17 Şubat 2016

, ,

Doğu Meselesi Üzerine Tezler


Komintern Üçüncü Kongresi’ne Sunulmuştur[1]
I
Milletler Cemiyeti Paris’te üç kategori belirledi: egemen devletler, tabi devletler ve vesayet altındaki yapılar [mandalar]. Suriye, Mezopotamya [Irak], Arabistan, Hindistan, Mısır, Kore ve Çin, Doğu’nun neredeyse tüm ülkeleri bu vesayet kategorisi altında değerlendiriliyor. Tüm bunlar mandacı devletlerce acımasız bir biçimde sömürülen proleter devletler. Bu nedenle biz kapitalist toplumdaki sınıfsal ayrışmalara denk düşecek biçimde, devletlerin nispi politik ağırlıkları üzerinden dünya emperyalizmi dâhilinde sınıflandırılmasına tanık oluyoruz. Bir sanayici burjuva toplumda işçileriyle nasıl bir ilişki kuruyorsa, hâkim devletler de kendilerine tabi olan bağımlı ülkelerle bu şekilde bir ilişki kuruyorlar. Ama burada önemli bir farklılık söz konusu: hâkim güce bağlı müteşebbislerin elde ettikleri artı-değer ülke içindeki burjuvazinin eline geçiyor. Eğer müteşebbis bu artı-değeri söz konusu “proleter” devletlere ait piyasaların dışında elde ediyorsa, tümüne el koyuyor.
II
Bu kıyaslama çabası, dünyadaki emperyalist sistem dâhilinde Doğulu sömürge ülkelerin yerine dair kaba bir resim sunuyor. Daha doğru bir resim elde etmek için bizim söz konusu ülkeleri aşağıda ifade edilen kategorilere ayrıştırmamız gerekiyor:
IIa
Makul düzeyde bir sanayileşmeyi tecrübe eden ve finans kapitali üzerinden sömürgeci ülkeyle güçlü bağlar kurmuş olan sömürgeler.
IIb
Sanayileşme sürecini esas olarak savaş döneminde gerçekleştirmiş olan ve sömürgeci ülkeyle zayıf bir bağa sahip bulunan sömürgeler.
IIc
İleri düzeyde kapitalist ülkelere sadece hammadde temin etme noktasında hizmet sunan sömürgeler.
Doğu’da ilk kategoriye girecek bir ülkeye rastlanmıyor. Bu kategoriye Avustralya ve Kanada gibi ülkeler giriyor. Buralarda burjuvazinin üst katmanları emperyalist kartellerin ve tröstlerin yörüngesine girmiş durumda. Bu nedenle Kanada’da çelik fabrikalarının sahipleri veya hissedarları hâkim emperyalist çelik tröstü dâhilinde soğuruldu, dolayısıyla sadece kendi ülkesinin sömürülmesinden değil, toprağını genişletmeyi amaçlayan sömürgeci ülkedeki finans kapitalin politikalarından da pay alıyorlar. Bu tip bir sömürgeye olağan koşullarda somut ve kapsamlı bir özerklik bahşediliyor, zira o sömürgeci ülkedeki tröstlerin çıkarlarını asla tehlikeye sokmuyor.
III
Doğu’da bu birleşme süreci savaştan önce başladı, oysa bu birleşme sadece Hindistan’da ve belirli ama sınırlı bir ölçü dâhilinde Çin’de gerçekleşti. Ancak savaş ilgili ülkelerin sanayileşme sürecini önemli oranda hızlandırdı, yereldeki burjuvaziye sağlam bir temel ve kendi ayakları üzerinde doğrulma imkânı sundu. Bu da söz konusu ülkelerin ulusal düzeyde daha güçlü bir konum elde etmesine neden oldu. Böylesi bir sanayileşme süreci bugün Türkiye’de tüm çıplaklığı ile yaşanıyor. Hindistan ve Türkiye burjuvazisinin kimi korumacı propaganda faaliyetleri içerisine girmiş olması bu ülkelerdeki tüm üretim kollarında ciddi bir artışın yaşandığının bir delili. Yereldeki kapitalistler gelişmiş kapitalist ülkelerin yürüttüğü rekabetten yeni ortaya çıkan sanayiyi korumak için korumacı politikalar uyguluyorlar.
Aynı zamanda büyük kapitalist tröstlerden ayrı, iyice belirginleşmiş bir sınıf olarak burjuvazi yeni mülkiyet ilişkileri sayesinde ortaya çıkma imkânı buluyor, politik iktidarı ele geçiriyor ve onu kendi çıkarına uygun bir biçimde kullanıyor. Ama iktidar mücadelesi dâhilinde yereldeki kapitalistler ilkin Doğu’daki birçok ülkede politik iktidarı elinde bulunduran feodal aristokrasi ile ikinci olarak da bu feodallerin yardımı ile ilgili ülkeleri ekonomik açıdan sömüren Amerikalı ve Avrupalı emperyalistlerle çatışma içine giriyor. Bu noktada mücadele daha da sertleşiyor ve dünya emperyalizmi yereldeki burjuvazinin iktidarı tümüyle ele geçirmesine mani olmak için elinden geleni yapıyor.
IV
Savaş, sadece artı-değeri sömürgeci ülkedeki kapitalistle paylaşmak istemeyen milli burjuvaziyi tahkim edip güçlendirmekle kalmadı, ayrıca önceden çökmüş ve dağılmış olan yeni bir devrimci gücün sahneye çıkmasını sağladı: el sanatları ile zanaat. Avrupa ve Amerika’nın sanayileşmiş merkezlerinden ucuz mamul ürünlerin ithal edilmesi bu katmanı yoğun bir krize sürükledi. Binlerce insan hayatta kalmak için ülkelerini terk etmeye veya kendi ülkelerinde yarı aç yarı tok yaşayacakları sefalet koşullarında yaşamaya zorlandı.
Savaş bu kesimde yeni bir ruhun oluşmasını sağladı ve onların üretimi piyasanın talebini karşılayacak ölçüde artırmasına imkân verdi.
Savaştan iki yıl sonra kapitalist ekonomide patlak veren derin kriz Doğu’daki sömürge ve yarı-sömürge ülkelerde el sanatlarına dayalı imalatın ağırlığını artırdı. Savaştan önce mahvolmuş olan esnaf ve zanaatkârlar hayata geri döndüler ve kaderlerinin bağlı olduğu o iktidarı ellerinde tutmak için her türlü çabayı ortaya koydular. Dünya kapitalizmiyle giriştikleri bu çekişme bir tür hayat-memat mücadelesi hâlini aldı. Henüz düşmanı olarak görmedikleri genç yerli burjuvazi bu durumdan istifade ederek ilgili kesimi Avrupalı kapitalistlerin boyunduruğunu kırmak için verilen mücadele içine çekti. Çin’de Japon, Hindistan’da İngiliz mallarının boykot edilmesi üzerinden yapılan yürüyüşlerin yaygın bir destekle karşılanmasının sebebi buydu.
V
Köylü hareketi konusunda Hindistan ve İran ayrı bir yerde duruyor. Bu iki ülkede feodal burjuvazi toprak mülkiyetini ele geçirdi. Oysa Çin ve kısmen Türkiye’de küçük toprak sahipliği hükmünü sürdürdü. İran ve Hindistan’da köylü hareketi günden güne büyüdü. Bilhassa Hindistan’da dönem dönem ayaklanmalara ve huzursuzluklara tanık olundu. Bunlar İngilizlerce acımasız bir biçimde bastırıldı. Dünya kapitalizmi sömürge ve yarı-sömürge ülkelerdeki hâkimiyetini sürdürdükçe köylülerin toprak ağalarından kurtulması mümkün değil. Zira emperyalistler esas olarak toprak sahibi aristokrasiye sırtını yaslıyor, bu ülkelerde tröstler yereldeki kapitalistler arasında henüz sağlam bir temel elde edemediler. Sonuçta köylü hareketi kaçınılmaz olarak yabancı işgalcilerin iktidarını hedef almıştı.
Emperyalist iktidarın yıkılması aynı zamanda bilhassa Hindistan’da savaş esnasında ve sonrasında hızla büyüyen işçi sınıfının da hayrına olacak. Bu sınıf hem yerli hem de yabancı burjuvazinin uyguladığı sömürüden muzdarip. Kendisini her iki sömürücüden aynı anda kurtarması mümkün değil. Zira örgütlü işçi sınıfı çok küçük ve henüz sınıf mücadelesi konusunda gerekli becerileri haiz değil. Bu yönde bilinçsizce atılacak her türden adım sınıfın şu ana kadar birbirlerinin boğazlarını kesmeye hazır olan düşmanlarını tahkim edecek.
VI
Bu minvalde dört en güçlü sınıf (burjuvazi, zanaatkârlar/küçük burjuvazi, işçiler ve köylüler) kaçınılmaz olarak dünya kapitalizminin uyguladığı sömürüye karşı ümitsiz bir mücadele içine girdi ve eksiksiz bir milli kurtuluş için verilecek kavgaya yüzünü döndü. Başını Müslüman din adamlarının üst tabakasının çektiği gerici panislamist hareket bile İngiliz emperyalizmine karşı mücadele dâhilinde gelişen olaylar dizisine bir biçimde dâhil oldu. Türk milliyetçiler eliyle Ankara’da ve İngilizler eliyle Mekke’de iki panislamist kongrenin eşzamanlı toplanmış olmasının da gösterdiği üzere, bu kampta bile dünya emperyalizminin hâkimiyetine karşı bir mücadele uç veriyor.
Komünist Enternasyonal tüm bu güçleri dikkate almak ve bunları dünya burjuvazisinin elindeki sömürgeci hâkimiyete ve esas olarak Britanya emperyalizmine karşı mücadeleye sevk etmek zorunda. Britanya emperyalizminin yıkılması dünya devriminin önkoşuludur. Doğulu ülkelerde milli hareketin elde edeceği zafer Avrupa ve Amerika’daki yönetici sınıfların yok olmanın eşiğine geldiklerine dair bir alamet olacaktır.
Kısmi veya tam zafer kazanıldıktan sonra kimi ülkelerdeki yerli burjuvazi büyük güçlerle bir anlaşma içine girse de bu bizim cesaretimizi asla kırmamalıdır. Böylesi bir olay gayet doğaldır ve devrimci hareketi kesinlikle durdurmayacaktır. Eğer Avrupa burjuvazisi her sömürge ve yarı-sömürge ülkede kendisine ait politik ve ekonomik imtiyazların belirli bir kısmını bile terk etmeye zorlansa, dünya kapitalizminin iktidarı, o iktidarın Doğu’ya uzanan kökleri sökülmezden önce, enternasyonal proletarya tarafından ayaklar altına alınacaktır.
VII
Komünistlerin de mücadele ettiği, dünya kapitalizminin şiddetli saldırılarına dönük nefret noktasında birleşmiş olan Doğu’daki küçük burjuva güçlerin hâkim nüfuzu sebebiyle bu güçler sıklıkla komünist olarak resmedilmektedir. Bu sebeple muhtelif gruplar altında toplanabilecek kimi ülkelerde komünistliğe dair izler taşıyan milliyetçi veya Müslüman komünistlere ait kimi oluşumlara tanık olunmaktadır. Bu gerçek, Millet ve Sömürge Meseleleri Üzerine Tezler’in (e) maddesi dâhilinde, İkinci Kongre’de ele alınmıştı:
“Gerçek manada komünist olmayan geri kalmış ülkelerdeki devrimci kurtuluş hareketlerinin komünist olarak gösterilmesi gayretine karşı kararlı bir mücadele yürütülmesi gerekmektedir. Sömürgelerde ve geri kalmış ülkelerde devrimci hareketleri desteklemek Komünist Enternasyonal’in görevidir. Burada tek koşul, ismen değil gerçek manada da komünist olan tüm bileşenlerin ileride kurulacak proleter partiler için bir araya getirilmesi ve bunların belirli görevlerin bilincinde olacak şekilde eğitilmesidir. Bu görevler temelde ülkedeki burjuva demokratik harekete karşı mücadeleye ait görevlerdir. Evet, Komünist Enternasyonal sömürgelerde ve geri kalmış ülkelerde geçici kimi anlaşmalara varmalı, hatta devrimci hareketle ittifak kurmalıdır. Ama bu hareketle asla birleşilmemelidir.”[2]
Alınan bu konum bugün hâlâ geçerli ve doğrudur. Bizim bu konumu gerçek kılmak için kararlı bir faaliyet içerisinde olmamız gerekir. Dünya kapitalizminin sahip olduğu iktidarı yıkmanın yegâne yolu budur. Bizim enternasyonal proleter dayanışma fikrini Doğu’da güçlendirmemiz gerekmektedir. Nihai zafer bu şekilde gelecektir.
Ahmed Sultanzade
[Kaynak: To the Masses: Proceedings of the Third Congress of the Communist International, 1921, Yayına Hazırlayan ve Çeviren: John Riddell, Brill, 2015, s. 1187-1190.]
Dipnotlar
[1] ‘Proekt tezisov po vostochnomu voprosu’dan çevrildi. Narody Dal’nogo Vostoka (1921) içinde, 343–6. sütunlar. Metin ayrıca şuradaki metinle kıyaslandı: Komintern arşivleri, RGASPI, 490/1/6.
[2] Riddell (ed.) 1991, 2WC, 1, s. 288.

0 Yorum: