19 Şubat 2016

, ,

Rusya ve Batı Suriye’de Neden Kazanamaz?


Sovyetler Birliği çöktüğünden beri Rusya ile ABD arasındaki ilişki hep asimetrik bir nitelik arz etti. Ruh hâli dâhilinde batıcılık yanlılığı ile milliyetçilik arasında salınıp duran Rus dış politikası elitleri derslerini Batılı izleyicilerine parmak sallayarak anlatmaktan hiç vazgeçmediler. Rusya’daki ihanet algısının kökü derinlere uzanıyor, zira Avrupalı kabul edilmek onun için bir kimlik meselesi.

Bu söylemdeki asimetri gayet net: Batı o ders verdiği sınıfı terk etti. Ardı ardına gelen ABD başkanları hiç inanmadıkları formüller dile dökerek Rusya’nın büyük bir güç olduğunu söylediler. Ama onunla yaptıkları anlaşmaları yırtıp atma konusunda da zerre tereddüt etmediler. Washington Ukrayna’yı Avrupa’nın bir sorunu olarak gördü oysa Pekin’in Güney Çin Denizi’ndeki güç arayışını daha fazla dert edindi.

Dikkatsiz bir ortak, düşman olana kıyasla, daha fazla zarar verir. Türkiye’deki Avrupa ligi maçında Lokomotiv futbolcusunda karşılık bulan cinsten bir lümpen Rus milliyetçiliğine başvuran Putin’in uluslararası alanda dikkat çekmek için başka stratejilere ihtiyacı var. Misal, Kuzey Kore lideri Kim Jong-un’un fırlattığı füzeler komşularına varolduğunu anımsatıyor.

Putin bu etkiyi Suriye’de yaratmayı bildi. Birkaç ay içinde Rusya’nın yaptığı hava saldırıları hükümetle isyancılar arasındaki güç dengesini değiştirdi, muhalif liderleri öldürdü ve Suriye’de meşru isyancının kim olduğunu dikte etmeye çalıştı. Rusya IŞİD’e karşı kurulan uluslararası koalisyonda kendisine zorla yer açtı ve Suriye ile ilgili oluşturulan her uluslararası masada koltuğunu sağlamlaştırdı.

Suriye’den bahsederken John Kerry artık Rus Dışişleri Bakanı Sergei Lavrov’a danışmak zorunda. Burada Lavrov’un ya da Rus istihbarat başkanının Esad üzerinde baskı uygulama imkânına sahip olup olmadığının bir önemi yok. Ki muhtemelen o böyle bir imkândan mahrum.

Sonuçta Arap liderler Moskova’ya saygı göstermeye başladılar. İlkin Mısır, Ürdün, ardından da Birleşik Arap Emirlikleri geldi. Ocak’ta da Katar Emiri çaldı kapıyı. Bahreyn Kralı Hamad bin İsa Halife Putin’in “Şam çeliğinden yapılmış bir zafer kılıcı” olduğunu söyledi. Putin ise misafirini Soçi’de kayağa davet etti. Hamad muhtemelen Soçi’nin Çarlık Rusyası’nca yok edilen bir Müslüman halkın, Çerkeslerin mezarlığı olduğunun farkında değildi. Neyse ki davete icabet etmedi.

Suriye’de Putin, başbakanı Medvedev’in Libya’ya NATO desteğiyle yapılan müdahaleye rıza gösterdiği gün terk ettiği Ortadoğu’da yeniden kendisine bir yer edindi.

Demek ki Putin’in bölgeye giriş stratejisi böyle. Peki çıkış stratejisi ne?

Dış müdahalenin ilk kanununu muhtemelen ABD ileride Rusya’ya söyleyecektir. Bu kanun şöyle: eğer bir ülkeyi bölüyorsan, o artık senindir. Eğer Rusya aktif bir savaşan taraf olarak bir yere giriyorsa, oradaki tüm bela da ona aittir.

Putin’e nüfusunun yüzde 28’inin Türkiye, Lübnan ve Ürdün’deki kamplarda yaşayan bir ülke miras kaldı. Şimdi onun elinde altıncı yılına giren, ABD’nin Irak işgalinden sonra görülenden daha fazla sivil ölümüne ve kaybına sebep olmuş bir iç savaş var. Bu mirasa dinî militanlığın epey kök saldığı verili gerçeklik de dâhil. Rusya’nın devraldığı miras, sınırlara yönlendirilmiş göçmen dalgalarının, çoğu Sünni sivillerin üzerine azınlık elindeki rejim eliyle yağdırılan varil bombalarının sorumluluğunu da içeriyor. Ürdün Rusya’nın müttefiki ama bugün Rusya’nın yol açtığı sefaletin asıl yükünü o omuzluyor. Siviller hükümetin saldırılarından kaçıyor, bunun üzerinden bakıldığında ülke dışında olan Suriyeliler nüfusun yarısını bulacak.

Bu koşullarda yapılacak bir ateşkes kısa vadede ne tür sonuçlar doğuracak? Hiç. Sünni-Şii arasındaki uzlaşma neye yol açacak? Bunu bana on yıl sonra sorun.

Muazzam fiziksel baskıların sonucunda Suriye’nin birliğini koruması neredeyse imkânsız. Suriye en iyi ihtimalle üç bölgeye ayrılacak: kuzeyde Kürd devleti, batıda Alevî devleti, çölle kaplı geniş bölgede ise Sünniler. Buradan da muhtemelen elindeki gönüllü intihar eylemcileri ile sınırsız bir kaynağa sahip olanlar saldırılar gerçekleştirecek.

Bu Suriye haritası beş yıl süren bir savaşın kazara ortaya çıkardığı bir sonuç değil. Bu, sadece Nusret Cephesi ve IŞİD’e savaşçıların akmasının bir sonucu olarak da görülemez. Bu, başta çok dinli bir nitelik arz eden protesto hareketi ile savaşma noktasında Esad’ın uyguladığı stratejinin doğal bir uzantısı.

Çok dinli miydi peki? Aslında öyleydi. Bugün unutuldu belki ama Mart 2011 gösterilerinin sloganı şuydu: “Allah birdir, Suriye halkı birdir.”

Paris’te sürgünde olan Lazkiyeli Hristiyan muhalif Michel Kilo 2011’de Dera’da Hristiyan cemaatinin olaylara nasıl tepki geliştirdiğini şu şekilde hatırlatıyor:

“O dönemde devrim yeni tomurcuk vermişti. Her şey barışçıldı. Ulus genelinde bir festival havası hâkimdi, sanki bayramdı. Herkes katıldı, göstericilere karşı rejim gerçek mermilerle ateş açmasına karşın katılımcıların sayısı giderek arttı. Çoğunluğu gençti. Sizin tabirinizle sivil toplumdu işte. Hristiyanlar farklı bir yöne girdi. Gençlik devrimin safında idi, orta sınıf Hristiyanlar tarafsız kaldı ya da kararını dile getirmedi, kilise liderleri rejimden yana saf tuttu. Piskoposun vekillerinden biri istihbarat aygıtından kilisenin tutumunu protesto etmek için gelen gençleri tutuklamasını istedi. Oysa ortalıkta Ortodoks din adamlarının rejim yanlısı olduğunu gösteren hiçbir şey yaşanmamıştı. Rejimin kendi lehine net bir konum almaları konusunda baskı yapmasından her daim şikâyetçi olmasına karşın Katolik ve Maruni din adamları rejimden yana saf tuttular.”

Bir dostum ve sırdaşım olan Kilo, Ortodoks piskoposunu safını değiştirmesi konusunda ikna etmeye çalışır:

“İyi bir ilişkimiz vardı. Suriye’deki durumla ilgili her ay brifing vermemi istedi. Tutuklandığımda Esad’ı arayıp ondan serbest bırakılmamı rica etti. Ardından eşime şunu söyledi: ‘Tek parti var ve onun gözü kendisinden başkasını görmüyor. Hepimiz Beşşar’ın tutsağıyız.’ Dediği buydu. Ben de ona Suriye toplumu Arap Baharı’nı yaşayacak, şiddete karşı bir duruş sergilemek, çözüm çağrısında bulunmak ve uzun süre devam edecek krize mani olmak Kilise için bir mecburiyet çünkü rejim halkına karşı şiddete başvurmaya karar vermiş.

Ben de şunu sordum: ‘eğer İsa Mesih burada olsaydı kimin safında olurdu? İnsanları öldüren bir tankın içinde mi olurdu yoksa özgürlük diye bağıran göstericilerin arasında mı? Eğer Suriyelilerin özgürlüğünü savunamıyorsanız o cübbeyi üzerinizden çıkarmalısınız.’ Maalesef kilise liderleri bunu yapmadı.”

Rum Ortodoks Hristiyan George Sabra ve Suriye Ulusal Konseyi’nin ilk başkanı Burhan Galyun, Geçici Ulusal Konsey’in Sünni başkanı ve Alevi aktris Fedva Süleyman Suriye’deki Arap Baharı’nın mezhepçi olmayan yüzleri olarak öne çıkmışlardı.

Cemaatleri dikine kesen gösterilerin cazibesi seküler otoriter rejim için ölümcül bir tehditti. Esad gösterileri mezhep eksenine çekmek için elindeki her türden aracı devreye soktu. Eldeki belgelerin de gayet iyi ortaya koyduğu üzere Sednaya Hapishanesi’nden militanları çıkarttı. Burada Irak’taki Ebu Gureyb’den iki yıl sonra kaçan mahkûmlar bulunuyordu. İdlib Nusra’nın eline geçince Esad’a bağlı hava kuvvetleri buradaki Hristiyanları bombaladı. Sünni köylerine karşı mehzepçi saldırılar gerçekleştirmek için silâhlı Alevi milislerini, şebbihaları devreye soktu. İranlı milisler ve Hizbullah ise bu ülke genelinde yaşanan çatışma sürecinin mezhep çatışmasına dönüşmesi sürecinde son çiviyi de çaktı.

Esad’ın stratejisi işe yaradı. O, hayatta kalacağı ama ülkenin bir daha asla bütünlüğünü koruyamayacağı bir gerçeklik yarattı.

Dinî militanlar için Suriye bir hayalin gerçekleştiği yerdi. Parçalanmış bir ülke, haklarından mahrum kalmış çok sayıda Sünni, bölünme ve size beş para etmez yaratıklar olarak bakıp acıyan dünya güçleri. Bu noktada önemli hatayı Putin ve İran Devrim Muhafızları yaptı, Suriye’deki savaşa dâhil oldular.

Yaşanan çatışma toprakla ilgili değil ve bölünmeyle çözüme kavuşmayacak. Çatışma otorite, kimlik ve Sünni Müslümanları kimin temsil edeceği, onları kimin koruyacağı ile ilgili. Çıkış stratejisine ne Rusya ne de İran sahip. Biri Hristiyan Ortodoksluğu diğeri Şii teokrasisini temsil ediyor. İkisi de kendi ülkelerinde Sünni Araplara neler yapacağını dikte edecek bir otoriteye veya izne sahip değil. Rusya da İran da Suriye’de her zaman yabancı görülecek ve kendilerinden önceki işgalcilerin gayet iyi bildiği benzer bir muameleyle karşılaşacak.

David Hearst
22 Şubat 2016
Kaynak

0 Yorum: