04 Şubat 2016

,

Kâr Amacı Gütmeyen Örgütler


Şirketlerin Kâr Amacı Gütmeyen Örgütlerle
Teşkil Ettiği Kompleks:
Tekelci-Finans Kapitalizmi Aşamasında
Emperyalizmin İtici Gücü ve Mütemmim Cüzü
Michał Kalecki’ye göre, Keynesçi dönemdeki emperyalist sistem üçgen bir yapıya dayanır. Söz konusu yapı ise (a) devletin finanse ettiği askerî üretim (yani çoğunlukla “askerî-endüstriyel kompleks” denilen ordu-şirket kompleksi), (b) medya propagandası (medya-şirket kompleksi), ve (c) Savaş mekanizmasını meşrulaştırmaya yarayan, onun tarafından desteklenen tam istihdam/refah yönelimli olduğu iddia edilen üstyapıdan (Keynesçilik) oluşur.[1] Çalışmasını Kalecki’nin kitabı üzerine kuran John Bellamy Foster, Hannah Holleman ve Robert W. McChesney ise günümüzde mevcut olan emperyalist sistemin yeniden yapılandırılması ve muhafaza edilmesinde yukarıda bahsi edilen üçgenin asli rolüne dair vurguda bulunmak suretiyle, tekelci sermaye geleneğine ait emperyalizmin güncellenmiş bir teorik versiyonunu takdim eder.[2] Bu yazarların çalışmasından hareket ederek ben günümüz emperyalizminin üçgene benzer yapısındaki önemli değişikliklerden birini, bilhassa neoliberal küreselleşme projesinin benimsenip refahı merkeze alan paradigmanın terk edilişini ele alıyorum.
Şu tarz sorular yöneltiyorum: tam istihdam/refah güdümlü Keynesçiliğin yerini ne aldı? İstihdam sorunlarını ve giderek kötüleşen yaşam standartları meselesini ele alamayan bu tarz bir emperyalist sistemin hayatta kalması nasıl mümkün olabiliyor? Küreselleşmenin yol açtığı örtük tehdit mülksüzleştirme yoluyla birikime eşlik eden militarizmin yeni neoliberal diyalektiğini nasıl pekiştiriyor?
Bu makalenin birinci bölümü tekelci sermaye okuluna ait emperyalizm teorisini takdim ediyor ve finansallaşma ile neoliberalleşme koşullarında emperyalizmin yaşadığı metamorfozla ilgili kısa bir tartışma yürütüyor. İkinci bölüm günümüz neoliberal emperyalizmin itici gücü ve mütemmim cüzü olarak şirketlerin kâr amacı gütmeyen örgütlerle teşkil ettiği kompleksin gelişimine dair teorik ve empirik bir analiz gerçekleştiriliyor.
Tekelci Sermayenin Metamorfozu ve
Emperyalizmin Üçgen Yapısının Yeniden Yapılandırılması
II. Dünya Savaşı sonrası tesis edilen emperyalist sistem dâhilinde iki önemli dönüm noktası arasında bir ayrıma gitmek faydalı olacaktır. Bu iki dönüm noktasının kökleri on dokuzuncu yüzyıl sonuna ve yirminci yüzyıl başına dek uzanmaktadır. İlk dönüm noktası Britanya’nın kapitalist dünya ekonomisi üzerindeki hegemonyasının çökmesi ve ABD’nin bilhassa II. Dünya Savaşı sonrası yükselişidir.[3] Bu yükselişe Bretton Woods kurumlarının kurulması denk düşer: Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması (GATT), Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası. Askerî araç ve stratejilere başvuran ABD dünya ekonomisi dâhilinde doğal kaynaklara erişimlerini kolaylaştırmak suretiyle ABD şirketlerine yatırım fırsatlarının açılmasını öncelikli kılmıştır. Başka bir deyişle ABD emperyalizminin hegemonik ve askerî araçları ABD’li tekelci sermayenin kârları ve uluslararası rekabet etme gücünü artırmak için kullanılmıştır.[4]
İkinci dönüm noktası dünya ekonomisinin finansallaşması ve neoliberalleştirilmesidir. Bu süreç seksenlerde ABD önderliğinde derinleştirilmiştir.[5] Tekelci kapitalizm teorisyenlerine göre geç kapitalizmin genel ekonomik eğilimi ekonomik durgunluğa dayanır. Bunun asıl nedeni kâr getiren yatırım fırsatlarının çok az olmasıdır. Yetmişlerde ekonomik büyümenin yavaşlamasına bağlı olarak finansallaşma ve onun politik karşılığı anlamında neoliberalizm geç kapitalizmin durgunluk sorununa kısmi birer çözüm olarak geliştirilmiştir. Ekonomi üzerindeki kontrol şirket yönetim kurullarından finans piyasalarına geçmiştir. Bu da dünya ekonomisinin finansal balonlara tabi hâle gelmesine neden olmuştur. Finansallaşma, bir bütün olarak ekonomiyle ilişkili olan borçların spekülatif manada artması servetin biriktirilmesi ve dolaylı olarak sermaye birikiminin teşvik edilmesi yolu olarak kurumsallaştırılmıştır. Ancak finansallaşma durgunluk eğiliminin aşılmasına bizzat katkı sunmamış, aşırı birikim sorunu üzerinden yeni çelişkileri açığa çıkarmıştır. Foster ve Fred Magdoff’un da gösterdiği üzere finansallaşma bu aşamasında sistemin sermayenin hâkim formu olarak tekelci kapitalizmin büyümesinde kendisini ortaya koyan gerçek özünü hiç değiştirmemiştir. Sonuçta ortaya yeni bir melez tekelci-finans sermayesi çıkmıştır.[6]
Tekelci kapitalizm teorisi tüm küresel boyutları dâhilinde bir sistem olarak emperyalizmin belirli devletlerin tekil politikalarını veya siyasetçilerin şahsiyetlerini aşan tarihsel/yapısal bir formasyon teşkil ettiği gerçeğine vurgu yapar.[7] Kalecki’nin çalışması üzerinden Foster, Holleman ve McChesney tarihsel açıdan emperyalist sistemin yapısında üç önemli, birbirini tamamlayan sütun olduğunu söyler. Bu yapı tekelci sermayenin çevre ülkelerdeki hammaddeler ve emeği alıkoyup kontrol kurmasını ve artığı soğurma fırsatları yaratmasını sağlar. Bu üç sütun şunlardır: ordu-şirket kompleksi, medya-şirket kompleksi ve Keynesçi istihdam/refah devleti.[8]
Ordu-şirket kompleksi ile ilgili olarak Foster, Holleman ve McChesney ABD ordusunun yaptığı harcamaların diğer ülkelerin veya ülke gruplarının yaptığı harcamalardan fazla olduğuna işaret eder. 2001-2007 arası dönemde ABD ulusal savunması harcamaları yüzde altmış artmış, 553 milyar dolar düzeyine gelmiştir. Bugünse bir trilyon doları aşmıştır.[9] Bu rakamlar, ABD devleti ve ekonomisi dâhilinde ordu ve şirket sektörlerinin ne ölçüde iç içe geçtiğinin önemli bir göstergesidir.
Bu analize ek olarak ordu-şirket kompleksinin oluşumu ve konsolidasyonuna yol açan üç ana faktöre değinmekte fayda vardır: (a) ABD tekelci sermayesinin dünyaya hâkim olma arzusu, (b) II. Dünya Savaşı sonrası askerî üretimi artıran bilimsel ve teknik devrim, ve (c) devlet elitleriyle ABD tekelci sermayesinin giderek daha fazla kaynaşması.[10]
Aynı ölçüde önemli bir diğer husus da yukarıda belirtilen faktörlerin yol açtığı iki önemli komplikasyonun kabul edilmesidir. İlk komplikasyon teknoloji yoğunluklu olma eğilimi ile birlikte ordu-şirket kompleksinin istihdamı teşvik etme becerisinin azalmasıdır. İkincisi ise SSCB sonrası ABD’nin Sovyetler’in nüfuz alanı yakınında ya da içinde yer alan bölgelerde militarist ve emperyalist stratejileri devreye sokan yegâne süpergüç hâline gelmesidir. Jeopolitik kontrolü artırma amaçlı bu savaş ve militarizm düşkünlüğü ekonomik düzeyde ABD’nin sahip olduğu küresel hegemonyanın çöküşünü denetim altına alma gayreti olarak görülebilir. Dolayısıyla karşımızda duran yeni bir emperyal projedir. Bu projede ABD ekonomik hegemonyasını yeniden artırmak için askerî gücüne, doların finansal üstünlüğüne ve (neoliberal politikalar ile ticaret anlaşmaları gibi) başka araçlara başvurmaktadır.[11]
Bugün ordu-şirket kompleksi kapitalizmi biçimlendiren politik-ekonomik bağlamda ve kapitalizmin kendi gelişiminde mündemiç olan kurumsallaştırılmış bir gerçekliktir.[12] István Mészáros’a göre, bugünün emperyalizminin askerî yönleri tekelci kapitalizmin en önemli bileşenlerinden birisidir. Askerî teknolojinin mevcut hâliyle ilgili olarak Mészáros şu tespiti yapar:
“Tüm tarih boyunca emperyalizmin en tehlikeli aşamasına girmiş bulunuyoruz. Bugün asıl tehlike gezegenin belirli bir kısmının değil tamamının gerektiğinde şiddete dayalı askerî araçlar da dâhil en aşırı otoriter araçlarla tek hegemonik ekonomik ve askerî süpergüç tarafından kontrol edilmesidir. Küresel düzeyde gelişme kaydeden sermayenin bugün ihtiyaç duyduğu nihai rasyonalite budur.”[13]
Medya-şirket kompleksi ile ilgili olaraksa Foster, Holleman ve McChesney’nin ulaştığı sonuç şudur: ABD’deki emperyalist şirket medyası ABD’nin başını çektiği neoliberal küreselleşmeden en fazla fayda sağlayanlardan biridir. Zira bu medyanın ABD dışından elde ettiği gelirler artmış, devlet medya tekellerine ticaret anlaşmalarında fikrî mülkiyet sözleşmelerinde destek sunmuştur. Medya-şirket kompleksinin asli rolü, kitlelerin depolitize edilmesinden ve her türden propaganda yoluyla ABD’nin savaş mekanizması için gerekli ideolojik desteğin sağlanmasından oluşmaktadır.[14]
Peter Philips’in de ifade ettiği biçimiyle, ABD’deki medya endüstrisi giderek haberlerin dünya genelinde yaşadığı akışa hâkim olan bir düzineden az medya şirketi tarafından merkezîleştirilip tekelleştirilmiştir. ABD’deki en büyük on bir medya şirketinin yönetim kurulu üyeleri (ki toplamda 155 kişiden oluşmaktadır) tekelci finans sermayesinin en üst kademesiyle, CIA’yle ve devlet aygıtının diğer önemli sektörleriyle iç içe geçmiş durumdadır.[15] Büyüme süreci internetle hızlanan medya tekelleştikçe eğlence ve haber servisleri de görünmeyen düzeylerde bu küresel şirketlerin kârlarının artırılması meselesine ram edilmektedir. Bunun en güzel örneği Time Warner A.Ş. vakasıdır. Dünyanın en büyük medya tekellerinden biri olan bu şirket televizyona, film yapım şirketine, yayıncılık şirketine ve kablolu kanal hizmetlerine sahiptir.[16] Dolayısıyla medya-şirket kompleksi kendisini en iyi NATO’nun Yugoslavya’ya karşı başlattığı “insanî yardım” savaşları türünden olaylarda medyanın yaygın biçimde kullanılmasında ortaya koymuştur. Bu süreçte Sırplar karalanmış, saldırıya uğramıştır. İki Irak savaşı ise sterilize edilerek yaygın biçimde televizyondan aktarılmıştır. Medya-şirket kompleksi aynı zamanda Venezüella ve Küba gibi “haydut devletler” denilen devletlerin zayıflatılmasında da önemli bir rol oynamaktadır.
Keynesçi stratejilerin devre dışı kalması, sivil-istihdam teşviki konusunda devletin geri çekilmesi, neoliberalizmin emperyalist ajandaya dâhli devletin tekelci kapitalizm karşısındaki özerkliğini zayıflatacak yolu açmıştır. Keynesçi devlet politikasının imhası ile oluşan boşluk neoliberal kalkınma paradigması ile doldurulmuştur. Bu süreç daha geniş toplumsal yüzeylerin finansallaştırılması ve toplumsal mühendislik alanı olarak kâr amacı gütmeyen sektörün öne çıkmasını sağlamıştır. Buna göre şirketlerin kâr amacı gütmeyen örgütlerle birlikte oluşturduğu, uluslararası STK’lara dayanan kompleks yapı bir dizi toplumsal hizmette hâkimdir. Geçmişte devletin sunduğu bu hizmetler alanında söz konusu kompleks seksenler boyunca günümüz emperyalizminin üçgene benzer yapısının diğer bir sütunu olarak ortaya çıkmıştır. Bu kompleks sermaye adına devletin kimi işlevlerinin özelleştirilmesini ve sivil toplum içerisinde kilit stratejik noktaların ele geçirilmesini, sosyal hareketlerin teslim alınmasını temsil etmektedir. Özel sermaye alanının dışındaymış gibi görünen bu kompleks aynı zamanda küresel düzeyde tekelci finans sermayesinin hegemonyasını pekiştirir, özelleştirme sürecinin hızlanmasını sağlar.
Mészáros’a göre tekelci sermayenin küreselleşme eğilimleri ile politik sahada ulus-devletlerin giderek daha fazla tahakküm altına alınması arasındaki çelişki emperyalizmin en önemli sınırlarından birine işaret eder.
Sermayenin ulusötesi gelişiminde yeni bir tarihsel aşamaya ulaşmış bulunuyoruz: bu aşamada sistemin yapısal sınırı ve temel çelişkiyle yüzleşmekten kaçınmak artık mümkün değil. Söz konusu sınır kapitalist sisteme ait bir hâlin oluşturulamaması ile ilgilidir. Bu aşamada sistem ulusötesine yönelik arzularını ve eklemlenmesini gerçekleştirememiştir. Bu nedenle son iki yüzyıldır sürekli biriken, sistemi karakterize eden ulus devletlerle yaşanan, artık patlama noktasına gelmiş çatışmaların aşılması henüz mümkün görünmemektedir.[17]
Bu bağlamda ortaya çıkan kâr amacı gütmeyen örgütlerle şirketlerin birlikte teşkil ettikleri kompleksin uluslararası düzlemde tek hâkimi STK’lardır. Devletinin yokluğunun damgasını vurduğu bir alanı işgal eden bu kompleks sermayenin tekelci sermayenin küreselleşme eğilimleri ile ulus devletlerin devam eden merkezîliği arasındaki çelişkisini çözmek için kullanılan bir tür araç hâline gelmiştir. Bu çözme işlemi ulus devletlere ait kimi yönlerin kompleks eliyle somutlanması üzerinden gerçekleştirilmektedir.
Dünya genelinde yaşanan STK patlamasını ABD’nin bu komplekse akıttığı paralardaki artışla ilişkilendirmek mümkündür. OECD verilerine göre ABD resmî kalkınma yardımı 1970’te 3 milyar dolarken 1980’de 7 milyara, 1990’da 11 milyar dolara çıkmış, 2000’de 9’a gerilemiş, 2013’te 30 milyar dolara fırlamıştır.[18] Aynı şekilde ABD’li olmayan ve uluslararası STK’lara ABD’nin yaptığı harcama 2001-2012 arası dönemde yüzde 130 artmış, 2 milyar dolardan 5 milyar dolara çıkmıştır.
2007 tarihli, The New Cold War: Revolutions, Rigged Elections and Pipeline Politics in the Former Soviet Union [“Yeni Soğuk Savaş: Eski Sovyetler Birliği’nde Devrimler, Hileli Seçimler ve Boru Hattı Siyaseti”] isimli kitabında Mark MacKinnon, kâr amacı gütmeyen örgütlerle şirketlerin birlikte teşkil ettikleri bu kompleksin izini Reagan dönemine dek sürmekte ve ABD merkezli tekelci sermayenin uzun zamandan beri Sovyetler Birliği’ni ve Doğu Avrupa’daki sosyalist rejimleri istikrarsızlaştırmak için çalıştıklarını ortaya koymaktadır. MacKinnon’ın iddiasına göre George Soros Vakfı ve Ulusal Demokrasi Vakfı, söz konusu kompleksin oluşumunda ana aktörler olarak görülebilir. Dahası yazar kitabında Soros’un Solidarność’u finansal açıdan desteklediğine dair kanıtlar sunmaktadır. Tam adı Bağımsız Özyönetimli Dayanışma Sendikası olan Lech Valesa liderliğindeki Solidarność sosyalist rejimi zayıflatma noktasında önemli roller oynar. Soros 1989’da Çekoslovakya’da gerçekleşen Kadife Devrim’in öncü güçlerinden biri olan 77 Bildirgesi’ne de destek vermiştir. Soros Vakfı’nın Alexander Yakovlev’in desteklenmesi ve Marksist olmayan kitapların yayınlanmasına milyonlarca dolar akıtması üzerinde durmaya değer bir konudur. Bu destek şirketlerin kâr amacı gütmeyen örgütlerle kurdukları kompleksin gelişimine dair önemli bir göstergedir.
Söz konusu yöntemler Sırbistan’daki Slobodan Milošević hükümetinin yıkılmasında (bu dönemde Soros’un fonladığı Otpor rejim değişikliği için gerçekleştirilen kitlesel hareketliliğin simgesel modeli hâline gelmiştir.) ve iki binler boyunca eski sosyalist ülkelerde yaşanan renkli devrimler esnasında diğer birçok hükümetin devrilmesinde de kullanılmıştır. Tamara Vukov’un Sırp STK aktivistleri ile yaptığı röportajlardan da görüldüğü üzere, Batılı STK’lar banka havaleleri yerine elde taşınan çantalar dolusu parayı buralara taşımıştır. Paranın verilmesinde öne sürülen tek şart Milošević karşıtı eylemlere katılmaktır. İnsan hakları, eğitim ve yargı gibi alanları da faaliyetlerine dâhil etmek isteyenlere verilen fonlar kesilmiştir. Bunun dışında proje tabanlı fon aktarımı Sırp STK’ların uzun vadeli stratejiler yerine kapitalist piyasaya uyum sürecine denk düşen kısa vadeli hedeflere yönelmesine neden olmuştur.[20]
STK’larla bağlantılı işleyen söz konusu kompleksin gelişiminde diğer bir önemli aktör ise Ulusal Demokrasi Vakfı’dır. Vakıf 1982’de kâr amacı gütmeyen, devletin fonladığı bir örgüt olarak kurulmuştur. Amacı dünyada komünizmin yayılmasına karşı koymaktır. O günlerde yıllık bütçesi 18 milyon dolar iken bu yüzyılın ilk on yılında 80 milyon dolarlık bir bütçeye ulaşmıştır. Andrei Saharof Enstitüsü, Demokrasi Merkezi, 77 Bildirgesi ve Solidarność gibi örgütlenmelerin güçlendirilmesine parasal destek sunmuş, esas olarak sosyalist rejimlerdeki muhalifleri harekete geçirmeye odaklanmıştır. Aynı şekilde vakıf bugün Venezuela ve Küba gibi ülkelerde muhaliflerin ülkelerini istikrarsızlaştırma çabalarına destek sunmaktadır.[21] ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı (USAID) da bu konuda çarpıcı bir sicile sahiptir. WikiLeaks belgeleri ve diğer kimi muteber kaynaklar, USAID’nin “sivil bir dış yardım kurumu” gibi çalıştığını, Kübalı ve Venezuelalı STK’lara ABD yanlısı bir rejim değişikliği için milyonlarca dolar aktardığını ifşa etmiştir.[22]
Efe Can Gürcan
1 Nisan 2015
Dipnotlar
[1] Michael Kalecki, The Last Phase in the Transformation of Capitalism (New York: Monthly Review Press, 1972).
[2] John Bellamy Foster, Naked Imperialism: America’s Pursuit of Global Dominance (New York: Monthly Review Press, 2006); John Bellamy Foster, Hannah Holleman, ve Robert W. McChesney, “The U.S. Imperial Triangle and Military Spending,” Monthly Review 60, no. 5 (2008): 1-19.
[3] Foster, Naked Imperialism, 109.
[4] A.g.e., 145.
[5] John Bellamy Foster ve Fred Magdoff, The Great Financial Crisis: Causes and Consequences (New York: Monthly Review Press, 2009).
[6] A.g.e., 39, 67.
[7] A.g.e., 13.
[8] Foster, Holleman ve McChesney, “The U.S. Imperial Triangle and Military Spending.”
[9] A.g.e.
[10] B. Pyadyshev, The Military-Industrial Complex of the USA (Moskova: Progress Publishers, 1977), 14.
[11] Foster, Holleman ve McChesney, “The U.S. Imperial Triangle and Military Spending”; Foster, Naked Imperialism.
[12] Pyadyshev, The Military-Industrial Complex of the USA, 14.
[13] István Mészáros, Socialism or Barbarism: From the “American Century” to the Crossroads (New York: Monthly Review, 2001), 37, 99.
[14] Foster, Holleman ve McChesney, “The U.S. Imperial Triangle and Military Spending”; Foster, Naked Imperialism, 25, 29.
[15] Peter Philips, “Media Ownership and Control,” Medya ve Savaş Yalanları: Gerçekler Nasıl Karartılıyor [War, Lies & Videotape: How Media Monopoly Stifles Truth] içinde, ed. Lenora Foerstel (İstanbul: Yordam, 2007), 58–60.
[16] Lenora Foerstel, “Introduction,” Foerstel, ed., Medya ve Savaş Yalanları içinde 10; Robert W. McChesney, Blowing the Roof off the Twenty-First Century (New York: Monthly Review Press, 2014).
[17] Mészáros, Socialism or Barbarism, 23, 28.
[18] Organisation for Economic Co-operation and Development (OECD), OECD Statistics, erişim tarihi: 25 Şubat 2015, http://stats.oecd.org.
[19] United States Agency for International Development (USAID), USAID Database, erişim tarihi: 25 Şubat 2015, https://eads.usaid.gov.
[20] Tamara Vukov, “Seven Theses on Neobalkanism and NGOization,” Aziz Choudry ve Dip Kapoor, ed., NGOization: Complicity, Contradictions and Prospects içinde (Londra: Zed Books, 2013).
[21] Mark MacKinnon, The New Cold War: Revolutions, Rigged Elections, and Pipeline Politics in the Former Soviet Union (Toronto: Random House Canada, 2007), 24-27, 42-45.
[22] Den Beeton, “USAID Subversion in Latin America Not Limited to Cuba,” 4 Nisan 2014, http://globalresearch.ca; Jeremy Bigwood, “Why USAID’s Cuban Twitter Program Was Secret,” https://nacla.org; Ryan Mallett-Outtrim, “Venezuela: Wikileaks Shows Us Use ‘NGOs’ to Cover Intervention,” 15 Nisan 2013, http://greenleft.org.au.

0 Yorum: