Bence artık bu kadar zırvalık yeter: kimlik siyaseti,
ABD’deki sol hareketlere çok uzun bir zamandır musallat olmuş bir lanettir.
Aksini söylemek mümkün mü?
Obama dönemi boyunca solcular, kimlik siyasetine getirdikleri eleştirilerden ötürü sürekli azar işittiler. Ben de dâhil birçok isim, ırkçılıkla suçlandı. Irkçılık mı, şaka mısınız siz?
Ömrümün son on yılını
ilerici toplumsal hareketlere vakfederek geçirdim ve ben, Obama’nın ciğeri beş
para etmez bir emperyalist olduğunu düşündüğüm için ırkçıyım öyle mi? Hadi be
oradan!
Bugün benzer eleştiriler, başkanlık için yarışan
Hillary Clinton bağlamında da dile getiriliyor. Ona dönük her türden eleştiri,
Clinton’ın yalakalarınca “cinsiyetçilik” olarak değerlendiriliyor.
DemocracyNow! isimli
programda Clinton’ın dalkavuğu, (eski ACORN CEO’su ve hâlihazırda New York’taki
Siyah Enstitüsü ve Çalışan Aileler Partisi üyesi) Bertha Lewis, cahilce bir
yaklaşım sergiledi. Elbette bunların hiçbirisi şaşırtıcı değil, sıradan, ama
aynı zamanda moral bozucu ve can sıkıcı.
Röportajın en iyi kısmı, Bertha’nın şu sözlerinin
geçtiği yer: “Bir devrime tanık olmak istiyorsanız, o vakit bir kadın başkan
seçin!” Esasında belki de Bertha haklı: öyle ya, Thatcher döneminde İngiltere,
her ne kadar devrimci solcuların görmek istediği tipte olmasa da, tam bir
devrime tanıklık etti!
Gelgelelim, kimlik siyasetinin laneti salt seçim
sath-ı mailine girmiş olmamızla ilgili değil. Aktivistlerin birçoğu, kadınlara
kötü muamele edildiği için ABD’nin Afganistan’dan çıkamayacağını söylüyor.
ABD’nin askerî mekanizmasına hizmet etmek, ilericilik olarak görülüyor.
Siyahlar ve melezler Demokratları desteklediğinden bana sürekli “ehven-i şeri
seç” deniliyor.
Savaş karşıtı bir örgütün yönetim kurulunda savaşlara
ve militarizme son vermek kadar etnisite, ırk ve cinsiyet kotalarının
karşılanmasından bahsedip durduk. Esasında Şikago’daki stratejik geri çekilme
esnasında her gün hangi zamirleri kullanmayı tercih ettiğimizi tartıştık. Evet,
bugün modern aktivizm bu hâle dönüşmüş durumda.
Bu esnada insanlar, bilhassa gençler, ilerici
politika, onun hataları ve yetersizlikleri konusunda kıymetli dersler
alıyorlar.
Bereket versin, Iowa’daki genç seçmenlerin (otuz yaş
altındaki kadınların yüzde 84’ü) Clinton’ı değil Sanders’ı destekledi.
Kanaatimce bu eğilim sürecek. Kimlik siyasetinin hâkim olduğu bu dönem artık
sona erecek. Orta yaşlara gelmiş, orta sınıfa mensup beyaz kadınların öfkesi
diniyor. Genç kadınlar, “ilk kadın başkan” lafını işitmekten bıktılar. Artık
onlar, beyaz orta sınıfın küçülmesine odaklanan burjuva feminizmiyle değil,
ülkedeki kadınların ekseriyetine katkı sunacak politikalarla ilgileniyorlar.
Asıl soru şu: Bu kimlikçilik oyununa daha ne kadar
devam edeceğiz? 2020’de de merkeze çekilmiş bir Latin veya LGBT aday için mi
dans edip şarkı söyleyeceğiz? Umarım böyle bir şey olmaz.
Sonuçta ailelerini ve dostlarını insansız hava
araçlarıyla öldürenin bir kadın veya erkek olduğu Iraklı ve Afgan çocukların
umurunda değil. Onlar için asıl mesele, kendilerini kimlerin öldürdüğü.
Bu, ülke içine dönük olarak da geçerli: tarihteki en
berbat ticaret anlaşmasını (Trans Pasifik Ortaklığı’nı) beyaz bir kadının mı
yoksa siyah bir erkeğin mi imzaladığı birçok Amerikalının umurunda değil.
Onlar, bellerini bükenin güçlü seçkinler olduğunu gayet iyi biliyorlar.
Kanaatimce kimlikçiler, o kimlikçilik oyunlarını
oynamaya devam ettikçe ilerici mahfillerde o ölçüde destek ve ilgiyi
kaybedecekler. Bugün Siyahların Hayatı Önemlidir içindeki genç siyahî
aktivistler ve muhtelif cemaat örgütlenmeleri, siyahların güçlü konumlarda
olmasının onların koşullarını otomatikman düzelteceğine dair hâkim liberal
söyleme itiraz ediyorlar.
Sonuçta siyahî aktivist dostlarım, beyaz bir polis
müdürünün yerine siyahî bir polis müdürünün getirilmesiyle hiç ilgilenmiyorlar.
Kadın dostlarımsa patriyarka yerine layt bir patriyarkayı geçirmek derdinde
değiller. Bu nedenle, genç aktivistlerin, yaşları büyük olanlardan farklı
olarak, aynı saçma ideolojik oyunlara figüran olmak gibi bir dertleri yok. Bizi
asıl heyecanlandırması gereken şey işte bu.
Kimlikçiler, ideolojik savaşı birçok yönden
kaybettiler. Her şeyin ötesinde çok sayıda Latin sınır dışı edildi, Afrikalı-Amerikalılar,
bugün Obama öncesine kıyasla daha kötü durumdalar, kadınlar, dindar
muhafazakârların saldırılarına maruz kalıyorlar. Tüm bunlar, kırk yıllık kimlik
siyasetinin ardından gerçekleşti. Şurası açık ki Chris Hedges’ın “butik politik
meseleler” dediği şeye odaklanmak, siyahların veya kadınların yaşam
standartlarının artması ile sonuçlanmadı. Ama gene de söylemek gerekir ki
kamuoyu, bu meseleler konusunda eskisine nazaran daha fazla bilgilendi.
Peki tüm bu süreç bize ne kazandırdı? Güçsüzlük ve
örgütsüzlük. Solun hiç güçlü olmadığı, sorunun aşılması konusunda gerekli olan
altyapı ve kurumlardan mahrum kaldığı açık. İktidarın baskıya dayalı gerçeği
hakkında konuşmak yerine solcular, çoğunlukla “başka hikâyeler anlatmak”tan ve
“hâkim söylemleri değiştirmek”ten söz ediyorlar.
Esasında sol, çağımızın ekoloji, militarizm ve ekonomi
gibi meselelerini ileriye dönük yaklaşımlar dâhilinde daha çok ele aldıkça halk
da sol örgütlere ve hareketlere o kadar çok yönelecektir.
Bugün kimlik siyaseti, hayli revaçta. Ama bu süreç de
artık sona yaklaştı.
Deniz yükseldikçe ve zenginler yağmaya devam ettikçe,
halk da radikal alternatifleri hakkıyla görecek, liberal palavralara rağbet
etmeyecektir.
Vincent Emanuelle
8 Şubat 2016
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder