CNN Türk’te Taha Akyol Mehmet Ali Aybar’ı
anıyorsa, bir sorun var demektir. Bu anmaya “Kürd siyasetçi” rolüyle Tarık Ziya
Ekinci’nin davet edilmesi ayrı bir sorundur. Program, “Lenin düşmanı Aybar”a
övgüler ve Ekinci’nin “Kürd burjuvazisi Türkiye’den ayrılmak istemez” tezinin
yüceltilmesi için yapılmıştır.
Ekinci’nin şahitliğinde dile getirilen Aybar’a ait
söz, bugüne galebe çalmıştır: “Tarih sınıf mücadelelerinin değil, özgürlük
mücadelelerinin tarihidir.”
Bugün, bilhassa Gezi’den sonra, baskın olan söylem
budur. Özgürlükten kasıt ise her daim Batı’ya bağlanma çağrısıdır. Gençlik,
orta sınıf siyaset üzerinden Batı’ya çağrılmaktadır. “Gülmek devrimci eylemdir”
söylemi tekrar irdelenmelidir.
* * *
Geçmişte “Mustafa Suphiler ölmek için geldiler,
biz yaşamak istiyoruz” diyen Aydemir Güler de tarihini altmış darbesi ile
başlattığından, bu kurguya uyumlu bir özne olmanın gerekçelerini
sıralamaktadır.[1] Güleryüzlü sosyalizm, onun şahsında “Güler-yüzlü” hâle
gelmektedir. Geçmişte Taha Akyol’un övgüsüne mazhar olmuş Aybar ile gene 2013 1
Mayıs’ta İstanbul valisinden alkış alan TKP, yan yanadır.
Övülen, esasında her devrimciliğin “köylülük”
olarak aşağılanıp çöpe atılmasıdır. Aydemir Güler, “işçi sınıfı açısından
devrimci mücadele nadiren bir cephe savaşı hâlini alır” derken, soyut bir
sınıftan dem vurmaktadır. Bu soyutluğun somut işçinin kavgası ile alakası
yoktur. O mazlum halklara, mazlumun öfkesine her daim kördür. Acıyı görmemek
için bu açı zaruridir. Aydemir Güler bir şirket CEO’su olarak düşündüğünden,
gerekli gördüğü yerlere “yatırım yapmak”tan bu nedenle söz eder.
* * *
Taha Akyol’un programında dile getirildiği
biçimiyle, Aybar’ın mihenk taşı, kerteriz noktası altmış darbesidir. Aydemir Güler
de bu noktadan uzakta değildir. Onun içine ilerici bir subay kaçmıştır. O subay
için ülkenin devlet bürokrasisi üzerinden ilerlemesi elzemdir. Bu birikim
illaki sosyalizmi getirecektir. Nasıl olsa sınıf mücadelesi hiçbir zaman cephe
savaşı formu kazanmayacak, köylülere has halk savaşı hiçbir yerde
somutlaşmayacaktır.
Kürd’ün kavgası ise onun için giderilmesi gereken
bir marazdır. Güler, ülkenin askerî nizamı yanında konumlanmanın rahatlığı ile
konuşmaktadır. Cephe savaşı, halk savaşı, devrimcilik zaten kemalizmin
uhdesindedir, tükenmiştir, tüketilmiştir. Sosyalizmi getirme çabası her daim
çocukçadır, tasfiye edilmelidir.
Mihenk taşı, kerteriz noktası altmış darbesi
olunca, o darbeyi koşullayan dinamiklerle mücadele etmek de geçersizleşir.
Bölgenin üçüncü dünyacı, halkçı, devrimci gelenekleriyle buluşmak adına yapılan
adımlar bu açıdan bakıldığında gericiliktir. Geçmişteki tüm halk hareketleriyle,
bölgenin tüm mücadele birikimiyle kurulacak temas Batı solu için mide
bulandırıcıdır.
Her şeyi kendisinde başlatıp kendisinde bitiren,
herkesi bir biçimde kendisine kul etmeye çalışan küçük burjuva siyaseti,
Batı’ya bu sebeple bağlanmaya mecburdur. Onun kıymetini Ortadoğu, mazlum
halklar değil, Batı bilmektedir.
Artık aydınlanma karşıtlarının bile Brüksel’den,
Washington’dan icazet ve meşruiyet beklediği, “konjonktürde laikiz” dediği
koşullarda muzaffer olan Güler-yüzlü sosyalizmdir elbette. Bölgenin gerçeğiyle,
Suphilerle Anadolu’ya girmesi engellenen Kızıl Ordu ile, ayrıca yukarıda yanda verilen
fotoğraftaki Taşkent sovyetine çalışan halkla temas ve bağ kopmuştur. Bu
solcular, söz konusu zafiyetin ve eksikliğin ekmeğini yemektedirler. Onlar,
Mustafa Kemal’in açtığı TKP’nin efrâdıdırlar.
Yatırım yaptıkları zayıf halka ve yumuşak karın
ise her daim burjuvaziye ait hassasiyetlerle ilgilidir. “Türkiye’de aydınlanma
ve laiklik, nüfusun kesinlikle çoğunluğunun kırmızı hattıdır.” Altmış darbesi
ve ileri CHP pozları ile bu hattın güçlendirilmesi gerekmektedir. IŞİD ve AKP
karşıtlığı güçlenmek için ciddi fırsatlar sunmaktadır. Sınıf mücadelelerinden
değil de özgürlükler mücadelesinden bakıldığında gerçek, halkın acısından değil
de burjuvazinin açısından değerlendirmeye tabi tutulduğunda, görünen sadece
budur. Zira AKP gitmelidir, onun çözüleceği yer de dinsizleşmedir. Dinin sınıfî
niteliği, sınıfın dinî yönelimleri, din içi devrimci kopuşlar ile ilgili
tartışmalar, anlamsızdır. Bugün temel çelişki dinsizlik-dincilik arasındadır.
Yığınak buraya yapılmalıdır. Kuru kalabalık ve nicelik tapıncı siyasetin
olmazsa olmaz niteliğidir. Dinsizleşme siyaseti kısa günün kârıdır, köşe
dönücülüktür, kolay yoldan para kazanma idealidir.
Oysa AKP’nin dinsizleşme sürecinin bir piyonu olduğu
görülmelidir. Halkın acısından bakıldığında görülen budur. Burjuvazinin
açısından bakıldığında ise devletin kirinin pasının, Suriye konusunda
emperyalistlerle kurulan ilişkilerin, rant kapılarının üzeri örtülmektedir.
Dinselleşme teraneleri tam da bunun içindir. Burjuvazi ve devlet, bu sayede
dikkatleri başka yöne çekmekte, kitleleri arkadan dolanıp kendisine
bağlamaktadır. Burjuvazi ve devlet, kendisine karşı süren mücadeleyi bile kendi
çıkarına çevirmek zorundadır. Bu sol yapılar ilgili çabanın araçlarıdırlar.
* * *
Güler’in hakir gördüğü Hikmet Kıvılcımlı da
Menderes dönemine has bir hamle ile, o gün için bu gerçeği görmekte, hayata
halkın acısından bakmaktadır. O reel politika adına Milli Birlik Komitesi’nin
kapısında beklese de güleryüzlü ve güler-yüzlü sosyalistlere nazaran, o
komitenin ideolojisi ve politikasına en net mesafeyi koyabilmiştir. Eyüp Sultan
konuşması Müslüman halka sesleniştir, devletin sahiplerine dair bir ikazdır.
Aydemir Güler, o devletin sahiplerinin kuklası olduğu için, Kıvılcımlı’yı “fantezilerinin
kurbanı bir kişi” olarak takdim etmek durumundadır.
Güler’e göre PKK, HDP ve onun içindeki sol yapılar
AKP rejiminin parçasıdırlar. Bu ifadeyle AKP ile değil, asıl olarak onlarla
mücadele ettiklerini söylemektedir.
Esasında ülkede sol siyaset SİP-DSİP ekseninde
ikiye bölünmüştür. Ağırlıklı olarak sol, bu iki kanada hizalanmıştır. İlerleme,
aydınlanma ve burjuva siyaset bahsinde her iki kanat da ortaktır. Halkın
acısından bakıldığında, ne birinci ne de ikinci cumhuriyet çaredir, halkın
iktidarı dışı her öneri ihanettir.
İşçi’yi bir kimliğe indirgeyenlerle kimliği
işçicileştirenler arasındaki kayıkçı dövüşünün manası yoktur. “Cephe savaşı
olmayacak”sa, “halk savaşı köylülük”se, tek çare, burjuvazinin veya
emperyalizmin sivil toplum kuruluşu olarak faaliyet yürütmektedir. Bu açıdan
SİP’in kapesi bir komünist parti değil, batıda zuhur eden yeni ateizme bağlı
bir STK’dır.[2]
Bu STK’nın eski başkanı, “AKP’yi burjuvazi de,
emperyalizm de yıkamadı, asıl yumuşak karnı din, bunu çözelim, AKP kendiliğinden
yıkılır” demektedir. Daha doğrusu, burjuvazinin ve emperyalizmin AKP’yi yıkmak
için uğraştığına kani olarak, “eksik olan, bu güçlerin bu topraklarda gerekli
askeri yoktu, asker olun” diye haykırmaktadır. STK’nın CEO’su olarak yatırım
danışmanlığı yapmakta, AKP karşıtı haleyi başına geçirmeye çalışmaktadır.
Bu anlayışın bugün Mustafa Suphi’yi anması
tuhaflıktır. Kendi yeni ateizmine tarihsel kök bulmaya çalışması nafiledir.
Onda Müslüman İşçilere Hitap’ında “hak ve adalet karşısında zalim kâinat
titresin” diyen yürek yoktur.[3] Güler-yüzlü sosyalizm, zalim kâinatın kendi
içinde evrileceğine kanidir. O sebeple hak ve adalet mücadelesine düşmandır.
Laiklik için yanıp
tutuşanlar, bu savunu ile yüz yıllık burjuva devletinin, ulus-devlet
sınırlarının, Nâzım’ın dediği çek defterlerinin, kasaların koruyuculuğuna
soyunmaktadırlar. Halkın acısı, burjuva açılara rağmen, başka bir gerçekliğe
işaret etmektedir. Selama durduğumuz dert de öfke de o acıya dairdir.
Eren Balkır
8 Şubat 2016
Dipnotlar
[1] Aydemir Güler, “Yumuşak Karın”, 8 Şubat 2016, Sol.
[2] Luke Savage, “New Atheism, Old Empire”, 12
Şubat 2014, Jacobin. Türkçesi: “Yeni
Ateizm, Eski İmparatorluk”, İştirakî.
[3] Mustafa Suphi, “Müslüman İşçilere Hitap”, 27 Ocak 2016, İştirakî.
0 Yorum:
Yorum Gönder