatandaşı” olarak gören bir iş insanı ve bir bilim insanı tarafından 1968’de kurulan Roma Kulübü isimli düşünce kuruluşunu model alan sistemlerden miras kalma. Yalnız şunu da görmek gerek: 2000’li yıllara girildiğinde Güney’deki eğitimli sınıflarla zengin Kuzey’in siber kuşakları, ekolojik süreçleri açıklama noktasında bilgisayar simülasyonuna iyice aşina olmuşlardı.

Birçok siyasetçi bile “toplumsal sistemler” ile “doğal sistemler” arasındaki etkileşimin bilgisayarda görüntülenebileceğini ve bu sayede yönetilebileceğini düşünmeye başladı.

Oysa enformasyon teorisine bel bağlamak, bırakalım insan davranışlarını, karmaşık biyolojik-fiziksel geri bildirim döngülerini zaman üzerinden değerlendirmeye tabi tutmak için fazla basit bir adım. Neticede günümüzde kapitalist siyasetle dijitalleşmiş akıl ve muhakeme arasında sıkı bir bağ söz konusu.

Bugün dünyada nüfusun sadece yüzde onunun arabasının bulunduğu koşullarda teknokratik söylem materyalist bir okumaya tabi tutulduğunda, onun ne denli dar görüşlü olduğu görülür.

Dünya genelinde sınıf, etnisite ve cinsiyet eşitsizliğinin dayandığı yapıyı ele alan Bond, Brand ve Wissen gibi yazarlar, Alman Federal Meclisi’ne ait istatistikleri kullanarak, “Almanya gibi sanayileşmiş bir ülkede yaşam tarzının nasıl emperyalistleştiğini” ortaya koyuyor. Bu ülkede her bir kiloluk ev içi tüketim için başka bir toplumdan beş kiloluk kaynak alınıyor.

Bunun da ötesinde, gündelik hayatın idrak edilmesi gereken her bir yönünü yönetmek için bilgisayarlardan yararlandığımızda çevreye daha fazla zarar veriliyor.

Kuzeyi Güney’e maddi açıdan bağımlı ve bu bağımlılık, ekstraktivizm olarak biliniyor. Gelişmiş ülkeler, liderlik konumlarını bu ekstraktivizm sayesinde muhafaza ediyorlar.

Ekstraktivizm, çevre ve insan kaynaklı borçlarla birlikte, aynı zamanda “yeşil yeni düzen” gibi neoliberal “sürdürülebilir kalkınma modelleri”nin ve Birleşmiş Milletler Çevre Programı’nın ulusötesi şirketler lehine geliştirdiği “yeşil ekonomi” anlayışının temelini oluşturuyor.

Şirketlerin kâr amaçlı kaynak ve hammadde tedariki çalışmaları, ilerleme adına savunuluyor. Oysa bu model, dünyanın ekolojik sağlığı ve demokrasinin geleceği için zararlı.

Coğrafya, antropoloji, sosyoloji ve etik gibi farklı disiplinlere ait görüşleri harmanlayan radikal araştırmalar sahasında çalışan akademisyenlerin ve eleştirel politik ekolojistlerin bu yeni teknokratik yönetim biçimini sorgulamaları gerekiyor.

Bu yönetim anlayışı dâhilinde geliştirilen ve “Dünya Yönetişim Sistemi” denilen paradigma, Avrupalı akademisyenlerden oluşan bir ağ kuruyor. Bu yönetişim tarzını savunanlar, sosyal bilimlerin karşısına şu önemli sorunu çıkartıyorlar:

“Farklı aktörlerden, ağlardan ve kurumlardan oluşan, daha karmaşık bir yapı meydana geldi. […] Küresel çevre yönetişimi içerisinde faaliyet yürüten aktörlerin türü de sayısı da son yirmi-otuz yıl içerisinde ikiye katlandı.”[1]

Bu yönetişimin geliştirdiği ajanda ise özel şirketlerin ve kamunun elindeki yetkileri ilişkilendirip artırmaya, ulusötesi idari yapılar arasında yeni dikey ve yatay bağlar kurulmasına dönük çalışmaları içeriyor. Buna bağlı olarak aynı ajanda, devletin rolünü sorguluyor ve hesap verme sorumluluğunu ortadan kaldırıyor.

Dünya Yönetişim Sistemi, sosyal adalet, yurttaşlık ve kültürel özerklik konusunda önemli sonuçlara yol açacak bir gelişme. Bu tür fikirlerin bilgi düzleminde sahip olduğu yeterlilik, toplum ve doğa arasındaki ilişki düzeyinde, epey düşük.

Bu yönetişim anlayışı üzerinden bakıldığında görülüyor ki cebirsel sistemler teorisinden ve başka idealist yöntemlerden yararlanan uygulamacıların insan-doğa ilişkisini kavramsallaştırması zor. Bu da demek oluyor ki alternatif bir yaklaşım dâhilinde politik ekolojistlerin çalışmalarını materyalist açıdan ele aldıkları insan-doğa metabolizmasına dayandırmaları gerekiyor.

Ariel Salleh

[Kaynak: The International Handbook of Political Ecology, Yayına Hazırlayan: Raymond L. Byrant, 2015, Elgar, s. 432-433.]

Dipnot

[1] Biermann, F. ve P. Pattberg, “Conclusions”, F. Biermann ve P. Pattberg (ed.), Global Environmental Governance Reconsidered içinde, Cambridge, MA: MIT Press, s. 265.

0 Yorum: