Dostlar, yoldaşlar, İtalya Parlamentosu Temsilciler
Meclisi’nde bulunmak benim için büyük bir onurdur.
* * *
Bir yıl önce arabamla Lübnan’daki Bekaa Vadisi’ne
gidiyor, oradaki mülteci kamplarının durumunu görüntülüyordum. Kış yüzünü
göstermişti ve Lübnan-Suriye sınırındaki dağlar karla kaplıydı. Hava soğuk, çok
soğuktu.
Baalbek’ten ayrıldıktan yirmi dakika sonra oldukça
mütevazı, geçici bir mülteci kampına rastlandım, kuş uçmaz kervan geçmez bu
yerde kamp neredeyse yola taşmıştı.
Durdum. Tercümanımla birlikte kampın içine doğru
yürüdük, birçok insanla sohbet etme imkânı bulduk.
Durum iç karartıcıydı. Çocuklar açtı ve Birleşmiş
Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği veya Lübnan hükümeti üzerinden o
dönemde çoğu çökmüş bulunan okullara kaydolma imkânı da bulamıyorlardı.
Göçmenler için basılmış birçok elektronik yiyecek kartı çalışmıyordu. Kimseye
çalışma izni verilmiyor, uygun evraklar edinilmediği takdirde yereldeki sosyal
hizmetlerden istifade edilemiyordu. Hâsılı, yaşanan tam bir felaketti.
Söz konusu bölgede bana kimi Suriyeli mültecilerin
açlıktan öldükleri söylendi.
Bahsini ettiğim yer Bekaa Vadisi, yola çıkmak için zor
bir yerdi, antik geleneklerle, kabilelerle, çetelerle ve uyuşturucu işiyle tıka
basa bir yerdi. Mültecilerden hep başları öne eğik yürümeleri isteniyordu
mesela.
Oradan ayrılmadan önce iki küçük kız, iki kız kardeş
geldi yanıma. İkisinin de karnı şişti, yetersiz beslenmeden muzdaripti.
İkisinin de elbisesi yırtık pırtıktı. Her ikisi de yoksul görünüyordu.
Kamerayı yüzlerine çevirdiğimde şaşırdılar,
gülümsediler, dillerini gösterip gülümsediler.
Ülkeleri virane, gelecekleri belirsizdi.
Ama dağların ortasında bu iki küçük kız hayata ait her
bir detaya can veriyor gibiydi. Ne kadar masumlardı! Nasıl da umutlulardı!
Savaşlarda bile her yerde insan gene insan, çocuk gene çocuktu.
Maalesef onlardan çokça gördüm. Çokça savaşa tanıklık
ettim. NATO, İmparatorluk, ABD ve Avrupa eliyle icra edilen çokça barbarlığı
gördü bu gözler.
Sonra Fransa’nın Calais, Yunanistan’ın Kos adasında
çalışırken aklıma hep bu iki kız düştü.
Batı (ya da NATO ya da siz ne derseniz o, hepimiz bu
kelimenin ne anlama geldiğini biliyoruz!) tüm Ortadoğu’yu o alaycı üslubuyla
istikrarsızlaştırıp yok etti. Dünyanın tüm kıtalarında yaşandığı üzere muhteşem
kültürleri mahvetti, elini attığı her yeri yağmaladı, gururlu insanları birer
köleye çevirdi. Libya ya da Irak artık yok! Tüm Ortadoğu’da çalışmış biri
olarak bu benim tanıklığımdır.
Sonra Batı altın kaplı sığınağına kapattı kendisini,
ganimetlerini yavaşça ve iğrenç bir biçimde mideye indirdi!
Avrupa’nın “kabul edemem” dediği mülteci sayısı kaç? 1
milyon mu? O ufak tefek Lübnan’da 2 milyon mülteci var. Tüm bu yükle zor da
olsa başa çıkıyor!
Üstelik Suriye, Libya, Afganistan ya da Irak’ı yok
eden Lübnan değil.
Tüm o insanlar neler hissediyor, biliyor musunuz?
Kendilerini bir çetenin karısına gözleri önünde tecavüz edilmiş adam gibi,
kocası katledilen eş gibi, güzel evi yağmalanmış biri gibi hissediyorlar. Şimdi
bu kadın enkazın altında açlıktan ölen çocuklarını kurtarmak için Avrupa’ya, o
hayatını mahveden tecavüzcülerin ve hırsızların yanına gelip sığınılacak bir
yer, bir dilim ekmek istemek zorunda. Oysa o Avrupa o kadının yüzüne tükürüyor!
Ona diyorlar ki “Burada çok insan var, sana ve senin gibilere barınacak bir yer
vermemiz zor! Ey kadın, sen buraya bizim sırtımızdan geçinmek için geldin.
Bizim hilafımıza daha iyi bir hayat yaşamak için buradasın!”
Tüm o sözler dışarıdan bu şekilde işitiliyor. Benim
gördüğüm budur.
Bu yaşananlar midemi bulandırıyor. Artık vakit yok… Bu
çılgınlığa bir son vermek için birilerinin gece gündüz çalışması gerek.
Avrupa’yı da içerecek biçimde tüm Batı’nın kalbi
işlediği o suçlardan ötürü iyice katılaşmış, tövbe etmesine gerek olmayan,
herkesle alay eden bir mertebeye yükselmiş sanıyor kendisini.
Hiçbir şeyi görmeye cüreti olmadığı için kör kalmak
onun kaderi sanki!
* * *
Artık Avrupa’da sol diye bir şey yok. Küba ve diğer
devrimci ülkelerde anladığımız soldur kastım.
Bize göre gerçek sol enternasyonalizmdir,
dayanışmadır!
Gerçek sol küreseldir, eşitlikçidir, insanların deri
renklerine bakmaz.
Avrupa’daki sözde sol sadece kendi yurttaşlarının
aldığı sosyal yardımlarla ilgileniyor. Tüm o fonların nereden geldiğini zerre
umursamıyor.
Fransız, Yunan, İspanyol veya İtalyan çiftçiler
sübvansiyonlarını ve yan ödemelerini aldıkları sürece Afrika veya Asya’daki
tarım mahvolmuş, kimin umurunda. Bir şeyler üretsin ya da üretmesin, daha
önemli olan Avrupalı çiftçilerin en son model BMW’larını sürmeleri zaten.
Senegal gibi ülkelerde ve diğer Fransız sömürgelerinde
uygulamaya sokulmuş tuhaf kavramlara tanık oldum: devletin yoğun bir biçimde
sübvanse ettiği Fransız gıda ürünleri Batı Afrika’yı istila etmiş,
süpermarketler açılmış, yereldeki üretim çökmüş. Sonrasında da fiyatlar
Paris’teki fiyatların iki-üç katına çıkmış. Böylelikle Fransa’daki bir insanın
gelirinin yüzde onunu alan Senegalliler Monoprix’te satılan yoğurda üç kat para
ödemek zorunda kalmış.
35 saatlik haftalık çalışma için ücretleri kimler
ödüyor? Avrupa Birliği’nde sosyalleştirilmiş tıbbi hizmetler ve ücretsiz
eğitimin parasını kim veriyor? Avrupalıların vermediği kesin! Fonların büyük
bir kısmı sömürgelerden, Batı’nın akla hayale sığmayacak biçimde yağmaladığı o
dünyadan geliyor.
Orada hâlâ sömürgecilik ve emperyalizm var, o sadece
sıklıkla form değiştiriyor, beyaz olmayan ülkelerdeki halkların sırtındaki yük
hâlâ aynı.
Bugün Kongo’da bulunan Belçika Kralı II. Leopold ve
yardakçıları yirminci yüzyılın başında on milyon insanı katlettiler. 1995’den
bugüne kadar Batı Demokratik Kongo Cumhuriyeti’ni Ruanda, Uganda ve Kenya gibi
Afrika’daki en yakın müttefiklerini kullanarak hiç acımadan yağmalamaya devam
etti. Sadece yirmi yıl içerisinde yedi ilâ on milyon insan öldü. Bunlar öyle
şişirilmiş rakamlar da değil. Birleşmiş Milletler ve raporlarından alınan
rakamlar. Bunlardan biri de “Haritalandırma Raporu” adını taşıyor. Tüm sebep
olduğu dehşetle birlikte Batı (cep telefonlarında kullanılan) koltan, uranyum
ve diğer stratejik materyallere ulaşabiliyor. Ruanda Hamlesi isimli
belgesel filmimde tüm kanıtları aktardım.
Avrupalılar o sosyal yardımlarına, uzun tatillerine ve
sosyal hizmetlerine tüm o mahvedilen hayatlar ve ülkeler sayesinde
kavuşabiliyor.
Napolili İtalyan yönetmen dostumla bu meseleyi
tartışırken o beni tersleyerek “Çinliler gibi olmak istemiyoruz. Onlar gibi çok
çalışmak niyetinde değiliz!” demişti.
Ben de şu cevabı vermiştim: “O zaman ayağınızı
yorganınıza göre uzatın! Şirketlerinizin ve hükümetlerinizin on milyonlarca
insanı katletmesine izin vermeyin ki o şirketler aşırı kârlar elde edemesin ve
yurttaşlar da oldukça yüksek yardımlara kavuşmasın.”
Kısa süre önce Tayland’da işsizlik maaşlarıyla
Güneydoğu Asya’da tatile çıkanlara gülen işsiz İspanyollardan oluşan bir grubun
sohbetine kulak misafiri olmuştum.
Batı’ya bağımlı olan, işini kaybetmenin idam cezası
ile eşanlamlı olduğu birçok ülke biliyorum. Bizden İspanyollara, İtalyanlara ve
Yunanlılara üzülmemiz isteniyor. Bizden onları birer mağdur olarak görmemiz
bekleniyor.
* * *
Üzgünüm ama söylemem gerek: sadece ABD değil Avrupa da
o keyifli hâli dâhilinde dünyada oynadığı rol, verdiği zarar, tüm gezegene
yaydığı dehşet hâli konusunda alabildiğine cahil.
Son dört yıldır dünyayı karış karış geziyorum,
Batı’nın sömürgeci, yeni-sömürgeci ve emperyalist mirasını ayrıca mevcut
yeni-sömürgeci barbarlıkları resmeden kanıtları ve tanıklıkları topluyorum. Bu
tespit şoke edici ama gerçek. Kitap 840 sayfa ve ismi Exposing Lies Of The
Empire [“İmparatorluğun Yalanlarını İfşa Etmek”]. Umarım bir gün
İtalyancaya da çevrilir!
Kitap coşkuyla karşılandı. Bu kalın kitap çalışmanın
sonu değil. Şimdi ikinci cildi hazırlıyorum. İçeriği daha kapsamlı. Gezegenimiz
üzerinde yaşayan insanlara karşı Batı’nın işlediği suçları, gerçekleştirdiği
soykırımları, holokostları yazıyorum.
Her şey onlarla bağlantılı! Tüm dünya bu eylemleri
dayanak alarak düzenleniyor.
On Western Terrorism – From Hiroshima to Drone Warfare [“Batı Terörizmine Dair: Hiroşima’dan İHA Savaşına”]
isimli kitabımızı dostum Noam Chomsky ile birlikte kaleme almıştık. O kitap
üzerinden, Chomsky son yüzyıllarda Avrupalılar dünyaya neler yaptıklarının
gerçekten farkındalar mı sorusunu yöneltmişti.
(Bir kenar notu düşmek gerekirse, bu kitap İtalyancaya
Terrorismo Occidentale adıyla tercüme edildi.)
Ben de Noam’a şu cevabı vermiştim: “Kesinlikle
farkında değiller!”
Burada bir kez daha tekrar ediyorum: Avrupalıların
büyük bir bölümü farkında değil! Onlar opera binalarının, hastanelerinin,
müzelerinin, parklarının, mesire yerlerinin Latin Amerika’dan ve onun kesik
damarlarından Asya ve Afrika’ya dek, her şeyi çalınan insanların cesetleri
üzerine inşa edildiği gerçeğini kabul etmek, görmek istemiyorlar. Kölelik, akla
hayale sığmaz imha kampanyaları, upuzun bir dehşet eylemi listesi, Avrupa’nın
sicili budur!
Noam ile tartışmamıza başlamadan önce üst düzey birkaç
istatistikçiyle biraz vakit geçirdim. Elde ettiğimiz sonuç tüyler ürperticiydi:
Batı doğrudan veya dolaylı olarak Hiroşima’daki atom bombasından bu muhabbeti
gerçekleştirdiğimiz 2012 yılına dek uzanan süre zarfında kırk ilâ elli milyon
insan katletmiş.
Tüm tarih boyunca tüm dünya genelinde doğrudan veya
dolaylı olarak Avrupalı imparatorluklar eliyle katledilen insanların sayısı
ancak yüz milyonlarla ölçülebiliyor. Bir istatistikçi dostumun kanaatine göre
toplam rakam bir milyarı aşıyor.
* * *
Kısa süre önce Pekin’deki Çin Sosyal Bilimler
Akademisi’nde ve Rus felsefecilerle Rus Bilim Akademisi’nin bir dizi üyesi
tarafından davet edildiğim Moskova’da konuşma fırsatı buldum. Buralarda
“Avrupa’da ücretsiz sağlık hizmetleri ve ücretsiz eğitime karşı olduğumu”
söyledim.
Bana neden diye sordular. Ben de şu izahatı verdim:
tüm dünyada her şeyi çalınan, hayatları mahvedilen insanların maliyeti öyle
yüksek ki kimsenin bu maliyeti karşılaması mümkün değil.
Sözlerime şu şekilde devam ettim:
“Tüm
dünya genelinde sağlık hizmetlerinin, eğitimin ücretsiz olmasını, temel sosyal
yardımların herkese verilmesini savunuyorum. Küba’da ifade edildiği biçimiyle,
“ya herkes dans eder ya da kimse!”
Küba, Çin, Venezuela, Bolivya, Güney Afrika veya
Ekvador gibi dünyayı yağmalamayan ülkelerde sağlığın ve eğitimin ücretsiz
olmasını, sosyal yardımların dağıtılmasını hoş görebilir, destekleyebilirim.
* * *
Bugün Batı dünyanın neredeyse tamamını yıkıma
uğratmanın sorumluluğunu kabullenmemekle kalmıyor ayrıca insanların
dikkatlerini başka yöne çekmek için her türden propaganda taktiğini ve sis
perdesini kullanıyor. Etrafa nihilist ekonomi kavramları, propaganda ve apaçık
yalanlar saçıyor.
Batı eğitimi silâh gibi kullanıyor, soydukları ve
kontrol ettikleri ülkelerdeki elitlerin çocuklarına burslar veriyor. Beyinleri
yıkandıktan sonra bu çocuklar ülkelerine dönüp kendi ülkelerini ABD ve Avrupa
adına ülkelerinin ırzına geçiyorlar.
Bu fasit daire bu şekilde varlığını sürdürüyor!
Çokça tuhaf durumla karşılaştım. Örneğin Hollanda
tatilinden dönen üst sınıfa mensup Endonezyalı bir aile Endonezya’dakilerle
kıyaslayarak, Hollanda’daki tiyatro binalarının, müzelerin ve kamusal alanların
ne kadar harika olduğuna dair uzun bir tirada girişti.
Elbette harikalar! Hepsi de Hollanda’nın Endonezya’dan
yüzlerce yıl yağmaladıkları sayesinde inşa edildi. Altın kaplı, o cesetler
üzerinde yükselen İspanyol katedralleri de öyle.
Noam Chomsky’nin sık sık ifade ettiği üzere: “Tüm bu
olan biteni gerçekliği ile görmemek mükemmel bir disiplini gerekli kılıyor.”
* * *
Batı İmparatorluğu’nun uyguladığı zorbalığın eşi
benzeri yok. Ondaki iyiliğe inanmayan hâl çok derin!
Müslüman ülkelerde “terörist” denilenlere bir bakın,
hepsi de Batılı hükümetlerin ve medyanın gözlerimizin önünde sallayıp
durdukları birer bostan korkuluğu!
İslam kültürü alabildiğine sosyalisttir ve toplumsal
olana meyyaldir. II. Dünya Savaşı sonrası Mısır, İran ve Endonezya gibi birçok
önemli Müslüman ülkeyi seküler, sosyalist, devrimci ve Batı karşıtı hükümetler
yönettiler.
Yirmi yıl içerisinde Batı bunların hepsini devirip
yerlerine faşist rejimler tesis etti.
Sonra mücahidleri icat edip Sovyetler Birliği’ne son
vermek için Afganistan’a sürdü.
Komünizm denilen düşmanın yerine bir şey koymak
ihtiyacı hâsıl olunca El-Kaide, Nusra ve IŞİD gibi örgütleri silâhlandırdı,
eğitti ve yetiştirdi.
Bu hamle iki önemli hedefe hizmet etti: astronomik
ordu ve istihbarat bütçeleri için kılıf bulmaya ve Batı/Hristiyan medeniyetini
“kültürel açıdan üstün” gösterip, “birer canavar olan Arap teröristler”le
savaşmaya.
Elbette Avrupa ve Kuzey Amerika’daki halkların
ekseriyetinin beyinleri yıkanmış durumda, fikren kendilerini üstün görüyorlar,
oysa aklen ve ahlâken ölü, Makyavellici bir üslupla tek ayak üzerinde dönüp
duranları hiç mi hiç görmüyor.
Avrupa’daki kamuoyu için ırkçı inançlara ve
korumacılığa bağlanıp kalmak için çokça “iyi sebep” var. Milyonlarca kafanın
kendisini kuma gömmesi için daha iyi sebepler öne sürmek mümkün!
Olan bu zaten.
* * *
Bugün buradayım, İtalya’dayım, ABD’yi, İsrail’i, diğer
sömürgeleri ve Batı’nın vekil devletlerini tartışmak niyetinde değilim. Bir
daha davet ederseniz bu tartışmayı o vakit yaparız.
Avrupa hakkında konuştum.
Lübnan’da tanıştığım iki Suriyeli kızdan bahsettim.
Onların o hâlde olmasında sizin de sorumluluğunuz var
ey İtalya! Dünyanın geri kalanı ülkelerini viraneye çevirdiği için yetersiz
beslenmeden muzdaripler. Çünkü sizin ülkeniz NATO üyesi, çünkü NATO açıktan
mafyavari davranışlar içerisinde olan faşist bir çete gibi davranıyor.
Yüreğinizi biliyorum!
Sizin, Fellini, de Sica, Rossellini, Antonioni ve
diğerlerinin filmleriyle büyüdüm. Şiirinize ve müziğinize büyük bir hayranlık
duyuyorum. Onlar eserlerim ve dünyayı görme biçimim üzerinde muazzam bir etkiye
sahip.
Ama yüreğiniz sadece kendi insanınız için atıyor. Bu
enternasyonalist bir yürek değil. Tüm insanların eşit olduğuna inanmıyor.
Buraya bunu söylemeye geldim, zira bunları söylemeye
kimsenin yüreği yetmiyor.
Buraya geldim çünkü ülkenizi hâlâ umursuyorum.
Ama kararlı bir sosyalist realist olarak ben şu an
için İtalya’yı “olduğu hâliyle” değil, “olabileceği, olması gerektiği hâl”
itibarıyla önemsiyorum.
Teşekkür ederim!
Andre Vltchek
5 Şubat 2016
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder