Teşkil
Ettiği Kompleks:
Tekelci-Finans
Kapitalizmi Aşamasında
Emperyalizmin
İtici Gücü ve Mütemmim Cüzü
Michał
Kalecki’ye göre, Keynesçi dönemdeki emperyalist sistem üçgen bir yapıya
dayanır. Söz konusu yapı ise (a) devletin finanse ettiği askerî üretim (yani
çoğunlukla “askerî-endüstriyel kompleks” denilen ordu-şirket kompleksi), (b)
medya propagandası (medya-şirket kompleksi), ve (c) Savaş mekanizmasını
meşrulaştırmaya yarayan, onun tarafından desteklenen tam istihdam/refah
yönelimli olduğu iddia edilen üstyapıdan (Keynesçilik) oluşur.[1] Çalışmasını
Kalecki’nin kitabı üzerine kuran John Bellamy Foster, Hannah Holleman ve Robert
W. McChesney ise günümüzde mevcut olan emperyalist sistemin yeniden
yapılandırılması ve muhafaza edilmesinde yukarıda bahsi edilen üçgenin asli
rolüne dair vurguda bulunmak suretiyle, tekelci sermaye geleneğine ait
emperyalizmin güncellenmiş bir teorik versiyonunu takdim eder.[2] Bu yazarların
çalışmasından hareket ederek ben günümüz emperyalizminin üçgene benzer
yapısındaki önemli değişikliklerden birini, bilhassa neoliberal küreselleşme
projesinin benimsenip refahı merkeze alan paradigmanın terk edilişini ele
alıyorum.
Şu
tarz sorular yöneltiyorum: tam istihdam/refah güdümlü Keynesçiliğin yerini ne
aldı? İstihdam sorunlarını ve giderek kötüleşen yaşam standartları meselesini
ele alamayan bu tarz bir emperyalist sistemin hayatta kalması nasıl mümkün
olabiliyor? Küreselleşmenin yol açtığı örtük tehdit mülksüzleştirme yoluyla
birikime eşlik eden militarizmin yeni neoliberal diyalektiğini nasıl
pekiştiriyor?
Bu
makalenin birinci bölümü tekelci sermaye okuluna ait emperyalizm teorisini
takdim ediyor ve finansallaşma ile neoliberalleşme koşullarında emperyalizmin
yaşadığı metamorfozla ilgili kısa bir tartışma yürütüyor. İkinci bölüm günümüz
neoliberal emperyalizmin itici gücü ve mütemmim cüzü olarak şirketlerin kâr
amacı gütmeyen örgütlerle teşkil ettiği kompleksin gelişimine dair teorik ve
empirik bir analiz gerçekleştiriliyor.
Tekelci
Sermayenin Metamorfozu ve
Emperyalizmin Üçgen Yapısının
Yeniden Yapılandırılması
II.
Dünya Savaşı sonrası tesis edilen emperyalist sistem dâhilinde iki önemli dönüm
noktası arasında bir ayrıma gitmek faydalı olacaktır. Bu iki dönüm noktasının
kökleri on dokuzuncu yüzyıl sonuna ve yirminci yüzyıl başına dek uzanmaktadır.
İlk dönüm noktası Britanya’nın kapitalist dünya ekonomisi üzerindeki
hegemonyasının çökmesi ve ABD’nin bilhassa II. Dünya Savaşı sonrası
yükselişidir.[3] Bu yükselişe Bretton Woods kurumlarının kurulması denk düşer:
Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması (GATT), Uluslararası Para Fonu
(IMF) ve Dünya Bankası. Askerî araç ve stratejilere başvuran ABD dünya
ekonomisi dâhilinde doğal kaynaklara erişimlerini kolaylaştırmak suretiyle ABD
şirketlerine yatırım fırsatlarının açılmasını öncelikli kılmıştır. Başka bir
deyişle ABD emperyalizminin hegemonik ve askerî araçları ABD’li tekelci
sermayenin kârları ve uluslararası rekabet etme gücünü artırmak için
kullanılmıştır.[4]
İkinci
dönüm noktası dünya ekonomisinin finansallaşması ve neoliberalleştirilmesidir.
Bu süreç seksenlerde ABD önderliğinde derinleştirilmiştir.[5] Tekelci
kapitalizm teorisyenlerine göre geç kapitalizmin genel ekonomik eğilimi
ekonomik durgunluğa dayanır. Bunun asıl nedeni kâr getiren yatırım
fırsatlarının çok az olmasıdır. Yetmişlerde ekonomik büyümenin yavaşlamasına
bağlı olarak finansallaşma ve onun politik karşılığı anlamında neoliberalizm
geç kapitalizmin durgunluk sorununa kısmi birer çözüm olarak geliştirilmiştir.
Ekonomi üzerindeki kontrol şirket yönetim kurullarından finans piyasalarına
geçmiştir. Bu da dünya ekonomisinin finansal balonlara tabi hâle gelmesine
neden olmuştur. Finansallaşma, bir bütün olarak ekonomiyle ilişkili olan
borçların spekülatif manada artması servetin biriktirilmesi ve dolaylı olarak
sermaye birikiminin teşvik edilmesi yolu olarak kurumsallaştırılmıştır. Ancak
finansallaşma durgunluk eğiliminin aşılmasına bizzat katkı sunmamış, aşırı birikim
sorunu üzerinden yeni çelişkileri açığa çıkarmıştır. Foster ve Fred Magdoff’un
da gösterdiği üzere finansallaşma bu aşamasında sistemin sermayenin hâkim formu
olarak tekelci kapitalizmin büyümesinde kendisini ortaya koyan gerçek özünü hiç
değiştirmemiştir. Sonuçta ortaya yeni bir melez tekelci-finans sermayesi
çıkmıştır.[6]
Tekelci
kapitalizm teorisi tüm küresel boyutları dâhilinde bir sistem olarak
emperyalizmin belirli devletlerin tekil politikalarını veya siyasetçilerin
şahsiyetlerini aşan tarihsel/yapısal bir formasyon teşkil ettiği gerçeğine
vurgu yapar.[7] Kalecki’nin çalışması üzerinden Foster, Holleman ve McChesney
tarihsel açıdan emperyalist sistemin yapısında üç önemli, birbirini tamamlayan
sütun olduğunu söyler. Bu yapı tekelci sermayenin çevre ülkelerdeki hammaddeler
ve emeği alıkoyup kontrol kurmasını ve artığı soğurma fırsatları yaratmasını
sağlar. Bu üç sütun şunlardır: ordu-şirket kompleksi, medya-şirket kompleksi ve
Keynesçi istihdam/refah devleti.[8]
Ordu-şirket
kompleksi ile ilgili olarak Foster, Holleman ve McChesney ABD ordusunun yaptığı
harcamaların diğer ülkelerin veya ülke gruplarının yaptığı harcamalardan fazla
olduğuna işaret eder. 2001-2007 arası dönemde ABD ulusal savunması harcamaları
yüzde altmış artmış, 553 milyar dolar düzeyine gelmiştir. Bugünse bir trilyon
doları aşmıştır.[9] Bu rakamlar, ABD devleti ve ekonomisi dâhilinde ordu ve
şirket sektörlerinin ne ölçüde iç içe geçtiğinin önemli bir göstergesidir.
Bu
analize ek olarak ordu-şirket kompleksinin oluşumu ve konsolidasyonuna yol açan
üç ana faktöre değinmekte fayda vardır: (a) ABD tekelci sermayesinin dünyaya
hâkim olma arzusu, (b) II. Dünya Savaşı sonrası askerî üretimi artıran bilimsel
ve teknik devrim, ve (c) devlet elitleriyle ABD tekelci sermayesinin giderek
daha fazla kaynaşması.[10]
Aynı
ölçüde önemli bir diğer husus da yukarıda belirtilen faktörlerin yol açtığı iki
önemli komplikasyonun kabul edilmesidir. İlk komplikasyon teknoloji yoğunluklu
olma eğilimi ile birlikte ordu-şirket kompleksinin istihdamı teşvik etme becerisinin
azalmasıdır. İkincisi ise SSCB sonrası ABD’nin Sovyetler’in nüfuz alanı
yakınında ya da içinde yer alan bölgelerde militarist ve emperyalist
stratejileri devreye sokan yegâne süpergüç hâline gelmesidir. Jeopolitik
kontrolü artırma amaçlı bu savaş ve militarizm düşkünlüğü ekonomik düzeyde
ABD’nin sahip olduğu küresel hegemonyanın çöküşünü denetim altına alma gayreti
olarak görülebilir. Dolayısıyla karşımızda duran yeni bir emperyal projedir. Bu
projede ABD ekonomik hegemonyasını yeniden artırmak için askerî gücüne, doların
finansal üstünlüğüne ve (neoliberal politikalar ile ticaret anlaşmaları gibi)
başka araçlara başvurmaktadır.[11]
Bugün
ordu-şirket kompleksi kapitalizmi biçimlendiren politik-ekonomik bağlamda ve
kapitalizmin kendi gelişiminde mündemiç olan kurumsallaştırılmış bir
gerçekliktir.[12] István Mészáros’a göre, bugünün emperyalizminin askerî
yönleri tekelci kapitalizmin en önemli bileşenlerinden birisidir. Askerî
teknolojinin mevcut hâliyle ilgili olarak Mészáros şu tespiti yapar:
“Tüm tarih boyunca
emperyalizmin en tehlikeli aşamasına girmiş bulunuyoruz. Bugün asıl tehlike
gezegenin belirli bir kısmının değil tamamının gerektiğinde şiddete dayalı
askerî araçlar da dâhil en aşırı otoriter araçlarla tek hegemonik ekonomik ve
askerî süpergüç tarafından kontrol edilmesidir. Küresel düzeyde gelişme
kaydeden sermayenin bugün ihtiyaç duyduğu nihai rasyonalite budur.”[13]
Medya-şirket
kompleksi ile ilgili olaraksa Foster, Holleman ve McChesney’nin ulaştığı sonuç
şudur: ABD’deki emperyalist şirket medyası ABD’nin başını çektiği neoliberal
küreselleşmeden en fazla fayda sağlayanlardan biridir. Zira bu medyanın ABD
dışından elde ettiği gelirler artmış, devlet medya tekellerine ticaret
anlaşmalarında fikrî mülkiyet sözleşmelerinde destek sunmuştur. Medya-şirket
kompleksinin asli rolü, kitlelerin depolitize edilmesinden ve her türden
propaganda yoluyla ABD’nin savaş mekanizması için gerekli ideolojik desteğin
sağlanmasından oluşmaktadır.[14]
Peter
Philips’in de ifade ettiği biçimiyle, ABD’deki medya endüstrisi giderek
haberlerin dünya genelinde yaşadığı akışa hâkim olan bir düzineden az medya
şirketi tarafından merkezîleştirilip tekelleştirilmiştir. ABD’deki en büyük on
bir medya şirketinin yönetim kurulu üyeleri (ki toplamda 155 kişiden
oluşmaktadır) tekelci finans sermayesinin en üst kademesiyle, CIA’yle ve devlet
aygıtının diğer önemli sektörleriyle iç içe geçmiş durumdadır.[15] Büyüme
süreci internetle hızlanan medya tekelleştikçe eğlence ve haber servisleri de
görünmeyen düzeylerde bu küresel şirketlerin kârlarının artırılması meselesine
ram edilmektedir. Bunun en güzel örneği Time Warner A.Ş. vakasıdır. Dünyanın en
büyük medya tekellerinden biri olan bu şirket televizyona, film yapım
şirketine, yayıncılık şirketine ve kablolu kanal hizmetlerine sahiptir.[16]
Dolayısıyla medya-şirket kompleksi kendisini en iyi NATO’nun Yugoslavya’ya
karşı başlattığı “insanî yardım” savaşları türünden olaylarda medyanın yaygın
biçimde kullanılmasında ortaya koymuştur. Bu süreçte Sırplar karalanmış,
saldırıya uğramıştır. İki Irak savaşı ise sterilize edilerek yaygın biçimde
televizyondan aktarılmıştır. Medya-şirket kompleksi aynı zamanda Venezüella ve
Küba gibi “haydut devletler” denilen devletlerin zayıflatılmasında da önemli
bir rol oynamaktadır.
Keynesçi
stratejilerin devre dışı kalması, sivil-istihdam teşviki konusunda devletin
geri çekilmesi, neoliberalizmin emperyalist ajandaya dâhli devletin tekelci
kapitalizm karşısındaki özerkliğini zayıflatacak yolu açmıştır. Keynesçi devlet
politikasının imhası ile oluşan boşluk neoliberal kalkınma paradigması ile
doldurulmuştur. Bu süreç daha geniş toplumsal yüzeylerin finansallaştırılması
ve toplumsal mühendislik alanı olarak kâr amacı gütmeyen sektörün öne çıkmasını
sağlamıştır. Buna göre şirketlerin kâr amacı gütmeyen örgütlerle birlikte
oluşturduğu, uluslararası STK’lara dayanan kompleks yapı bir dizi toplumsal
hizmette hâkimdir. Geçmişte devletin sunduğu bu hizmetler alanında söz konusu
kompleks seksenler boyunca günümüz emperyalizminin üçgene benzer yapısının
diğer bir sütunu olarak ortaya çıkmıştır. Bu kompleks sermaye adına devletin
kimi işlevlerinin özelleştirilmesini ve sivil toplum içerisinde kilit stratejik
noktaların ele geçirilmesini, sosyal hareketlerin teslim alınmasını temsil
etmektedir. Özel sermaye alanının dışındaymış gibi görünen bu kompleks aynı
zamanda küresel düzeyde tekelci finans sermayesinin hegemonyasını pekiştirir,
özelleştirme sürecinin hızlanmasını sağlar.
Mészáros’a
göre tekelci sermayenin küreselleşme eğilimleri ile politik sahada
ulus-devletlerin giderek daha fazla tahakküm altına alınması arasındaki çelişki
emperyalizmin en önemli sınırlarından birine işaret eder.
Sermayenin
ulusötesi gelişiminde yeni bir tarihsel aşamaya ulaşmış bulunuyoruz: bu aşamada
sistemin yapısal sınırı ve temel çelişkiyle yüzleşmekten kaçınmak artık mümkün
değil. Söz konusu sınır kapitalist sisteme ait bir hâlin oluşturulamaması ile
ilgilidir. Bu aşamada sistem ulusötesine yönelik arzularını ve eklemlenmesini
gerçekleştirememiştir. Bu nedenle son iki yüzyıldır sürekli biriken, sistemi
karakterize eden ulus devletlerle yaşanan, artık patlama noktasına gelmiş
çatışmaların aşılması henüz mümkün görünmemektedir.[17]
Bu
bağlamda ortaya çıkan kâr amacı gütmeyen örgütlerle şirketlerin birlikte teşkil
ettikleri kompleksin uluslararası düzlemde tek hâkimi STK’lardır. Devletinin
yokluğunun damgasını vurduğu bir alanı işgal eden bu kompleks sermayenin
tekelci sermayenin küreselleşme eğilimleri ile ulus devletlerin devam eden
merkezîliği arasındaki çelişkisini çözmek için kullanılan bir tür araç hâline
gelmiştir. Bu çözme işlemi ulus devletlere ait kimi yönlerin kompleks eliyle
somutlanması üzerinden gerçekleştirilmektedir.
Dünya
genelinde yaşanan STK patlamasını ABD’nin bu komplekse akıttığı paralardaki
artışla ilişkilendirmek mümkündür. OECD verilerine göre ABD resmî kalkınma
yardımı 1970’te 3 milyar dolarken 1980’de 7 milyara, 1990’da 11 milyar dolara
çıkmış, 2000’de 9’a gerilemiş, 2013’te 30 milyar dolara fırlamıştır.[18] Aynı
şekilde ABD’li olmayan ve uluslararası STK’lara ABD’nin yaptığı harcama
2001-2012 arası dönemde yüzde 130 artmış, 2 milyar dolardan 5 milyar dolara
çıkmıştır.
2007
tarihli, The New Cold War: Revolutions,
Rigged Elections and Pipeline Politics in the Former Soviet Union [“Yeni
Soğuk Savaş: Eski Sovyetler Birliği’nde Devrimler, Hileli Seçimler ve Boru
Hattı Siyaseti”] isimli kitabında Mark MacKinnon, kâr amacı gütmeyen örgütlerle
şirketlerin birlikte teşkil ettikleri bu kompleksin izini Reagan dönemine dek
sürmekte ve ABD merkezli tekelci sermayenin uzun zamandan beri Sovyetler
Birliği’ni ve Doğu Avrupa’daki sosyalist rejimleri istikrarsızlaştırmak için
çalıştıklarını ortaya koymaktadır. MacKinnon’ın iddiasına göre George Soros
Vakfı ve Ulusal Demokrasi Vakfı, söz konusu kompleksin oluşumunda ana aktörler
olarak görülebilir. Dahası yazar kitabında Soros’un Solidarność’u finansal
açıdan desteklediğine dair kanıtlar sunmaktadır. Tam adı Bağımsız Özyönetimli
Dayanışma Sendikası olan Lech Valesa liderliğindeki Solidarność sosyalist
rejimi zayıflatma noktasında önemli roller oynar. Soros 1989’da Çekoslovakya’da
gerçekleşen Kadife Devrim’in öncü güçlerinden biri olan 77 Bildirgesi’ne de
destek vermiştir. Soros Vakfı’nın Alexander Yakovlev’in desteklenmesi ve
Marksist olmayan kitapların yayınlanmasına milyonlarca dolar akıtması üzerinde
durmaya değer bir konudur. Bu destek şirketlerin kâr amacı gütmeyen örgütlerle
kurdukları kompleksin gelişimine dair önemli bir göstergedir.
Söz
konusu yöntemler Sırbistan’daki Slobodan Milošević hükümetinin yıkılmasında (bu
dönemde Soros’un fonladığı Otpor rejim değişikliği için gerçekleştirilen
kitlesel hareketliliğin simgesel modeli hâline gelmiştir.) ve iki binler
boyunca eski sosyalist ülkelerde yaşanan renkli devrimler esnasında diğer
birçok hükümetin devrilmesinde de kullanılmıştır. Tamara Vukov’un Sırp STK
aktivistleri ile yaptığı röportajlardan da görüldüğü üzere, Batılı STK’lar
banka havaleleri yerine elde taşınan çantalar dolusu parayı buralara
taşımıştır. Paranın verilmesinde öne sürülen tek şart Milošević karşıtı
eylemlere katılmaktır. İnsan hakları, eğitim ve yargı gibi alanları da
faaliyetlerine dâhil etmek isteyenlere verilen fonlar kesilmiştir. Bunun
dışında proje tabanlı fon aktarımı Sırp STK’ların uzun vadeli stratejiler
yerine kapitalist piyasaya uyum sürecine denk düşen kısa vadeli hedeflere
yönelmesine neden olmuştur.[20]
STK’larla bağlantılı işleyen söz konusu kompleksin
gelişiminde diğer bir önemli aktör ise Ulusal Demokrasi Vakfı’dır. Vakıf
1982’de kâr amacı gütmeyen, devletin fonladığı bir örgüt olarak kurulmuştur.
Amacı dünyada komünizmin yayılmasına karşı koymaktır. O günlerde yıllık bütçesi
18 milyon dolar iken bu yüzyılın ilk on yılında 80 milyon dolarlık bir bütçeye
ulaşmıştır. Andrei Saharof Enstitüsü, Demokrasi Merkezi, 77 Bildirgesi ve
Solidarność gibi örgütlenmelerin güçlendirilmesine parasal destek sunmuş, esas
olarak sosyalist rejimlerdeki muhalifleri harekete geçirmeye odaklanmıştır.
Aynı şekilde vakıf bugün Venezuela ve Küba gibi ülkelerde muhaliflerin
ülkelerini istikrarsızlaştırma çabalarına destek sunmaktadır.[21] ABD
Uluslararası Kalkınma Ajansı (USAID) da bu konuda çarpıcı bir sicile sahiptir.
WikiLeaks belgeleri ve diğer kimi muteber kaynaklar, USAID’nin “sivil bir dış
yardım kurumu” gibi çalıştığını, Kübalı ve Venezuelalı STK’lara ABD yanlısı bir
rejim değişikliği için milyonlarca dolar aktardığını ifşa etmiştir.[22]
Efe Can
Gürcan
1 Nisan 2015
1 Nisan 2015
Dipnotlar
[1]
Michael Kalecki, The Last Phase in the
Transformation of Capitalism (New York: Monthly Review Press, 1972).
[2]
John Bellamy Foster, Naked Imperialism:
America’s Pursuit of Global Dominance (New York: Monthly Review Press,
2006); John Bellamy Foster, Hannah Holleman, ve Robert W. McChesney, “The U.S.
Imperial Triangle and Military Spending,” Monthly
Review 60, no. 5 (2008): 1-19.
[3]
Foster, Naked Imperialism, 109.
[4]
A.g.e., 145.
[5]
John Bellamy Foster ve Fred Magdoff, The
Great Financial Crisis: Causes and Consequences (New York: Monthly Review
Press, 2009).
[6] A.g.e., 39, 67.
[7]
A.g.e., 13.
[8]
Foster, Holleman ve McChesney, “The U.S. Imperial Triangle and Military
Spending.”
[9]
A.g.e.
[10]
B. Pyadyshev, The Military-Industrial
Complex of the USA (Moskova: Progress Publishers, 1977), 14.
[11]
Foster, Holleman ve McChesney, “The U.S. Imperial Triangle and Military
Spending”; Foster, Naked Imperialism.
[12]
Pyadyshev, The Military-Industrial
Complex of the USA, 14.
[13]
István Mészáros, Socialism or Barbarism:
From the “American Century” to the Crossroads (New York: Monthly Review,
2001), 37, 99.
[14]
Foster, Holleman ve McChesney, “The U.S. Imperial Triangle and Military
Spending”; Foster, Naked Imperialism,
25, 29.
[15]
Peter Philips, “Media Ownership and Control,” Medya ve Savaş Yalanları:
Gerçekler Nasıl Karartılıyor [War, Lies & Videotape: How Media Monopoly
Stifles Truth] içinde, ed. Lenora Foerstel (İstanbul: Yordam, 2007), 58–60.
[16]
Lenora Foerstel, “Introduction,” Foerstel, ed., Medya ve Savaş Yalanları içinde 10; Robert W. McChesney, Blowing the Roof off the Twenty-First
Century (New York: Monthly Review Press, 2014).
[17]
Mészáros, Socialism or Barbarism, 23,
28.
[18]
Organisation for Economic Co-operation
and Development (OECD), OECD Statistics, erişim tarihi: 25 Şubat 2015,
http://stats.oecd.org.
[19]
United States Agency for International Development (USAID), USAID Database,
erişim tarihi: 25 Şubat 2015, https://eads.usaid.gov.
[20]
Tamara Vukov, “Seven Theses on Neobalkanism and NGOization,” Aziz Choudry ve
Dip Kapoor, ed., NGOization: Complicity,
Contradictions and Prospects içinde (Londra: Zed Books, 2013).
[21]
Mark MacKinnon, The New Cold War:
Revolutions, Rigged Elections, and Pipeline Politics in the Former Soviet Union
(Toronto: Random House Canada, 2007), 24-27, 42-45.
[22]
Den Beeton, “USAID Subversion in Latin America Not Limited to Cuba,” 4 Nisan
2014, http://globalresearch.ca; Jeremy Bigwood, “Why USAID’s Cuban Twitter
Program Was Secret,” https://nacla.org; Ryan Mallett-Outtrim, “Venezuela:
Wikileaks Shows Us Use ‘NGOs’ to Cover Intervention,” 15 Nisan 2013,
http://greenleft.org.au.
0 Yorum:
Yorum Gönder