17 Şubat 2016

,

BDS ve İfade Özgürlüğü


Batı’da İfade Özgürlüğüne Yönelik En Büyük Tehdit İsrail İşgaline Karşı Yürütülen Faaliyetlerin Suç İlân Edilmesidir
Bugün itibarıyla Birleşik Krallık hükümeti, “kent konseylerinin, kamu kurumlarının hatta kimi üniversitelerdeki öğrenci birliklerinin silâh ticareti, fosil yakıtlar, tütün ürünleri alanlarında faal olan şirketlerden veya işgal altındaki Batı Şeria’da bulunan İsrail yerleşimlerinden gelen mal ve hizmetleri satın almayı reddetmeyi yasadışı” ilân ettiğini duyurdu. Dolayısıyla artık tüm dünya genelinde İsrail yerleşimlerinin boykot edilmesine ilişkin çalışmaya destek veren veya bu boykota katılan herkes “ağır cezalar”la karşılaşacak.
Burada öncelikle ifade ve politik faaliyet hürriyetinin ihlal edildiği düşünülebilir, elbette öyle, ama aslında Batı’da olağandışı başka şeyler yaşanıyor. Artık aksi geçerli. İsrail ve destekçileri BDS kampanyasından korktukları için İsrail işgaline karşı yürütülen politik faaliyetleri suç ilân etmek amacıyla koordineli ve gayet iyi finanse edilmiş bir kampanya yürütüyorlar. Zira Güney Afrika’daki İsrail’in müttefiki olan ırk ayrımcısı rejimi yıkan seksenlerdeki kampanyayı örnek alan bu çalışma başarılı oluyor.
İsrail’de yayın yapan +972 isimli internet sitesi, geçen yıl askıda bekleyen bir kanun tasarısına dair haberler yapmıştı. Bu tasarı, “BDS hareketine destek veren, böylelikle Filistinlilerin haklarına saygı duyulması ve İsrail’in uluslararası hukuka uyması konusunda baskı yapmayı amaçlayan yabancıların ülkeye girişini yasaklamayı” öngörüyor. 2011’de İsrail’de yürürlüğe giren bir yasa ise, “Batı Şeria’daki yerleşimlere veya İsrail’e karşı ekonomik, kültürel veya akademik boykot çağrısı yapılmasını yasaklıyor ve bu konuda ağır cezalar getiriyor.”
Ama mevcut sansür bu türden faaliyetleri sadece İsrail’de değil, Batı ülkelerinde de suç hâline getirmeyi amaçlıyor. Üstelik bu girişim başarıya da ulaşıyor.
İsrail’in onlarca yıldır süren işgaline karşı yürütülen faaliyetleri yasadışı ilân etmeye dönük, salt İsrail’in boykot edilmesini de içermeyen söz konusu eğilim, birçok Batı ülkesinde ve bu ülkelere ait kurumlarda kendisine yer buldu. Ekim ayında yaptığımız bir haberde 12 eylemcinin Fransa’da yargılandığından bahsetmiştik. Bu insanların suçu “Filistin’de onlarca yıldır süren askerî işgale son vermek için gerekli bir araç olarak BDS’yi savunmaları”. Ülkedeki yüksek mahkeme cezaları onadı. Tutuklanan bu kişiler üzerinde “Yaşasın Filistin, İsrail’i Boykot Et” yazan tişörtler giydikleri için sorgulandılar. Bu kişilerin bir suçu da “İsrail ürünlerinin satın alınması Gazze’de işlenen suçları meşrulaştırıyor” diyen bildiriler dağıtmalarıydı.
Fransa’daki Yahudi cemaatlerinin şemsiye örgütü CRIF’in avukatı Pascal Markowicz şunları söylüyor: “BDS’yi destekleyici ifadeler tümüyle yasadışıdır. BDS’ciler ifade hürriyetinin ihlal edildiğini söyleseler de en yüksek hukukî mercii bunun aksini iddia ediyor.” Örneğin geçen yıl Kanada’da yetkililer BDS’ye destek veren herkesi yargılamakla tehdit etmişti.
ABD’de bu türden faaliyetleri yasaklayan benzer önlemler alındı. BDS’yi yasadışı ilân edecek bir kanun tasarısı hazırlandı. Geçen Haziran’da Washington Post’un yaptığı habere göre, “ABD’nin her yerinde BDS karşıtı yasalar çıkartılıyor.” Kongre’de hazırlanan bir dizi tasarı BDS ile mücadele konusunda devletin harekete geçmesine neden oluyor.
New York Times’daki habere göre, Kongre’nin hazırlayıp Beyaz Saray’a sunduğu gümrük yasası tasarısı, “Amerikalı yetkililerin ileride yapılacak ticaret müzakerelerinde yerleşimleri İsrail’in parçası olarak görmelerini mecburi hâle getiriyor.” Bu hüküm bilhassa “BDS hareketi ile mücadele için konulmuş.” Ama habere göre, hiç tartışılmayan bu yasa “Washington’ın Amerikan şirketlerinin İsrail’i boykot eden devletlerle işbirliğini yasaklamasını” öngörüyor.
Bu yeni yasanın gerçek amacı ise tüm dünyanın yasadışı kabul ettiği Batı Şeria’daki yerleşimlerin Amerikan şirketlerince İsrail’in bir parçası görülmesini sağlamak. Bu da Batı Şeria ile çalışan şirketleri boykot etmeye dönük her türden tavrın yasadışı ilân edilmesi suretiyle gerçekleştiriliyor. Artık ABD’li şirketler işgal altındaki topraklarda üretilen ürünleri İsrail’de üretilmiş gibi görecekler. Beyaz Saray, Amerika-İsrail Kamu İşleri Komitesi’nin [AIPAC] desteklediği, yerleşim yanlısı hükme karşı olmasına rağmen, yasa tasarısını imzalayacağını ilân etti bile.
ABD’de Filistin’in özgürlüğü için çalışanların yurttaşlık ve anayasal haklarını korumak amacıyla kurulmuş olan Palestine Legal [Yasal Filistin] grubundan Rahul Saksena konuyla ilgili şunları söylüyor: “Gümrük yasası tasarısındaki BDS ile ilgili hüküm ve Kongre’yle tüm ülke genelindeki eyalet meclislerine sunulmuş diğer onlarca BDS karşıtı tasarı Filistin’in özgürlüğünü destekleyen, İsrail politikalarını eleştiren herkesin ağzını kapatacak, İsrail’in şiddetli savunucuları ve yasa yapıcıları bunu amaçlıyor. BDS’ye karşı çıkan, İsrail yanlısı J Street isimli grubun hükümet işlerinden sorumlu başkan yardımcısı Dylan Williams ise şu kanaatte: “İsrail kontrolündeki topraklarla ilgili gümrük yasasına dönük her türden atıf aslında hem eyalet hem ülke genelinde suyu bulandırma amacını güdüyor.”
Mevcut yasalar Amerikan şirketlerinin BDS’yi destekleyen eylemlerin cezalandırılmasını öngörüyor. ABD’li şirketler ve yabancı iştiraklerinin İsrail’in boykot edilmesine dönük Arap Birliği’ne ait talepleri yerine getirmesini onlarca yıldır engelliyor. Bu yasaları ihlal edenlere on yıla kadar hapis cezası veriliyor.
2010’da Kore’de bulunan, General Motors’a ait G M Daewoo isimli otomobil ve teknoloji şirketi boykot karşıtı yasaları 59 kez ihlal ettiği için Boykot Karşıtı Yasalara Uygunluk Bürosu’nca 88.500 dolar cezaya çarptırıldı. Bir de gümrük formunda “Yük gemisinin Libya limanlarına girişine izin verilmektedir.” ibaresi geçtiği için cezalandırıldı. O dönemde Libya İsrail’e uğrayan İsrail mallarının veya gemilerinin Libya limanlarına girmesine izin vermiyordu. Şirketin kaleme aldığı o uyduruk beyanatta Libya hukukuna uyduğunu söylemesi ABD hükümetince İsrail’in boykot edilmesine destek olarak yorumlandı, şirket sırf bu sebeple para cezasına çarptırıldı.
Amerikan üniversitelerinde işgal karşıtı faaliyetlere yoğun bir baskı uygulanıyor. Bu, oldukça tuhaf bir durum. ABD’de geçen yıl kampüslerde uygulanan sansürle ilgili medyada yoğun bir tartışma baş gösterdi. Söz konusu sansürü açıktan eleştiren ve ifade özgürlüğünü savunduklarını iddia eden, New York’tan Jonathan Chait gibi kimi uzmanlar, kampüslerdeki sansürün en yaygın biçimini, İsrail’in eylemlerine karşı faaliyet yürütenlere ceza verilmesini görmezden geliyorlar.
İsrail adına kampüslerde uygulanan bu sansür Palestine Legal’ın geçen yılki “İfade Özgürlüğüne Filistin İstisnası” başlıklı raporunda kapsamlı bir biçimde aktarıldı. Ülke genelinde uygulanan sansür dâhilinde Filistin yanlısı profesörler işlerinden kovuldular, işgal karşıtı öğrencilerin eğitim hakları askıya alındı, öğrenciler okuldan kovulmakla tehdit edildiler, Filistin yanlısı gruplar daha önceden aldıkları para desteğinden mahrum bırakıldılar, hatta Filistin bayrağı sallamak “suç”undan birçok öğrenciye disiplin cezası verildi. Rapor, İsrail yanlısı grupların ve mezunların “İsrail’in politikalarına yönelik eleştirileri susturma çabalarını yoğunlaştırdıklarını” aktarıyor. Rapor şu açıklamayı sunuyor: “Bu eleştirilere cevap vermek yerine söz konusu gruplar önemli kaynaklara ve lobi gücüne sahip oldukları için Filistinlilerin haklarını destekleyenleri cezalandırmak veya sansürlemek amacıyla üniversitelere, hükümet kurumlarına ve diğer kesimlere baskı uyguluyorlar.”
Kampüslerde İsrail karşıtı görüşleri sansürlemeyi meşrulaştıran öğrenciler ve idareciler ifade özgürlüğünü savunan uzmanlarca görünüşte eleştirilen “güvenli alanlar”dan bahsediyorlar ve “nefret söylemi”nden dem vuruyorlar. Gazze yanlısı tweetlerinden ötürü işten atılması için Steven Salaita aleyhine kampanya başlatan, Illinois Üniversitesi öğrencisi ve eski AIPAC stajyeri şunları söylüyor: “Nefret söylemi bordrolu bir iş için başvuranlar konusunda asla kabul edilebilir bir şey değildir. Şiddete teşviki kimse kabul edemez.” İfade özgürlüğü ile nezaket arasında belirli bir ilişki olmalıdır.” Salaita’nın kovulmasını isteyen, İsrail yanlısı bir başka öğrenci ise “meselenin kampüste insanın kendisini güvende hissetmesi” olduğunu söylüyor.
Bu, kampüste baskıya dayalı sansürün klasik ve uç bir örneği. Illinois Üniversitesi açtığı davanın sonuçlanması ardından Salaita’ya bir milyon dolar ödedi. Uzmanlar “üniversitelerdeki sansür” girişimlerini ülke geneline taşıma konusunda kıllarını kıpırdatmadılar. Bu davaya veya İsrail karşıtı eleştirilerin susturulmasına ilişkin diğer olaylara dair tek laf etmediler.
BDS’yi savunan ya da İsrail işgali aleyhine çalışma yürüten öğrencilerin disipline sevk edilmesi ya da diğer yaptırım biçimleriyle yüzleşmesi artık rutin bir hâl almış durumda. Zaten Palestine Legal raporu da bunu söylüyor:
“Bu zorba taktikler sıklıkla istediği etkiye ulaşıyor, kurumları insan hakları aktivistlerine karşı bir dizi tedbir almaya itiyor, idarî yaptırımlara, sansüre, soruşturmalara, eylemleri savunanların sınırlandırılmasına, hatta yargılamalara sebep oluyor. Bu türden çabalar Filistinlilerin insanî hakları için çalışan aktivistleri yıldırıyor, İsrail’e yönelik eleştirileri susturuyor, Filistinlilerin haklarıyla ilgili meselelere dair adil bir yaklaşıma mani oluyor.”
Kendi türünün ilk örneği olan bu rapor, ABD’de Filistin’e yönelik savunuların nasıl ezildiğini belgeliyor. 2014’te Palestine Legal Filistinlilerin haklarını savunanlara yönelik engellemeleri, sansürleri ve cezalandırma süreçlerini içeren 152 olayı ele aldı. 68 kişi bu türden eylemler konusunda hukukî yardım almak istedi. Sadece 2015’in ilk altı ayında örgüt 140 kişinin isteğini yerine getirdi. 33 kişi ise baskılara karşı yardım talep etti. Bu rakamlar yaşanan sürecin ağırlığını tam yansıtmıyor, zira birçok kişi haklarının bilincinde değil ya da soruşturmalar karşısında susuyor ve baskıya dair olayları haber vermiyor. 2015’in ilk yarısında yaşanan olayların yüzde sekseni ve 2014’te yaşananların yüzde seksen dokuzunda hedefte öğrenciler ve akademisyenler var. Çünkü Filistinlilerin hakları için yürütülen harekette üniversiteler merkezî bir rol oynuyorlar.
Ülkedeki en büyük akademik sistemin adı olan Kaliforniya Üniversitesi BDS faaliyetlerini antisemitizm olarak damgalamak suretiyle bu faaliyetlerin yasadışı ilân edilmesine dönük önerileri tartıştı. Burada birçok Yahudi’nin iştirak ettiği, İsrail’e karşı çıkan yaklaşımlar Yahudilere yönelik düşmanlıkla bir tutuluyor. Asıl antisemitizm İsrail’i tüm Yahudilerle bir tutmak. Oysa bu, uzun bir geçmişe sahip, çirkin bir antisemitik edebiyat. İşgal karşıtı faaliyetlerin suç ilân edilmesi için orvelci taktikler kullanılıyor. Burada faaliyetler antisemitizm veya nefret söylemiyle eş tutuluyor, ardından da söz konusu temelde yasaklanıyor.
Kampüslerde işgal karşıtı eylemleri savunanların bastırılmasına resmiyet kazandırma çabaları uzun zamandır var ve epey yaygın. New York eyalet meclisi bir yasa çıkarttı. Burada amaç, İsrail’i boykot eden gruplara fon aktaran eğitim kurumlara giden paraları kesmek. Bu yasa İsrail İçin Birleşin isimli grubun bastırması ile yaygınlaştırıldı:
“Florida ABD’de İsrail karşıtı BDS hareketine mani olmak için karar çıkartan beşinci eyalet. Burada 21 Aralık’ta, geçen Nisan ayında Tennessee’de çıkan ilk BDS karşıtı yasaya benzer bir yasa çıkartıldı.
Bu yasayı çıkartarak Florida, Tennessee, New York, Indiana ve Pensilvanya’nın içinde bulunduğu gruba katıldı. Söylenildiği kadarıyla 35 eyalet benzer bir yasa çıkartmayı düşünüyor.”
Kampüslerde ifade özgürlüğünü savunan ama aynı zamanda BDS hareketini de eleştiren FIRE isimli grup kampüslerde BDS savunusunun yasadışı ilân edilmesine dönük çalışmaları eleştiriyor:
“FIRE’ın İsrail’e odaklı BDS hareketine dönük konumunda belirleyici olan, öğrencilerin ve profesörlerin akademik özgürlükleriyle, ayrıca akademik özgürlüğün bir anlamlı kavram olarak süregiden önemiyle ilgili endişelerimizdir. Öğrenciler ve profesörler İsrail veya başka ülkelere yönelik BDS hareketlerini özgürce destekleyebilmeli, bu desteklerinden ötürü cezalandırılmamalıdırlar. Bekleyeceğiniz üzere, FIRE BDS’yi destekledikleri için kimi örgütlere ceza verilmesine karşı çıkmıştır. Biz profesörlerin İsrail’i, başka ülkeleri, kişileri veya fikirleri eleştirme haklarını savunduk.”
Oysa bu BDS’yi ve diğer İsrail eleştirilerini sansürleme çabaları tüm dünyada artarak devam ediyor. Nedenini anlamak o kadar da güç değil. İsrail hükümeti ve kudretli destekçileri söz konusu sansürün kurumsallaşması için yürütülen kampanyaya yüklü miktarlarda para aktarıp politik katkı sundular.
Geçen yıl Cumhuriyetçi Parti üyesi milyarder Sheldon Adelson ve Demokrat Parti üyesi milyarder Haim Saban kampüslerde BDS ile mücadele etmek için on milyonlarca dolarlık bağışta bulundu. Gene geçen yıl Netanyahu İsrail karşıtı yaptırımlarla mücadele etmek için özel bir görev kuvveti kurulmasına dönük 2014 tarihli kararını uygulamaya soktu. Bu görev kuvvetine yüz milyon şekel (yaklaşık 25,5 milyon dolar) verildi. BuzzFeed’den Rosie Gray’in 2014 tarihli haberine göre, AIPAC’ın ana hedefi bir BDS yasasının çıkartılması. Kaliforniya Üniversitesi ile ihtilaf içerisinde olan, Senatör Dianne Feinstein’in kocası ve aşırı zengin yatırım bankacısı Richard Blum üniversiteyi tehdit etti ve karısının eğer üniversite talep ettiği BDS karşıtı tedbirleri almazsa, üniversite aleyhine kötü sonuçlar doğuracak eylemler içerisine gireceğini söyledi.
Batı’da ifade özgürlüğüne yönelik tek tehdit işgal karşıtı faaliyetlerin ezilmesi değil. Terörizm yasalarına binaen Batı’da yaşayan Müslümanların ifade özgürlüğü üzerinden yargılanması, genel kabul dışındaki görüşlerin cezalandırılmasına dair bir araç olarak nefret söylemi yasasının ihlal edilmesi, “dine küfür eden” karikatürleri yayınlayanlara yönelik şiddet ve tehditlerle hükümetin beğenmediği fikirleri yasaklamak için sosyal medyaya uygulanan baskı bu asli özgürlüğün tehlikede olduğunun birer delili.
Ama devletin desteklediği, ifade ve faaliyetlerle ilgili cezaların resmiyete kavuşturulmasına yönelik sistematik girişimler açısından bakıldığında, İsrail işgaline karşı faaliyetlerin suç ilân edilmesine dönük tüm ülke genelinde giderek artan çabaların özel önemini görmek gerek. Filistin Ulusal BDS Komitesi üyesi Rafif Ziyade şunları söylüyor: “İsrail ırk ayrımcılığı ve yerleşime dayalı sömürgecilik üzerine kurulu rejimini, Gazze’de Filistinlilere yönelik katliamlarını artık savunamıyor, bu nedenle kendisini sigaya çekecek tedbirlere ve eleştirilere karşı zırh kuşanmak için ifade özgürlüğünü geçersiz kılmak amacıyla ABD ve Avrupa’daki hükümetlerin desteğini almaya çalışıyor.”
BDS’ye karşı bir şeyler söylemenin ve onu mağlup etmek için faaliyet içerisine girmenin meşru olduğunu söylemeye bile gerek yok. Ama burada mesele, zorbalığı savunanların bu sefer İsrail işgalini hedefe koyan, pratikte geçmişte Güney Afrika’daki ırk ayrımcılığına son vermiş bir faaliyet türünün yasadışı ilân edilmesine destek veriyor olması (oysa İsrail’deki kimi liderler bile işgal pratiklerini ırk ayrımcılığı ile kıyaslıyorlar). Neyin doğru neyin yanlış olduğunun da bir önemi yok: kampüslerde ifade özgürlüğünü genel manada savunan, ortalıkta bu konularla ilgili olarak hoplayıp zıplayan ama ifade özgürlüğünde yaşanan bu kötücül aşınmayı tümüyle görmezden gelen yorumcular ve aktivistler aslında ifade özgürlüğüne kesinlikle inanmıyorlar.
Glenn Greenwald
Andrew Fishman
16 Şubat 2016

0 Yorum: