Fas etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Fas etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

05 Eylül 2020

, ,

Fas Komünist Partisi

Georges Oved’in tespitine göre Rif Savaşı’na dek Fas’ta herhangi bir komünist faaliyete rastlanmamaktadır. Bu, sadece yerli halk içinde Abdülkerim’i yücelten ve Fas’ın düşmandan arındırılmasını talep eden az sayıda bildirinin dağıtıldığı bir dönemdir.[1] 

Oved’in görüşüne göre 1926 yılına dek ülkede herhangi bir bağımsız komünist teşkilât mevcut değildir.

Bu dönemde sömürgeci güce ait istihbarat servisi, Faslı milliyetçilerle çalışan Bolşeviklerin ülkede devrimci bir ayaklanma başlatmak için çalışma yürüttüklerine dair söylentiler yaymaktadır. Bunun üzerine sömürgeci güçler, Moskof ajanı belledikleri kişileri yakın takibe almışlardır.

Charles-André Julien de bu isimlerden biridir.[2] Julien, Komintern’in 1921’de Moskova’da düzenlenen üçüncü kongresine katılmış, Kuzey Afrika’da ayaklanma çıkartmakla görevlendirilmiştir.

İstihbarat servisinin korkuları o kadar artar ki Fez’de Vehhabi Komitesi ile komünistler arasında bir anlaşma imzalandığını, yakında ayaklanmanın patlak vereceğini düşünmeye başlar.

Rif Savaşı’na Fransız Komünist Partisi karşı çıkmıştır. Fas’ta ise komünistler Rif halkına destek verirler. Bunun üzerine İspanyol-Fransız Ortak Gücü, isyanın çıkacağına dair hikâyeyi yayar. İlk başta Malaga’da kurulan Ortak Güç, sonrasında Tangiers’e taşınır.

Fas yetkililerine ait belgelerin de ortaya koyduğu biçimiyle, Ağustos 1927’de Sacco ve Vanzetti’ye destek veren etkinlik ve eylemlerin Fransız medyasına yansıdığı görülmektedir. Az sayıda komünistin yaptığı bu eylemler, önemli bir etki yaratır. İlk sendikaları, Enternasyonal’in Fransız Seksiyonu İşçileri’ne (SFIO) ait örgütler içinde çalışan bu komünistler kurarlar. Bu sendikalar, 1936 yılına dek illegal faaliyet yürütürler.[3]

Gelgelelim 1935 yılına dek Fas’ta gerçek anlamda komünist bir teşkilâta rastlanmaz. 1935 yılında ilk Sosyalist Gençlik kongresi düzenlenir. Leon-René Sultan[4] ve Jean Dresch[5] gibi isimler, ilk komünist çekirdeği teşkil ederler. Bu ekip, süreç içerisinde Kızıl Fas isminde bir gazete çıkartırlar. Bu gazete, Fas Komünist Partisi’nin yayın organı olarak kabul edilir.[6]

Fas’taki Fransız soluyla 1930’da imzalanan ve hukuk sistemini değiştiren, Berberi kabilelerinin şeriattan kopmasına yol açan Berber Dahir kararnamesine karşı mücadele eden genç milliyetçiler arasındaki ilişkiler gerilimlerle yüklüdür, zira Fransız solu, bu milliyetçilerin “burjuva” ideolojisine göre hareket ettiklerini düşünmektedir. Süreç içerisinde Fransız solu, Fas’taki tepkilerin ve mücadelenin dinî boyutunu da sultana yönelik bağlılığı da anlayamaz. Oysa Fransız solcular, sultanın Fransız devletinin adamı olduğunu düşünmektedirler.

Haziran 1934’te birkaç ay sonra Fas Eylem Komitesi’ni kuracak olan milliyetçiler, Rabat ve Paris’teki yetkililere reform önerilerini sunarlar. SFIO’nun Fas seksiyonu, Kenitra’da kongre düzenleyerek koruyucu eylemle sosyalizm arasındaki uyumu, hareketin İslam’la ve “Fas milliyetçiliği” ile bağlarını inceler ve neticede burjuva kabul ettikleri bu tür yönelimlerle mücadele etmenin gerekli olduğu sonucuna ulaşırlar.[7]

Haziran 1936’da Halk Cephesi iktidara gelince sömürgelere yönelik açıklık politikasını benimser. Bunun üzerine Fransızların kurdukları sendikalar ve partiler yasallaşır, özgürlükler alanı genişler, hatta bu gelişmeler kimi alanlarda yerli halkları da etkiler.

Leon Blum, Charles-André Julien’i Akdeniz ve Kuzey Afrika Yüksek Komitesi sekreteri olarak atar. Komite, Halk Cephesi’nin yerli halkların bağımsızlığını organize etmek için reformlar yapması önerisinde bulunur.[8] Buna karşılık milliyetçiler, bu örgütlenme faaliyetine hiç güvenmezler ve onu gözetleme görevi gördüğünü düşünürler. Milliyetçilere göre komitenin amacı, Kuzey Afrika’daki sömürgelerde baskıyı yoğunlaştırmak ve kontrolü sağlamaktır.

FKP’nin Fas’ta çıkarttığı Clarté dergisinin 19 Aralık 1936 tarihli ilk sayısında Marc Forclaude müstear adını kullanan Leon Sultan, partisinin “Fas proletaryasının acil talepleri üzerine kurulu bir program”ı benimsediğini söyler, ama komitenin reform programına açıktan atıfta bulunmaz. Ona göre Halk Cephesi’nin estirdiği “özgürlük rüzgârının cana can katan esintisine güvenilmeli”dir, zira Cephe, Fransızların halkın maddi ve kültürel kurtuluşunu gerçekleştirme görevini yerine getirecektir.

Fakat bu rüzgâr bir süre sonra kesilir. Ağustos 1938’de aynı gazete, sendika hakları konusunda uygulanan ayrımcı siyaseti eleştirir ve Avrupalıların “üstün proleterler” olarak görüldüğünden, bu temelde uygulanan siyasetin sömürgeci, hatta ırkçı olduğundan bahsedilir.[9]

Bu yıllarda Fas, iç savaşın yaşandığı İspanya’ya yakınlığı yüzünden belirli gelişmelere tanıklık eder. Cumhuriyetçi İspanyol mülteciler, Kazablanka, Tangiers ve Rabat gibi şehirlere yerleşirler. Hatta Robert Rézette’in aktardığı kadarıyla anarşist eğilimli bazı İspanyol işçiler, 1937’de Fas’ta bir komünist parti kurarlar. Paris’teki FKP ile bağı olmayan bu parti, 1939’da yasaklanır.[10]

Bu iddianın doğruluğunu teyit edecek bilgiye sahip değiliz ancak gene de bildiğimiz kadarıyla bu dönemde Kazablanka’nın Maarif ilçesinin İspanyol komünistlere kucak açtığını, bu komünistlerin İbrahim Serfati gibi Faslı gençleri etkilediğini biliyoruz. Serfati, “o günden beri İspanya hep kalbimdedir” demiştir.[11]

Mücadelelerini koordineli hâle getirmek için uğraşan İspanyol, Faslı ve Fransız komünistler arasındaki temas zamanla daha da yoğunlaşır. Örneğin 1947’de Mundo Obrero gazetesi, Kazablanka’da[12], haftalık Espoir dergisinin basıldığı matbaada basılır.[13]

Kuruluşunu Kasım 1943’te gerçekleştiren Fas Komünist Partisi’nin ilk kongresi 1946’da düzenlenir. İlk genel sekreteri Leon Sultan’ın 1945’te ölmesi ardından yerine Ali Yata geçer. Parti, 1953-56 arası dönemde Fransız sömürgeciliğine karşı yürütülen silâhlı mücadeleye katılır.

Bernabé López Garcia

[Kaynak: Communist Parties in the Middle East: 100 Years of History, Yayına Hazırlayanlar: Laura Feliu ve Ferran Izquierdo-Brichs, Routledge, 2019, s. 217-218.]

Dipnotlar:
[1] Georges Oved, La gauche française et le nationalisme marocain 1905–1955: Tentations et limites du réformisme colonial, 2 Cilt, Paris, Harmattan, 1984: Cilt. 1, s. 154.

[2] Charles-André Julien [1891–1991]. Sömürgecilik karşıtı mücadele içinde yer alan Julien Oran’da yaşadı. Burada SFIO’ya katıldı. 1920’de Komintern’e bağlı Fransız Seksiyonu içinde yer aldı. Buradaki kişiler sonra FKP’yi kurdular. Julien 1926’da FKP’den ayrıldı, ama sol siyasetle bağını kopartmadı. 1953’te sömürgecilik karşıtı çalışmasını kaleme aldı. [L’Afrique du nord en marche. Nationalismes musulmans et souveraineté française, Paris, Julliard.] Çalışma diğer baskılarında genişletildi. Le Maroc face aux impérialismes 1415–1956 (1978) isimli çalışması konuyla ilgili olarak sürekli atıfta bulunulan eserlerden biridir.

[3] Fas’ta sendikacılığın kökenleri konusunda bkz. Albert Ayache, Le mouvement syndical au Maroc de 1919 a 1942, Cilt. 1, Paris, L’Harmattan, 1982).

[4] Leon-René Sultan, 1905’te Cezayir’de doğdu. 1929 sonrası Konstantin ve Kazablanka’da avukatlık yaptı. 1936-7’de Clarté’de gazeteci olarak çalıştı. Vichy rejimi döneminde baskıyla yüzleşen Sultan, Beşinci Afrikalı Askerler Alayı’na katıldı ve Haziran 1945’te savaşta aldığı yaralar yüzünden öldü.

[5] Jean Dresch. Fransız coğrafyacı (1905–94). 1931 yılından itibaren Rabat’taki Müslüman okulunda dersler verdi. 1941’de Fas Atlas bölgesi üzerine tez hazırladı.

[6] Oved, a.g.e., Cilt. 1, s. 159.

[7] López García, “Los comunistas marroquíes ante la cuestión del Sahara: entrevista a Ali Yata Secretario General del PPS (PCM)”, Materiales: crítica de la cultura, Sayı 8, 1989: s. 23–6.

[8] Aktaran: Oved, a.g.e., Cilt. 2, s. 97.

[9] Oved, a.g.e., Cilt. 2, s. 137.

[10] Robert Rézette, Les partis politiques marocains, Paris, Armand Colin, 1955: s. 161.

[11] Abraham Serfaty & Christine Daure-Serfaty, La mémoire de l’autre, Kasablanka, Tarik Editions, 2002: s. 53.

[12] Prensa.

[13] Bkz. López García, “El olvido del exilio de los españoles en el Norte africano. La investigación sobre el exilio y la emigración de los españoles en Marruecos”, Yayına Hz.: López García, B. & Hernando de Larramendi Martínez, M., Historia y memoria de las relaciones hispano-marroquíes. Un balance en el cincuentenario de la independencia de Marruecos içinde, Madrid, Ediciones del Oriente y del Mediterráneo, 2007. Sürgüne gönderilmiş olan İspanyol Paquita Gorroño, Rabat’a Mart 1939’da geldi, oradan Paris’e geçip oradaki İspanyol Komünist Partisi liderleriyle temas kurdu.

20 Aralık 2015

, ,

Saide Menebi


Saide Menebi, Eylül 1952’de Marakeş’te dünyaya gelir. Rabat Üniversitesi’ne girer ve burada İngiliz Edebiyatı bölümüne kaydolur. Okulda Fas Ulusal Öğrenci Birliği ile tanışır. Kısa süre içerisinde öğrenci birliğinin militan bir üyesi hâline gelir. Ayrıca Halkçı Demokratik Yol isimli komünist yapı içerisinde de çalışır. Bu yapı, Batı Sahra’nın bağımsızlığını desteklemektedir.

Akademik eğitimi yanında Saide Menebi, Rabat kolejinde İngilizce öğretmenliği yapar. Bu dönemde Fas İşçi Sendikası’na girer. Ayrıca İle’l Emem [“İleri”] isimli komünist harekete katılır.

16 Ocak 1976’da Fas’ta baskı ve tutuklamaların yoğunlaştığı bir dönemde Saide ve diğer üç yoldaşı Rabat’ta tutuklanır. Tutuklama gerekçesi İle’l Emem içerisinde politik faaliyet yürütüyor olmalarıdır.

O günlerde 24 yaşında olan genç komünist, Kazablanka’daki Derb Molla Şerif hapishanesine konulur. Bu hapishane, tutsaklara karşı taciz ve saldırıları ile ünlü olan bir yerdir. Aynı yıl Saide Menebi, birkaç yoldaşıyla birlikte mahkeme karşısına çıkartılma talebiyle açlık grevine başlar. Üç ay sonra, fiziksel ve psikolojik işkencenin ardından Saide Menebi, hâkim karşısına çıkartılır ve Kazablanka’daki Okaça Hapishanesi’ne atılır. Henüz hakkında bir hüküm verilmemiştir.

Ocak 1977’de, tutuklanmasından bir yıl sonra Saide, Kazablanka’da 138 tutsakla birlikte mahkemeye çıkartılır. Hepsi suçlu bulunup devlet güvenliğini tehdit ettikleri gerekçesiyle beş yıla mahkûm edilir. Mahkeme süresince Saide Menebi, Sahra halkına ve onun bağımsızlığına dönük desteğini yeniden haykırır. Kendisini suçlayanların karşısında Faslı kadınların ülke genelinde maruz kaldıkları zulmü mahkûm eder. Salonda herkes onu alkışlar. Saide, yargılama sonucu hâkime hakaretten iki yıl daha ceza alır.

138 tutsak Kazablanka Hapishanesi’ne atılır. Saide, üç arkadaşıyla birlikte Rabat’ın kuzeyindeki Kenitra Hapishanesi’nde tecride konulur. 10 Kasım 1977’de yeni bir açlık grevi süreci başlar. Greve giden tutsaklar, politik tutsakların durumunun düzeltilmesini, insan haklarına saygı gösterilmesini, hapishane şartlarının iyileştirilmesini ve dört yoldaşının tecridine son verilmesini talep etmektedirler.

Hapse ilk girdiğinden beri üçüncü kez girdiği bu açlık grevi Saide için ölümcül olur. Genç eylemcinin durumu kritikleşince Kazablanka’daki İbni Rüşd Hastanesi’ne götürülür. Ama durumu iyice kötüleştiğinden ve gerekli tedavi yapılmadığından Saide Menebi 11 Aralık 1977’de, açlık grevinin 34. gününde, henüz 25 yaşında iken vefat eder.

Democracy and Class Struggle
12 Aralık 2015
Kaynak

28 Kasım 2012

,

Muhalefetten Kuklaya: Fas’ın AKP’si


Bir gösteri bastırıldı, bir gazeteci dövüldü, bir sanatçı tutuklandı, bir gazete sansürlendi ve bir eylemci işkence gördü. Birileri tarafından övülen bir “manzara” olarak anayasa referandumundan on altı ay ve yeni hükümetin seçilmesinden tam bir yıl sonra Fas’taki manşetler bozuk bir plak gibi tekrarlıyorlar kendilerini. Meclis seçimlerinin 25 Kasım 2011’de yapılacağı duyurulduğunda, 20 Şubat Hareketi ve destekçileri seçimlerin gerçek bir değişimi koşullamayacağı tespiti üzerinden boykot kararı aldılar. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) çoğunluğu ele geçirdiği seçimlerden bir yıl sonra rejimin vaat ettiği “reform yolu”na henüz girilebilmiş değil. Dahası zenginler için vergi muafiyeti, halk ayaklanmasını önlemeyi amaçlayan gıda destekleri ve devlet bütçesinin orantısız bir biçimde birilerine peşkeş çekilmesinden müteşekkil bir bileşim, yardım paketleri ve IMF’den alınan borçlara giderek daha fazla bağımlı hâle gelen ülkenin berbat ekonomik görünümünü izah eder nitelikte.

Esasında bu yapılması öngörülen Kasım 2011 seçimleri birçok gözlemci, kralın takdim ettiği anayasa reformlarına ilişkin ilk sınav olarak değerlendirdi. Reformlar yanında, kadınlar ve gençler için tahsis edilecek koltuklara kota konuldu ve bu durum ciddi ihtilaflara yol açtı. Ayrıca seçimler en çok oy alan partinin liderinin kral tarafından başbakan olarak tayin edilmesini ilk kez sağladı. Başbakan bunun dışında “hükümetin başı” unvanını alıp meclisi dağıtma yetkisini eline geçirdi. Ancak reformlara rağmen iktidarın önemli bir bölümü hâlâ kralın elinde. Muhtelif partiler, hareketler ve kitle örgütlerinin talep ettikleri demokratikleşmeden ziyade serbestleşmeye dönük birer adım olan bu sınırlı reformlar, seçimler esnasında oy kullanma hakkına sahip Faslıların yarısını bile seferber etmeyi başaramadı. Nüfusun yüzde elli beşinin oy kullandığı seçimlerde AKP oyların yüzde yirmi üçünü aldı ve parti lideri Abdullah Benkirani başbakan oldu. Tıpkı önceki seçimler gibi Kasım 2011 seçimleri de bir koalisyon hükümeti ile sonuçlandı. Koalisyon bu sefer AKP, İstiklâl Partisi, Halk Hareketi ve İlerleme ve Sosyalizm Partisi’ni içeriyordu.

Abdullah Benkirani’nin kabinesini resmî olarak takdim etmesinden bile önce saray basına kraliyet danışmanlarının atanmasını duyuran haberler aktardı. Bu danışmanların arasında Kral VI. Muhammed’in çocukluk arkadaşı Fuad Ali Himma ve kralla arasındaki ilişkilerden politik ve mali açıdan istifade eden ünlü bir saray dostu da vardı. AKP’nin seçim kazanmasını önceleyen yıllarda Benkirani ve Himma birbirilerine hasımdı. Bu süre zarfında Benkirani, Himma gibi simalara dönük eleştirel görüşlerini hiç mi hiç sakınmadı. Göreve gelmesini müteakip iki hafta içinde Benkirani, Himma’yı kraliyet danışmanı olarak atayan VI. Muhammed’e tepki niyetine şu sözü sarf etmek zorunda kaldı: “Devletin başının Kral VI. Muhammed olduğu bir ülkede yeni bir hükümet kuruyorum, benim patronum o. Patronum olan devletin başı, kendi kraliyet sarayını yönetiyor.” Başbakan olarak, VI. Muhammed’in kendisinin üzerinde duran bir otorite olduğunu kabul etmenin ötesinde Benkirani, rejimin “reform yolu” olduğunu iddia ettiği şeyin statükoyu muhafaza etmek için inşa edilmiş bir duvardan başka bir şey olmadığına dair herhangi bir emare bulunmadığına ilişkin sav hakkında, Fas’ta mevcut sesleri istemeyerek dile getirmiş oldu.

AKP ve üyeleri, politikaya inancını yitirmiş Faslıları bir biçimde kucakladı. Önceki muzaffer partilerin tersine, AKP’nin yapısı şeffaftı ve iç parti seçimlerine dayanıyordu. Halk önüne her çıktığında Benkirani halk diline başvurdu ve diğer politik simalarla sürekli ilişkilendirilen seçkincilikten ve kopukluktan uzak durdu. Partinin kimi üyeleri bir dönem hapis yatmış isimlerdi, bugün adalet bakanlığı yapan Mustafa Ramiz bile kısa süre hapisten çıkmış olan Faslı gazeteci Raşid Nini’nin avukatlığını yapmıştı. Benkirani’nin kabinesindeki tek kadın olan Besima Hakkuyi, tek bir kadın bakanın atanması kararına itiraz etti. Baştaki vaatlere rağmen bir kez daha Fas’taki mevcut politik iklim, seçimleri kazanmanın politik bir partinin başına gelebilecek en kötü şey olduğunu gösteriyor. Benkirani’nin kullandığı halk dili artık alaya alınıyor. Ramiz’in geçmişteki reform yanlısı duruşuna karşın eylemciler basit barışçıl gösteriler yaptıkları için tutuklanıyorlar. On altı yaşındaki Faslı bir kızın kendisine tecavüz eden adamla evlenmeye zorlanması ardından Hakkuyi, tecavüze uğramış kadının tecavüzcüsü ile evlenmesi gerektiğini savunuyor ve bu durumun “gerçek herhangi bir zarar”a yol açmayacağını söylüyor.

AKP’nin devam eden başarısızlığı ve onu en fazla eleştirmiş kesimlerdeki insanı sağır eden sessizlik, Fas rejimindeki iktidarın çok yüzlü doğasını da kuşatıyor. Monarşi bir yandan muhalefetin savunduğu reformla ilgili dili kullanılırken, bir yandan da kendi otoritesini eşzamanlı olarak dayatıyor, bunun sonucunda da hükümet AKP’ye teslim ediliyor. İtibarını politik alana kendisini başarılı bir biçimde konumlandırmış olması sayesinde edinmiş bir parti olan AKP, bir yandan diğer partilerle ilişkili olarak ortaya çıkan yozlaşma ve akraba kayırmacılığı ile ilgili boş bir dizi anlayışlara dair görece eleştirel bir tutum takınırken, bir yandan da monarşinin stratejisi dâhilinde uyumlu bir aktör olarak iş görüyor. AKP’nin seçilmesi, partinin kendisinden daha çok VI. Muhammed için politik bir zafer. Kral, monarşinin muhafazası noktasında hayatî olan “Fas’ta reformların yapılması” ile ilgili hikâyenin anlatılmasına devam edilmesi için AKP’nin seçilmesi en münasip yol. Ancak monarşinin elindeki iktidar, hem AKP’nin mevcut imajına hem de ülkeyi etkin biçimde yönetme becerisine zarar veriyor. En açık yoldan VI. Muhammed, partinin en önemli hasmını kraliyet danışmanı olarak atamakla sadece AKP ve liderliğine değil, ayrıca önceki hükümetin önemli simalarına da mesaj göndermiş oluyor. Örneğin Kral, Clinton’ın Kasım 2011 seçimleri sonrasında Fas’ı ziyareti esnasında AKP’yi utanç verici biçimde ezdi. Zira Clinton ilk toplantısını mevcut dışişleri bakanı değil, hâlihazırda kraliyet danışmanı olan eski dışişleri bakanı ile yaptı.

Burada tüm suçu monarşiye yüklemek olmaz. Geçmişte AKP liderliğinin yaptığı coşkulu eleştirilerin de gösterdiği üzere parti mevcut iktidar yapısını kabul ediyor ve bu hata mevcut politik imajına gereğinden fazla zarar veriyor. Yukarıda bahsedilen Ramiz dâhil, birçok önemli üyesi, aralarında 20 Şubat Hareketi’nin de bulunduğu muhalif kesimleri açıktan desteklediği için sempatiyle karşılanıyordu. Bu sempati ve destek seçimler ardından birkaç ay içerisinde eridi ve 20 Şubat Hareketi sistematik biçimde ezildi. 2012 Temmuz’unda bir hâkim, söz konusu hareketin illegal olduğuna ve hareketle bağlantılı her türden derneğin kovuşturulmasına hükmetti. İnsan hakları ihlalleri ve hareketin birçok üyesinin tartışmalı hukukî süreç dâhilinde sorgulanmasına ilişkin deliller sunulsa bile, söz konusu pratiklerin düzeltilmesi halkın mevcut durumu kabullenmesinden başka bir sonuç üretmiyor.

Rejim dâhilinde eski bir muhalefet partisi olarak sahip olduğu itibarı muhafaza edebilme noktasında çok az imkânı bulunan AKP, yurtdışında olumlu bir izlenim elde etmek ve ani bir politik ölümden kaçınmak için başka bir yere yüzünü çevirdi. Parti, Fas’ın Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ndeki geçici koltuğu sayesinde, Suriye’de devam eden krizi kuşatan diplomatik manevralarda aktif rol oynama imkânı buluyor. Dışişleri bakanı ve eski AKP lideri Saadettin Osmanî, Suriye rejiminin şiddet eylemlerine karşı sürekli laf eden bir isimdi. Fas, Arap Birliği toplantılarına ev sahipliği yaptı, BMGK’den kimi kararların çıkmasına katkı sundu ve diğer faaliyetler yanında, müzakereler esnasında Rus ve Amerika arasında bir arabulucu olarak iş gördü. Clinton, bir basın brifinginde Osmanî’nin Suriye ile ilgili konumunu öne çıkartıp şunları söyledi: “Fas’ın ilkin Arap Birliği içinde ikinci olarak da Güvenlik Konseyi’nde oynadığı önemli rol için dışişleri bakanına teşekkür ederim. Fas, uluslararası toplumun gayretlerinin biçimlenmesinde özel bir yere sahiptir.”

Kendisini meşru bir politik güç olarak kurmaya çalıştığında bile AKP monarşinin kontrol dışı iktidarını tehdit etmekten kaçındı. Benkirani’nin seçilmiş bir hükümet üzerinden monarşi lehine olan iktidar yapıları tarafından biçimlendirilmiş, kendisinin ve hükümetinin “yönetme imkânı bulduğu” verili koşulları tümüyle kabul etmesi ile birlikte AKP, politik partilerin monarşinin muhafazası adına maniple edildikleri bir ortama girmeye çalışıyor. Önceki hükümet partileri gibi AKP de politik muhalefete karşı bir tür amortisör, bir tampon olarak monarşi için oldukça faydalı. Bu arada İslamcılar, sosyalistler ve muhafazakâr milliyetçilerden oluşan koalisyon hükümetindeki ağız dalaşı monarşinin politik açmaza dönük eleştirilerden uzak durmasını sağlıyor ve tam da anayasa referandumunda yaşandığı üzere, onu Fas halkının “esenliği” için değişimi dayatan “tarafsız” bir kurum olarak sahneye çıkmasına imkân veriyor. Ancak monarşi toplumdan gelecek muhalefetten arî bir yerde durmanın keyfini yaşasa da onun elindeki güç, ekonomik koşulların kötüleşmesi ile birlikte, zayıflıyor. Örneğin geçen hafta 20 Şubat Hareketi ve Fas İnsan Hakları Derneği, sarayın elinde tuttuğu 895.000 dolarlık günlük bütçeyi protesto ederken dayaktan geçirildi. Kimi uzmanlar, Fas’ı bir “istisna” olarak tanımlamaya devam edebilir ancak ülke esasında otoriter rejim, özgürlüklerin ezilmesi ve son iki yıl içinde komşu ülkelerdeki rejimleri deviren koşullara kıyasla daha vahim bir tablo ortaya koyan sosyo-ekonomik koşulları da içine alan bir “istisnaî” durumlar bileşkesinden başka bir şeyi ifade etmemektedir.

Samia İrazzuki

03 Aralık 2011

,

Abdullah Benkirani


Solculuktan İslamcılığa, muhaliflikten iktidar koridorlarına seyreden hikâyesi ile Fas’ın yeni başbakanı, çelişkileri kendi lehine ustalıkla çevirmeyi bilen bir isim.

Fas Kralı VI. Muhammed kararını verdi ve Adalet ve Kalkınma Partisi’nin büyük bir başarı elde ettiği kısa süre önce gerçekleşen seçimler ardından partinin genel sekreteri Abdullah Benkirani’yi ilk başbakan olarak seçti.

Benkirani, çelişkili, ne yapacağı belli olmayan, bir ânda aniden gülüp bir ânda öfkelenen bir figür. O, ülkede gençlik yıllarından beri yasaklı iken, süreç içinde Mevlevi Sufi tarikatının katkıları ile yolunu değiştirdi.

Benkirani, 1954’te başkent Rabat’ta dünyaya geldi. Ailesi köken olarak ülkenin ikinci büyük kenti olan Fes’ten. Anne tarafından Bağımsızlık Partisi’nin coşkulu bir taraftarı. Kamusal iyi ile ilgilenmesi annesinden, dinî eğitime düşkünlüğü ise babasından geliyor.

Belki de çoğu kişi, onun politik yolculuğuna bir solcu olarak başladığını bilmiyor. 23 Mart Hareketi ile başlayan bu yolculukta Benkirani yetmişlerde sosyalist Gençlik Birliği’ne katılıyor.

Yüz seksen derece dönüş yapmazdan önce sosyalist bir gazete olan Muharrir için yazılar yazıyor. Sonrasında ise 1976’da Fas İslamî Gençliği Şebibe’ye katılıyor. Bu, Şebibe’nin (Gençlik) de bir biçimde bulaştırıldığı sosyalist lider Ömer Benyelyun’un suikastı sonrasında gerçekleşiyor.

Benkirani, despotik rejimlere karşı İslamî bir devrimi savunan Seyyid Kutub’un yazılarından etkilenen birçok gencin rüyasını paylaşıyor ve Şebibe üyesi olduğu ilk günden itibaren İslamî düşüncelerin etkisi altına giriyor.

Birçok kez tutuklanıp hapis yatıyor. Fizik profesörü olmasından iki yıl sonra, 1981’de Şebibe ile bağlarını kopartmaya karar veriyor. Bu kopuşa Abdülkerim Mutti ile hareketin yönüne ilişkin yaptıkları tartışmalar neden oluyor. Mutti, onu rejimin ajanı olmakla suçluyor ama hareketin önemli bir bölümü Benkirani’nin safına geçiyor.

Kopuş sonrasında Benkirani, hükümete kendisinin ve Mutti’nin takipçileri içindeki kendisini destekleyenlerin suçsuz olduğunu söylediği bir mektup gönderiyor. 1986-1994 arası süreçte başını çektiği İslamî Parti’nin şiddete başvurmasından ötürü pişman olduğunu söylüyor.

Ardından örgütünün adını değiştirip onu rejime dost bir niteliğe büründürüyor. Sonrasında Reform ve Yenilenme Hareketi, 1996’da, diğer bir dizi İslamî hareketle birleşip, bugün Birlik ve Reform Hareketi olarak bilinen yapıyı teşkil ediyor.

1992’de rejimden kendisinin parti kurmasına izin vermesini talep ediyor ama bu talep reddediliyor. Başlarda dostları ile birlikte Bağımsızlık Partisi ile birleşmeyi, oradan da Mutti’nin de içinde olduğu Demokratik Anayasacı Halk Hareketi’ne katılmayı düşünüyor. Bu birlik süreci AKP ile sonuçlanıyor.

16 Mayıs 2003’te AKP’nin dolaylı olarak sorumlu tutulduğu, Kazablanka’daki terörist saldırılar parti içinde yeni bir krize yol açıyor. Bu hassas dönem boyunca parti bir lidere ihtiyaç duyuyor ve Benkirani o liderin kendisi olduğunu pratikte kanıtlıyor. 2008’de partinin genel sekreteri seçiliyor.

Partisini yok etmeye çalışanlardan hesap sorma konusunda hiç tereddüt etmiyor. Muhaliflerine, hatta monarşiye yakın olanlara bile, sürekli saldırıyor. Süreç içinde patlak veren her politik fırtınada hızla itibar kazanıyor.

Çelişkilerden istifade etme noktasında zamanla ustalaşıyor. 20 Şubat Hareketi ile birlikte protestolara katılmayı reddediyor, bu ret, hareketin liderlerinin epey canını sıkıyor. Mevcut konumunun monarşinin bir şekilde ilgisini çekeceğini biliyor. Monarşi, zamanla İslamcılarla ilgili görüşlerini değiştirip Benkirani’yi yeni adamı olarak görmeye başlıyor ve onun dalgalı denizdeki gemiyi sakin bir limana yanaştırabileceğini düşünüyor.

Benkirani, protestoların başladığı ilk günlerden itibaren saraya güven tazeleyici mektuplar gönderiyor ve 20 Şubat Hareketi mensuplarını eleştirmekten de çekinmiyor. Bu arada da monarşi için kötü olduğunu düşündüğü kralın kimi dostlarının iktidardan uzaklaştırılması ve reformların gerçekleştirilmesi yönünde çağrılar yapıyor.

Benkirani’yi yakından tanıyanların da teyit ettiği üzere, o konumunu sürekli değiştiriyor ve nihai çelişkiye sıklıkla vurgu yapıyor. Ancak o bu özelliğini bir tür özgünlük ve kendiliğindenliğin işareti olarak takdim ediyor.

Her zaman çelişkili konumlar alan Benkirani, ustalıklı tartışma becerisi ile muhaliflerini her daim korkutmayı biliyor. Devletin sivil niteliği, ibadet özgürlüğü ve Berberî dilinin (Tamazight) resmî dil olarak benimsenmesi ile ilişkili maddelere dönük konumunu sesli bir biçimde ifade ederek, yeni anayasa tartışmaları sürecinde ciddi bir kargaşaya yol açıyor. Hatta kralın danışmanlarından biri tarafından sakinleştirilene dek sarayı anayasa lehine oy kullanmamakla tehdit ediyor.

Ancak o güçlü ve açık sözlü doğasına karşın Benkirani, Birlik ve Reform Hareketi içindeki sertleşmeden yana kesimleri yumuşatarak, devletle İslamcı gruplar arasındaki çelişkileri nötralize edici bir rol oynuyor. “Dinin yeri camidir ve partinin Faslıların özel işleri ile alıp veremediği bir şey yoktur.” diyen Benkirani, parti içindeki görece daha liberal bir kanadı temsil ediyor.

İmad Estito