Arap ayaklanmaları, kimlik ve ulusal egemenlik
etrafında dönen bir yığın meselenin açığa çıkmasına neden oldu. Daha iyi bir
gelecek için verilen mücadeleler dâhilinde oportünizm ve mezhepçi siyaset
olgunlaşma imkânı buldu. Belirsizliğin her yanı kapsamasıyla kimileri despotizm
veya Batı sömürgeciliğinin sunduğu eski istikrarı talep eder hâle geldiler.
Her ne kadar olaylar birçok hareketin doğmasına yol
açmışsa da Batı müdahalesi, despotizm ve Arap dünyasını saran mezhepçiliğe
karşı çıkan eylemcilerin sayısı çok az. Bahreynli muhalif bir isim olan İbrahim
Şerif bu konuda öne çıkan istisnai bir figür. Üstelik bu tavrını gayet
tehlikeli bir biçimde ortaya koyuyor: hâlihazırda hapiste olan Şerif işkenceye
maruz kaldı ve beş yıl daha içeride kalması gerekiyor. Çektiği çile Bahreyn’in
sınırlarını aştı ancak ihtiyaç duyulan söz konusu mücadelenin karmaşıklığını
ondan daha iyi resmedecek başka bir hikâye de yok elimizde.
Şerif 15 Mayıs 1957’de, Nekbe’nin dokuzuncu
yıldönümünde dünyaya geldi. Nekbe, İsrail devletinin kuruluşunu ve tarihsel
Filistin’den yüz binlerce Arap’ın sınır dışı edilişini ifade ediyor. Şerif’in
doğum yeri Muharrak, Bahreyn’in ikinci büyük adası. Ada, o dönemde İngiliz
sömürgeciliğine karşı gelişen politik muhalefetin yuvası. Şerif’in evi
Stişan’da, İngilizce “station” (istasyon) kelimesinden türetilmiş bir
ismin verildiği bir mahallede. Bu ismi almasının nedeni, mahallenin yukarı
kısmında eskiden merkezî bir otobüs istasyonunun bulunuyor olması.
Stişan’daki birçok insan gibi Şerif’in ailesi de aslen
Huvalalı. Huvala, Körfez’in iki yakasında yaşayan, Arap ve İran kültürlerini
kaynaştırmış Sünni bir etnik topluluğu ifade ediyor. Körfez’in iki ayrı dünyası
arasında seyreden bu tarz bir hareket ortak bir alan oluşturuyor. Bu alan
özellikle ticarete dayalı denizcilik ekonomisi dâhilinde önemli bir yere sahip.
Burada sınırlar çizilmezden ve bölgede modern milletler doğmazdan önce güçlü
bir ekonominin işlediğine tanık olunmuş.
Şerif’in ailesi, yirminci yüzyılın başında doğu
sahilindeki küçük bir köy olan Behde’den Bahreyn’e gelmiş. Kendisi Seyyid
silsilesine mensup; ailesinin kökeninin Hz. Muhammed’in kızına dayandığı iddia
ediliyor. Seyyid aileleri Şii söyleminde daha fazla öneme sahip. Zira seyyidlik
Şiilik için görece daha fazla toplumsal, ekonomik ve dinî prestij ve fayda
sağlayan bir olgu.
Huvala grubu Bahreyn’de azınlık durumunda. Diğer etnik
gruplar içerisindeki kimi üyeler Arap oldukları iddialarına şüpheyle
yaklaşıyorlar, zira köklerinin Körfez’in doğu yakasına dayandığını söylüyorlar.
Bu perspektif, Araplığa ilişkin ırksal bir görüşü varsayıyor ve onun ancak Arap
Yarımadası’ndan gelen bir kabileye uzanan net ve kırılma yaşamamış bir soya
dayanması gerektiğini söylüyor. Söz konusu kan temelli kimlik söylemi, aslî
özellik olarak dili ele alan Arap milliyetçiliğine eşlik eden modern Araplık
anlayışıyla tam bir karşıtlık içerisinde.
Bu karmaşık tarihsel silsile, birçok Huvalalıyı
Bahreyn’de Arap milliyetçisi akımların görüşlerini benimsemeye itmiş.
Böylelikle Huvalalıların önemli bir bölümünün yaşadığı Muharrak şehri hareketin
ana kent merkezi hâline gelmiş. Bu, Arap dünyasındaki birçok azınlık arasında
da yaygın bir durum. Örneğin Hıristiyanlar ve Aleviler de Arap milliyetçiliğine
dayalı hareketlerin ana kitle tabanı olmuşlar. İdeoloji, çoğunluğun zorbalığına
karşı muhafaza imkânı sunan, birleştirici olan, mezhepçi ve ırksal olmayan bir
güç olarak iş görmüş ve mezhepçilikle etnik ayrışmalara meyilli toplumlarda
gelişimi mümkün kılmış.
Gerçekte mezhepçilik ve etnik siyaseti gene de
Bahreyn’de ellilerde kendisine yer bulmuş. Şerif’in büyüdüğü mahalle etnik
toplulukların iç içe geçtiği bir yer. Ailesi Şiilerin ibadetlerine ve
törenlerine katılmış ki bu, her yerde yaygın bir olgu. Ana ayrışma kent ve köy
arasında yaşanmış. Kent merkezleri daha kozmopolitan ve taşraya nazaran modern
altyapının imkânlarından daha fazla faydalanmış. Doğal olarak iki ana şehir
Muharrak ve Manama siyasetin canlı olduğu yerlerken, kırsal alanlarda genel
eğilim toplumsal ve dinsel muhafazakârlık yönünde olmuş.
Aile Tarihi
Şerif’in dedesi molla, ama babasını en çok, yükselen
ve sonrasında Arap dünyasını saran Arap milliyetçiliği ve sömürge karşıtlığı
etkilemiş. Bahreyn, on dokuzuncu yüzyılın ortalarından beri İngiliz sömürgesi,
adadaki uluslararası siyasete ve ekonomiye hâkim olan Britanya düzeni, adadaki
politik işlere nüfuz etmiş. Yereldeki yönetici aile olan ve 1783’ten beri adayı
kontrol eden Halife ile kurulan gergin ama bağımlı ilişki hükmünü sürdürmüş.
Öncesinde istikrarsız ve İranlılarla Arap Yarımadası’ndaki Vehhabî hareketinin
tehditleri karşısında kırılgan olan Ada’da İngilizler Halife ailesinin
yönetimini desteklemişler, zaman içerisinde çıkarları gerektirdiği ölçüde aynı
aile içerisinden yerel yöneticiler organize etseler de kurumsal yönetim
yapısını yeniden düzenlemişler.
Ellilerin ortasında Bahreyn’de sömürge karşıtı
duygularda ciddi bir kabarma yaşanmış. Britanya Kraliyet Hava Kuvvetleri
üssünden birkaç dakika uzaklıkta yaşayan Şerif’in politik bilinçlenmesi
Muharrak’ta gerçekleşiyor. İlk politik idolü Cemal Abdunnasır. Nasır o günlerde
tüm Arap dünyasında en popüler liderdir. Yereldeki halk tarafından çok
sevilmektedir. 1955’te Bağımsızlar Hareketi’nin Bandung Konferansı’na giderken
adaya uğraması hâlâ hafızalardaki yerini korumaktadır. Nasır, İngilizlerden
nefret edildiği bir dönemde ada halkı tarafından coşkuyla karşılanır.
İlkokul öğrencisi olduğu günlerde Şerif, Mart 1965
ayaklanmasına, Bapco’da başlamış bir dizi greve ve gösteriye katılır. Bapco,
babasının da eskiden çalıştığı, hâlâ İngiliz yönetiminde olan adadaki petrol
şirketidir. Yüzlerce işçinin işten çıkartılmasına karşı başlatılan grev, kısa
süre içinde gösterilerin ve ayaklanmaların başlamasına neden olur. Bu gösteri
ve ayaklanmalar haftalarca sürer, devlet makamları ve İngilizler bunları
birlikte bastırırlar. Bölgenin saray tarihinin ve rantiye devlet teorilerinin silip
attığı yarımadadaki kesintili emekçi ayaklanmalarının bir parçasıdır bu
yaşanan.
Bu atmosferde Şerif liseyi çok iyi dereceyle bitirir
ve yetmişlerin ortasında eğitimine devam etmek için Lübnan’a gider. Bahreyn,
İngilizlerin Süveyş’in doğusundaki üslerinden çekilmesi sonrası 1971’de
bağımsız olmuştur. 1973’te yeni bir anayasa yürürlüğe girer, ardından aynı yıl
meclis seçimleri yapılır ve adada demokratik siyasetin doğuşunun müjdelendiği
iddia edilir. Ancak yükselen petrol gelirlerinin verdiği cesaret ve meclisteki
işbirliği eksikliği karşısında yaşanan hayal kırıklığı ile yereldeki yöneticiler
anayasal düzeni feshederler ve yirmi beş yıl sürecek bir olağanüstü hâl ilân
ederler. Sömürgecilik resmî planda sona ermiştir ancak despotizm, Bahreyn’deki
tüm politik sistem dâhilinde varlığını sürdürmektedir.
Beyrut Amerikan Üniversitesi’nde Şerif, Arap
dünyasındaki ilerici politikanın merkez üssünde bulur kendisini. Orada politik
faaliyetlere iştirak eder. İlk başta Müslüman Kardeşler’e yakınlaşır, onların o
dönem Bahreyn’deki itibarlarının düşük olmasından dolayı tekliflerini geri
çevirir. O günlerde İhvan politik açıdan zayıf görülen ve sömürge karşıtı,
demokratik hareketleri desteklemeyen bir yapı olarak tarif edilmektedir. Bunun
yerine Şerif İşgal Altındaki Arap Körfezi Halk Cephesi’ne katılmaya karar verir.
İAAKHC, taktiksel açıdan silâhlı mücadeleye meyleden, Marksizm-Leninizme dönük
ideolojik bir yönelim içerisindeki Arap dünyası genelinde Arapların birliğini
savunan devrimci örgütlerden biri olan Arap Milliyetçi Hareketi’ne dayanan bir
örgüttür.
Şerif, aynı zamanda öğrenci birliği örgütlerinde de
aktiftir. 1975’te Lübnan’da iç savaş patlak verince Teksas’a gider, orada
Bahreyn öğrenci birliğinin bir şubesini açar. İleride karısı olacak olan Feride
Gulam’la tanışır. Gulam politik bir eylemcidir ve Montreal’daki Concordia
Üniversitesi’nde öğrencidir. Her ne kadar Feride Şii olsa da bu, Şerif için
sorun teşkil etmez ve nihayetinde çift Bahreyn’de evlenirler.
Ancak Şerif, Kuzey Amerika’da eğitimini tamamlama
fırsatı bulamaz. 1980’de Kanada’da öğrenci birliğinin bir eyleminden dönerken
üzerindeki el ilânları, Filistinli ve Zofari devrimcilerine destek için
toplanan bağış paraları ile durdurulur. Amerikalılara teslim edilir. Burada
sorgulanır ve o alışıldık terörizm suçlamasıyla sınır dışı edilir, ardından da
Bahreyn’e gönderilir. Burada iki hafta hapiste kalır, hükümet Şerif’i o
günlerde komünistler yanında hanedanlığa karşı önemli bir tehdit olan İAAKHC
üyesi olduğu için gözaltında tutmaktadır.
Serbest bırakıldıktan sonra Şerif bir bankada
çalışmaya başlar. Burada otuz yıl boyunca çalışır. Bir solcu için sıradan bir
iştir bu ama Lübnan iç savaşı esnasında Beyrut’tan göç eden bankaların
Bahreyn’e taşındığı ve ülkenin Ortadoğu’nun finans hizmetleri merkezi hâline
geldiği göz önünde bulundurulursa, böyle bir işte çalışmak gayet olağan bir
durumdur aynı zamanda.
İAAKHC ve Şerif için seksenler oldukça sessizdir.
Devletin öğrenci ve işçi eylemlerini başarıyla bastırması hareketin gücünü
azaltır. Bu esnada İran Devrimi ve Sovyet-Afgan savaşının tam ortasında
İslamcılık yükselişe geçer, Bahreyn ve daha birçok yerde solcular tecrit
olurlar ve kitle tabanlarını yitirirler.
Sahte Reform
1990 bir dönüm noktasıdır. Komünizmin çöküşü ve
Saddam’ın Kuveyt’i işgal etmesi bölge genelinde reform çağrılarına hız
kazandırır. Bahreyn’de parlamenter demokrasinin restorasyonu için başlatılan
halk hareketi, ilericilerin ve İslamcıların öncülüğünde doksanlar boyunca
önemli mevziler elde eder. Şerif bu dönemde politik eylemci geçmişine geri
döner, evi ilericilerin örgütlendiği bir merkez hâline gelir.
Doksanların sonunda meşakkatli iç çatışma döneminin
ardından mevcut Kral Hamad başa geçer. Kral yeni bir reform dönemine girme sözü
verir. Tutsakları serbest bırakır, sürgünde olanlara geri dönüş izni verir ve
politik derneklerin resmen kuruluşuna imkân sağlar. Şerif İAAKHC’in varisi olan
WAAD’i [Ulusal Demokratik Eylem Derneği] kurar. Küresel ve bölgesel
değişiklikler uyarınca hareket belirli bir değişime uğrar. Kimileri hareketin
ideolojisinin seyreltilmiş, ham bir liberalizm olduğunu iddia ederler. Buna göre
hareketin amacı, milliyetçileri, liberalleri ve ilericileri tek bir halk
cephesi içerisinde birleştirmektir.
WAAD ve diğer solcular sokaktaki uzak ara en popüler
gruplar olan Şii İslamcı muhalefet dernekleriyle yan yana gelirler. Bu ittifak
hızla kimi sorunlarla yüzleşir; solcular İslamcıların kuyrukçuluğunu yapmakla
ve “İslamcı” muhalefete liberal bir suret kazandırmakla eleştirilirler.
Özellikle 2002’deki yeni anayasa ile aynı yıl yapılan
meclis seçimleri sonrası dernekleri bölmeye başlayan ayrışmalar sürece katkı
sunmaz. Seçim de anayasa da hileli kabul edilir, birçok kişi rejimin somut
reformlar yapmada hiçbir çıkarının olmadığını söylemektedir. Anayasa kapalı
kapılar ardında yazılır, yasama meclisine sınırlı yetkiler verir. Muhalefetin
büyük bir çoğunluğu 2002 seçimini boykot eder. Sonrasında meclisi krala sadık
Sünni İslamcılar doldurur.
Kısa süre sonra bir fırsatın kaçırıldığına dair
şikâyetler yükselmeye başlar, birçokları muhalefetin 2006 seçimlerine katılması
gerektiğini düşünür, bu, seçimlere katılmanın gayrimeşru bir politik sistemi
meşrulaştıracağını düşünen ve katılımı ilkesel olarak reddeden şahinlerle
rejimi sıkıntıya sokma ve halka ulaşma yolu olarak seçimlerde sunulan medya
imkânını fırsat olarak görenler arasında bir ayrışmaya neden olur. Şerif ikinci
taraftadır. Dernekler 2006 seçimlerine katılmaya karar verirler, bu noktada Şerif
de aday olur ama seçimi kazanamaz. Gelgelelim daha fazla halk desteğine sahip
Şii İslamcı muhalefet kırk yasama makamının on sekizini ele geçirir.
Bu anlaşmazlık bir grup şahinin İslamcılardan ve solcu
derneklerden ayrılıp kendi hareketlerini kurmalarına neden olur: HAQ [Özgürlük
ve Demokrasi için Hak Hareketi] resmî dernekleri alabildiğine sınırlayan yeni
kanunlara tabi olarak kaydolmaya karşı çıkar.
Bir Lider Olarak İbrahim
2008’de WAAD’nin kurucu babası istifa etmeye ve
liderliği genç kuşağa açmaya karar verir. Bu sayede Şerif yeni genel sekreter
olarak seçilir. Onun öncesinde Şerif pek bilinen bir isim değildir. Özellikle
fiziken etkileyici bir isimdir, iri bir vücut yapısına ve yuvarlak yüz
hatlarına sahiptir. Karizması, sayısız marifeti ve argümanlarını tutarlı bir
biçimde dile dökme yeteneği ile epey itibar kazanır. Televizyona çıkıp kamusal
arazilerin yanlış kullanımına ve yozlaşmaya karşı çıkması bakanın öfkelenmesine
neden olur, sonrasında çıktığı program kapatılmak zorunda kalmıştır.
Bu skandallarla birlikte, WAAD 2010 seçim kampanyasını
başlatır. Şerif eski bölgesi Muharrak’tan adaydır. Politik harita yetmişlerden
beri önemli ölçüde değişmiştir. Tarihî şehir boşalmış, sol etkisini yitirmiş,
mezhepçi siyaset yükselişe geçmiştir. Sünni Sokağı olarak bilinen yönelim
görece daha muhafazakârlaşmıştır, Şii muadilinin niyetlerine dair çene çalmayla
meşgul olup, hükümetin dümen suyunda gitmektedir.
Gene de 2010 seçimleri ve Şerif’in performansı dönüm
noktasını teşkil eder. Birçok insan rejimin isteklerine karşı gelir ve WAAD
adayları için oy kullanır. Esasında Şerif ve sol seçimleri kaybetse de
beklenmedik bir tarzda sokağı canlandırmayı bilir.
Hükümet hâlâ komuta merkezindeki rahat konumunu korur
görünmektedir. Resmî muhalefet sakat bir meclis içerisinde kuşatılmış
durumdadır, görece daha radikal unsurlar resmî kurumların dışındadır ve
mahkemelerle tutuklamalarla, terörizm ve rejimi yıkma konusunda fesada karışma
suçlamalarıyla kısıtlanmış hâldedir.
Sonra Arap Baharı yaşanır. Tunus ve Mısır’da
ayaklanmalar yaşandığı esnada Bahreyn’deki siber eylemciler 14 Şubat 2011’de
Öfke Günü için çağrıda bulunurlar. Güvenlik güçleri bir göstericiyi
katlederler, ardından ilk başta küçük olan ama ertesi günkü cenaze esnasında
muazzam bir sayıya ulaşan gösteriler düzenlenir.
Cenaze töreni bugün kötü şöhrete sahip İnci
Meydanı’nda yapılır. Göstericiler meydanı Tahrir’e çevirirler ve İnci Meydanı
bir ay sürecek protesto hareketinin merkezi hâline gelir. Şerif bu aşamada
hızla hareketin gözdesi olur. O cenaze törenine öncülük edecek ünlü birkaç
siyasetçiden, ayrıca İnci Meydanı’na göstericilerin omuzlarında, ilk olarak
ulaşan insanlardan birisidir. Büyük çoğunluğu Şii olan bir kalabalığın
içerisinde Sünni olmak onun varlığına sembolik bir güç katmıştır.
Mezhepsel ayrışma göstericilerin yüzleştikleri
aşılması zor bir politik engeldir, ilk tepkileri hesaplanmış ve idrake dayalı
bir tepki olur. Medyanın en güçlü silâhları olduğunun bilincinde olan
göstericiler polislere çiçek verirler ki bu, eylemin Güllerin Ayaklanması
olarak adlandırılmasına neden olur. Ayrıca göstericiler sloganlardaki şiddete
veya dinî çağrışımlara ait tonu düşürerek mezhep temelli figürlerle semboller
yerine Bahreyn bayraklarını kullanırlar. Hükümetin ilk sert müdahalesi birçok
insanın ölmesine ve yaralanmasına neden olur. Bu süreç hem uluslararası hem de
yereldeki Sünniler arasında muhalefete dönük sempatiyi artırır.
Ancak zaman geçtikçe “dışarı”nın sempatisi azalır,
muhalefet yavaş yavaş devletin yarattığı mezhepçilik batağına sürüklenir.
Gösteriler İnci Meydanı’ndan tüm adaya yayılır, ülkenin ana hastane kompleksine
kamplar kurulur. Yapılan yürüyüşler kraliyetin merkezi olan Riffa’ya kadar
uzanır. Aynı anda sokaktaki kargaşa da artar, düzen sağlayıcı milis gruplar
çıkar ortaya ve mezhepler arasında çatışmalar meydana gelir. Muhalefet bölünür,
görece daha radikal olan unsurlar meşrutiyet talep ettikleri konumu terk edip
cumhuriyet talebinde bulunmaya başlarlar. Cumhuriyet talebi esas olarak
Şiilerden geldiğinden birçok Sünni bu girişimi İran’daki teokrasiyle aynı
çizgide olan, İslam Cumhuriyeti’ne dönük bir çağrı olarak yorumlar. Bu noktada
hükümetin sürece müdahil olmasına dair sesler daha gür bir biçimde duyulmaya
başlar.
Gösterilerle geçen bir ay boyunca veliahtla, rejimin
liberal kanadı ile Şerif’in de parçası olduğu resmî muhalefet arasında kimi
gizli görüşmeler yapılır. Taraflar telaşla, her iki tarafın “radikal” unsurları
iktidarı almazdan önce bir anlaşmaya varmaya çalışmaktadırlar.
Gösterilerin bastırılmasından birkaç gün önce Şerif’le
buluşmamız geliyor aklıma. Hamburgercide oturduk, ona ana taleplerini
sormuştum. O da “Burada en önemli husus mevcut anayasanın yerini alacak, ülke
için gerekli yeni bir anayasanın yazılması için halkın kurucu komite
temsilcisini seçmektir. Diğer her şey talidir.” demişti.
Ben de ona, “Siz onların bu teklifi kabul
etmeyeceğinin ve bunun temelde ileride bir restleşmeye yol açacağının
farkındasınız” demiştim.
Sosisli sandviçini bırakıp yüzüme baktı, duraksadı ve
kafasını sallayarak söylediğimi onayladı.
“Evet, muhtemelen yol açacak.”
Restleşme çok uzak değildi.
Restleşme
14 Mart’ta Suudi birlikleri bir geçiş yolunu takip
ederek Bahreyn’e girdi. Bir gün sonra Kral olağanüstü hâl ilân etti. İnci
Meydanı göstericilerden temizlendi, sonrasında iki ay boyunca onlarca insan
öldürüldü, binlercesi tutuklandı, binlercesi de işlerinden atıldı.
17 Mart’ın şafağında onlarca maskeli adam Şerif’i
tutukladı. Müteakip haftalar boyunca plastik hortumlarla atılan dayağa, cinsel
saldırıya, uykusuzluğa ve hücre hapsine tahammül etmek zorunda kaldı.
Yaşadıkları gayet olağandı.
Ancak Şerif’in tutuklanması farklı bir sebebe
dayanıyordu. O, İslamcı bir politik geçmişe sahip olmayan tek tutuklu muhalefet
lideriydi. Seküler bir Sünni’nin tutuklanması rejimin “ülkeye yönelik Şii
fesadı tertipleniyor” iddiasını çürüten bir gelişmeydi. Şerif son birkaç yıl
boyunca devlet için ciddi bir baş ağrısıydı ve zamanlama düşmanları için
yerindeydi. Sünniler arasında sahip olduğu popülarite dibe vurdu, oysa Şerif
seçimlerden birkaç ay önce çok sevilen bir isimdi. Şii göstericilere dönük öfke
ve korku aynı günlerde zirveye ulaştı.
Şerif, Şiilerle saf tutan bir hain olarak
görülmekteydi.
Muharrak’ta devasa reklâm panolarına üzerlerinde “Af
yok. Hainlere en ağır cezaların verilmesini istiyoruz” yazan, yanında bir de
ilmiğin bulunduğu, onun ve diğer muhalif isimlerin resimleri asıldı.
O günden beri protesto hareketi ciddi bir direnç
gösterdi. Varoşlarda devlet destekli gösteriler yapıldı, başkent Manama’da
güvenlik güçleriyle çatışmalar yaşandı, ayrıca Molotof kokteylleri ile yaşan
otomobil lastikleriyle yol kapamalarına şahit olundu. Kendi adına devlet
politik reformlar yapma yönünde asla gerçek bir niyet içerisinde olmadığını
gösterdi. Huzursuz ve istikrarsız politik açmaz hâlâ hüküm sürüyor.
Toplum mezhepsel çizgilerle ayrıştırılmaya devam
ediyor. Rejimin yıkılışı muhalefetin kitlesinin ana talebi, ama legal partiler
meşrutiyet istiyorlar. Uzun süredir faal olmayan birçok Sünni bugün seferber
olmuş durumda. Her ne kadar böylesi savaşı yönetme kudretine pek güven
duyulmasa da Bahreyn’in iki mezhep arasındaki bölgesel savaşın ön cephesi
olduğunu düşünüyorlar. Bu tarz bir savaşın özenli ve uzun süre devam eden bir
hazırlığa ihtiyaç duyduğunu, diğer tarafın kendilerinden daha ileride olduğunu
biliyorlar.
Söz konusu ayrışma rejimin işine geliyor ve geçmişte
olduğu gibi, ona tüm ülkeyi kuşatacak bir hareketin ortaya çıkmaması konusunda
güvence veriyor. Rejimin eylemleri bastırması sonrası en fazla endişelendiren
önemli faktörlerden biri de uluslararası planda sahip olduğu imajın daha da
kötüleşmesi ki bu durum, Bahreyn’in küçük ve açık ekonomisine olumsuz yönde
etkiden bulunuyor. Ülkenin petrol dışında ekonomisini çeşitlendirme gayretleri
Doğrudan Yabancı Yatırımı cezp etme ve Formula Bir gibi uluslararası etkinliklere
ev sahipliği yapmaya dayanıyor, petrol dışı sektör ülkenin yurtdışındaki
itibarına bağlı. Yüksek petrol fiyatları üzerinden henüz felakete yol açmış
olmasa da ekonomi durağanlaştı, kamusal açık ve borç alarm veren düzeylere ve
sürdürülemez oranlara ulaştı.
Arap dünyasındaki, özellikle Suriye, Irak ve
Lübnan’daki olaylar mezhepçiliğin kışkırtılmasına katkı sundu. Maalesef her iki
kampa mensup isimlerin (hepsi değilse de) önemli bir bölümü özgürlük, haysiyet
ve insan haklarına dayalı dili mezhepsel çıkarları gizlemek için gerekli birer
Truva Atı olarak kullanmayı tercih ediyor. Muhalefetin lafını esirgemeyen
önemli üyelerinden biri, solcu eğilimlere sahip olduğu iddiasındaki bir Şii
İslamcı bana Irak’ta ABD işgaliyle başlayıp sonrasında ülkenin mezhepsel manada
bölünmesi ile sonuçlanan son on yıllık gelişmelerin Ortadoğu’da ileride ortaya
çıkacak yönetim tarzı için en iyi rol model olduğunu söylemişti. İki cümle
sonra da bu kadın, hiçbir istihza belirtisi göstermeksizin, Batı’nın
Suriye’deki Beşar rejimine müdahale etmesine karşı çıktığını ifade etti. Bu
mezhepçi mantığa her iki tarafta da bol miktarda rastlamak mümkün; bu mantık,
ülkedeki komünist parti içerisinde yaşanan gelişmeler üzerinden en canlı
biçimde ortaya konmakta. Parti üyeleri bugün mezhepsel bağlılıklar uyarınca
açıktan ayrışmış durumda.
Şerif’e olan biten hakkında ne düşündüğünü sordum.
Epey yaşlanmış ve kilo vermiş olan Şerif hapishanede çokça kitap okuyup
düşünüyordu zira. O mevcut politik kaygıları Fransız Devrimi’deki hızlı bir
seyir izleyen hareketlerle ilişkilendirdi. Bahreyn ve Arap dünyası ona göre,
muhtemelen iç savaş, karşı-devrimler ve devrimlerle yüklü, bir dizi politik
kaymayla malul olan ilk aşamada henüz. Bu noktada her şeyden önce cumhuriyet
vizyonunun Fransız Devrimi’nin birkaç liderinde olduğunu unutmamak gerek. Jakobenler
meşrutiyet taleplerine uzun yıllar devam ettiler.
Şerif’e göre, demokrasinin ilkeleri sadece toplumun
geniş kesimi değil, eylemciler tarafından da henüz öğrenilmedi, bu ilkelerin
içlerine işlemesi için daha epey zamana ihtiyaç var. Onun kanaatine göre,
Bahreyn’deki muhalefet, diğer Arap ülkelerindeki, özellikle Mısır’daki
muhalefetten daha ileride, zira Bahreyn’de solcular ve seküler eylemciler bir
koalisyon kurma ve muhalefette iken İslamcılarla birlikte çalışma fikrini
benimsediler. Konuşmamız esnasında Şerif bu tespiti dâhilinde Bahreyn’i,
ilerici devrimcilerin alternatif güçlerle koalisyon kurmalarının
uygulanabilirlik düzeylerine henüz adapte olamadıkları Kahire’yle
karşılaştırdı.
Şüphe etmek için çeşitli sebepler var. Nihayetinde
Bahreyn küçük bir adalar ülkesi, tarihi dış güçlerin belirlenimine tabi. Bugün
baskın oyuncular Suudi Arabistan ve ABD. ABD’nin Beşinci Filo’su elli yıldan
fazla bir süredir Bahreyn’de konuşlanmış durumda. Muhalefete açıktan destek
veren İran’ın etkisi artıyor, öte yandan Suudi Arabistan rejimin arkasında
duruyor.
Aynı zamanda hem hükümet hem de muhalefet Batı’nın
özellikle Amerika’nın desteği için telaşlı bir gayret içerisinde. Her ne kadar
Beşinci Filo’nun varlığı ve Suudi Arabistan’la ilişkiler Amerikalıların
nihayetinde monarşiyi destekleyeceği anlamına geliyor olsa da Ulusal Demokrasi
Enstitüsü (NDI), ABD-Ortadoğu Ortaklığı Girişimi (MEPI) ve Ulusal Demokrasi
Vakfı (NED) gibi kurumlar aynı zamanda muhalif gruplara da parasal destek
sunuyorlar, bu tuhaf oyunda söz konusu kurumlar yatırdıkları bahisleri korumayı
biliyorlar.
İleride Ne Olacak?
Bahreyn’in ve bölgenin geleceği despotizmin, dış
güçlerin ve mezhepçiliğin elinde tutsak. Mevcut iklim dâhilinde servetin
dağıtımı ve sınıf ilişkileriyle ilgili merkezî meseleler ikinci plana düşmüş
durumda. Toplumun marjinalize edilmiş kesimleri mezhep cepheleri gerisinde
birbirleriyle sık sık rekabet içerisine giriyorlar. Dahası Bahreyn’in petrol ve
sermaye zengini, küresel sermayenin hayatiyeti için aslî olan bir bölgede
oluşu, her türden ileriye dönük değişimi iki kat daha güçleştiriyor. Ama gene
de böylesi bir değişim asla imkânsız değil.
Dolayısıyla adanın ve bütün olarak bölgenin İbrahim
Şerif gibi kişilere her zamankinden daha fazla ihtiyacı var: Şerif gibiler,
Bahreyn’in, Şam’ın ve Bağdat’ın fukara Şiileriyle fukara Sünnilerinin
aralarındaki farklardan çok ortak noktalarının görülmesini sağlayacak bir
mücadeleyi örnekleme, despotizm, emperyalizm ve onun beslemesi olan
mezhepçiliği ülkeden defetme becerisine sahip kişiler. Bölgeye bir gelecek
sunacak umut, yegâne umut bu türden bir mücadeledir.
Ömer Şehabi
12
Ocak 2014
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder