Solculuktan İslamcılığa, muhaliflikten iktidar
koridorlarına seyreden hikâyesi ile Fas’ın yeni başbakanı, çelişkileri kendi
lehine ustalıkla çevirmeyi bilen bir isim.
Fas Kralı VI. Muhammed kararını verdi ve Adalet ve
Kalkınma Partisi’nin büyük bir başarı elde ettiği kısa süre önce gerçekleşen
seçimler ardından partinin genel sekreteri Abdullah Benkirani’yi ilk başbakan
olarak seçti.
Benkirani, çelişkili, ne yapacağı belli olmayan, bir
ânda aniden gülüp bir ânda öfkelenen bir figür. O, ülkede gençlik yıllarından
beri yasaklı iken, süreç içinde Mevlevi Sufi tarikatının katkıları ile yolunu
değiştirdi.
Benkirani, 1954’te başkent Rabat’ta dünyaya geldi.
Ailesi köken olarak ülkenin ikinci büyük kenti olan Fes’ten. Anne tarafından
Bağımsızlık Partisi’nin coşkulu bir taraftarı. Kamusal iyi ile ilgilenmesi
annesinden, dinî eğitime düşkünlüğü ise babasından geliyor.
Belki de çoğu kişi, onun politik yolculuğuna bir solcu
olarak başladığını bilmiyor. 23 Mart Hareketi ile başlayan bu yolculukta
Benkirani yetmişlerde sosyalist Gençlik Birliği’ne katılıyor.
Yüz seksen derece dönüş yapmazdan önce sosyalist bir
gazete olan Muharrir için yazılar yazıyor. Sonrasında ise 1976’da Fas
İslamî Gençliği Şebibe’ye katılıyor. Bu, Şebibe’nin (Gençlik) de bir biçimde
bulaştırıldığı sosyalist lider Ömer Benyelyun’un suikastı sonrasında
gerçekleşiyor.
Benkirani, despotik rejimlere karşı İslamî bir devrimi
savunan Seyyid Kutub’un yazılarından etkilenen birçok gencin rüyasını
paylaşıyor ve Şebibe üyesi olduğu ilk günden itibaren İslamî düşüncelerin
etkisi altına giriyor.
Birçok kez tutuklanıp hapis yatıyor. Fizik profesörü
olmasından iki yıl sonra, 1981’de Şebibe ile bağlarını kopartmaya karar
veriyor. Bu kopuşa Abdülkerim Mutti ile hareketin yönüne ilişkin yaptıkları
tartışmalar neden oluyor. Mutti, onu rejimin ajanı olmakla suçluyor ama
hareketin önemli bir bölümü Benkirani’nin safına geçiyor.
Kopuş sonrasında Benkirani, hükümete kendisinin ve
Mutti’nin takipçileri içindeki kendisini destekleyenlerin suçsuz olduğunu
söylediği bir mektup gönderiyor. 1986-1994 arası süreçte başını çektiği İslamî
Parti’nin şiddete başvurmasından ötürü pişman olduğunu söylüyor.
Ardından örgütünün adını değiştirip onu rejime dost
bir niteliğe büründürüyor. Sonrasında Reform ve Yenilenme Hareketi, 1996’da,
diğer bir dizi İslamî hareketle birleşip, bugün Birlik ve Reform Hareketi
olarak bilinen yapıyı teşkil ediyor.
1992’de rejimden kendisinin parti kurmasına izin
vermesini talep ediyor ama bu talep reddediliyor. Başlarda dostları ile
birlikte Bağımsızlık Partisi ile birleşmeyi, oradan da Mutti’nin de içinde
olduğu Demokratik Anayasacı Halk Hareketi’ne katılmayı düşünüyor. Bu birlik
süreci AKP ile sonuçlanıyor.
16 Mayıs 2003’te AKP’nin dolaylı olarak sorumlu
tutulduğu, Kazablanka’daki terörist saldırılar parti içinde yeni bir krize yol
açıyor. Bu hassas dönem boyunca parti bir lidere ihtiyaç duyuyor ve Benkirani o
liderin kendisi olduğunu pratikte kanıtlıyor. 2008’de partinin genel sekreteri
seçiliyor.
Partisini yok etmeye çalışanlardan hesap sorma
konusunda hiç tereddüt etmiyor. Muhaliflerine, hatta monarşiye yakın olanlara
bile, sürekli saldırıyor. Süreç içinde patlak veren her politik fırtınada hızla
itibar kazanıyor.
Çelişkilerden istifade etme noktasında zamanla
ustalaşıyor. 20 Şubat Hareketi ile birlikte protestolara katılmayı reddediyor,
bu ret, hareketin liderlerinin epey canını sıkıyor. Mevcut konumunun monarşinin
bir şekilde ilgisini çekeceğini biliyor. Monarşi, zamanla İslamcılarla ilgili
görüşlerini değiştirip Benkirani’yi yeni adamı olarak görmeye başlıyor ve onun
dalgalı denizdeki gemiyi sakin bir limana yanaştırabileceğini düşünüyor.
Benkirani, protestoların başladığı ilk günlerden
itibaren saraya güven tazeleyici mektuplar gönderiyor ve 20 Şubat Hareketi
mensuplarını eleştirmekten de çekinmiyor. Bu arada da monarşi için kötü
olduğunu düşündüğü kralın kimi dostlarının iktidardan uzaklaştırılması ve
reformların gerçekleştirilmesi yönünde çağrılar yapıyor.
Benkirani’yi yakından tanıyanların da teyit ettiği
üzere, o konumunu sürekli değiştiriyor ve nihai çelişkiye sıklıkla vurgu
yapıyor. Ancak o bu özelliğini bir tür özgünlük ve kendiliğindenliğin işareti
olarak takdim ediyor.
Her zaman çelişkili konumlar alan Benkirani, ustalıklı
tartışma becerisi ile muhaliflerini her daim korkutmayı biliyor. Devletin sivil
niteliği, ibadet özgürlüğü ve Berberî dilinin (Tamazight) resmî dil olarak
benimsenmesi ile ilişkili maddelere dönük konumunu sesli bir biçimde ifade
ederek, yeni anayasa tartışmaları sürecinde ciddi bir kargaşaya yol açıyor.
Hatta kralın danışmanlarından biri tarafından sakinleştirilene dek sarayı
anayasa lehine oy kullanmamakla tehdit ediyor.
Ancak o güçlü ve açık sözlü doğasına karşın Benkirani,
Birlik ve Reform Hareketi içindeki sertleşmeden yana kesimleri yumuşatarak,
devletle İslamcı gruplar arasındaki çelişkileri nötralize edici bir rol
oynuyor. “Dinin yeri camidir ve partinin Faslıların özel işleri ile alıp
veremediği bir şey yoktur.” diyen Benkirani, parti içindeki görece daha liberal
bir kanadı temsil ediyor.
İmad Estito
0 Yorum:
Yorum Gönder