Bu, Düşündüğünüzden Daha Büyük Bir İhtimal
Cuma günü ABD, Türkiye’nin Suriye’yi işgal
etmesine mani olmayı amaçlayan Rusya’ya ait bir karar tasarısını reddetti.
Moskova, Türkiye’nin güney sınırında topladığı binlerce askerî ve zırhlı aracı
YPG isimli Kürd milislerinin Kuzey Suriye’de kendisine komşu bir devlet
kurmasına mani olmak ve Türkiye destekli militanları korumak için Suriye’ye
sokmasına dair artan endişelerini ele almak amacıyla Birleşmiş Milletler
Güvenlik Konseyi’nde acil bir toplantı yapılmasını istedi. Moskova’nın bir
sayfalık kararı, her şeyi kapsamlı ve dosdoğru ele alan bir metindi ve harabeye
dönmüş bir ülkede 250.000 cana mal olmuş bir savaşın iyice tırmanmasını
engellemeyi amaçlıyordu.
Rusya’nın BM temsilcisi yardımcısı Vladimir
Safronkov’a göre, “Rusya’nın hazırladığı bu karar tasarısının ana unsurları,
tüm tarafların Suriye’nin içişlerine müdahalesine son vermelerini, Suriye’nin
egemenliğine ve bağımsızlığına saygı duyulmasını, saldırılara son verilmesini
ve kara operasyonlarına dönük planların terk edilmesini talep ediyordu.”
Kararda ayrıca Moskova’nın “Suriye Arap
Cumhuriyeti’ne ait topraklara dışarıdan kara müdahalesi gerçekleştirmeyi
amaçlayan hazırlık amaçlı faaliyetlere ve askerî takviyeye dair raporlara
yönelik uyarı”ya da yer verildi.
Kararda tartışılacak bir yan yoktu, ne bir
numaraya ne de gizli bir anlama yer vardı. Delegelerden Suriye’nin egemenliğini
desteklemeleri ve silâhlı saldırganlığa karşı çıkmaları isteniyordu. Bunlar,
Birleşmiş Milletler’in sırtını yasladığı temel ilkelerdi. Bugünse ABD ve
müttefikleri bu ilkeleri reddediyor, çünkü artık bu ilkeler Washington’ın
Suriye’deki jeopolitik hırslarıyla örtüşmüyorlar.
Kararın reddedilmesi, en açık ifadeyle,
Washington’ın Suriye’de barış istemediğinin bir delili. Ayrıca Obama
yönetiminin Türk kara birliklerinin ABD’nin hâlâ kazanma konusunda kararlı
olduğu bir savaşın sonuçlarını biçimlendirmede önemli bir rol oynayabileceğini
gösteriyor. Şunu akılda tutmak gerek: eğer bu karar geçseydi, Türk işgali
tehdidi de hemen ortadan kalkacaktı.
Peki neden?
Türk ordusu BM Güvenlik Konseyi’nin onayı
olmaksızın sınırının ötesine asker göndermek istemediğini açıktan ilân etti.[1]
Batıda birçok insan, Erdoğan’ın diktatörlük
yetkilerini haiz olduğuna ve askerleri istediği zaman savaşa sokabileceğine
dair bir yanılsamaya sahip. Oysa böyle bir şey yok. Erdoğan, ordu içerisindeki
hasımlarını tasfiye etmiş olsa da yüksek rütbeli subaylar, sivil liderlik
karşısında belirli bir özerkliği hâlâ elinde tutuyorlar. Türk generaller,
ileride savaş yüzünden yargılanmayacaklarına dair garanti istiyorlar. Bunun en
iyi yolu da her türden işgal için ABD, NATO veya BM’den onay almak.
Obama yönetimi bu dinamiği anlıyor, kararın
reddedilmesinin sebebi de bu. O, Türk askerlerinin Washington’ın sürmekte olan
vekâlet savaşına Rusya önderliğindeki koalisyonu dâhil edebilmesi için kapıları
açık tutmak istiyor. Bence ABD’nin Suriye’deki asli hedefi artık Esad’ı
devirmek değil, hiç bitmeyecek bir savaş dâhilinde Rusya’yı bataklığa
sürüklemek.
ABD’nin geçersiz kıldığı karardan birkaç saat
sonra Cenevre’de kapalı kapılar ardında görüşmeler yapıldı. Burada üst düzey
ABD’li ve Rus subaylar ateşkes ihtimallerini tartıştılar.
“Düşmanlıkların askıya alınması”nı ifade eden
ateşkesin amacı kavgaya geçici süre son vermek, böylelikle sahada yıpranmış mücahidlerin
ve ABD destekli isyancıların toparlanıp sonra savaşa yeniden dâhil olmasını
sağlamak. Hem Moskova hem de Washington, savaşın harap ettiği şehirlere insanî
yardımların gitmesini ve her iki taraf ileride kurulacak bir hükümette Esad’ın
rolü konusunda derin ayrılıklar içinde olsa da, “politik geçiş süreci”ne
girmeyi istiyor. Washington Post’a
göre:
“Bir
sorun da terörist bir grubun neyden müteşekkil olduğuna dair farklı tanımlar
getirilmesi. IŞİD ve Nusra’ya ek olarak Rusya ve Suriye tüm muhalefete terörist
diyor.
Türkiye
sınırı yakınında, kuzeybatıda bulunan ılımlı grupları içeren Nusra bilhassa
sorunlu bir yapı. Rusya’ya, en azından geçici süre, gruplar tasnif edilene
kadar, ateşkesin bir parçası olarak Nusra’yı bombalamaması önerisi getirildi.”[2]
Tekrar olacak ama: “Rusya’ya, en azından geçici
süre, örgütler tasnif edilene kadar ateşkesin bir parçası olarak Nusra’yı
bombalamaması önerisi getirildi.” Başka bir ifadeyle Obama yönetimi, 11
Eylül’deki terör saldırılarında 3.000 Amerikalıyı öldüren bir örgüte bağlı bir
yapıyı ve tek hataları Vehhabi paralı askerlerinin İslamî hilafete dönüştürmek
istediği bir ülkede yaşamak olan on binlerce masum Suriyeli sivilin ölümlerinden
sorumlu bir örgütü korumak istedi. Rusya ise bu maskaralığa doğal olarak karşı
çıktı.
Kerry, bu koşullarda Pazar günü kendisinin ve
Lavrov’un “Suriye iç savaşında birkaç gün içinde başlayacak olan, geçici bir
ateşkese” vardıklarını duyurdu. Oysa “ateşkesin nasıl yürürlüğe gireceğini ve
ihlallerin nasıl çözüme kavuşturulacağını” kimse gerçek manada bilmiyor.
Obama’nın Rusya tarafından BM’ye sunulan karar
tasarısına yönelik itirazının ne denli riyakârca olduğunu görmek gerek. Zira
birkaç saat sonra Obama, El-Kaide’yi ABD-Rusya arasında varılan ateşkesin
koruyucu şemsiyesi altına almaya çalıştı. Bunun “terörle mücadele” denilen
şeyle ne alakası var?
Öte yandan Erdoğan’ın Suriye’yi işgal etme
tehditleri, Ankara’da 28 kişinin ölümüne, 61 kişinin yaralanmasına sebep olan,
bombalı araç saldırısı ardından daha da yoğunlaştı. Türk hükümeti, saldırının
Suriye’deki YPG’yle bağlantılı Salih Neccar tarafından gerçekleştirildiğini
iddia etti. Ama 24 saat bile geçmeden hükümetin iddiası çöktü. Batı medyasına
pek yansımayan bir habere göre, saldırının sorumluluğunu Kürdistan Özgürlük
Şahinleri [TAK] isimli örgüt üstlendi. (TAK yasadışı PKK ile bağlantılı)
Ardından Pazartesi günü Erdoğan rejimi aleyhte bir dille kaleme alınmış
haberlerde şiddetle eleştirildi: DNA örneklerinin de gösterdiği üzere saldırıyı
Neccar değil, TAK üyesi Abdulbaki Sömer gerçekleştirmişti. Bu yazının yazıldığı
ana dek henüz hükümet, savaş için ortam oluşturmak amacıyla kamuoyuna yalan
söylediğini kabul etmiş değil. Erdoğan ve aşırıcı arkadaşları Suriye’yi işgal
etmeye dönük tehditleri bağlamında temelsiz bilgilerden istifade etmeyi
sürdürüyor. Erdoğan, Cumartesi günü Gaziantep’teki UNESCO toplantısında şunları
söyledi:
“Türkiye,
kendisinin yüzleştiği tehditlere karşı mücadele vermek için Suriye’de ve terör
örgütlerinin yuvalandığı diğer yerlerde operasyon yürütme konusunda her türden
hakka sahiptir. […] Türkiye’yi hedef almış terör faaliyetleri karşısında
Türkiye’nin kendisini savunma hakkını kimse sınırlayamaz.”
Bu, Türkiye’nin son bir hafta boyunca Suriye
toprağını neden bombaladığını izah ediyor. Ayrıca bu sözlerde Erdoğan’ın Suriye
Ordusu’na karşı başarı şanslarını artırmak için Sünni cihatçılara neden
Türkiye’ye geçiş ve ilgili bölgelerdeki savaş sahasına yeniden giriş izni
verdiğine dair bir izahat da mevcut. Bu yaklaşımı New York Times üzerinden kontrol etmek mümkün:
“İsyancılardan
gelen bilgilere göre Perşembe günü Suriyeli isyancılar, Halep’in kuzeyindeki
Kürd milislere karşı savaşa destek vermek için geçen hafta içerisinde Türkiye
üzerinden 2.000 kişilik bir takviye getirdi.”
Türkiye güçleri, bir cepheden diğerine yaşanan bu
transferi birkaç gece içinde gerçekleştirdiler. İsyancılar belirli bir desteğin
eşliğinde İdlib’den çıkıp dört saat yol teperek Türkiye’ye geçtiler ve
Azez’deki savunma hattında bulunan isyancılara destek vermek için yeniden
Suriye’ye girdiler.
Levant Cephesi’nde komutan olan Ebu İssa şunu
söylüyor: “Hafif silâhlardan ağır teçhizata, havanlardan füzelere ve tanklara
varana dek her şeyi taşımamıza izin verildi.” Bu örgüt, Babu’s Selame sınır
kapısında faaliyet yürütüyor. Reuters’a
konuşan Ebu İssa bir takma ad.
Obama yönetimi Erdoğan’ın ateşe benzin döktüğünü
biliyor, fakat yüzünü başka yöne çevirmeyi tercih ediyor. Obama Suriye
toprağını bombaladığı için Türkiye’yi (çok da sert olmayan bir biçimde)
uyarıyor ama aynı zamanda onun “kendisini savunma hakkını” kabul ediyor. Bu,
ABD’nin İsrail’in Batı Şeria veya Gazze’ye yönelik canice saldırılarıyla ilgili
diline doladığı bir ifade aslında. Bugün Obama, Erdoğan’a da aynı itibarı
bahşediyor. Bu da Washington’ın yaklaşımındaki riyakârlığı net bir biçimde
ortaya koyuyor.
Peki Washington’ın Suriye’deki oyun planı ne?
Obama yönetimi IŞİD’i yenmek ve düşmanlıklara son vermek konusunda ciddi mi
yoksa Obama başka bir gizli plana mı sahip?
Her şeyden önce Washington IŞİD’le pek ilgilenmiyor.
Örgüt, ABD’nin ulusal çıkarları için hayatiyet arz eden bir bölgede askerî
operasyonlar yürütülmesine imkân veren bir bostan korkuluğu. Eğer IŞİD öcüsü
yarın ortadan kaybolacak olsa, Beyaz Saray yeni bir hayalet yaratacaktır.
Uyuşturucuyla mücadele veya aynı ölçüde saçma bu türden bir hayalet sayesinde
ABD yağma faaliyetlerine kesintisiz devam edebilecektir. Washington için önemli
olan, ABD-İsrail’in isteklerine uzun vadede tehdit teşkil edecek güçlü, seküler
Arap hükümetlerini parçalamaktır. Asıl önemli olan budur. Diğer belirginleşen
hedefi ise kritik kaynakları ve AB’ye uzanan boru hattı koridorlarını kontrol
altına almak ve bu kaynakların ABD doları ile alınıp satıldığı koşulların
sürmesini sağlamaktır.
ABD-Kürd (YPG) ittifakının gerçekte ABD’nin
Suriye’deki stratejik çıkarlarının ilerlemesine yaradığına inanmaya devam
ediyoruz. ABD, aslında Kürdlerin devlet kurmasıyla ya da Suriye’nin kuzey
bölgesinin cihad hareketi mensubu milislerin kontrolünde olup olmamasıyla
ilgilenmiyor. ABD-YPG ittifakının gerçek amacı, Türkiye’yi öfkelendirip onu
Rusya liderliğinde kurulan koalisyonla sınırda çatışma içerisine girmesi
konusunda kışkırtmak. Eğer Türkiye, Suriye’ye kara birliklerini sokarsa, o
vakit Moskova uzak durma konusunda zorluk yaşayacağı o bataklıkla
yüzleşecektir. Türk güçleri, son beş yıldır savaşı sürdüren ama artık ricat
eden ABD destekli mücahidler ve diğer vekil güçler için bir tür ikmal ordusu
işlevi göreceklerdir.
Daha da önemlisi Türkiye’nin gerçekleştireceği
işgal, ABD’nin Türk ordusu ve MİT içindeki ajanları eliyle istismar edeceği
zayıf noktaların oluşmasını sağlayacak, bir yandan da Erdoğan’ın iktidar
üzerindeki hâkimiyetini ciddi ölçüde aşındıracak olan çatlakları daha da
derinleştirecektir. Nihai hedef, Kiev’de CIA’in yaptığına benzer bir darbe
dâhilinde, başa bela olan Erdoğan’dan kurtulmayı sağlayacak bir renkli devrim
için yeterli toplumsal huzursuzluğu yaratmaktır.
Obama’nın el altından Erdoğan’a yeşil ışık yakıp
sonra Suriye’ye askerler girer girmez onun altındaki halıyı çekeceğini şimdiden
tahmin etmek güç değil. Benzer bir tertibe 1990’da Irak’ta rastlandı. ABD elçisi
April Glaspie, Saddam’a Kuveyt’i işgal etmesi konusunda onay verdi. Irak Ordusu
hedefine ulaştıktan hemen sonra ABD askerî saldırısını başlattı (Çöl Fırtınası
Operasyonu). Bu saldırı, Saddam’ı hızla Ölüm Otoyolu’na çekilmeye zorladı.
Amerikalıların saldırılarında on bin kadar Iraklı muvazzaf asker keklik gibi
avlandı. Washington’ın Saddam’ı devirip yerine kendisine itaat eden bir
işbirlikçiyi getirmeyi öngören planının ilk aşaması buydu.
Benzer bir rejim değişikliği tuzağı şimdi Erdoğan
için mi kuruluyor?
Kurulan neyse, böylesi bir
tuzağa benzediği kesin.
Mike Whitney
24 Şubat 2016
24 Şubat 2016
Dipnotlar
[1] Liz Sly, “Turkey’s Increasingly Desperate
Predicament Poses Real Dangers”, 20 Şubat 2016, Washington Post.
[2] Karen DeYoung, “US, Russia Hold Syria
Cease-fire Talks as Deadline Passes without Action”, 19 Şubat 2016, Washington Post.
0 Yorum:
Yorum Gönder