Şair, gazeteci ve devrimci bir isim olan Hüsrev
Gülesorhi [Reşt 22 Ocak 1943-Tahran 18 Şubat 1974] televizyondan yayınlanan
göstermelik duruşması esnasında iktidara meydan okuyan bir duruş sergilemiş,
1974’te idam mangası karşısında bile teslim olmayarak, modern İran’ın kültürel
ve politik tarihinde kutsal bir yer edinmiştir.
Gülesorhi, İran Tude Partisi ile güçlü bağlara sahip
bir köylü ailesine doğdu. İki yaşında babasını kaybetti. Onu Kum’da, annesinin
molla olan babası büyüttü. 1962 yılında annesiyle birlikte Tahran’a geldi.
Liseyi burada bitirdi.
Altmışlarda Gülesorhi, Tahran’daki İttilaat, Ayandegan
ve Keyhan gibi önemli bir dizi gazetede gazeteci, edebiyat ve sanat
eleştirmeni olarak çalıştı. Aynı dönemde şiirlerini yayımladı. Yazı ve
şiirlerinin büyük bir kısmı altmışların sonunda Negin gibi önemli
edebiyat ve kültür dergileri ile Sahand ve Arg gibi solcu
dergilerde yayımlandı.
1969’da kendisi de şair ve gazeteci olan Fatima Gorgin ile evlendi. Bir oğulları oldu. Oğluna Gilan bölgesinde konuşulan Gilaki dilinde “orman sığınağı” anlamına gelen Damun ismini verdi. Bu isim, 1917-1921’de mücadele içerisinde olmuş Cengelî hareketinin hatırasını yaşatmak için tercih edilmişti. Gülesorhi’nin nesir ve şiirleri öldükten sonra, 1979 Devrimi ardından yayınlanabildi.
İran’da yetmişlerin başında gerilla hareketi güç
kazanmaya başladı. Şah rejimine karşı birçok genç, eğitimli orta sınıfa mensup
İranlı devrimci mücadele yoluna revan oldu. Cezayir, Küba, Vietnam gibi ülkelerdeki
mücadeleler. aynı zamanda Avrupa, Kuzey ve Güney Amerika’daki radikal öğrenci
hareketleri, İran gibi üçüncü dünya ülkelerindeki aydınların üzerinde muazzam
bir tesire sahipti.
Eleştirilerin dillendirileceği kanalların kapatılması,
1970’te Yazarlar Birliği’nin kapısına kilit vurulması türünden gelişmeler genç
eylemcileri radikalizme yöneltti. Yetmişlerdeki radikal muhalefetin başını iki
hareket çekiyordu: Marksist Halkın Fedaileri ile Müslüman Halkın Mücahidleri.
Birçok eğitimli İranlı arasında mevcut olan muhalif
ruh gerilla hareketi üzerinden radikalleşti. Söz konusu radikalleşme
Gülesorhi’nin şiirlerinde de yankısını buldu. Sonuçta politikleşen atmosfer,
onun tutuklanıp idam edilmesine uzanan süreci tetikledi. Ortaya koyduğu eserler
genç radikallerce okunuyor, devrimci gruplara ait radyolarda kendisine yer
buluyor, sosyalistler eliyle tüm İran’a taşınıyordu.
Bu şiirlere sonrasında “orman şiiri” adı verildi. Burada Şubat 1971’de Reşt yakınlarındaki Siyahkel ormanlarında Halkın
Fedaileri’nin gerçekleştirdiği, gerillaya dayalı ilk ayaklanmaya doğrudan
atıfta bulunuluyordu. Gülesorhi’nin devrimci politik mücadeleye katılımının
düzeyi ve detayları tam olarak hâlâ bilinmemektedir.
Mart/Nisan 1973’te şah rejimi kraliyet ailesine zarar
verecek bir komplo içerisinde olduğu iddiası ile on iki kişilik bir grubu
gözaltına aldığını duyurdu. Grupta yazarlar, şairler, yönetmenler
bulunuyordu: Gülesorhi, Kerametullah Danişyan, Muhammed Rıza Allâmezade,
Tayfur, Bazai, Abbas Ali Samekar, Manuşer Mukaddem Selami, İrac Cemşidi,
Murteza Siyahpuş, Ferhad Keysari, İbrahim Ferhengrazi, Şukuh (Mirzadegi)
Ferhengrazi ve Meryem İttihadiye.
Grubun hiçbir üyesi arasında herhangi bir bağlantı mevcut değildi, hatta bu isimler birbirlerini tanımıyorlardı.
Görünüşe göre,
grubun yargılanacağı davada şahın gizli polis teşkilâtının (SAVAK) amacı,
silâhlı muhalefet hareketinin yol açtığı tehlikeyi abartıp gerilla hareketine
karşı belirli bir başarı kazanıldığı algısını yaratmak ve böylelikle propaganda
faaliyeti yürütmekti. Rejim, davayı askerî mahkemeye devretti. Davanın ilk
duruşması 1973’te, ikincisi ise 1974 başında yapıldı ve ulusal televizyondan yayınlandı.
Grup içerisinden birkaç kişi, elde çok az kanıt olmasına karşın, suçlamaları kabul etti ve şahtan af diledi. Bu isimler az ceza aldılar. Ama beş kişi, onca işkenceye rağmen, teslim olmadı. Gülesorhi ve Danişyan, daha da ileri giderek, duruşmaların televizyondan yayınlanmasını suçlamaları reddedip devrim ve Marksizm-Leninizmi savunmak için bir imkâna dönüştürdü.
Danişyan’ın savunması, nispeten daha bir incelikle hazırlanmıştı. Gülesorhi ise askerî hâkim sözünü kesene dek tutkulu bir dizi konuşma yaptı. Bu konuşmalarda Gülesorhi, Marksizmi savundu. Söz konusu savunmada ilk devrim derslerini İmam Ali’den ve İmam Hüseyin’den aldığını söyledi.
Mahkemede hâkimler kontrolü ele geçirdiğini
zannettikleri bir anda, Gülesorhi mahkeme salonundaki havayı şu konuşması ile
değiştirdi:
“Halkımın
o yüce ismi adına. Ne meşruiyetini ne de hukukî niteliğini tanıdığım bu
mahkemede kendimi bizzat ben savunacağım. Bir Marksist olarak muhatabım halkım ve tarihtir. Bana ne kadar çok saldırırsanız, kendimle o kadar çok gurur
duyacağım, sizden ne kadar çok uzaklaşırsam, halkıma o kadar çok yaklaşırım.
İnançlarımdan ne kadar nefret ederseniz, halkın desteği ve şefkati o kadar çok
artacaktır. Beni toprağa gömseniz bile ki zaten gömeceksiniz, halkım n’aşımı
alıp bayrak yapacak, onun için türküler yakacaktır.”
Mahkeme başkanı Albay Gaffarzade, savunmasına sadık
kalması konusunda uyarıda bulununca Gülesorhi küçümseyici bir bakış atarak şunu
söyledi: “Kelimelerimden korkuyor musunuz?” Bunun üzerine hâkim şu şekilde
karşılık verdi: “Emrediyorum, sus ve otur yerine!” Gözlerinden ateş fışkıran,
giderek öfkelenmiş olan Gülesorhi şunları söyledi:
“Bana
emirler yağdırmayın. Gidin onbaşılarınıza, bölük liderlerinize emir verin.
Sesimin burada uyuyan bir vicdanı uyandıracak kadar güçlü olup olmadığını merak
ediyorum sadece. Korkmayın. Bu saygın olduğu iddia edilen mahkemede bile
süngüler beni değil, sizi koruyacaktır.”
Ardından Gülesorhi savunmasına geçti:
“İran
toplumu, benim burada sadece Marksist görüşleri benimsediğim için yargılanıp
ölüme mahkûm edildiğimi bilmelidir. Suçum, komplo kurmak ya da birilerine
suikast tertiplemek değil, görüşlerimdir. Bu mahkemede yabancı gazetecilerin de
huzurunda bu mahkemeyi, aleyhimde dava dosyası imal edenleri, sorumsuz
hâkimleri suçluyorum. Tüm insan hakları yetkililerini, komitelerinin ve
örgütlerinin dikkatlerini bu sahnede oynanan komediye, devletin işlemekte
olduğu bu suça çekmek istiyorum.
Askerî
mahkeme, dosyamı okumaya tenezzül bile etmedi. Ben Marksist-Leninistim, İslam
şeriatına saygı duyuyorum, uğruna öleceğim görüşlerimi de yüksek sesle
haykıracağım: bizim gibi yeni sömürgeciliğin hâkimiyeti altında olan, bağımlı
ülkelerde, dünyanın hiçbir yerinde bir Marksist altyapı toplum dâhilinde tesis
edilmedikçe gerçek bir ulusal hükümet var olamaz.”
Gülesorhi’ye kendi savunmasını okuma fırsatı verildi.
O belagati ile konuşmasına Şii İslam’ının o hürmet edilen şehidi İmam
Hüseyin’in mücadelesi ile İran solunun mücadelesini kıyaslayarak başladı. Ardından şah rejiminin gerçekleştirdiği toprak reformunun yol açtığı
kötülükleri tartıştı ve İran’da ilkin feodal sistem altında, ardından yozlaşmış
toprak reformu dâhilinde ter döken köylülerin mücadelesinden bahsetti. Bu
noktada, askerî mahkemenin başkanı ona sadece savunma yapmasını, başka mevzulara
girmemesini söyledi. Gülesorhi verdiği cevapta, “bu savunma istibdada karşı
kitlelerin savunmasıdır” dedi. Başkan, bir kez daha sadece kendisini savunması
gerektiğini söyleyince Gülesorhi kâğıtlarını toplayıp: “Burada böylece dikilip
duracağım. Konuşmayacağım, sonra da yerime oturacağım” dedi. Ardından yerine oturdu ve
tek kelime etmedi. Terörist faaliyetlerine devam edip etmeyeceği sorulduğunda
ise “edeceğim” diye cevap verdi.
Mahkeme, Danişyan ve Gülesorhi’ye idam cezası verince
ikisi de gülümsedi. Tokalaşıp kucaklaştılar. Gülesorhi, Danişyan’a “yoldaş!”
dedi, Danişyan da ona “en iyi yoldaşım!” diye karşılık verdi. Gülesorhi’nin
idamı devlet televizyonunda yayınlandı. Mahkeme, duruşmaların önemli bölümünün
sansürlenmesi sebebiyle şah diktatörlüğünün ve ikiyüzlülüğünün sembolü hâline
geldi. 1979 Devrimi sonrası tüm mahkeme süreci televizyondan yayınlandı.
Cemşidiye Hapishanesi’nde o 17 Şubat 1974 akşamı
kaldıkları hücre sloganlara boğuldu. İki devrimci, tüm gece boyunca devrimci
şarkılar söyledi. Sessizce yemeklerini yediler. Çitgar'daki idam sahasına
götürecek kamyonun arkasında askerlerin suratlarına bakıp sloganlar attılar.
Gözlerinin kapatılmasına izin vermediler. Şafağın tüm kızıllığı ile söktüğünü
görüp gür bir sesle şu cümleleri haykırdılar: “Hey yoldaşlar! Kahramanlar!
Ülkemiz için korkmadan feda edeceğiz hayatımızı." Sonrasında askerlere
ateş emri verildi.
Gülesorhi bir yazısında şunları söylemektedir:
“Bir
kişinin sanatı halkla bağlantılı olmalı, sanatsal bir gözle görmeli,
mücadelenin meşalesini hiçbir zaman söndürmemelidir. Bu tarz hiçbir edebiyat
okuluna uygun değildir, keza Filistinli fedailerin şiiri de herhangi bir okula
sığmaz. Neden sığsın ki. Neden tek etkili sanat formumuz olan şiirimizi
edebiyat ve biçimci okulların sınırlarına hapsedelim? Şiirin yeri kütüphaneler
değil, diller ve zihinlerdir. Edebiyat toplumsal düzenin yıkılması görevi
dâhilinde toplumsal hareket içinde oynayacağı rolü her daim oynamalıdır.
Edebiyatın rolü uyandırmaktır. İlerici edebiyatın rolü ise toplumsal hareketler
yaratmak ve halkların tarihsel gelişimi ile ilgili hedeflere ulaşmaktır.”
Gülesorhi ve Danişyan 18 Şubat 1974’te idam edildi.
Diğer üç kişi ise suçlamaları kabul etmedi ama şahtan af dileyerek ömür boyu
hapis cezasına çarptırıldı.
Gülesorhi ve Danişyan, son isteklerini yazdıkları
mektubun altına “Halkın Fedaisi” imzasını attı. Oysa ikilinin herhangi bir
örgüte bağlı olup olmadığına dair elde herhangi bir kanıt bulunmuyordu.
Şiirinin ve edebiyat ile sanata dair teorik
yazılarının niteliği konusunda modern İran şiirinin detaylı, analitik bir
tarihini kaleme almış olan Muhammed Şems Lengerudi Gülesorhi’nin katkısını şu
cümlelerle ifade ediyor:
“Gerilla
şiiri alanındaki en etkili olay, Hüsrev Gülesorhi’nin, o ünlü şair ve yazarın
1974’te idam edilmesidir. O belki mükemmel bir şair, güçlü bir gazeteci hatta
edebiyat konusunda çok şey bilen bir eleştirmen veya araştırmacı değildi. Ama o
şahın askerî mahkemesinde yoksul kitlelerin kusursuz bir savunusunu yaparak
inancı için hayatını feda eden tutarlı, samimi ve duygu yüklü bir devrimcidir.”
Mazyar Behruz
29 Mart 2003
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder